Hain

3094 Words
Duyduklarımdan sonra sanki tüm mutluluklarım benden sökülüp alındı bir anda. Onunla yüzümün güldüğü her an bir acı olarak kaldı yanıma. Ne çok isterdim güzel bir anı olarak kalmasını ama Ahmet Kürşat kendisini bir acı olarak bırakmayı seçti bana... Kulaklarım çınlıyordu. Hiçbir şey duyamıyordum ama o anda bile Sanemlerin beni aradığı tarafa doğru gitmem gerektiğini biliyordum. Ben bir albayın kızıydım, beni aslan babam yetiştirmişti. Suçlu olduğunu düşündükleri, vatanı için canını vermeye gönülden razı o adamı ihanetle suçlayacaklardı. Zamanında zorla emekliye ayırdıklarında bile ne kadar üzülmüştü, şimdi bunu bilse yüreği dayanmazdı... Birbirine giren adımlarıma bir çare bulamadım ama hızlıca oradan uzaklaşmayı başardım. Dakikalar sonra Sanem, Berra ve Ayla'yı gördüm. Hüngür hüngür ağlayasım varken dudaklarımı bir gülümseme ele geçirdi. Gözyaşlarım batarken dudaklarımda yalancı bir tebessümle sevdiğim insanları kandırmak zorunda bırakıldım. "Meva!" dedi endişeyle Sanem. "Ne oluyor?" diye sorarken sesimin titremeyişine şaşırdım ama demiştim ya, beni babam yetiştirmişti. İçimde kandan bir acı gölde boğulurken bile rol yapardım. Akif'in yaptığı onca şeye katlanırken aynı gülümsemeyle ailemi de kandırmıştım. Bu bana koymazdı, izin vermeyecektim. Bir kez daha yıkılmayacaktım. Kandırılmıştım, kullanılmıştım ama hayır, düşüp dizini kanatan ben olmayacaktım! "Seni çok merak ettik, abla." Berra sıkıca boynuma sarıldığında aynı şekilde karşılık verdim. Burnumun ucu sızlıyordu, gözyaşları surlarımı zorluyordu ama sıktım dişimi. Zamanı değildi. Evime gidip, kızımı uyuttuktan sonra banyoda saatlerce suyun altında ağlayabilirdim ama şimdi değil! "Yürüyüşe çıkmıştım..." Ve o yolun sonunda gerçeklerle karşılaşmıştım! Hep beraber piknik alanına döndük. Yüzümdeki her mimiğe emretmiştim, içimdeki acıdan gebersem de dışımda gül bahçesi açacaktı, şimdilik! Bu yaşıma kadar kimsenin canını bile isteye yakmamıştım. Ha ben de pek âlâ yapabilirdim ama bunu yapmamayı tercih etmiştim. Fakat neden bilmiyorum ama hep beni üzecek adamları seviyordum... Bakışlarım ara ara Kuzgun ve Tuğ'a kayıyordu. Kahkahalar atarken haykırarak ağlama isteğimi zor bastırıyordum. Ahmet Kürşat ve Gökalp demek... Ne de güzel aptal yerine konuyorduk öyle. Sanem'in de bir şeyden haberi olmadığı açıktı. Gizli görevde olmalıydılar. Artık asker olmadıklarını birçok kez dile getirmişlerdi. O zaman gizli bir örgüt müydü? "Mübrem?" Hitap şeklini duyduğumda dudaklarımın alaylı bir gülümsemeyle kıvrılmasına engel olamadım. Sen Mübremi diri diri toprağa gömdün, Ahmet Kürşat... "Kürşat?" dedim tepkilerini izlerken. Mükemmel bir oyuncuydu. Ona bu ismiyle ne zaman hitap etsem içi bir hoş oluyor gibi bakıyordu gözlerime. Bu yüzsüzlüğüne inanamadım. Ben onun gerçek yüzünü nasıl görememiştim? "İyi misin?" diye sordu sanki çok umurundaymış gibi. Saçımı başımı yolma isteği ve Ahmet Kürşat'ı tekmeleme arzum cenge tutuştu. Hangisi kazanacaktı bilmiyorum ama ben büyük kaybetmiştim... "İyiyim, sen de iyi görünüyorsun." Sivri dilimi tutmak en zor olanıydı. Her an laf sokmak, her an onu incitmek için kıvranan bir yanım vardı. Çünkü o benim canımı çok yakmıştı. Ben hiç onun yaraladığı yerden yaralanmamıştım. Kimse orama dokunamamıştı. Ahmet Kürşat'ın hayal kırıklığı öncekilere boyun eğdiriyordu. Dertsiz tasasız, gençliğin getirdiği deli dolu dönemlerime dönebilmeyi ne çok istedim o an. Tek derdim ergenlik, dersler ve platonik aşk meşk işlerim olsaydı keşke. Yine ailemin evinde, banyodaki aynanın karşısında saatlerce kendime konser verseydim. Saçlarımı defalarca kez şekillendirip, sırf eğlence olsun diye makyaj yapıp aynanın karşısında saatlerimi harcadığım Meva'ya dönebilseydim. O günlerin kıymetini çok daha iyi bilirdim işte o zaman... "Meva..." dedi biraz tereddütle. "Söyleyebileceğim bir mesele olsa..." "Söylerdin değil mi Ahmet Kürşat?" diye sordum sözünü kesip. Bu sefer gözlerimin içine bakarken yalan söylesin istedim. Bunu yapmak ona acı veriyordu, görüyordum. O yalanlarını sıralarken bile gözümün içine bakamamıştı. Şimdi yapsın istiyordum. Yapsın ki günü geldiğinde ona bunu da hatırlatayım. Gamsız bir şekilde hayatımla oynarken, kendini bana sevdirirken, sırf bir oyun uğruna beni kahrederken ne hissettiğimi anlatayım ona! Ama yapmadı, sustu... Bir kor gibi yanarken buz gibi durduğum şu an ne demekmiş, anlatacaktım ona! Ben onunla mutlu olabilmek için dua etmiştim be, Allah'a karşı bile mahcup etmişti beni... İçimde bir öfke, nefret silsilesi yaşanırken aklıma süzülen şu sözle dudaklarımdaki sahte gülümsenin yerini çok sahi bir gülümsemeye bıraktı. "Hak etmediğin bir muamele gördüğünde unutma, o kişi senin değerini bilmeden ölmez!" Hz. Muhammed (S.A.V) Bu dünyada hakkımı arayamaz, adalet dilenemezdim belki ama ilahi adalet bir gün öyle bir anda tecelli ederdi ki şaşıp kalırdı fani... Eve girdikten sonra ilk iş İpek'i duşa soktum. Kızımla keyifli bir duşun ardından ona uyuması için bir masal anlattım. İçinde kötü niyetli prenslerin, güvenilmez lordların bolca olduğu ve kendimizi bunlardan korumamız gerektiğine dair bir hayli öğretici bir masaldı. "Böyle bir masal yok ki, anne." Dedi çokbilmiş kızım. Karnını gıdıklarken burnumu mis kokusunun geldiği boynuna soktum. Şen kahkahaları matemimi biraz hafifletse de tam geçiremedi. Ve nihayet kızım uyuduğunda kalktım ve banyoya geçtim. Üstümü çıkarttıktan sonra aynadaki aksimle göz göze geldik. Sonraki an gözlerimi sabahtan beri yakan yaşları serbest bıraktım. Gıkım bile çıkmadı ama perişan olana kadar ağladım. Bir ara nefessiz kaldığımda ağzımı açıp açgözlülükle havayı içime çekmeye çalıştım. Berbat gözüküyordum ama kimin umurundaydı ki? Bu evi kiralarken anlamalıydım ben. Diğer evlerden daha uygun oluşu o an hiç dikkatimi çekmemişti. Demek ki her şeyi en ince ayrıntısına kadar ayarlamıştı. Tanışabilmemiz, yakınlaşabilmemiz ve düşmanın inine girebilmesi için beni annesine komşu yaptırmış olmalıydı. Böylelikle hayatıma girecek, babamın peşine düşebilecekti. Aptaldım, kocaman bir aptaldım. Hiçbir şeyi anlamadan salak gibi beni sevebileceğine inanmıştım. Beni, çocuklu ve dul bir kadını... Düşünceme kendim kahkaha attım. Bir başkası şu sözü söylese dünyayı başına yıkardım ama farkındalık öyle bir acıydı ki, kendi canımı daha fazla yakabilmek ve çok daha fazla acı çekebilmek için kendime hakaret bile ediyordum... Sana yazıklar olsun, Ahmet Kürşat... Histeri krizli bir duşun ardından bornozumla yatağıma geçtim. Üstümü değiştirmeye mecalim kalmamıştı. İçim dışıma çıkana kadar ağlamıştım. Bu acıyı bugün sindirmek için kendime çok fazla yüklenmiştim. Ben bu ihanet için son kez bugün böylesine güçsüzdüm. Yarın güneş doğarken küllerimden yeniden doğacaktım... *** Güne gözlerimi açtığımda canımın ne kadar yandığını hissederek yüzümü buruşturdum. O kadar çok ağlamıştım ki gözlerime binlerce iğne batıyordu sanki. Gerindikten sonra kalkıp banyoya gittim. Tekrar odama döndüğümde dolabımın başına geçtim. Havalar biraz soğuk olduğu için siyah, uzun kollu, kendinden iç beyaz gömleği olan güzel bir üst beğendim. Altına da buna yakışacağını düşünerek aldığım siyah, dar, büzgülü mini eteğimi aldım hemen. Saçlarımı ensemde sıkı bir topuz yaptım ve aynadaki görüntüme baktım. Güzel bir makyajın taçlandıracağını düşündüm. Dünden bana iz olarak kalan ne varsa kapatıcıyla üstünden geçtim. Gözlerimi siyah kalemle vurguladıktan sonra kan kırmızı rujumla son noktayı koydum. Deri kayışlı saatimi sol bileğime taktıktan sonra çantamı ve ayakkabılarımı alıp odadan çıktım. Ayakkabıyla çantamı koridorda bıraktıktan sonra kızımı uyandırdım. Onu da hızlıca hazırladıktan sonra evden çıkmak için kapıya doğru yürüdük. "Bugün çok farklı görünüyorsun, anne." Dedi kızım bıcır bıcır bir sesle. "Öyle mi?" dedim gülümserken. "Çok güzelsin," Eğilip onu öptüm. Neyse ki rujum bulaşıcı değildi... Kızım bile fark etmişti, intikam elbisemi giydiğimi. İpek ve benim çantamı da aldıktan sonra heyecanla kapıyı açan kızımın peşinden koşuşturdum. Ayakkabılarını giydirirken bana iyi gelen tek şey olan o lahuti kahkahalarını dinliyordum. Kendince çok komik bir anısını anlatıyordu. Öyle güzel gülüyordu ki ona eşlik etmeden duramıyordu insan. "Anne, bir de şey... Aaa Güzel Abi..." Tüm vücudum taş kesildi. Tüm gece kendime o kadar akıl vermiştim şu hale gelmeyeceğim diye ama nerede... "Fıstık..." Usulca eğildiğim yerden kalktıktan sonra ona doğru döndüm. Göz göze geldiğim an alnının ortasından vurulmuşçasına bana baktığını gördüm. Artık anca bakarsın Hain Üsteğmen... "Günaydın," dedim yine en sahici gülümsememle. Beni tanıyan biri onun ne kadar sahte olduğunu da anlardı doğrusu. "Günüm aydı, Mübrem..." Benim tüm günlerimi karanlığa mahkûm ettikten sonra arsızca bunu söyleyebilmesine inanamadım. Babama yalandan bir suç kulpu bulup, ensesine çöküp, onu yakalattırmak için hayatıma girmemişsin gibi... "Güzel Abi, annem çok güzel değil mi?" diye sordu her zaman ki gibi sözcükleri yayarak güzel kızım. Elimi ona doğru uzattığımda vakit kaybetmeden sıkıca tuttu güzel kızım. "Çok güzel, Fıstığım. Gözlerimi alamıyorum..." Ben bunca zaman bu kadar iyi rol yaparken nasıl anlayabilirdim ki onun asıl niyetini? Kendime haksızlık etmemeliydim, o gerçekten çok iyi bir sahtekârdı! "Teşekkürler," dedim kibarca içimde onu boğma dürtüsüyle savaşırken. "Şimdi biz geç kalmadan gidelim..." "Bırakayım mı sizi?" "Olur!" diyerek el çırptı kızım. "Hiç gerek yok, biz seni işinden alıkoymayalım Ahmet Kürşat. Başka zaman görüşürüz..." Kırgınlığım her sözcüğümden taşıyordu, sorsam yaptığı uçakları en ince ayrıntısına kadar anlatır ama benim kırgın olduğumu anlamaz... Çağırdığımız asansör geldiğinde sakince kabine bindik. Peşimizden gelmesine şaşırmadım, o hep böyleydi sadece asıl amacını göremeyecek kadar aşk sarhoşu olan aptal bendim... "Meva... Özür dilerim." Çarpılmışa döndüm bir anda. Hayretle başımı çevirip gözleriyle karşılaştığımda nevrim döndü. Hangi yaptığın için? "Biliyorum, sorunumu seninle paylaşmadığım için kırıldın ama bu şimdilik sana söyleyebileceğim bir şey değil..." "Daha sonra anlatacaksın yani?" dedim iğneleyici bir tonda. "Meva..." "Anladım, anlatamayacağın bir iş. Ama şunu anlayamıyorum. Sana sorduğum o soruyu neden cevapsız bıraktın?" Aklıma o an geldi. Gözlerimin içine bakakalışı, yalan söyleyemediği için susuşu... Ben seni Allah'a şikâyet ettim Ahmet Kürşat, o seni affetsin çünkü ben asla affetmeyeceğim! "Meva..." dedi biraz tereddütle. "Söyleyebileceğim bir mesele olsa..." "Söylerdin değil mi Ahmet Kürşat?" diye sordum sözünü kesip. Yine öylece gözlerimin içine bakakaldı. Hiçbir şey söyleyemedi. Verecek bir cevabı olmadığından değil, en azından gözlerimin içine bakarken yalan söyleyemediğinden. Beni öyle bir hale sokmuştu ki, sevindiğim şeye bakar mısınız... Ben ne zaman bu kadar aciz oldum? Bir çıkar uğruna bizi ziyan ettin, Ahmet Kürşat ve bu yüzden içim hiçbir zaman soğumayacak. Ben seni iki cihanda da affedemeyeceğim... "İyi günler," dedim nihayet asansör durduğunda. Onunla bu asansörün içindeyken solucan deliğine mi giriyorduk bilmiyorum ama zaman ağır çekimde akmaya başlıyordu. Nihayet etki alanından çıktıktan sonra çevik bir hareketle İpek'i kucağıma alıp hışımla yanından uzaklaştım. Gidişimin rüzgârında savrulmasını umuyordum. "Anne..." dedi şaşkınlıkla kızım. "Geç kaldık, meleğim. Acele edelim, değil mi?" "Edelim!" diye çığlık attı. Çocuk olmak vardı... Ellerin uğrunda bir gül gibi soldum... Ama biliyor musunuz, aynı acıyı yaşasın yine de istemezdim. Ne kadar canımı yakmış olsa da içimi acıtmış olsa da yine de sevdiğimdi. Onun canı da benim ki gibi yansın istemez, aynısını onun için dileyemezdim... Hızlıca Sanem'i aradım. Akşam ona yazdığım mesajı gördüğünden beri onlarca kez aramıştı. "Ne oluyor Meva, Allah aşkına?" dedi telaşlı bir sesle. "Sakin ol," dedim teskin edercesine. "Sanem Teyzem," diye bir sevgi seli başlattı kızım. "Teyzesinin balı o balı, yerim o tombik yanaklarını." Gülümsedim. Bu acıya mahsus bir gülümsemeydi artık benim için. Ona tahsis etmiştim. Benim için yazılacak bir hikâye kalmamıştı... "Konumuza dönüyorum, ne oluyor? Taşınmak nereden çıktı? Bilmediğim her şeyi derhal anlat bana sabahtan beri kafayı yiyorum kurmaktan!" "Öncelikle sakin ol," dedim kendime de aynısını umarken. "O mahalleden ayrılmak istiyorum..." "Hayır," diyerek sözümü kesti Sanem. "Sen Ahmet Kürşat'tan kaçmak istiyorsun ama neden?" "Sanem..." dedim ama onu kandıramayacağımı biliyordum. "Dün de bir gariptin zaten Meva, anlamadığımı düşünme sakın yalnızca sorabileceğim uygun bir yer yoktu. Şimdi sırayla dökül bana..." "Akşam buluşalım o zaman, İpek'i de annemlere bırakırım. Detayları konuşuruz ama lütfen derhal o evi ayarla!" dedim kendimden emin. Henüz ev sahibiyle konuşmamıştım ama gerekirse yıllık tüm kirayı verecektim annemlerden borç alıp yine de çıkacaktım o evden. Daha fazla anı biriktirmeden, daha fazla canım yanmadan sessizce gitmek istiyordum sadece... Akşama kadar kafamı işlerden kaldırmadım. Düşünmemek için molaya bile çıkmadım. Bardaklarca kahve içtim. En son dayanamayıp bir mola verdim. Kızlar sigara içiyorlardı. Hiç sevmediğim halde bir tane istedim. Herkes çok şaşırmıştı. Ben boşanırken bile böyle acı çekmemiştim be! O sigarayı nasıl kusmadan içebildiğime hâlâ inanamıyordum. Akşam olduğunda nihayet işten çıktım. Kızımı kreşten alıp annemlere bıraktım. Ardından Sanem ile buluşacağımız restoranın yolunu tuttum. Hayat akışımın hızlı oluşu işime geldi. Düşünmeye fırsat tanımadım. Restorana girerken ceketimi kapıda teslim edip Sanem'in ismini verdim. Paşa kızı olunca böyle lüks yerlere gelebiliyordu demek ki hanım efendi. Masaya geldiğimi gördüğünde hemen ayaklandı arkadaşım. Ona sıkıca sarıldım. Hıçkırarak ağlamak geliyordu içimden onun yerine derin derin soluklar aldım. "Dökül." Arkadaşıma şaşkınlıkla baktım. Bu kadar çabuk mu? "Nefes alabilir miyim önce?" dedim gülmeye çalışırken. "Otur, nefeslen ve hemen başla!" diye buyurdu canım arkadaşım. Dediği gibi yaptım. Oturdum, nefeslendim ve anlatmaya başladım. Gökalp'i de burada harcamak zorunda kaldım ancak maalesef ki arkadaşımdan sır saklayamazdım. "Gökalp'in kim olduğunu biliyordum," dedi Sanem. Yaşadığım şokun ve hayal kırıklığın artık tasvirini yapmakta zorlanıyordum. "Hayır!" dedi telaşla Sanem. "Görevinden haberim yok sadece yaptığı işi biliyorum." Derin bir nefes aldım. Bir kişinin daha ihanetini kaldıramayacaktım. "Babamı haklayacaklarmış, görevleri bu..." dedim demir tadı kaldı dilimde. "Meva, şimdi sana kısaca özet geçeceğim. Onlar Sit'te çalışıyor." "Savunma ve İstihbarat Teşkilatı..." diye mırıldandım aslında tahmin etmiştim ama gerçeği öğrenmek başkaydı. "Askerliği bırakıp Hakkâri’den dönmüşler. Üsteğmenken ikisi de Kara Bereli oluyor. Özel Kuvvetler Komutanlığına bağlılar. Sonradan buraya dönüyorlar. Gerçekten doktor ve mühendisler fakat aynı zamanda teşkilatın ajanı oluyorlar." "Bu görevlerinden haberin var mıydı?" "Allah aşkına!" diye ciyakladı arkadaşım dehşet içerisinde ve sayesinde herkes bir anlığına dönüp bize baktı. "Böyle bir şeyden haberim olsa ikisinin de ümüğünü sıkardım, Meva. Ayrıca unutma, senin baban bir albay benim ki general. Haberimiz olsa onları çiğ çiğ meze yaptırırlardı!" Haklıydı. Biliyor olsaydı durmazdı. Babalarımız çok samimi olmasalar da arkadaşlardı. Aile etkinliklerinde bir araya gelirdik ve ikisi de asker olduğu için iyi anlaşırlardı. Böyle bir görev olduğunu bilselerdi Yaşlı Bozkurtları tutmamız pek mümkün olmazdı. Yemeğimizi yerken konunun detayları üzerine konuşmaya devam ettik. "Piknikte garip davrandığını söylüyorsun, ondan önce hiçbir tuhaflık yoktu Meva. Olsaydı anlardık, bu kadar şeyi nasıl kafanda kurabildin aklım almıyor. Piknik sabahı işten çağrıldığını söyledin. Gökalp'te aynı şekilde işten çağrılmıştı, ne tesadüf... Anladığım kadarıyla bunlar bir ekip ve görev piknik günü verildi..." "Bana kafanda kurma deyip böylesine senaryo yazmana kaç puan, Sanem'cim?" "Senaryo değil bunlar güzel arkadaşım, en makul açıklama bu. Bugüne kadar Ahmet Kürşat seni kandırsaydı yakayı illa ele verirdi. Seni nasıl öptüğünü unuttun herhalde, sevmeyen adam öyle ö-pe-mez o kadar nokta!" Tüm vücudumun ısındığını hissettim. Ona hak vermek için çıldıran bir yanım vardı ama kırgınlığım ağır basıyordu. "Bilmiyorum, bilmiyorum ve aklımı kaçırmak üzereyim!" "Sakin ol, ben bir şekilde gerçeği öğreneceğim. Babama da soracağım... Sakın itiraz etme, o en iyisini bilir." Ona bakarken oflamadan edemedim. Bu deli kız işin ucunu bırakmayacaktı belliydi. Onu durdurmayı denemek ahmakça olacaktı. Akşamı onlarca senaryo yazarak geçirdikten sonra kalktık. Önce anneme gidip uyuyan kızımı aldıktan sonra tüm ısrarlarına rağmen evime döndüm. Arabayı park edip önce çantaları aldım. Sonra kızımı kucakladım ve apartmana doğru yürüdüm. Bakışlarım çok yüksek olmayan apartmanı inceledi. Ne umutlarla taşınmıştım buraya, şimdi elimde umut dışında her türlü şey vardı. Apartmanın kapısını açtıktan sonra usulca asansöre yürüdüm. Gözümün önünden film şeridi gibi geçip gidiyordu anılar. Her yenisinde görüşüm biraz daha bulanıklaşıyordu. Asansörden indikten sonra anahtarı kapıma taktım ve çevirdim. Tek çevirişte açılmasıyla dehşetle kalakaldım. Ben kapıyı kilitlemiştim! Dehşetle tüm bedenim kasıldı. Onca derdin arasında bir de hırsız eksikti! Dikkatli bir şekilde kapıyı ittirdim ve koridordaki tüm düğmelere basarak evi aydınlığa boğdum. Kucağımda kızımla hızlıca odama geçtim kapımı kapattım ve kimsenin olmadığına emin olduktan sonra kapıyı kilitleyip kızımı yatağıma yatırdım. Giysi dolabının kapağını açıp oraya sakladığım kasayı buldum. Şifresini girip hışımla açtım ve içerisinde bulunan ruhsatlı silahımı hemen aldım. Taşıma ruhsatım elbette yoktu ama evimde bulundurabilirdim ve şu anda biri evimdeyse yanlış kişiye bulaşmıştı. Odamın kapısını açıp ardından tekrar kilitledikten sonra usulca koridorda yürümeye başladım. Önce İpek'in açık oda kapısından odanın içine baktım. Kızımın tatlı pembe dolabına saklanmadıysa şayet kimse yoktu. Sonraki durağım banyo oldu, orada da kimse yoktu. Koridorun sonuna, salonun kapısına doğru gelirken usulca evin kapısını da kapattım. Silah kullanmayı elbette biliyordum, bir asker kızıydım... "Kim var orada?" diye seslendim öfkeyle. "Elimde silah var, canını yakmak istemiyorum. Her ne çaldıysan bırak ve çık git. Söz, canını yakmayacağım..." Sözlerimin ardından bir alkış sesi duymamla dehşetle yerimden sıçradım. Odanın sol köşesinde, gölgede duran adamı gördüğüm an kalbim yerinden çıkacak sandım. "Senin benim evimde ne işin var?" "Kapıyı çaldım, açan olmayınca gireyim dedim." Derken alaylı ses tonu asabımı bozdu. "Evimin anahtarını nereden buldun?" "Anahtar mı?" dedi laubali bir tonda. "Kilitlerle aram iyidir diyelim." Sinir uçlarıma dokunuyordu her sözü. Elimde bir silah vardı, emniyeti açıktı ve ona nişan almıştım ama bu ruh hastası adamı yine de susturamıyordu! "Namlumun ucundayken fazla cüretkâr göründün gözüme!" "Sen bana kıyamazsın, Mübrem..." Sen beni düşünmeden gözden çıkardın ama... "Evimde ne işin var, Ahmet Kürşat?" diye sordum yine kendimi dizginleyemezken. Sözlerimden hemen sonra ellerini koltuğun kolçağına dayayıp bedenini havaya kaldırdı ve tam karşımda dimdik bir şekilde durdu. Tüm akşam Sanem ile olabilecek her türlü senaryoyu, ihtimali konuşmuştuk. Ona olan öfkem birkaç arşın birden artmıştı ve o şu anda tam karşımdaydı. Elimde tabanca tuttuğumu söylemiş miydim? "Taşınmak nereden çıktı, Meva?" Sorduğu soruyla afalladım. Bunu nasıl öğrendiğini merak etmedim elbette. O bir ajandı. Benim içinse hain... "Bunu nereden biliyorsun, Kürşat?" dedim üstüne basa basa. Karşımda taş kesilişine şahit oldum. İşte böyle taş kestirdin sen bana kalbimi... "Nereden bildiğimin bir önemi yok ama nedeni mühim mesele!" dedi öfkeyle. "Neden sana hesap veriyorum, oradan bakınca karın gibi mi görünüyorum?" Sözlerim adeta soğuk su etkisi yarattı. Taş kesilmiş bedenini hareket ettiremedi. Öylece gözlerimin içine bakakaldı. Bu kadar acımasız olmayacağımı zannediyordu, yanılıyordu. İçimi öldürmüştü, içimdeki merhamette benimle birlikte ölmüştü. "Meva..." Daha fazla yalana dolana, ihanete karnım toktu. Daha fazla rol yapamazdım ki ben, dürüstçe konuşmak dışında bir misyonumda olamazdı. "Babamın suçlu olduğunu kanıtlamak için beni seviyormuş gibi davrandığını biliyorum, Hain Üsteğmen..." Sendeledi. Çektiğim acının birazını bile çekmeyecekti çünkü benim hislerim gerçekti onunkilerse sadece benim görmemi istedikleriydi... "Meva..." "Ben bekâr bir anneyim. Kır zincirlerini, güven bana dedin ve ben sana inanmak istedim." Diyerek başladım sözlerime. Gözlerimin içine bakıyordu yalnızca, diyecek sözü yoktu tabi! "Kendini kızıma, arkadaşlarıma, aileme ve en çok bana sevdirdin. İnandım ya ben sana..." Gözlerime hücum etmiş yaşları daha fazla tutmamın imkânı yoktu. Onun karşısında ağlamamaya söz vermiş olsam da bu çok zordu ve ben başaramayacaktım. "Senin beni, kızımı sevdiğine inandım. Beni ve kızımı sevginle kandırmana, gözümün içine baka baka yalan söylemene izin verdim." Her sözümün altında yine ben kalıyordum, nasıl işti bu Allah'ım? Onun ihanetini dillendirirken nasıl yine benim canım yanardı? "Meva, önce beni dinle. Bak, yemin ederim ki olay senin anladığın gibi değil. Lütfen, anlatmama izin ver!" dedi çaresizce. Çaresizmiş gibi rol bile yapabiliyordu inanamıyordum! Gözlerimin içine bakarken sanki mağdur oymuş gibi durmasına inanamıyordum! "Ya en azından Akif'in kumaşı belliydi. Yaptıklarının geçerli bir açıklaması vardı. Senin bu ihanetini hangi cümleyle açıklayacağım ben kendime Hain Üsteğmen? Nasıl kandıracağım kendimi?" "Hiçbir şey göründüğü gibi değil, Meva. Beni bir dinle!" Sözlerinin ardından bana doğru geldi ve beni kollarımdan yakaladı. Yalvararak gözlerimin içine bakıyordu ama ben artık ona inanmamam gerektiğini çok iyi biliyordum. Beni yeniden kandırmasına müsaade edemezdim. "Bugüne kadar hiçbir şey senin ihanetin kadar yakmadı canımı, Ahmet Kürşat. Çünkü ben sana inanmayı kendim seçtim. Fakat sen bana kendimden başka kimseye güvenemeyeceğimi yeniden kanıtladı!" "Seni seviyorum, Meva. Bunu hiçbir görev değiştirmez..." "Sana seni sevdiğimi söylemeye utanıyorum Kürşat, sen bana bunu söylemekten utanacağım kadar büyük bir hayal kırıklığı yaşattın..." "Söyleyemezdim... Allah kahretsin ki söyleyemezdim Meva. Seni tanıdığımda böyle bir şey olacağını bilemezdim. Seninle tanıştığımız için böyle saçma bir göreve atanacağımı bilemezdim. Yemin ederim bilemezdim. Seçme şansım yoktu, Meva..." "Bırak beni ve git lütfen..." dedim kırık bir sesle. "Seni tanıdığımda böyle bir görev yoktu, seninle bunun için tanışmadım ya da seni seviyormuş gibi davranmadım. Seni sevdim ve seviyorum Meva. O ilk günden beri, Allah'a yemin olsun ki o günden beri seni deli gibi seviyorum..." Onu daha fazla dinleyemezdim. Dinleyemezdim çünkü inanırdım. Beni yeniden kandırmasına müsaade edemezdim. "Beni sana yenilmiş ama buna rağmen senden kurtulmuş olarak hatırla, Ahmet... Kürşat!"
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD