Sitare

3799 Words
Akif ile olan son konuşmadan sonra tekrar karşılaşmadık. Ahmet Kürşat’ın sürekli etrafımda bir gölge misali dolaşıyor olduğunu biliyordum, istese bile yaklaşamazdı diye tahmin ediyordum. Kendini bilmez pervasızın tekiydi. Zaten bu karakteri yüzünde bitmişti her şey ama bunu hâlâ idrak edemeyecek kadar kalın kafalıydı. Gülizar Teyze ve eşi özür dilemek için hem benim hem de ailemin evine gelmişlerdi. Onların yüzlerindeki samimi mahcubiyeti görmek insanı üzüyordu. Böyle bir evladı hak etmiyorlardı. İkisi de birbirinden iyi insanlardı ama Akif sanki sınavları gibiydi. Onlara elbette mahcup olmamalarını söylemiştik ama yine de insanlardı işte bir kalpleri vardı. Oğullarının aksine… Dava günü bugündü. İşten iznimi almış, kızım ve ailemle birlikte adliyeye gelmiştim. Sevdiğim herkes buradaydı. Sanem zaten beni asla yalnız bırakmazdı, Ayla elbette Menderes Beyden kolayca izin almıştı… Gözlerim merakla etrafta görmek için saniyeleri saydığım adamı arıyordu. Geleceğini söylemişti ama henüz ortalıkta yoktu. Merakla etrafta onu aradığım sırada görüş açıma giren Akif ile bozuk süt içmişim gibi bir surat ifadesi oluştu yüzümde. Ona bakarken midem kasıldı. Nefretimin safra tadına benzer acı bir tadı vardı ve şu anda dilimin üstünde bunu hissedebiliyordum. Ona bakan gözlerimde bir acıma duygusu olduğunu biliyordum. Zavallı adamın tekiydi! Akif’e baktığım sırada tüm heybetiyle onunla arama giren adamı gördüğümde önce şaşkınlıkla bakışlarımı yüzüne kaldırdım. Az önceki iğrenen ifadem sevgi dolu bir gülümsemeyle kaplanırken yüreğimdeki ağırlıkların bir bir kalktığını hissettim. Tam karşımda durup güven verici tebessümüyle beni inceledi. “Merhaba, Meva.” Derken ismimi tonlayışı yüreğimin teklemesine sebep oldu. “Merhaba, Ahmet Kürşat.” Dudaklarımı saran gülümseme her saniye mümkünmüş gibi büyürken içimde taşan hislerin esiri olmaya hevesli olduğumu fark ettim. Bu adamın zindanlarına bile razıydım… “Nasıl hissediyorsun?” diye sorarken etrafımızdaki herkesi görmezden gelerek elini elime doğru uzattı. Parmaklarıyla parmaklarımı tutuşu bile içimde bir deprem oluşturmaya yetti. Dokunduğu noktadan beni ateşe verdi sanki. Tutuşurken bile gülümser miydi insan, ben onunla yanmaya bile razıydım. “Hoş geldin, Güzel Yüzbaşı!” Babamın bariton ses tonunu işittiğim anda onu gördüğümde girdiğim masal diyarının dışına itildim. Silkelenip kendime gelirken elimi usulca kendime doğru çektim. Bu hareketimle hoşnutsuz bir homurtu döküldü Ahmet Kürşat’ın dudaklarından. Kıkırdamadan edemedim. “Hoş buldum, albayım.” Diyerek babama döndü. “İnşallah başımızı belaya sokmazsın…” derken imalı ses tonuna rağmen eğlenir gibi çıkıyordu babamın sesi. “İnşallah, albayım.” Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Gerçekten ikisi yan yana geldiklerinde bir şenlik başlıyordu sanki ve ben izlemekten keyif alıyordum. Sevilmek ne güzel bir nasipti gerçekten. “Alparslan!” Annemin sesiyle adeta hazır ola geçen babamı gördüğümde daha fazla kendimi tutamayıp güldüm. O bir zamanlar komutan olan adamın annemin bir sözüyle hizaya gelişini seyretmek her zaman çok keyifli gelecekti. Onlara hayranlıkla baktım. Ne kadar güzel seviyorlardı birbirlerini. “Nergis’im… Çizdin benim karizmayı.” Diye söylene söylene annemin yanına gidip banka oturdu babam. Berra, güldüğünü gizleme gereği bile duymadan tepelerinde dikiliyordu. Kızım sıkıca teyzesinin elini tutuyordu. Birazdan yetkili birinin gelip onu alacağını bilmek içimi sıksa da belli etmemeye çalışıyordum. Duruşma boyunca görevlinin yanında kalması gerekecekti, o esnada kızımın benimle yaşarken mutlu olup olmadığını kendilerince yöntemlerle de anlamaya çalışacak, mahkemeye bir rapor sunacaklardı. Elbette bunun için birkaç kez daha görüşmüşlerdi. “Fıstık.” Ahmet Kürşat tek hamlede kızımı kucağına alıp bu adliye koridorlarını onun kahkahaları ile doldurduğunda mutlulukla dolu gözlerle onlara baktım. Kızımın kıkırtıları ve mutluluk ciyaklamaları işittiğim en güzel seslerdendi. Onu böyle mutlu görmekten başka bir isteğim de gayem de yoktu. Tek dileğim daima gülen bir çocuk olmasıydı. Ben onlara hayranlıkla bakarken bakışlarımız yeniden Akif ile buluştu. O da Ahmet Kürşat ve İpek’e dikkatle bakıyordu. Bu ana şahit olmasına içten içe sevindim. Kızımın hak ettiği buydu, daha azına tamah ettirmezdim. Bunu görmesine bu yüzden sevinmiştim işte. Kızıma hak ettiği bir baba olma borcu vardı! Duruşma saati geldiğinde kızımı bolca öpüp görevliye teslim ettikten sonra salona geçtim. Ben davalı, Akif davacı masalarına geçip sandalyelerimize oturduğumuzda derin bir nefes aldım. Ne yapacağı kestirilemeyen bir adamdı ama yine de ondan korkmuyordum. Dilediği özrün samimiyetle bir ilgisi olduğunu düşünmüyordum. Öyle beklemediğim şeyler yapmıştı ki artık hiçbir şey beni şaşırtmazdı doğrusu ve üzmezdi de üzmesine müsaade etmezdim artık. Duruşma başladığında nefesimi tuttum. Hâkime Hanımın sorularına yakın zamanda bulduğum cevval avukatım cevap verirken ben sessizce süreci seyretmekle kaldım. Akif’in avukatı da kendilerince gerekçelerini sunarken elbette benim özel hayatımı ortalığa saçmayı es geçmedi. Özrünün sözden ibaret yalanlar olduğu tescillendi. Avukatı konuşurken dik bir şekilde, duygudan yoksun bir ifadeyle Akif’e baktım. Hayatımın daima en büyük pişmanlığı olacaktı! Avukatım yeniden söz aldığında dudaklarımda alaylı bir tebessüm oluştu. Akif’in özründen ne olurdu ki zaten, beklentiye girmemekte haklı olduğumu bir kez daha gördüm. “Müvekkilim boşanalı bir hayli zaman geçmiş durumda. Bekâr bir kadın olarak özel hayatını nasıl yaşayacağını, kimlerle görüşeceği, kimlerle görüşmeyeceği hür iradesine bağlıdır. Merak ediyorum, müvekkilimin özel hayatı hakkında araştırma yapan davacı özel hayatın gizliliğini ihlal ettiğinin farkında mıdır?” Dudaklarımdaki gülümseme giderek büyüdü. Mahkemeye sunduğu tüm delillerin yasal olmayan yollarla elde edilmiş olması en büyük kozumuzdu. Benim iznim olmaksızın gizlice beni takip edip, özel hayatımı belgelediği için geçersiz kanıtlar olarak sayılması gerekirdi. “Ayrıca müvekkilimin özel hayatı davaya konu bahsi olmuş İpek Gökcan’ı etkilememekte. Yetkililerce sunulacak olan raporda da aksi bir durumla karşılaşılmayacağından da eminiz. Müvekkilim kızına iyi bir anne olmak için elinden geleni yapan, kendi ekonomik özgürlüğü olan, saygın bir iş kadınıdır. Fakat davalının kızını görebileceği günlerde bile onu görmeye gelmediğine dair şahitlerimizin ifadeleri de dava dosyasında mevcuttur. Müvekkilimin özel hayatının ihlalinden dolayı davacıdan şikayetçiyiz!” Akif’in yüzündeki morluklar bile henüz geçmemişti. Karşımda yüzü kızarmadan oturabildiğine inanamıyordum bunca şeyden sonra. Bir insan hiç mi iflah olmazdı? “Buna bir cevabı var mıdır davacı vekilinin?” diye sordu Hâkime Hanım davacı tarafına dönerken. Avukatı Akif’e dönüp bir bakış attı. Bu, ben demiştim, bakışına çok benziyordu ama Akif’in umurunda bile değildi. Avukatına fırsat vermeden sözü kendisi alırken oldukça yüzsüz görünüyordu gözüme. “Eski eşim özel hayatına fazla vakit ayırarak kızımı ihmal etmiştir. Kızıma bakması gerekirken onu kreşe vermiş, akşam dışarıda gezerken ailesine teslim etmiştir. Kızımın güvende olduğunu anlamak için onu takip ettim bu esnada da özel hayatına şahit oldum yalnızca. Kızıma daha iyi bir hayat sunabileceğimi düşünüyorum hem maddi hem de manevi anlamda. Dönemsel iş yoğunluğumda onu göremediğim elbette oldu ama telafi etmek için de çabaladım. Kızım hayatımda olursa tüm hayatımı ona göre planlayıp öyle hareket ederim elbette.” Ağzımı neyse ki kapalı tutmayı başardım. Çığlık çığlığa üstüne atlayıp yeni yeni iyileşen morluklarına biraz daha katkı sağlayabilirdim. Onu parçalamak istiyordum. Arsızlığı beni çileden çıkartıyordu. “Özel hayatın gizliliğinin ihlali ciddi bir suçtur, eski eşinizin özel hayatına müdahil olma hakkınız bulunmamakta.” Derken Hâkime Hanımın sesi gür çıktı. “Kızınızla görüşebileceğiniz günleri es geçebiliyorsanız sizinle yaşarken de onu ihmal etmeyeceğinizin garantisini nasıl verebileceksiniz mahkemeye? Kızınıza daha fazla vakit ayırabilmek için işten mi çıkacaksınız çünkü kreşe gitmesinden rahatsızmış gibi konuştunuz!” Hâkime Hanıma göğsümde kabaran bir gururla baktım. Sözleri öyle değerliydi ki. Benim kızımı kreşe vererek başımdan savdığımı iddia eden adam nasıl çalışacaktı? “Ben…” “İşinizden ayrılırsanız kızınıza maddi olarak nasıl iyi bir hayat sunmayı planlıyorsunuz?” diye yeni bir soru ekledi Hâkime Hanım. İçimde sevinç çığlıkları yükseliyordu. Akif’in kendi kazdığı kuyuya düşüşünü keyifle seyretmeye başladım. Ver bakalım cevap Akif Efendi… “Önümde davalının mahkemeye sunduğu deliller arasında kızınız için ödemeniz gereken nafakayı aylardır ödemediğiniz var. Neden kızınız için nafaka ödemediniz?” Davanın bu anından sonrası benim için keyifli, Akif için stresli geçti. Yapması gereken sorumlulukların hiçbirini yerine getirmeyip, benim yetersiz bir anne olduğumu savunabilecek kadar pervasızdı. Sevdiklerime döndüğümde yüreğimde parlayan bir umutla onlara baktım. Her biri ben gibi heyecanlanmıştı. Hayatımda bu kadar iyi insanlar biriktirmiş olmaktan gurur duydum. Ahmet Kürşat’ın gülüşü çehresini aydınlatıyordu. Orada oturuyor, dimdik duruyordu. Mahkemeye sunulan fotoğraflarımızdan dolayı rahatsız olabileceğini düşünmüştüm ama o gururla bakıyordu. Ne bir çekince ne bir rahatsızlık, güven verircesine bana bakıyordu hem de hayranlık dolu gözlerle. Doğru insanı bulunca anlıyordu yürek… Davanın ikinci yarısında gelen raporun incelemesini yapan Hâkime Hanım, işini bitirdiğinde başını kaldırıp bize baktı. “Karar…” Hep beraber ayağa kalktığımızda yüreğim pırpır ediyordu. Gülümsemekten çenem ağrıyordu. Akif’in moraran suratı keyfimi iyiden iyiye yerine getiriyordu. “Bilirkişi raporunda velayetin annede kalmasında herhangi bir sakınca görülmediği bildirilmiştir. Mahkemeye sunulan deliller incelenmiş olup, davacının sunduğu delillerin hukuka aykırı deliller olması sebebiyle davacının iddia veya savunmalarının ispatı olarak kabul edilemez. Bundan mütevellit mahkeme hükmünde dikkate alınmayacaktır.” Sevincimi dava sonrasına bıraktım. Yerimde duramasam da yine de sabırla beklemem gerektiğini anımsattım kendime. Bu ona karşı ikinci ve kesinkes zaferim olacaktı. Onu boşadığım gün kendim için yaptığım en iyi şeydi, o günlerde bu durumun beni üzmesi bile komikmiş gerçekten. Meğer ne güzel çıkarmışım onu hayatımdan. “Velayetin Meva Soyalp’te kalmasına, davacı Akif Gökcan’ın kızı İpek Gökcan’ı yine hafta sonları görmeye devam etmesine karar verilmiştir…” Sonrasını duymadım adeta. Mahkeme salonundan çıkarken mutluluktan ağlıyordum. Mahkeme kapısında, görevlinin elini tutarak beni bekleyen kızıma adeta koşarak gittim. Sıkıca ona sarılırken o güzel kokusunu içime çektim. Onu benden ayıramamıştı, başaramamıştı! “Annem…” dedi bana sıkıca sarılırken. “Meleğim!” diyerek daha sıkı sardım onu kollarımla. Sanrılı bir süreç olmasına rağmen sonucunun iyi bitmesiyle üstümden koca bir yük kalktı. Aileme, sevdiklerime tek tek sarıldım. Arkadaşlarımla sevincimi doyasına paylaştım. O esnada mahkeme salonundan yüzü asık bir şekilde çıkan Akif’e ters ters bakmayı ihmal etmedim. Daha da konuşacağımız hiçbir şey yoktu. Ben iki medeni insan olarak kalabilmek için çok çabalamıştım. Onun günahları yüzünden daha fazla üzülmek istemiyordum. Daha fazla uğraşamazdım onla. Beni tanıyan herkes, beni nasıl kaybedeceğini çok iyi bilirdi. Bu yüzden Akif’in beni kaybetmeyi istediğini her zaman biliyordum. Hiçbir zaman, beni kaybetmek istememiştir, diye düşünmeyecektim. Bu yaşadıkları müstahaktı! Ahmet Kürşat’ın huzur kokan kolları beni sararken kimseyi umursamadan başımı göğsüne yasladım. Umurumda değildi dünya, kim ne derse desindi. Ben ne yaparsam yapayım insanlar daima konuşacaktı. Onları susturmanın bir yolu yoktu. Konuşabilecekleri haklı sebepler verecektim onlara. “İyi ki yanımdasın…” diye mırıldandım mutlulukla. “Sana bir daha tek başına savaşmak zorunda olmayacağını söylemiştim. Daima yanındayım!” Dedikten sonra yüzümün iki yanındaki saçları kulağımın kenarına sıkıştırıp avuçlarının arasına aldı. “Bilmem kaç kavim göçer bu âlemden, sen göğsümden bir milim kaymazsın…” (Alıntı) [Bölümde geçen mahkeme sahnesi bu eser için tamamen kurgusal olarak yazılmıştır. Gerçek hayatla, gerçek bir davayla, gerçek bir duruşma ile ilgisi yoktur.] *** İpek’in beşinci yaş kutlaması için sevdiklerimle beraber küçük bir kutlama yapacaktık. Aslında hiç aklımda yoktu böyle bir şey Sanem ve Berra’nın fikriydi tüm bunlar. Tuttuğumuz güzel ve tarihi esintileri olan mekânda tüm süslemeler ve diğer angarya işle bizzat ilgilendik. Kızlar benden heyecanlıydı. Onların ayrıca dava sonucunu da kutladıklarına emindim. Davadan sonraki günlerde Akif’in o son yüz ifadesiyle dalga geçerken karınlarına ağrılar girmişti. “Beyaz ve lila kombinasyonu çok güzel oldu,” derken süslemelere hayranlıkla bakıyordu Berra. “Ne sandın güzelim, ben bu saçları değirmende ağartmadım!” derken ona göz kırptı Sanem. Kahkahamı tutma gereği duymadım. Onlar da elbette eşlik ettiler. Tam o esnada mekânın kapısından içeri giriyordu Ayla. Oldukça güzel görünüyordu. Saçları bukleler halinde omuzlarına dökülüyor, yüzündeki hafif makyaj adeta hayatına baharı getirmiş gibiydi. “Gökalp neden telefonlarımı açmıyor acaba?” derken somurtuyordu Sanem. Ona cevap vermeden önce Ayla ile kucaklaştım. Onlar Berra ile sarılırken bakışlarımı Sanem’e çevirdim. Bir şey bildiğimi hemen anlayıp durdu. Ayla ile sarıldıktan sonra hemen beni bir köşeye çekti. “Ne biliyorsun, dökül!” derken heyecanlı ve telaşlı çıkıyordu sesi. “Ufak bir görev diyelim,” derken sırıttım. “Şimdi de ben mi her şeyden habersiz kalıyorum?” derken şaşkın görünüyordu Sanem. “Yaktım çıranı, Gökalp!” Gökalp’e içten içe çok üzüldüm. Gerçekten yakardı canım arkadaşım… Biz dört kadın tüm hazırlığı bitirdiğimiz sırada annem ve babam kucağında İpek ile geldiler. Hemen yanlarına gidip kızıma sıkıca sarıldıktan sonra ailemle kucaklaştım. “Çok güzel olmuş, kızım. Ellerinize sağlık.” Dedi babam. “Kimin kızları,” diyerek bize gururla baktı annem de. “Bunlar ne anne?” derken kocaman açtığı gözleriyle merakla etrafı inceliyordu miniğim de. “Sürpriz, İpek Böceğim…” diyerek kucağımdan kızımı hemen aldı Berra. “Bahadır yoldaymış.” Derken sesi bir hayli heyecanlı çıktı. “Bizimkiler gelecek mi, Meva?” diye sordu asık suratıyla Sanem. “Adamı nikahıma alamadan kaybolmazsa iyidir.” Son sözlerine kahkaha atarken bulduk kendimizi. Benim arkadaşım tam bir çatlaktı gerçekten. “Korkma, Sanem Abla. Sen evde kalmazsın.” Berra’nın sözlerinin ardından kolunu çimdikledi Sanem. Berra acı dolu bir nida atarken kıkırdamadan edemedi. Onların bu hallerine alışkın olduğumdan yadırgamıyordum bile. İkisi de zır delinin tekiydi. Davetliler yavaş yavaş gelirken herkesi karşılamaya çalıştım. O esnada davetli listesinin bir hayli kalabalık olduğunu anca fark edebildim. Kafamın içindeki düşüncelerle uğraşırken kapıdan giren Tülin Teyze ve Ersan Alp’i gördüğümde yutkunamadım. “İyi günler, hoş geldiniz…” derken biraz tutukluluk oldu konuşurken. “Hoş bulduk, kızım.” Diyerek bana gülümseyen kadına baktım. Oysa başta ne kadar da sevmiştim onu. Pişmanlığının samimiyetinden emindim elbette ama beni ne kadar incittiğini hiçbir zaman unutmayacaktım. O gün karşısında nasıl ağladığımı, o genzimi yakan çaresizliğe rağmen kendimi anlatmak için nasıl çabaladığımı unutamazdım ki. Benim içim kırılmıştı adeta ve ben tamirinin yapılamayacağını biliyordum. Elbette aramızda daima saygı dolu bir ilişki olması için elimden geleni yapardım ama insan çiçek değildi, kırıldığı daldan çiçek açamıyordu işte… (Dilan Aladağ Çetin) Onlar içeri geçerken Ersan Alp’i gören kızımın sevinç nidaları eşliğinde koşup kendisini kollarına atışını izledim yüzümdeki huzurlu bir tebessümle. O esnada kapıdan gireni görememiş oldum. “İyi günler, Meva.” Bakışlarım derhal o tarafa döndü. Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Davet ederken gelebileceğini asla düşünmemiştim bu sebeptendi şaşkınlığım. “Hoş geldiniz, Menderes Bey.” Derken sevinçle gülümsedim. Bakışlarım derhal Ayla’yı buldu. Pür dikkat bu tarafa baktığını görmek beni hiç şaşırtmadı. Heyecanı gözlerinde parlıyordu adeta. Ah aşk, sen ne güzel şeymişsin meğer… “Hoş buldum, nazik davetin için teşekkür ederim.” “Rica ederim, gelerek bizi çok mutlu ettiniz.” Derken sesimdeki imayı gizleyemedim. Bana bakarken tebessümü genişledi. Elbette ne demek istediğimi çok iyi anladı. Yanımdan uzaklaşırken istikametinin neresi olduğunu çok iyi biliyordum. Sanem de benimle aynı şeyi düşünmüş olmalı ki elindeki limonatayı bırakıp derhal onlara doğru ilerledi. Başka kimsenin gelmediğini görünce hemen ben de o tarafa yöneldim. Sanem’in neler yapabileceğini en iyi ben bilirdim, onu durdurmayı da… “Merhaba,” diyerek şakıyan Sanem benden hızlı çıktı. “Ben Sanem Cankesen.” “Menderes Arman.” Diyerek Sanem’in uzattığı eli kibarca sıktı. “Tanıştığımıza çok memnun oldum.” “O şeref bana ait.” Derken gülümsedi Menderes Bey karşısında kimin olduğunu bilmediğinden. “Ayla da geçen gün sizden bahsediyordu…” “Öyle mi?” diyerek Sanem’in sözünü heyecanla bölen adama döndüm. “Elbette, müdürüsünüz sonuçta.” Diyerek olayı basitleştirmeye çalıştı Sanem. Ona bakarken başımı sağa sola salladım. Bu kızın elinden çekecekti o da şimdiden belliydi. Ahmet Kürşat ve Gökalp’e yaptıkları kadar uçmamasını dileyebiliyordum yalnızca çünkü adam aynı zaman da bizim müdürümüzdü! “Doğru…” dedi biraz bozulmuş gibi Menderes Bey. “Arkadaşımın başarılarını dillendirmeniz ve tebrik etmeniz takdire şayan, günümüzde bir kadın çalışanının başarısını takdir eder kaç yönetici kaldı ki?” derken mükemmel gülümsemesini yerleştirmişti yüzüne Sanem. “Sanem…” dedim kısık bir sesle. Şimdi hiç sırası değildi. “Haklısınız, ben o tür bir yönetici olmamak için elimden geleni yapıyorum. Umarım başarabiliyorumdur?” diyerek bir anda Ayla’ya döndü. Eli ayağı birbirine dolanan Ayla yine adamın karşısında kekelememek için olsa gerek birkaç saniye sessiz kaldı. “Elbette, Menderes Bey. Keşke herkesin sizin gibi yöneticisi olsa…” derken sesi bir hayli heyecanlı çıkıyordu. “Bu arada, evli misiniz?” Sanem’in yine dan diye konuya girmesiyle adeta gözüm karardı. Bu kız neden durması gereken yeri hiç bilmediğini bilmiyordum. “Hayır, birkaç senedir bekârım.” Şaşkınlıkla Ayla ile aynı anda Menderes Beye döndüm. Daha önce evlendiğine dair hiçbir bilgi görmemiştim. “Aaa, çok iyi çok iyi…” diyen Sanem’e dehşetle baktım yeniden. “Çocuğunuz var mı?” Öksürük krizine giren Ayla’yı çok iyi anlıyordum. Boğazına Sanem’in patavatsızlığı kaçmış olmalıydı çünkü bir zamanlar benimkine de kaçırtmıştı canım arkadaşım… “Evet, dünyalar güzeli bir kızım var. Adı Leyal.” “Allah bağışlasın,” dedik üçümüz aynı anda. Ardından birbirimize bakıp tekrar önümüze döndük. Bakışlarım yeniden kapıya döndü. Yolunu gözlediğim kişi belliydi. Ufak bir meseleyi halledip geleceklerdi ama hâlâ gözükmüyorlardı. Giderek stresim ve endişem artıyordu. Gözümü kapıdan alamıyordum. “Abla, endişe etmeyi bırak. Birazdan gelir, eniştem.” Diyerek beni teselli etmeye çalışan Berra’ya dehşetle döndüm. Onun ağzından şu hitap şeklini tekrar duymayacağımdan öylesine eminmişim ki adeta şaşkına döndüm. Artık ne kadar komiksem kardeşim yüz ifademe dakikalarca gülerken ben de daha fazla dayanamayıp gülmeye başladım. “Berra… Enişte de ne?” “Ay abla, sanki yanlış bir şey söyledim. Nihayetinde babamın karşısında kızınıza vurgunum diyen adamdan bahsediyoruz, farkındasın değil mi?” derken bir hayli eğleniyordu kardeşim. “Evet… Hatırlattığın iyi oldu.” Derken sırıttım. “Hoşuna gitti tabi.” “Gitmez olur mu?” “Mübrem…” Duyduğum ses ve hitapla kalbim daha onu görmeden dört nala koşmaya başladı. Bakışlarım onu bulduğunda nefesim kesildi. O varken bir çembere hapsoluyordum. Ahmet Kürşat Karayiğit çemberiydi bu. O çemberin içinde yalnız ben ve o vardı. Dünyadaki diğer her şey adeta anlamını yitiriyordu. Ayaklarım yerden kesilmişti sanki. Ona doğru yürümüyor adeta süzülüyordum. Hangi ara yüreğimde böylesine taht kurmuştu bu adam? “Geldin…” “Geldim.” Kolları etrafımı sararken yine o tanıdık huzur duygusuyla sarmalandığımı hissettim. “Ben de hoş geldim,” diyerek araya giren Gökalp ile gerçek dünyaya döndüm. Başımı o huzurun merkezi olan göğsünden kaldırıp Gökalp’e baktım. Gülmeden edemedim bu haline. “Hoş geldin, Gökalp.” “Hoş bulduk, yenge. Benim hatun nerede, beni öldürmeden gidip gönlünü alayım.” Derken çok sevimli görünüyordu. “Çok nahif bir adamdın sen ilk tanıştığımızda ne oldu sana?” derken gerçekten şaşkınlıkla karşımdaki adama bakıyordum. “Onun gerçek yüzü bu, güzelim. Başta çekingendi diyelim.” Derken saçlarımın tepesinden öptü Ahmet Kürşat. “Yenge senin o arkadaşın var ya o arkadaşın…” “Ne olmuş arkadaşına?” diyerek tam karşımızda belirdi Sanem. Ellerini beline yerleştirip dik dik Gökalp’e bakarken sinirli bir kuş gibi göründüğünden habersizdi. “Ah civcivim, öfkeli civcivim… Sen benim tüm dengemi altüst ettin.” Dedikten sonra sıkıca Sanem’e sarıldı. “Özür dilerim, Ahmet Kürşat adeta ensemden tutup göreve götürdüğünden haber veremedim ama yengen haber verir dedi.” Yenge yenge dedikçe bir tuhaf oluyordum. Gerçekten herkesin bildiği, onayladığı (pek ihtiyacımız olmasa da) bir ilişkimiz olduğuna hâlâ inanamıyordum. Öylesine imkânsızdı ki, insan hayalleri gerçekleştiğinde afallıyordu. “Pasta zamanı!” diyerek herkesin dikkatini çeken kızıma döndük hep birlikte. Sevinçle ellerini çırpıyordu. “Artık arabanın arkasında yanına oturabileceğim, değil mi Ersan Alp?” Sözlerine hep bir ağızdan kahkaha atarken şu anıma bir kez daha şükrettim. Gerçekten bu kadar tasasız bir zamanım olabileceğini düşünemezdim. “Evet, İpek. Yan yana oturacağız artık.” Derken onun saçlarını okşadı Ersan Alp. Onlara içimden taşan bir şefkatle baktım. Öyle güzel ve masumdular ki. Dilerdim ki daima bu kadar masum kalsınlar… “Biri yeğenim, diğeri evladım gibi sevdiğim Fıstığım…” diyerek konuşmaya başlayan Ahmet Kürşat’a döndüm. “Ben şimdi ileride yeğenimi mi kovalamak zorunda kalacağım, güzelim?” O kadar masum ve bir o kadar çaresizlikle sormuştu ki bu soruyu ne diyeceğimi bilemedim. Gülmekten başka çarem olmadığından içimden geldiği gibi güldüm. Bu hali çok tatlıydı. “İlahi Kürşat…” “Öyle seslenme bana, kaçırtacaksın yoksa kendini.” Dedikten sonra tepeden alev alev gözlerimin içine baktığında tüm boğazımın kuruduğunu hissettim. “Hatta kaçırsam mı seni?” “Beni bilmem ama aklını kaçırmış gibisin,” derken gülmeye devam ediyordum. “Nasıl kaçırmayayım karşımdaki senken.” “Bende de esamesini bırakmadın ama.” Sırıttı. Öyle güzel bir gülüşü vardı ki içine tüm mutluluklarımı sığdırabilirdim. Bakışlarında ruhuma şifa, dokunuşunda umut, sevgisinde mutluluk vardı. Hayatıma bir bomba misali gibi düşmüş, tüm yaralarımı ben istemezken dahi sarmıştı. Bu adamı hak etmek için çok büyük bir sevap işlemiş olduğumu düşünüyordum. Gerçekten hayatıma kefaretti… “Ulan…” diye bir anda yükseldiğinde dehşetle ona döndüm. “O adam benim kardeşimin yanında ne arıyor?” Öyle çaresiz ama bir o kadar komik bir andı ki ne yapacağımı bilemedim. Gülsem mi ağlasam mı karar vermesi çok zordu gerçekten. Beni elimden tutup peşinden Ayla’ların yanına götürdü. “Ahmet Kürşat…” dedim uyarmak için ama pek duyduğuna ihtimal veremiyordum. Tam yanlarında durduğumuzda Ayla dehşetle abisine döndü. Artık nasıl yüksek bulutlara çıktıysa dakikalardır abisinin burada olduğunu bile anlayamamıştı. “Aaa, Ahmet Kürşat sen Menderes Beyle tanışmış mıydın?” diyerek yanımızda bitiverdi Sanem. Kotarırsa o kotarırdı. “Maalesef…” “Bilmukabele…” diyerek ona cevap verdi Menderes Bey. Kızlarla birbirimize bakakaldık. Birbirlerine olan sevgileri gözlerimizi yaşarttı. “Senin burada ne işin var?” diye sorarken sesi tüylerimi diken diken etti. Alacağı cevaptan sonra başıma gelecekleri yalnızca hayal edebilirdim. “Meva davet etti, bir sıkıntı mı var Mühendis Yüzbaşı Ahmet Kürşat Karayiğit?” Yutkunamadım. Menderes Beyin bazen öyle bir konuşması oluyordu ki alacağı cevabın sözle değil de yumruklarla olmasından korkuyordum. “Sıkıntı var!” derken öne doğru hareketlenmeye çalışan Ahmet Kürşat’ı tutmak zor oldu. Neyse ki Gökalp bana yardımcı oldu ve ikimiz güçlükle zapt edebildik. “Ne gibi?” Sorunun ardından tek kaşını kaldırıp meydan okurcasına Ahmet Kürşat’a baktı. “Sakin ol artık, Ahmet!” diye fısıldayarak konuştum. “Dur şimdi aklımı bulandırma, güzelim.” Derken çok ciddi görünüyordu. “Kardeşimin etrafında dolanma, canım sıkılıyor.” “Seni mutlu etmek gibi bir derdim yok. İki yetişkin insanız sonuçta, Ayla rahatsız değilse sende olma.” “Haklı bu arada,” diyerek araya girme cesareti gösterdi Sanem. Hemen ardından maruz kaldığı bakışlarla dut yemiş bülbüle döndü. “Abi, olay çıkarma herkes bize bakıyor. İpek pastasını üflemek için sizi bekliyor.” İpek’in adını duyduğu gibi sakinleşen adama şaşkınlıkla baktım. Konu kızım olduğunda bu kadar hassas davranması içimi bir hoş ediyordu. Onu böylesine düşünüp kollaması eksik kalan bir yanımın boynu bükük haline deva oluyordu. Kızımın da bundan eksik kalmayacağını bilmek içimi rahatlatıyordu. “Bu konuşmaya devam edeceğiz…” diye tısladı son olarak. “Ederiz, sohbetini sevmeye başladım Yüzbaşı!” diye cesur bir yanıt verdi Menderes Bey. “Güzel Abi, hadi mum üfleyelim.” Neyse ki İpek imdadımıza yetişti. “Üfleyelim, Fıstığım. Üfleyelim…” diye söylene söylene kızımın yanına yöneldi Ahmet Kürşat. Hemen peşi sıra onu takip ettim bir ördek yavrusu edasıyla. Kızımı tek hamlede kucağına alışını yine aynı mutlulukla seyrettim. Ona ilgisini, sevgisini hiç sakınmadan verirken öyle güzel görünüyorlardı ki gözlerim doldu. Kızımın yanında olması gereken sözde babasındansa Ahmet Kürşat’ı yeğlerdim. Öz evladı olsa bu kadar titrerdi herhalde üzerine. “Şimdi bir dilek tutalım mı, Fıstığım?” “Tutalım…” diyerek heyecanla şakıyıp küçücük kollarını Ahmet Kürşat’ın boynuna sardı hemen. “Ne dilemek istersin?” diye sordu şefkatle Ahmet Kürşat. “Annem çok mutlu olsun,” dediğini duyduğumda gözyaşlarıma zar zor engel oldum. “Bir tane daha dileyeyim mi?” Öyle tatlı sordu ki herkes onun bu haline gülümsedi. “Dile, Fıstığım. Kaç tane istersen o kadar dile, ben hepsini gerçekleştiririm, söz.” Kızımın hayranlık dolu bakışları yüreğime nakşedildi. Ahmet Kürşat’ın bu sözleri içime işledi. “Güzel Abi, babam olsun.” Herkes bir anda nefesini tuttu. Elbette hiçbirimiz böyle bir şeyi duymayı beklemiyorduk. Ahmet Kürşat’ın gözlerinin yaşardığına şahit oldum. Kızıma öyle bir bakıyordu ki içim burkuldu. O küçücük haliyle öyle bir söz söylemişti ki koskoca adamı ağlatacaktı neredeyse. Tam o esnada bir şeyin düşme sesi duyuldu. Herkes anın duygusallığından sıyrılıp bakışlarını sesin geldiği yöne çevirdi. Elindeki hediye kutusunu düşürmüş Akif, kırgınlıkla direkt kızıma bakıyordu. İpek yalnızca Ahmet Kürşat’ı değil Akif’i de ağlatacaktı neredeyse ama bir farkla. Akif’inki acı gözyaşları olurdu… “Senin zaten bir baban var, İpek.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD