Kız topuklu ayakkabı koleksiyonundan bir ayakkabı seçti. Bütün serveti burada yatıyordu. Makyajı saçı her şeyi tamamdı. Arkasını döndü ve derin sırt dekoltesini kontrol etti. Oldukça seksi durduğundan emin olduğunda küpelerini taktı. Davetkar topuk tıkırtılarıyla yürümeye başladı. O Armin Gürsoy' du. Şehit Yüzbaşı Tarık Gürsoy ile Şehit Üsteğmen Açelya Gürsoy' un biricik kızları. Ailesi gibi asker olmayı seçmemişti. Gerçi mesleğini de seçmemişti ama memnundu. Annesinin ve babasının bir hain yüzünden şehit düştüklerini biliyordu. Bu yüzden tek çalışmak iyiydi. Evet arkasında bir teknik ekip vardı ama yine de sahada tekti. Onun için kiralanmış arabaya bindiği an Arzu oldu. Geri kalan her şeyi arkasında bıraktı. Güzelliğinin farkındaydı. Kendine güveni tamdı ve işine karışılmasından nefret ederdi.
Adam görev emri geldiği anda sinir olmuştu. Kamuflajlarını çıkardığında aynada kendini tanıyamadı. Sahi en son ne zaman kamuflajlarını çıkarıp kendine ayna karşısında bakmıştı? Hatırlamıyordu. Hatırlamakta istemiyordu. O temiz iş severdi. Hedefi belirle ve indir. Bu kadar. O Üsteğmen Alper Ilgaz Gök' tü. Şehit oğluydu. Babası müzik öğretmeni olan annesini bir öğrenciden aldığı blok flüt ile Ilgaz Anadolu' nun sen yüce bir dağısın şarkısını çalarak ilk randevularına ikna etmişti. Adı da bu yüzden Ilgaz' dı. Babasına neden o şarkı diye sorduğunda;
" Asker adam ne bilsin romantik şarkı ya ortaokulda öğretilmiş bu şarkıyı çalacaktım ya da askeri marş söyleyecektim, bu daha mantıklı geldi. " demişti.
Anne ve babasının evlilikleri Ilgaz yedi yaşındayken sona ermişti. Tek celsede boşandılar. Ilgaz annesiyle kaldı çünkü babasının evi dağlardı. Annesi hassas ve kibar bir kadındı. Kocasının görev yerleri nedeniyle sürekli Doğu' da kalmaktan yorulmuştu. Kocasının nasırlı ellerinden, özel günlerde yanında olmayaşından, güzel bir mekanda evlilik yıldönümü kutlayamamaktan ve daha bir çok şeyden yorulmuştu. Boşandıktan sonra Ilgaz' ı alıp ailesinin yanına İstanbul' a dönmüştü. İlk işi alışverişe ve kuaföre gitmek olmuştu.
Babası Ilgaz' ı görmeye geldiğinde;
" Üzülme. " demişti. " Üzülme oğlum. Tatlı su göllerinde açan bir nilüferi çorak dağlarda yaşatamazsın. En azından benim için, senin için yaşamayı denedi. Annene kızma. "
Babasının bunu neden dediğini üç yıl sonra anlayacaktı. Babasının şehit haberi geldiğinde annesi;
" İki senede kaç kez aradı seni? Gidersen Remzi baban üzülür. " demişti. Annesinin ikinci eşiydi Remzi. Zengin bir adamdı. Ilgaz on yaşında kaybettiği babasının cenazesine bile gidemedi. O an anladı. Babası annesini affetmemişti aslında. O sadece yanına alamayacağı oğlunun bir de annesiz kalmasını istememişti. Şehadet bir gün ulaşacağı ve gururla karşılayacağı bir mertebeydi. Ne diyordu Nazım Hikmet?
"O mavi gözlü bir devdi
Minnacık bir kadın sevdi
Mini minnacıktı kadın
Bir gün rahata acıktı kadın
Yoruldu devin büyük yolunda
Ve elveda deyip mavi gözlü deve
Girdi zengin bir cücenin kolunda
Bahçesinde ebruli
Hanımeli
Açan eve
Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev
Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz
Bahçesinde ebruli
Hanımeli
Açan ev."
Ilgaz' ın mavi gözlü devinin yani babasının sevgisine mezar ettiği yer dağlardı. Önce sevgisini gömmüştü dağlara sonra kendi kanıyla sulamıştı gömdüğü sevgiyi. O sevgiden yeşeren tek güzellik Ilgaz' dı. Ilgaz hem babasız hem annesiz kalmasın diye tek bir kötü laf etmemişti annesi hakkında. Ilgaz Asker olmak istediğinde ilk annesi karşı çıktı sonra üvey babası. Ilgaz ilk otobüsle babaannesinin yanında aldı soluğu. Çakı gibi Asker oldu. Üç şeyden nefret etti. Katıldığı özel tim nedeniyle katıldığı özel görevler. Çünkü onu kamuflajlarından ayırıyorlardı. Vatan hainleri. Ondan nefret etmenin nedeni çok açıktı ve süslü narin kızlar. Yani aslında annesi gibi kızlar. Biliyordu ki onlar askerlerle yapamazlar. Onlar o bilmem kaç dolarlık kremli elleriyle bir askerin nasır tutmuş ellerini tutamazlar.
Kamuflajlarına şimdiden hasretle baktı. Takım elbisesini giydi. Kulaklığını kontrol etti. Onun için kiralanan arabaya yürürken bot giymekten ve eğitimlerden sert vurmaya alıştığı adımlarını düzeltti. Arabaya bindi ve mekana gitti. Yerine geçti. İkram edilen şampanya kadehini aldı. Gözüyle ortamı taradı. Hedefi buldu. Buldu ve yanındaki kadını gördü. Hayatında gördüğü en güzel kadın değildi. Daha güzellerini gördüğünden emindi. Daha az önce nefret ettiği şeyleri sıralamıyor muydu? Neydi onlar?
Özel görevler. Şu an tam olarak özel görevlerin en nefret ettiği takım elbiseli ve şampanyalı olanındaydı. Vatan hainleri şu an tam göz hizasındaydı kendi vatanını satmaktan çekinmeyen alçak ve yanındaki ondan bir farkı olmadığından emin olduğu kadın. Ve süslü narin kızlar ki kendisi şu an hedefe yapışmış dans ediyor daha doğrusu adama sürtünüyordu. Durumu kibarlaştırmaya gerek yoktu. Peki bu üç nefret ettiği şey tam olarak bir aradayken ve hedefi dikkatle izlemesi gerekiyorken bedeninin güney bölgesindeki hareketlenme neyin nesiydi? Biraz daha devam ederse kafasına sıkmayı düşünüyordu. Yok geçmiyordu. Aklından bütün silahları geçirdi. Ya silahlar sakinleştirirdi ya da hangisi işe kafasına sıkacağına karar verirdi en azından.
"Oğlum belki kız adamın ne yaptığını bilmiyordur hemen harcama güzelim kızı. " dedi iç sesi ama o iç sesi yönlendiren güney istikametindeki şahsı iyi tanıyordu.
" Bilmese ne olacak? Çantası, ayakkabısı, kıyafeti, hele o ellerini görmedin mi? Bu kızdan bize hayır gelmez. " diye azarladı kendini. O eğitimli askerdi. Her türlü işkenceye dayanırdı. Kendine kızıyordu çünkü bir kadına bu kadar tepki göstermek acizlikti. Şehit düşen arkadaşlarını getirdi aklına. Hedefe odaklandı tekrar. Kız hedefin yanından ayrıldı. Sanki inat eder gibi Ilgaz' ın yanından geçti. Geçerken bir de saçlarını savurdu. Saçların kokusu Ilgaz' ın genzini yaktı adeta. Kendine bir kez daha sövmesine neden oldu.
Armin Ilgaz' ın yanından bilerek geçmişti. Daha görür görmez anlamıştı asker olduğunu ama emin olmak istiyordu. Gözlerin üzerinde olduğunu biliyordu. Bu yüzden dikkati saçlarına çekmek için saçlarını savurdu. Bu fırsatta da yanındaki adamın ellerine baktı. Bu elleri nerede olsa tanırdı. Eline şampanya kadehi de versen, piyano da çaldırsan bu nasırlı eller kendini ele verirdi. Elbette bakmayı bilene. Hedefinin arkasından baktığını bildiği için daha fazla oylanmadı. Kıvırtarak lavabolara doğru yürüdü. Lavaboya girdi. Sonra kameraların görüşünden kayboldu. Lavaboya girdiği düşünülürken o camdan çıktı. Bir kez daha kızdı askere içinden. Sövmeyi pek sevmezdi. Topuklu ayakkabılarını eline alıp atladı. O asker yüzünden güzelim ayakkabının topuğunu kırmayı göze alamazdı. İleride duran siyah minibüsün kapısını açtı.
" Hey! O askerinizi benim hedefimden çekiyorsunuz hemen!" dedi. Herkes şaşırmakla meşgulken kapıyı kapattı ve geldiği gibi görev yerine geri döndü. Bu görev için o herife sürtünmeyi bile göze almışken kimseye kaptırmaya niyeti yoktu. Üzerini düzeltti. Askerin yanından bir kez daha geçti. Bir kez daha sinirlendi. Üç aydır Arzu olmak hiç kolay değildi. Şimdi kimsenin damdan düşer gibi gelmesine ve görevine el koymasına izin veremezdi. Askerler dağlarına dönsünler. Şehir benim diye düşündü. Adam belinden tutup kendine çekerken bulanan midesine hakim oldu.
" Özlettin güzelim. " diyen adama gülümsedi.
" Makyaj tazeledim. Bu kadar güzel kızın olduğu bir ortamda seni kaybetmeyi göze alamazdım. "
" Hımm. Beni kaybetmek istemediğine gerçekten inanayım mı?"
" Elbette. Bütün sarışınlar aptal değildir. Ben akıllı bir sarışınım. "
" Ona ne şüphe. Sen akıllı bir kadın ve kabuğu sert bir cevizsin ve seni kırmak ve içini görmek için sabırsızlanıyorum. "
Armin sadece gülümsedi. İçinden kafasını kırmayı hayal ettiğini hiç belli etmedi.