Dava

3692 Words
Sözleriyle tutamadığım kahkahamı serbest bıraktım. Kollarının arasında onun bu masum çaresizliğine katıla katıla gülerken ona doğru döndüm. Gülmeye devam ederken bir avucumu yeni çıkmaya başlayan sakallarının üstüne koydum ve usulca yanağını okşadım. Kahkahamı dizginleyemiyordum başımı göğsüne koyup onun kokusuyla sakinleşene kadar gülmeye devam ettim. “Ayıp oluyor artık…” diye mırıldandığını duydum. Bir çocuk gibi sızlanmıyor olsa haklı olduğu kanısına varırdım ama bu şekilde daha fazla gülmemi tetikliyordu. “Özür… dilerim… ama…” Gülmekten konuşamayacağımı kabullendim ve bir süre daha göğsünde durup gülmeye devam ettim. Yanağındaki elimi tuttuğunda başımı hafifçe kaldırdım. Önce avucumun içine ardından bileğimin üstüne tüy kadar hafif öpücükler kondururken nefesimi kesti. İşte artık gülmüyordum! Nefes nefese kalmış, çakmak çakmak bakan gözlerle ona bakıyordum büyük bir ihtiyaçla cayır cayır yanarken. “Böyle güzel güldüğü için özür dilememeli insan…” dedikten sonra eğilip saçlarımın tepesinden de öptü. Adeta saniyeler içerisinde mayışmıştım. Bulutların üstünde yürüyor gibiydim. Bu adam dünyamı bir anda bambaşka bir şeye evirebiliyordu… “Neyse biz şu yemeğe gidelim mi artık?” diye sordum o halde olmama rağmen gülümserken. Başını olumlu anlamda salladıktan sonra benim arabama geçtik. Ahmet Kürşat arabaya binerken kafasını hafifçe kapıya çarptığında yine söylenmeye başladı. “Bu araba neden bu kadar küçük?” diye sordu eliyle başını ovalarken. Gülmemek için bu sefer kendimi daha çok tuttum. “Arabamın küçük olmadığı konusunda anlaştık sanıyordum,” derken ona bir bakış atıp arabayı çalıştırdım. “Sen büyüksün!” Kahkahamı bastırsam da kıkırdamama mâni olamadım. Bana ters bir bakış atsa da bir şey demedi. Onun yolu tarif ettiği, benimse kıkırtılarımın eşlik ettiği yol çok uzun sürmedi. Yolda Ayla’ya da konum atmayı ihmal etmedik. Beni abisiyle bırakıp kaçmanın hesabını soracaktım elbette. Arabamı park ettikten sonra indik. Hemen yanıma gelen adamın elimi tutmasıyla kalbimin gümbürtüsü artmaya başladı. Parmaklarını parmaklarıma sıkıca kenetledi. O eli hiç bırakmayacağına inandırıyordu beni. Bu sefer bırakmayacağına olan bir inançsızlığım da yoktu. Arada soru işareti kalmayınca insan böyle düşünüyordu. Kız kardeşim Berra ve Bahadır’ın nişanı geçtiğimiz hafta sonu gerçekleşmişti. O sıra Ahmet Kürşat ile hiçbir koşulda konuşmadığımız için gelemeyeceğini de nişan esnasında Ayla’dan öğrenmiştim. Acil bir işi çıkmış... O zaman merak edip soramazdım ama şimdi bir anda aklıma gelince sorasım geldi. “Berra’nın nişanına gelmedin,” dedim birlikte yürürken. “Ne işin çıkmıştı, Kürşat?” Adımları bir an ona böyle hitap edince aksadı fakat derhal kendini topladı. Bana tepeden bir bakış attı hemen ardından da bakışlarını kaçırdı. Artık yalan söyleyemeyeceğini biliyordu… “Gökalp ile bir göreve katıldık,” dedi ve kafamda onlarca yeni soru oluşurken ekledi. “Babanla ilgili bir görev değildi. Farklı bir görev…” “Anladım,” dedim son heceyi uzatarak. Balık restoranından içeri girerken ilerde bir masada oturan Ayla’yı gördüm. Sanırım stresten tırnak etlerini yolmakla meşguldü. Abisinin gözünden kaçmadığını fark etmişti ama bu kadar strese girmesine gerek olmadığını düşünüyordum. Sonuçta abisi de daha önce boşanmış ve çocuklu bir kadını seviyordu. Menderes Beyi en iyi o anlardı… Eh tabi, Ayla’yı da ben… İnsan sevilmek istiyordu. Ne yaşamış olursa olsun, umutları defalarca kırılsa da düştüğü yerden kalkamasa bile insan yine de hep sevilmek istiyordu. Ki çok büyük bir istek değildi ki bu. Sevmek en kolayıydı ama biz hep kırmak için çabalıyorduk sanki. Sevmek kadar kolayı varken üzmek için acınası halde çabalayana insan deniyordu işte… “Hoş geldiniz, bir ara beni bırakıp kaçacaksınız sandım,” derken gülmeye çalıştı Ayla. Endişesini anlıyordum. Ortada hiçbir şey yoktu ama insanlar bizi öyle bir hale getirmişlerdi ki, sadece hissettiklerimizle bile yargılanabiliyorduk işte… “Ufak çaplı bir şaşkınlık geçirdim de güzel kardeşim…” diyen Ahmet Kürşat’ın son anda boşluğuna dirseğimi geçirmeyi başardım. Pek etkilendiğini sanmıyordum sadece şaşırmış görünüyordu. Ona kaş göz yaparak bu konuyu kapatması gerektiğini anlatmaya çalıştım. Kısaca boğazını temizledi ve oturmam için sandalyeyi çekti. Jestine karşılık gülümseyerek ona baktım ve yerime oturup Ayla’ya döndüm. Yatıştırıcı olduğunu umduğum bir tebessümle onu sakinleştirmeye çalıştım. “Bakabildin mi menüye, Ayla?” diye sordum gülümserken. O esnada yanımdaki sandalyeye oturan Ahmet Kürşat kolunu benim sandalyemin üzerine doğru uzatıp biraz yayılarak oturdu. Kısa bir bakışmanın ardından menüye döndüm. “Ben palamut yiyeceğim ama menü oldukça zengin…” derken abisine kaçamak bir bakış attı. “Ortaya bir kalamar salatası, birkaç meze, isterseniz açtıralım bir büyük…” diyerek konuşmaya nihayet normal bir şekilde dahil oldu Ahmet Kürşat. “Ben içmem,” dedim kısaca. Anasondan nefret ederdim. “Ben de almayayım,” dedi ben gibi yüzünü buruşturan Ayla. “Pekâlâ…” dedi yalnızca Ahmet Kürşat. “Ben levrek yiyeceğim sanırım,” dedim menüye bakıp düşünürken. “Ah ağzının tadını bilen biri.” Sözleriyle ona döndüğümde bir sanat eserine bakıyormuşçasına beni seyreden adamla karşılaşınca nutkum tutuldu. Bu kadar özel, değerli hissetmek bambaşka bir duyguymuş meğer. Göz bebekleri titriyordu bakarken sanki yok olmamdan korkarcasına. Bu kadar güzel sevilmek kaderime yazıldığı için ne şanslıydım… Siparişlerimizi verdikten sonra aramızda güzel bir sohbet başladı. Ahmet Kürşat’ın dokundurmalarını geri püskürterek Menderes Bey konusunun açılmasını her seferinde engellemem gerekti. Kardeşini baş başa olduğu bir anda bu konuda konuşmaya ikna etmesi daha uygundu. Yanlarında ben varken incinebilirdi sonuçta Ayla… Yemeğimizin ardından evlere dağılmak üzere ayrıldık. Ahmet Kürşat bir taksiyle iş yerinin oraya gideceğini ve arabasını alacağını söyledi. Ayla ile vedalaştıktan sonra ben de arabama bindim ve evimin yolunu tuttum. Yol üstünde elbette anneme uğrayıp güzel kızımı alacaktım. Annemlerin mahallesinin başında arabayı park edecek zor yer bulduktan sonra indim ve eve doğru yürümeye başladım. Apartmanın önündeyken karşıma çıkan Akif ile dehşetle ona bakakaldım. “Sen beni mi takip ediyorsun?” diye sordum ters ters. Ona belli etmeden ailemin evinin zilini çaldım. Ne yapacağı hiç belli olmazdı. Kestirilmesi zor, garip birisine dönüşmüştü. Benim tanıdığım adamla alakası bile yoktu. “Hiç utanmıyorsun da…” dedi gözlerimin içine nefretle bakarken. Gözlerimi hayretle kırpıştırıp suratına bakakaldım. Bu kadar ileri gidebileceğini ona düşündüren neydi? “Akif, sabrımın sınırındayım!” dedim dişlerimin arasından. “Haddini bilmezsen ben bildireceğim artık!” O esnada zilin megafonundan annemin sesi duyuldu. “Benim!” dedim kısaca. “Babama söyle aşağıya insin anne, derhal!” diye bağırdım. “Sana zarar vereceğimi mi düşünüyorsun?” diye sordu şaşkınlıkla. “Sana ne zaman zarar verdim ben, Meva?” Zarar vermenin yalnızca fiziksel yapıldığını sanan biri daha… “Keşke hiç sevmeseydim seni, Akif…” dedim içimi bir rahatlama kaplarken. “Keşke kendime bu ayıbı hiç yapmasaydım.” Şaşkınlıkla yüzüme bakakaldı. Kızım olmasa çok daha ağır şeyler söyleyebilirdim. Dua etsin melek gibi bir kızım vardı ve maalesef ki babası da bu karşımdaki adamdı! “Senin yüzünden ağladığım gecelerden koleksiyonum vardı benim. Senin yüzünden kendime ettiğim haksızlıkların şeceresini çıkartmaya kalksam yirmi yılda bitiremem ben. Seni sevmekten başka hiçbir şey yapmadım ama sen bana bunun da bedelini ödettin, hiç aklında kalmasın… O kadar çok sevmedin ki beni, öylesine sevilemeyeceğime inandırdın ki şimdi birisi senin dallarını kırdığın, yapraklarını koparttığın kadına çiçek açtırdı diye bu halin. Ne beni seviyorsun ne aile olmayı özlüyorsun Akif. Sen sadece bencilsin. Senin sevmediğin kadına kıymet veriyorlar diye de değil, sırf senden başkasını sevebildiğim için cezalandırmak istiyorsun o kadar!” “Ne oluyor burada?” diyen babamın bariton ses tonunu işittiğimde en başından beri tuttuğum o nefesi rahatça bıraktım. “Senin benim evimin önünde, kızımın yanında ne işin var Akif Efendi?” “Kızımı görmeye gelmiştim…” diyebildi sadece. Az önceki sözlerin gerçekliğiydi onu böyle sarsan. İstemiyordu başkasıyla güleyim, istemiyordu bir başkasının penceresinin önünde açayım. Onun evindeyken solduğuma şahit olmuş ama solmamın sebebinin kendi olduğunu unutmuştu. Başka pencerenin önünde açtığımı görünce kıskanmıştı yalnızca. Beni de değil, tamamen bencil duygulardı bunlar… “Kızını hafta sonları, kanunun izin verdiği ölçüde görüyorsun zaten.” Derken sesi katiydi. “Ayrıca benim kızımı üzmeye devam ettiğini görürsem külahları değiştirecek gibiyiz, Akif!” Babamın sözleriyle bir iki adım geriledi. Gözlerimin içine hayal kırıklığıyla baktığında şaşkına döndüm. Gerçekten hayal kırıklığı mı yaşıyordu? Onca yaşanandan sonra hiç inanasım gelmiyordu. “Kızınızı üzmeye sıram gelir mi bilinmez, Alparslan Bey. Malum kendisi bu ara erkekler bakımından pek yoğun. Hangisini aşıp üzebilirim ki…” Hayretle ona bakakaldım. Aşağılık birine dönüşmek için bu çabasını anlamsız buluyordum. Babama söylediği sözlerin nezdimde asla affı olmayacaktı! “Senin ağzını kırarım, it!” derken hışımla Akif’in yakalarına yapıştı babam. “Sen herkesi kendin gibi uçkuruna düşkün belledin herhalde… Evliyken bile yediğin haltları söylettirme bana!” Babamın sözleriyle tüm dengem şaştı. Bu yeni gerçek beni en savunmasız yerimden yakaladı. Ne anlama geldiğini çok iyi biliyordum çünkü! Annemin imalarını anımsadım o anda. Ona her seferinde evliliğimin aldatma sebebiyle bitmediğini anlatmak zorunda oluşumu… Ama annemin her seferinde aldatmaya dair imaları… Ben bu ara her şeyi öğrenmekten öyle çok yorulmuştum ki… “Ne?” “Bilmediğimi mi sanıyorsun, adi herif! Sesimiz çıkmıyorsa dua et torunumuzun babası olduğun için ama yemin olsun kızımın adını böyle kirletmeye kalkarsan seni ellerimle boğarım!” Onu tuttuğu yakalarından öyle bir itekledi ki Akif dengede durabilmek için çok çabaladı fakat başarısız oldu. Kaldırımdan inemeden dengesini kaybedip yolun kenarına düştü. O an göz göze geldik. İşte hayal kırıklığı buna denir Akif, benim gözlerime iyi bak! “Yazıklar olsun,” diyebildim yalnızca ne denebilirdi ki başka. Kalkmış babamın karşısında benim hakkımda atıp tutuyordu ama aslında dönüp kendi söküğüne hiç bakmıyordu. Ona haktı sanki, o yapabilirdi ama kadın asla sevemez sevilemezdi. Ondan kurtulduğum için bir kez daha tebrik ettim kendimi. Babam, beni kolumdan şefkatle tuttuktan sonra yavaşça apartmanın girişinden içeri soktu. Asansöre doğru yürürken acıyla içimin kavrulduğunu hissediyordum. Demek bunu da yapmıştı gerçekten… Asansörden inip eve girdiğimizde hâlâ ağlamamayı başardığım için şükrettim. Ardından kimseye bir şey demeden kızımın uyuduğunu tahmin ettiğim odaya yöneldim. Çantamı ve ceketimi koltuğa bırakırken mışıl mışıl uyuyan kızıma baktım bulanık gözlerle. Onu uyandırmamaya özen göstererek yanına gittim ve uzandım. Ona sıkıca sarılırken içime içime ağlamaya başladım. “Özür dilerim, kızım…” diye fısıldadım. “Sana iyi bir baba seçememişim…” Kızıma sarılıp uyuyana kadar ağladım. Sanki acımı hissetmiş gibi o küçük koluyla beni sarması daha da dağıttı beni. Ne kadar acıydı ne kadar yazıktı. Tüm gençliğimi, umutlarımı, sevgimi bağladığım adam tarafından aldatılmak… Onun şeref yoksunluğundan ben utandım ama o utanmadan hâlâ karşımda bana imalarda bulunabiliyordu. Kendi günahlarını yok sayıp benimle kavga ediyordu. Bu arsızlıktı artık! Gecenin ilerleyen saatlerinde büyük bir susuzlukla uyandım. Kısa bir an nerede olduğumuzu anlamaya çalıştım. Ailemin evinde olduğumu anımsadım. Usulca yataktan kalkıp odadan çıktım. Mutfağa doğru gittim. Işığı açıp tam karşımdaki mutfak camındaki yansımamla karşılaştım. Bu sefer yıkılmayacaktım, beni yeniden yıkmasına müsaade etmeyecektim. Dolaptan bir bardak alıp arıtmadan suyu doldurduktan sonra mutfak masasına oturup kana kana suyumu içtim. Bir bardak daha doldurmak için kalktığım sırada mutfaktan içeri giren annemle göz göze geldik. Kızarmış gözlerinden ağladığını hemen anladım. Bunca zaman bu gerçeği bilip susmak çok ağır olmalıydı. Ve sırf evlatları üzülmesin diye… “Özür dilerim, kızım…” derken eliyle ağzını kapattı. Bardağı mutfak tezgâhına koyup anneme sarıldım. Sebeplerini anlıyordum. İpek için aynısını yapardım. Bu yüzden onlara kızmıyordum, kızamazdım da… “Özür dileme, anne…” derken gözyaşlarım özgürlüklerini ilan ettiler. “Onun beni sevmemiş oluşunun suçlusu siz değilsiniz…” Bu cümlenin ağırlığı yıkıcıydı. Her şey bitmiş, gitmiş bile olsa aldatılmak yine de insanın içini çürütüyordu. Gelip bu evliliği yürütemediğini, istemediğini söyleyip ayrıldıktan sonra gönlünün istediği gibi davranabilecekken bunun yerine herkesi aptal yerine koyup aldatmayı seçmek aşağılık insanların yapacağı işti. Akif ise ne kadar aşağılık biri olduğunu bana boşandıktan aylar sonra kendisi kanıtlamıştı. Daha ne denirdi ki… “Her şeyi öğrendikten sonra babanla birlikte seni karşımıza alıp konuşacaktık ama sen bizden önce davrandın. Meğer hiçbir şeyi bilmezken bile senin için bitmiş bu iş… Biz de suyu bulandırmamaya, seni daha fazla üzmemeye karar verdik. Evet, hakkımız yoktu belki ama senin iyiliğin bizim için her şeyden üstündü kızım…” “Ah annem… Sen en başından beri haklıydın.” “Keşke olmasaydım kızım. Senin canın böyle yanacağına benim içim kavrulsaydı ama yine de haksız çıksaydım. Öyle çok isterdim ki haksız olmayı ama o pislik beni de babanı da haklı çıkarttı… Nasıl Gülizar’ın oğlu, onu bile anlamıyorum.” “Karışmış bence…” dediğimde ikimizde gözyaşlarımızın arasında gülüştük. “Ne oluyor gece gece?” diyerek mutfaktan içeri giren Berra şaşkınlıkla ben ve anneme baktı. “Bensiz mi?” Sözlerinin üzerine gelip ikimizi de kollarının altına aldığında gülmeden edemedik. Ailemin desteğine her daim minnettar kalacaktım. Beni kimsesiz, muhtaç bir halde bırakmadıkları için her zaman onlara dua edecektim. Gelinlikle çıktın kefenle girersin, demedikleri için; bizden çıktın artık kocanın himayesindesin diye düşünmedikleri için ve nice bu tür kötü kültürel düşüncelerin yanlışlığını bildikleri için… Daima yanımda, ardımda dimdik durmuşlardı. Her kararımı desteklemiş, her isteğimin arkasında benimle birlikte durmuşlardı. Hiç sormamışlardı boşanmak istememin sebebini, ben onlara anlatana kadar. Hiç deşmemişlerdi yaralarımı. Hep saygı duymuşlardı hep desteklemişlerdi yalnızca. Bunun bir kadın için lütuf olduğunu bilecek kadar yaşanmışlığım vardı… “Ne olursa olsun, hangi uçurumun kenarında dursanız da düşmeyesiniz diye elinizi tutacağız benim güzel yavrularım. En büyük yanlışı da yapsanız biz sizi destekleyeceğiz. Kimsenin kolunuzu, kanadınızı kırmasına izin vermem!” İkimizi de öpüp, şefkatle sarmaladı annem. Bin kere de dünyaya gelsem her birinde onun kızı olmayı seçerdim… “Nergis Sultanım benim.” Dedi onu öpücüklere boğan Berra. “Ablaların bir tanesi.” Diyerek beni de es geçmedi canım kardeşim. *** Sabah erkenden kalkıp hazırlandıktan sonra annemlerin evinde kıyafet tuttuğum için bir kez daha tebrik ettim kendimi. Kızımı da güzelce hazırladım. “Anne,” dedi meleğim heyecanla. “Ersan Alp’i özledim artık…” Son cümlesini elbette sızlanarak söyledi. Haklıydı, birkaç gündür görüşememişlerdi. “Ayla Teyzenle konuşayım bugün işteyken meleğim, buluşalım hemen de daha fazla özleşmeyin.” Dedim o bal yanaklarını sıkarken. Cilveli bir kıkırtı bahşetti bana güzel kızım. Onu öpüp güzel kokusunu içime çektim. Bir annenin cennetiydi evladının kokusu… “Evet, özleşmeyelim…” derken kıkırdamaya devam ediyordu. Annem, her zaman ki gibi erkenden kalkmış ve bize kahvaltı hazırlamıştı. “Sultanım niye zahmet ediyorsun?” diye sorarken onu gıdığından öpüyordum. Annem hiç sevmese de ben onu oradan öpmeye bayılırdım. Mis gibi anne kokuyordu her yanı. “Ne zahmeti, yavrum? Ben mutlulukla hazırlıyorum.” Derken o da beni öptü. “Siz yokken bana kimse kahvaltı hazırlamıyor,” diyen Berra somurtarak anneme baktı. Annem de ayağındaki terliğe kısa bir bakış attıktan sonra kıstığı gözleriyle kardeşime döndü. “Sen kendin izin vermiyorsun ya, cadı!” Annemin sözleriyle kahkaha attık. Babam uyuyorsa da kesin sesimize uyanırdı artık. “Cadı…” derken kıkırdıyordu İpek. “Cadı Teyze…” “İpek Böceğim…” derken hemen kızımı kucağına aldı Berra. “Teyzeye öyle denmez.” “Ben de böcek değilim ama teyzem bana böcek diyor…” derken somurttu kızım. Bu hallerine gülmemek elde değildi. Ailemin yanında hissettiğim bu mutluluk ve huzur bana güç verdi. “Günaydın, çiçeklerim.” Diyerek mutfaktan içeri girdi babam. “Sabah neşeniz hiç eksik olmasın.” Sandalyesine oturduktan sonra solunda duran gazetesine kısa bir bakış attı. Rutinini asla değiştirmezdi sanırım alışkanlıklardan vazgeçmek zor oluyordu. “Günaydın, dedeciğim.” Diyen kızım teyzesinin kollarından kurtulduğu gibi babama koştu. Babam onu kucaklayıp bir dizine oturttuğunda onlara baktık şaşkınlıkla. “Dedesini gördüğü gibi hepimizi sattı,” diye tespitte bulundu Berra. “Dedesi bir başka canım.” Derken sırıttım. Hep beraber kahvaltının ardından onlarla vedalaşıp önce İpek’i bırakmak için kreşe gittim. Öğretmeniyle kısa bir sohbetin ardından kızımın yeni düzeni hakkında yaptığı yorumları duyma şansım oldu. Ersan Alp’ten uzakta yaşamaktan memnun değilmiş cimcime. Gerçi bunu bize de defalarca söylemişti fakat bu kadar içselleştirdiğinden haberim yoktu. Onları daha sık bir araya getirmeyi kafamın bir köşesine yazdıktan sonra oradan çıkıp işe geçtim. Otoparkta Ayla ile karşılaştık. Yüzünden düşen bin parçaydı. Ne olduğunu anlayamadım. “Günaydın,” dedim ona bakarken. “Gün aymadı,” demesiyle kaşlarım çatıldı. “Ne oldu?” diye sordum endişeyle. “Eski eşim… Ersan Alp’e onunla yaşamak isteyip istemeyeceğini sormuş!” dedi öfkeyle. Hayretle ona bakakaldım. Nasıl gaddarlardı böyle aklım almıyordu. Bir çocuğun yeri annesinin yanıydı, annesi ona güzel bakabildiği sürece babasıyla yaşamasının hiçbir mantıklı yanını göremiyordum. Ama bazı erkekler de böyle bencildi işte. Kadınların canını yakmak istediklerinde evlatlarından vuracak kadar kalpsizlerdi… “O nereden çıkmış bir anda?” derken sesimden öfkem fışkırıyordu. “Çalışmaya başlamışım ya ilgilenemezmişim çocuğumla… Böyle şey söylenir mi çocuğa Allah aşkına, Meva?” “Söylenmez tabi ki!” Ofise gidene kadar arkadaşımla dertleştik. Ardından iş başı yapmak üzere ayrıldık fakat öğle yemeğinde yine bir araya gelecektik. İşler genel anlamda yoğunlaşmıştı. Terfii alınca sorumluluk artıyordu. Sorumluluk arttığında da stres… Yine de bildiğim gibi işlerimi yapmaya devam ettim. Bir ara müdürümüzle birlikte departman toplantımızı gerçekleştirdik. Yaptığım iş hak ettiği övgüyü alınca gururla doldum. Gerçekten kıymet gördüğü yerde bir başka mutlu oluyordu insan. Öğle yemeğinde Ayla ile bir araya geldik yine. Onun endişelerini dinlerken aynı endişeleri duymam gerektiğini anımsadım. Akif’ten de böyle bir hareket beklemeliydim çünkü artık tümüyle öfkesiyle karşılaştıracaktı beni, onu biliyordum. Akşam Ayla ile beraber çocukları sinemaya götürmeye karar verdik. O sırada Sanem aradı ve planı duyunca hemen dahil oldu. Bu ara pek yoğun bir tempoyla çalıştığı için uzak kalmıştı, artık meraktan çatladığına emindim. Akşam çocukları sinemaya koyduktan sonra bir kahve eşliğinde eteğimizdeki taşları dökerdik. Gün tahmin ettiğimden de hızlı geçti. Nihayet iş bittiğinde toparlanıp iş arkadaşlarımla vedalaştım ve Muhasebe Departmanına gittim. Ayla’yı masasında toparlanırken yakaladım. “Şu dosyaları da alayım, çıkalım.” Dedi usulca. “Bekliyorum ben acele etme,” dedim gülümserken. “İyi akşamlar,” diyen Menderes Bey o esnada yanımıza geldi. “Meva, harika bir ekip arkadaşına vesile olduğun için sana da teşekkür etmek istiyordum.” Şaşkınlıkla adamın suratına bakakaldım. “Rica ederim,” dedim bilinçsizce. “Ayla gerçekten işinde çok titiz, daha azını beklemek imkânsız. Bugünkü cari bilanço toplantısında resmen herkesi kendine hayran bıraktı. Geleli birkaç gün olmasına rağmen işini böyle hızlı öğrenmesi takdire şayan.” Ayla, büyülenmişçesine Menderes Beyi seyrediyordu. Neyse ki iş çıkış saati olduğu için o anda departmandan başka kimse yoktu. “Benim arkadaşım her işinde çok titizdir, Menderes Bey.” Derken gururla arkadaşıma baktım. “Çok teşekkür ederim,” diyebildi nihayet Ayla. “Böyle düşünüyorsanız ne mutlu benim için. Daha çok çalışıp daha iyi olmak için elimden geleni yapacağım.” “Elinden gelenin fazlasını yapıyorsun zaten, Ayla. Ellerine sağlık tekrardan.” Birbirlerine uzun uzun baktıklarında kendimi ortamda fazlalık gibi hissettim. Daha fazla öylece durmamamız gerektiğini anımsayıp hareketlendim. “Biz sizi daha fazla tutmayalım, Menderes Bey. İyi akşamlar.” Vedalaştıktan sonra ofisten çıkıp otoparka doğru yürümeye başladık. Ayla da ben de sessizdik. İkimizde Menderes Beyin ilgisinin farkındaydık bence. Ayla zaten iş görüşmesi esnasında bile gözlerini üzerinden alamamıştı. Aralarındaki kimyayı daha o ilk anda, iş görüşmesinde anlayabilmiştim. Sanki birbiri için yaratılmış iki ruhun bu dünyadaki ilk karşılaşması gibiydi. İşle ilgili her fikirleri, bakış açıları dahi benzerlik gösteriyordu. İş görüşmesinin çok iyi geçmesinin asıl sebebi de buydu. Arabaların yanındayken duraksadık. Ayla kısa bir bakış atıp gözlerini kaçırdı. Elbette farkındaydım olanların ama bunun için benden utanmasına gerek yoktu. “Ayla…” dedim son harfi uzatırken. “Benden utanman gereken hiçbir şey yok, saçmalama. İki bekar insansınız sonuçta kime ne?” “Orası öyle de insan korkuyor, Meva.” “Çok iyi bilirim,” derken gülümsedim. Ardından çocuklarımızı okullarından almak üzere ayrıldık. Buluşacağımız alışveriş merkezinde hemfikirdik zaten. Ben yoldayken Sanem’i arayıp ona da haber verdim. Kızımı kreşten aldığımda nasıl da heyecanlıydı meleğim. “Ersan Alp!” diye sevinç çığlıkları atıyordu. “Ben prenses filmi izlemek isterim ama Ersan Alp sıkılır sanki değil mi anne?” Gülme sırası şimdi bendeydi. “Sıkılabilir güzel kızım, başka bir film seçersiniz beraber.” “Evet, evet…” diyerek ellerini çırpmaya başladı. Heyecanı mutluluk vericiydi. Onun mutlu olmasından başka gayem yoktu. Anne ve babası ne yaşamış olursa olsun yine de onu mutlu etmek görevimizdi. Onu bu dünyaya getirmek bizim seçimimizdi nihayetinde. Alışveriş merkezinin kapalı otoparkına arabayı park ettikten sonra kızımı koltuğundan indirip elini tuttum. O hoplayıp zıplayarak bana eşlik etmeyi tercih etti. Sanem çoktan gelmiş ve sinemanın olduğu katta yemek yediğini bildirmişti. Berra bu akşam nişanlısıyla olacağından bize katılamamıştı. Nihayet en üst katta kızlarla buluştuğumda önce birbirimize sarıldık. Ersan Alp ve kızımın kavuşması görülmeye değerdi. Sanki yıllarca birbirine hasret kalmış çift gibiydiler. Bu hallerine gülmeden edemedim. Hafta sonu Berra’nın nişanında beraberdiler… Onlar ejderhalı bir çizgi filmi izlemekte hemfikir olduğunda biletlerini aldık. Onları koltuklarına yerleştirdik. “Merak etme Meva Abla, ben İpek’in elini hiç bırakmayacağım.” Dedi güven vermek için cesur bir delikanlı gibi gözlerime bakan Ersan Alp. İçim sıcacık oldu. Bu sözün yalnızca şimdiki zamanı kapsamayacağını gözlerinde gördüm. Gerçekten bırakmayacaktı kızımın elini… “Sana güveniyorum paşam, İpek’e iyi bak. Filmin bitiminde sizi kapıdan alırız.” Dedikten sonra oğlunu ve İpek’i öptü Ayla. Bizde öptükten sonra filmin başlamasıyla yanlarından ayrıldık. “Biraz daha mısır mı alsaydık, belki karınları açtır?” diye endişeyle sordu Sanem. Bu haline sırıttık. Bazen onun anne olduğunu düşünüyordum. “Yeter, Sanem’cim yeter. Sen endişe etme, hadi bizde kahvelerimizi alıp oturalım.” Kahvelerimizi aldıktan sonra güzel bir köşede masa bulup hemen oturduk. Sanem tabi birkaç gündür konulardan uzak kalınca hemen atladı. “Anlatın artık yoksa çatlayacağım vallahi!” Ayla’yla kahkaha attık bu haline. Bu kız tam bir deliydi! Ama onu daha fazla oyalamadan konuları kronolojik sırayla –böyle olmayınca anlayamıyormuş hanım efendi– bir bir anlattık. Sanem ise aldığı havadislerden fazlasıyla memnun, duyduklarıyla keyiflendikçe keyiflendi. “Ne olur bir gün iş yerinize geleyim ve şu Menderes Beyi göreyim!” derken çok tatlı görünüyordu. “Gel gel, başımızın püsküllü belası,” derken gülümsemeye devam ediyorduk. “Ayla!” diye bir anda cırladığında ikimizde şaşkınlıkla ona bakakaldık. “Senin adına çok sevindim canım.” Ellerini uzatıp sıkıca Ayla’nın ellerini sıktı. “Canım ortada hiçbir şey yok!” derken utandı biraz Ayla. “Ben Meva’ya da demiştim sana da diyorum canım benim,” derken sır verecekmiş gibi hafifçe masaya doğru eğildi. “Sen yanmışsın, kül olmuşsun. Olur bu iş!” Şen kahkahalarımız bir kez daha çınladı. Ardından konu döndü dolaştı ve nihayet dün akşamki olaya geldi. Başta nasıl anlatacağımı bilemedim. Henüz Ahmet Kürşat’a bile söylememiştim ki gün içerisinde mesajlaşıp telefonlaşıyorduk ama söyleyememiştim işte… “Akif…” dedim boğazım düğümlenirken. “Meğer evliyken beni aldatmış…” Sanem ve Ayla şaşkınlıkla yüzüme bakakaldılar. Ağızları resmen bir karış açık kaldı. “Ben daha ne kadar şerefsiz olabilir diye düşündükçe bu pislik her seferinde beni şaşırtıyor ya!” dedi öfkeyle Sanem. “Hâlâ utanmadan peşinde dolaşıyor, arsız!” dedi benzer bir öfkeyle Ayla. “Kendisi her haltı yiyebiliyor ama sırf ben birini seviyorum diye babamın yanında neler söyledi bir duysanız…” “Suratının ortasına tükürseydin keşke!” “Ay, Sanem…” diyerek arkadaşımı dürttü Ayla. O esnada telefonum çaldı. Arayanın annem olduğunu gördüğümde kızlardan müsaade isteyip aramayı yanıtladım. “Efendim anneciğim?” “Kızım…” dedi fakat bir an sustu ve bu içime korku tohumları ekti. “Senin ikametin hâlâ bizim evdeymiş…” “Ay… Tamamen unutmuşum annem ya, ne oldu?” diye sordum merakla. “Sana bugün bir posta geldi.” İçime bir kurt düştü. Sanırım düşündüğüm şey hep başıma gelecekti… “Ne postası?” “Dava… Akif… Velayet davası açmış…”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD