9. Bölüm: Süt Anne

1926 Words
Yavaştan esen rüzgâr ve hafif hafif çiselemeye başlayan yağmur havaların soğumaya başladığını işaret ediyordu. Sonbaharı ne kadar sevse de narin bünyesi mevsim değişimlerinden nasibini almayı ihmal etmiyordu. Bundan dolayı soğuk havalar korkulu rüyasıydı. Rüzgârın yavaş yavaş içine işlemesiyle üzerindeki montu daha sıkı bir şekilde kavrayıp düğmelerini ilikleyerek vücuduna doladı. Düşüncelerinin girdabı onu çepeçevre sarmış durumdaydı. Varmak istediği yere hem hemen varmak hem de biraz daha geciktirmek istediği ayaklarının attığı düzensiz adımlardan belliydi. Yürüdüğü sokakta başını öne eğmiş etrafına bakınmadan yürüyordu. Hani çocuklar yerde para bulmak için yere bakarak yürürler ya onun gibi bir şey. Başını kaldırmadan sarsak adımlarla yürüyordu. Düşüncelerinin girdabı onu öyle içine çekmişti ki önünde duran direği fark etmediği gibi alnına aniden gelen darbenin verdiği acıyla elini alnına götürüp gayri ihtiyari bir şekilde alnını ovmaya, direğe ve kendisine hürmetlerini yollamaya başladı. Kendisine saydırırken neden daha dikkatli bir şekilde yürümediğine anlam veremedi. Daha sonra alnındaki acı, yerini hafif bir sızlanmaya bırakınca elini alnından çekip etrafına bakınmaya başladı. Etrafına bakındığında gelmekte kararsız olduğu yere bir sokak kaldığını fark etti ve yürümeye devam etti. Ulaşmak istediği yere vardığında ayakları sanki göksel bir emir almışçasına hemen evin karşısında durdular. Eve girmeden önce kendini oyalamak istercesine etrafına bakınmaya başladı. Gözleri etrafı tarayınca buranın anlam veremediği bir sessizliğin eseri olduğunu düşündü. Bu sessizliği nasıl tarif edeceğini bilemiyordu. Sanki bir ölüm sessizliği ya da fakirliğin verdiği sessizlik. Böyle yerlerde genellikle her şeyin inadına oyun oynayan şen şakrak çocukların sesleri doluşurdu ama bunu bile kendilerine çok görmüşler gibi kendileri için güven vaat eden evlerine sığınmışlardı. Fakirliğin insanlara yüklediği zorluklar sanki her tarafa aksetmişti. Evlerin dış görüntüsü sahiplerinin kırık dökük ve yıkık bir hayat yaşadıklarını anlatmak istercesine bir görüntü arz ediyordu. Yolların düzensizliği arabanın geçmesine uygun değildi. Yolda yürürken pantolon paçaları hafiften çamurla kaplanmıştı. Bakıp gördüğü her yerin böyle izbe bir yer olması yüreğinde bir acıma duygusunun baş göstermesine neden oldu. Böyle durumları insanlar genellikle televizyonda ya da diğer medya platformlarında görmekte ama çıplak gözle görüldüğü kadar etki bırakmıyor insan üzerinde. Daha sonra gözleri derme çatma olan asıl aradığı evi buldu. Ne zaman buraya gelip bu eve baksa hep bir duygunun esiri oluyor kuş gibi yüreği. Daha fazla beklemeden eve doğru yönlendirdi adımlarını. Evin dış kapısı tenekedendi. Yolda, çöpte ya da evin herhangi bir yerinde bulup buluşturup bir araya getirilen tenekelerin kesilip açılarak tahtaların üzerine çiviyle sabitlenmesiyle bir kapı hâline getirilmişti. Vurulan çiviler ve kullanılan tenekelerin eski parlaklığının yerini almış solgun renk, kapının yeni yapılmadığının habercisiydi. Evin dış kapısını eliyle kaldırıp kenara koydu. Eline bulaşan pas izleri düşüncesini doğrultacak türdendi. Elindeki pas izlerini es geçmeye çalışarak eve doğru yürümeye koyuldu. Evin bahçesi kurumuş otlarla doluydu. Sararmış otların üzerine basınca çıt çıt sesler çıkıyordu. Evin penceresinin önüne konumlandırılmış çiçekler mevsim değişimlerinden nasibini almışlar ki başlarını büyük bir teslimiyetle öne eğmiş yaşamlarının son anlarını yaşamaktadırlar. Fakat rüzgâr buna izin vermeyip dalga geçmek istercesine onları bir sağa bir sola sallandırarak ölümün son anındaki çırpınış dakikalarını büyük bir ahenkle onlarla dalga geçerek gerçekleştiriyordu. Çiçeklerde rüzgârın dalgasında ki ahenge uyum sağlamak istercesine bir sağa bir sola sallanarak rüzgârla danslarını ediyorlardı. Cılız bedenleri öyle güzel sallanıyordu ki her an kopup yaşamdan ayrılacakmış gibi dalgalanıyordu. İnsanların fakirlik karşısında duruşları buna benzese gerek. Öldürmeyene kadar rahat bırakmayıp o cılız bedenlere işkence etmeye devam eder ve bu görüntüyü seyredenlere de görsel bir şölen sunar. Gözlerini tekrar etrafında bir insan görüntüsü bulma ümidiyle çevirdi fakat gözlerine sadece yıkık dökük evler baş gösterdi. Tahminen buranın yoksulluğu, insanların bedenine kambur olmuş ve bu görüntüyü saklamak için dışarıya çıkmak istemiyorlardı. Birdenbire kulağına doluşmaya başlayan sesler bu sefer öngörüsünü yanıltmak istercesine şen şakraktı. Kafasını hafif çevirerek seslerin geldiği yöne baktı. Birkaç çocuğun oyun oynamak üzere toplaşıp konuştuklarını ellerindeki toptan anladı. Yüzünde oluşan gülümsemeye engel olmadı ya da böyle güzel bir sesin ve görüntünün karşısında gülümsemeye engel olmak en büyük ayıplardan olsa gerek diye düşünüp gülümsedi. Çocukları izlerken kendi çocukluğu düştü aklına ve hüzünle yumdu yeşilin en güzel tonunu ağırlayan güzel gözlerini. Aklından geçirdiğini dilinden firar olmasına engel olamadı. “Keşke benimde böyle güzel bir çocukluğum olsaydı.” İşte bu cümleyi duyan kulakları anlamlandıran beyniyle kalbi sızladı gözleri daha da hüzünlendi. Gülümsemeye çalıştı fakat pek başarılı olduğu söylenemez. Başını sağa sola sallayıp sıyrılmak istedi çocukluğunun acı hatıralarında fakat şu an bulunduğu konum çocukluğunun en mutlu ve hüzünlü geçtiği yerdi. Derince soludu sonbaharın temiz toprak kokusunu ve biraz olsun rahatlayıp mutlu oldu kuş misali yufkacık yüreği... Daha fazla düşünüp oyalanmak istemediğinden dolayı evin kapısını tık tıklayıp beklemeye koyuldu. Aradan geçen kısa bir süre zarfından sonra kapı gıcırdama sesi çıkararak titrek bir şekilde yavaş yavaş açılmaya başlandı. Sanki evin sahibi eve uyum sağlamak istercesine kısık ve titrek sesiyle “Buyurun, kime bakmıştınız?” diye sordu. Yiğit Ali duyduğu sesle beraber gözlerini yumup açma ihtiyacı hissetti. Yiğit Ali'de kadının çıkan sesine yabancılık çekmesin ve buranın ahengine aykırı davranmamak için titrek bir şekilde “Ben geldim süt anne.” dedi. Kadın duyduğu kelimelerle kafasını aniden kapının arkasından çıkardı. Elini de kapının kolundan indirip kapıyı arkasında bırakıp dışarıya tam Yiğit Ali'nin karşısına dikildi. Ellerini kaldırıp Yiğit Ali'nin yüzüne koyup gözleriyle yüzünün her zerresini inceledikten sonra Yiğit Ali'ye karşı bir hamle yapıp içine sokmak istercesine sarıldı. Ağzından dökülen “Ali, canım oğlum!” sözleri özleminin derecesini haykırmak istercesine öyle içli içli insanın kulağında yer buluyordu ki buna hiçbir insan karşılıksız kalamıyordu. Yiğit Ali’de ellerini kadının kamburlaşmaya başlayan sırtında birleştirerek özlediğini kadına hissettirdi. Az önceki öngörüsü olan “Kambur.” gerçekten insanların sırtında misafir olmuştu. Kadın, Yiğit Ali’den uzaklaşıp elini tuttu. “Hadi oğlum geç içeriye. Sen, beni nasıl buldun? Çok uzun zaman oldu...” Kadın, aşırı heyecandan dolayı ne söylediğini tam olarak bilmiyordu. Yiğit Ali’yi içeriye sokmaya çalışıyordu. Yiğit Ali, kadını hiç zorlamadan eğilip ayakkabısını çıkartıp kafasını eğerek kapıdan geçti. Evin içine girdiğinde evin içine hapis olunan koku onu geçmişin sayfalarına götürdü. Evin her bir köşesinde fakirliğin belirtileri kendilerini belli etseler de evin düzeni ve temizliği her zenginliğe bedeldi. Yiğit Ali boş bulduğu çift koltuğa oturdu. Süt annesi yanına gelerek elini sıkıca tuttu. Sanki gidecekmiş de bunu engellemek istiyordu. Ama Yiğit Ali’nin gözlerine inanmıyormuş gibi bakışlar atmaktan da kendini alamıyordu. Aslında inanmamakta haklı, neredeyse 20 yıl olmuştu görüşmeyeli. “E, oğlum anlat bakalım nasılsın, neler yaptın? Beni nasıl buldun?..” Yiğit Ali yüzüne yerleştirdiği kocaman bir gülümsemeyle “Hepsini anlatacağım süt anne. Asıl sen ilk önce soruma cevap ver.” dedi. Meryem Hanım, gözlerindeki parıltılar eşliğinde “Hangi soruna oğlum? Sen soru mu sordun?” diye sordu şen şakrak bir sesle. Az önceki titrek ve kısık sesinden eser kalmamış, sesine ve hareketlerine genç kızlara taş çıkartacak cinsten bir enerji gelmişti. “Bu laf oyunlarını bile özlemişim.” “Ben de seni ve kardeşlerini çok özledim yavrum.” Sesindeki özlemin acısı hissedilir bir biçimde Yiğit Ali’nin kulağına ulaştı. Yiğit Ali, Meryem Hanım'ın elini tutup dudaklarına götürerek öpüp alnına koydu. Meryem Hanım, Yiğit Ali’nin bu hareketine gülümseyerek karşılık verirken birden telaşla ayağa kalkıp “Oğlum sen buz gibi olmuşsun.” dedi. “Yok süt anne. Gayet iyiyim.” “İyiymiş, sen onu git babana anlat. Seni ben büyüttüm. Bünyenin ne kadar zayıf olduğunu herkes gibi ben de biliyorum. Sen burada otur ben hemen sobayı yakarım.” Meryem Hanım telaşla kendisini dışarıya atarken Yiğit Ali'de arkasından çıktı. Meryem Hanım evin bitişiğinde olan ahır gibi bir yere girdi. Yiğit Ali hiç çekinmeden direkt süt annesinin arkasından içeriye girdi. Yiğit Ali’yi gören Meryem Hanım “Oğlum senin burada ne işin var? Hasta olacaksın bak.” diye söylenmeye başladı. Yiğit Ali, süt annesine şahane gülümsemesini bahşederek ahırın ya da kömürlüğün içinde gözlerini gezdirdi. Küçük küçük torbalara doldurulmuş kömürleri ve kesilmiş odun parçalarının üst üste düzgün bir şekilde dizildiğini gördüğünde süt annesine takılarak “Meryem Sultan, ihtiyarlık hiç kapınıza uğramamış. Baksanıza etrafın düzenine!” dedi. Meryem Hanım yüzünde minnet ve mutluluk ışıltıları gösteren bir ifadeyle “Ladin kızım olmasaydı ben bunların hiçbirini yapamazdım. Allah ondan razı olsun.” dedi. Yiğit Ali duyduğu isimle istem dışı gerilse de yüzüne hafif bir gülümseme konuk oldu. Sonra süt annesine “Hayırdır yokluğumda birilerine daha mı süt anne oldun? Bak onu daha çok sevdiysen seninle bozuşuruz.” diye şakayla söylendi. “Hayır canım oğlum, Ladin; yardımsever, çok akıllı, hanımefendi bir kız. Bizlere çok yardımı dokundu. Bir görsen melek gibi.” Yiğit Ali'nin aklından geçen düşünce “Düşük bir ihtimal süt annemle aynı Ladin Hanım'dan bahsediyorsak süt annemi doktora götürmek şart.” düşüncesiyle beraber lafları ağzında geveleyerek Ladin Hanım'a laf atmayı da ihmal etmedi. “Kesin, kesin öyledir!” “Ne dedin oğlum?” “Ne iyi kalpli bir insanmış dedim süt anne.” “Aynen öyledir Ladin'im.” “Baya samimiyiz.” “Öyledir o, herkesle anlaşır.” Yiğit Ali bir şeyler söylemek istese de sadece kafasını sallamakla yetindi. Daha sonra kömür ve odun alarak sobayı yaktılar. Sohbetlerinin sıcaklığına evin sıcaklığı da eklenince sohbetleri iyice koyulaştı. Hatta Yiğit Ali soğuk ve sıcaklık farkından dolayı bir ara uyuklayıp geri uyandı... Yiğit Ali zamanın farkına varmadığı için telefonun sesi odayı doldurunca süt annesiyle yaptığı sohbeti yarıda kesip telefon görüşmesin yaptı. #YiğitAli Telefonu kapattıktan sonra süt anneme baktım. Bana hüzünle bakan mavi kristallere gülümseyerek "Süt anne benim gitmem gerekiyor." dedim. Süt annem elimi tutup "Oğlum biraz daha kalsan olmaz mı?" diye umutla sordu. Süt annemin elini öpüp "Söz tekrar geleceğim ama şimdi gitmem gerekiyor." dedim. Süt annem hüzünle başını sallayınca gülerek "Bakarsın bu sefer gelininle gelirim." dedim. Sevinçle bana bakıp "Hiç bahsetmedin?" diye sordu. "Daha bir şey yok ortada. Her şey kesinleşsin ona göre konuşuruz." "Ama kesinleşince direkt söyle." diye hevesle ve itiraz kabul etmeyen bir sesle konuştu. Ayağa kalkıp "Söylerim. Hatta düğünüme gelirsin." dedim. Süt annemin dalgın dalgın düşündüğünü fark etmemle "Gelmezsen evlenmem." dedim. Yerinden kalkıp elimi tuttu. "Geleceğim. Oğlumu en mutlu gününde yalnız bırakmayacağım." diye kararlı bir sesle konuşunca mutlulukla gülümsedim. Süt annemin elini öpüp "Bir şey lazım olursa aramaktan sakın çekinme. Tamam mı?" dedim. "Tamam oğlum." dese de aramayacağını bildiğimden vakit buldukça kendim buraya gelmeye çalışacağım. Süt annem, kapının eşiğine kadar gelip beni yolcu etti. Tekrar süt annemin elini öpüp başına koyduktan sonra evden ayrıldım. ♡♡♡♡♡ Etrafa çöken karanlık içime işlemişçesine elimi saçlarına daldırıp ayağa kalktım. Hâlen kendini çok beğenmiş, burnu Kaf Dağı'nda olan Ladin KÖKSAL'a olan sinirim geçmiş değil. Emir cümlesi kullanmadığıma emin olmama rağmen o ukala, kendini çok beğenmiş hanımefendi emir cümlesi kullandığımı iddia edip kartımı yırtıp çöpe atmış!.. Kapının tıklatılmasıyla yerimden kıpırdamadan “Gel.” diye seslendim. Yönetici Asistanım Hale içeriye girip baş selamı verdikten sonra yarın ki planı okudu. "Yiğit Bey, yarın saat 11.30'da Ayşen Hanım ile şirketin yıllık finansal bütçe performansı, 14.00'de Sedat Bey ile çalışanların durumu, 16.00'da Selim Bey ile çimento ihalesi toplantınız var..." Okunan plana kafamı sallamakla yetindim. Hale odadan çıkacakken unuttuğu bir şey aklına yeni gelmişçesine telaşlı bir şekilde “Yiğit Bey, kusura bakmayın ama bir şey söylemeyi unuttum." dedi. "Dinliyorum." "Bugün, KÖKSAL hukuk bürosunda Ladin KÖKSAL adında bir avukat hanım müsait olduğunuz bir zaman dilimi için randevu istedi. Şu anki plana göre bu hafta uygun değilsiniz. En erken haftaya cuma günü uygunsunuz.” Duyduğum isim karşısında şaşkınlığımı gizleyemedim. Ladin KÖKSAL benimle bağlantıya geçmeyi yüce egosuna yedirebilmiş! Acaba kafasına saksı falan mı düştü yoksa ölümüne az kalıpta helallik mi isteyecekti?.. Saçmaladığımı düşünüp kendimi hemen toparladım. “Cuma gününe kadar uygun gözükmüyor muyum?” “Hayır Yiğit Bey ama isterseniz ertelenecek bir şeyler bulup randevuyu öne alabilirim.” Hale'nin sunduğu öneriyi es geçip “Böyle bir şey iş ahlâkımıza uygun değil. Herkes sırası gelene kadar beklemesini bilmeli. Sırası geldiğinde konuşmak istediğini konuşur.” dedim. Hale kafasını onaylar biçimde aşağı yukarı salladıktan sonra “Tamamdır Yiğit Bey.” dedi. Hale odadan çıktıktan sonra yüzümdeki gülümsemeye engel olamadım. Gerçekten Ladin Hanım'ın benimle görüşmesini beklemiyordum. Bu durum benim için sürpriz bir gelişme oldu. Aklıma Ladin Hanım'ın o beyefendiyi masada bıraktığı an geldi. Acaba beni de ortada bırakır mı diye düşünmeden edemedim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD