Hareket eden bir şeyler vardı ve her neyse durmuştu. Tamamen kapanmış bilincim yerine geldiğinde bir rüyada olmadığımı ve hafif bir esintinin her zaman duymaktan mutlu olacağım bir gitarın tınılarını kulağıma taşımadığını fark ettim.
Uyuyakaldığım koltuktan başımı çevirip dışarı baktığımda berraklaşmaya başlayan zihnim karanlık bir geceye merhaba dedi. Son günlerde olağandışı bir yorgunluk yaşamıştım. Uyuyakalmadan öncede çok ayık olmadığım için hemen sızıp kalmıştım. Araba hareket halindeyken bu daha kolay olmuştu ve durunca uyanmıştım.
Şoför koltuğunda oturan genç adam bir şey demişti. Onu net olarak algılamam için birkaç saniye geçmesi gerekmişti ve sonunda anlamıştım. Bana "Aleyna." demişti. Onu gittiğim bardan hatırlıyordum. Oraya giderken yalnızdım, çıkarken de yalnız olacağımı düşünmüştüm. Sanırım öyle olmamıştı ama detaylardan emin olamıyordum.
Genç adam onu cevapsız bırakmama sessiz kaldı. Gözlerimi sıkıca kapattım ve sonunda "Yetkin." dedim onu hatırladığımı göstermek için. Yanıtımla birlikte yüzünde meydana gelen gülümseme, sarhoş bir kıza uyandıktan sonra kim olduğuna dair açıklamalar yapmaktan kurtulduğu için olmalıydı. Düşüncelerimle boğuşmaktan vazgeçtim ve gözlerimi kapattığımda kendi kendime mırıldanıyordum. "Tanrım, sadece bir kadehçik absent ve birkaç tekila bana bunları yapmış olamaz." dedim. Parmaklarımla alnımı ovuşturdum.
Yutarak söylediğim saçma sapan kelimelerle dolu mırıltılarımı Yetkin'in anladığından emindim. Çünkü her ne söylediysem hemen ardından benim ayık kafayla bile anlamakta zorlanacağım mantıklı cümleler kurmaya başladı. Onu dinlemek için algılarım açıldığında sanırım ufak bir brifing veriyordu. Aklımda kalan tek kısım absentin ne kadar yüksek alkol oranına sahip olduğunu biliyor muymuşum, tekilaları devirirken aklımdan neler geçiyormuş ya da alışık değilsem neden bir bara gitmişim diye yakınmalarla doluydu.
Yüzümü ona dönüp gözlerim hâlâ kapalıyken "Biraz daha yavaş konuşsan, hızlı konuştuğunda dediklerin bir kulağımdan girip diğerinden çıkıyor." dedim. Farkında olmadan dudak büzmüş olabilirdim. Bir elini yanağımda hissettim ama bu bir tüy dokunuşu kadar hafifti. Gözlerimi aralama gücünü kendimde bulduğumda elini geri çekti ama ona gerçekten çok yakıştığını düşündüğüm gamzeleri gülümsemesiyle beraber ortaya çıkmıştı. İşte bahsettiğim tam olarak buydu, yani onu yakışıklı bir meteora dönüştüren şey...
Söyleyeceği şeyleri anlamayacağımı düşünmüş olmalı ki daha fazla konuşma gereği görmemişti. Yine de onu gülümsetebildiğim için mutlu olmuştum. Onu tanımıyordum ama gülümsemenin ona ne kadar yakıştığını düşünüyordum. Bunu ona söylemem gerektiğini düşündüm ve "Yetkin." dedim. Beni dinlediğini gösteren bir hareket yaptığında ne diyeceğimi tekrar unuttum ve bunu anladığında "yine mi" der gibi baktı. Kafası karışık hallerim gerçekten hoşuna gidiyor gibiydi.
Arabadan inip benim tarafıma geldiğinde kapımı açtı. Doğrusu ben kapıyı açabileceğimden bile emin değildim. Ben inince kapıyı kapatıp arabayı kilitledi. Sarsakça bir iki adım attığımda dengesiz adımlarım onu endişelendirmiş olacak ki belime yerleştirdiği eliyle beni kendine çekti. Korumacı tavırları nedensizce hoşuma gitmişti ve eğer o beni bu şekilde tutmaya devam edecekse ayıkken de sarhoş taklidi yapabilirdim. O an "Ne düşünüyorum?" dedim kendi kendime. Sabah olduğunda bir daha görmeyeceğim bir adamın korumasını istemekte neydi? Olsun, diye düşündüm; daha sabah olmadı ki...
Yetkin beni kendine sabitlediğinde "Hadi bana biraz yardımcı ol, eve gidene kadar yürümeye devam et. Ben de seni tutmaya devam edeceğim." dedi. Onu onaylamak için bir şeyler mırıldandım ve birkaç adım daha attıktan sonra dünyanın ayaklarımın altından kaydığını hissettim. Kollarına yığıldığım dayanağım, güçlü kollarıyla beni kucağına aldığında ayaklarım yerden kesildi. Yine gamzelerini gösterdiğinde tüm içtenliğimle ona karşılık vererek "Sen ne güzel gülüyorsun!" dedim. Bir an için Yetkin'in tebessümünün yüzünde donduğuna yemin edebilirdim. Belki de yanlış düşünmüştüm, çünkü bu sefer içimi eritecek kadar güzel bir karşılık vermişti.
Beni kollarından indirmeden evine ya da her nereye gidiyorsa oraya doğru yürüdü. Kucağındaydım ve yine içime cesur bir kız kaçtığını düşünmeme neden olacak bir şeyler zırvalıyordum. İçinden geçtiğimiz parktan otomatik fıskiyelerin sesini duyduğumda "Oraya, oraya." diyordum. Yetkin neden oraya gitmek istediğimi sorgulamadı. Kaşlarını çatmıştı ama tek kelime bile etmedi. Beni kollarından indirdiğinde koşarak suyun altına attım kendimi. O ise sadece kıkırtılarıma eşlik etti.
Paytak paytak koştuğumu düşünüyordum ve ıslandıkça zihnimdeki berraklığın geri geldiğini hissetmiştim. Hayır, hayır, şimdi ayılamazdım. Ayılmak istemiyordum, benim tamamen uyuşmaya ihtiyacım vardı.
Peşimden gelen adım seslerini duyduğumda olduğum yerde durdum. Yetkin kendisinden uzaklaşmamla endişelenmiş olmalıydı. Elim otomatikman alnıma gittiğinde baş ağrısı çekeceğimi düşünüyordum ama ağrı yoktu. Aksine tamamen kendimdeydim ve bu hiç hoşuma gitmemişti. Çünkü uyuşukluğum gittiğinde dünyanın bütün dertleri omuzlarıma yüklenecekmiş gibi hissediyordum.
Elimin üzerindeki sıcaklığın verdiği güvenle arkamı döndüm. Yetkin'in yüzüme baktığında gördüğü belki de kararlı bakışlarımdı ya da daha normal davranmaya başladığım içindi bilemiyorum, ama artık kendime geldiğimi düşünüyordu. Belki sadece baş ağrısı çektiğimi de düşünüyor olabilirdi. Yüzümde acı çektiğime dair bir emare görmüş de olabilirdi ama bu kesinlikle sarhoşluktan ileri gelmiyordu.
Kendimi kötü hissediyordum, ben kesinlikle iyi falan değildim ve Yetkin bunu anlıyordu. Bir elini yanağıma koydu ve yavaşça beni kendine çekti. Boştaki koluyla bana sarıldı, beni anladığını hissettiriyordu ama neden uyuşmak istediğime dair tek bir soru dahi sormuyordu. Sırf bu yüzden bile saatlerce bu halde kalabilirdim, ona saatlerce hatta günlerce sarılabilirdim.
Başımı geniş gövdesine yasladığımda dolan gözlerimi sımsıkı kapatarak ona sarıldım ve o da çenesini başımın üzerine koydu. Araladığım gözlerim boşluğa daldığında akmak için tek bir hamle bekliyordu. Ne kadar buna fırsat vermemek için dirensem de gözkapaklarım kapandığı ilk anda yanaklarımdan aşağı süzülen yaşlarla daha fazla mücadele edecek gücü bulamamıştım kendimde.
Beni güvenli kollarına hapseden Yetkin ağladığımı sarsılmaya başlayan omuzlarımdan anlamış olmalıydı. Geri çekilerek yüzümü avuçları arasına aldıktan sonra başparmaklarıyla nazikçe gözyaşlarımı sildi. Nasıl bir ruh halindeydim anlayamadım ama kendimi ona çekilirken buldum. O da bunu hissetmiş miydi o an, doğrusu bunu çok merak ediyordum.
Bana daha da yakınlaşırken hiçbir şeyin bundan daha doğru olamayacağına emindim. Sorgulamadım ya da doğru yanlış kavgası yapmak istemedim. Yüzümün her bir karesinde gezinen bakışları dudaklarıma kaydığında bir an yutkunduğunu gördüm ve gözlerinde ne gördüğümün farkındaydım.
Kollarım kendinden oldukça emin bir şekilde boynuna dolandı. Hâlâ dudaklarımda gezinen bakışlarından güç alarak ayaklarımın üzerinde yükselip dudaklarına şimdi gerçekten çok istediğim o öpücüğü bıraktım. Çok kısa bir süre ikimiz de hareketsiz kaldık.
Aklı başında olmayan bir kızdan yararlandığını veya bu öpücüğün başına bir iş açacağını düşünüyor gibiydi ya da onun gibi bir karmaşa aklında yer edinmiş olmalıydı. İkimiz de şu an yaptığımız şeyin doğru olmadığını biliyorduk ve kesinlikle pişman olacağımıza da emindim. Birbirimizi bir saatten fazladır tanımıyorduk ve bir çekime kapılmıştık.
Yaptığım şeylerden pişman olmadan yaşamak için, çok uzun bir süredir sadece doğrular üzerine kurulu bir hayat yaşıyordum. Son zamanlarda doğrularımdan bile kaçar olmuştum ve şu an kendime bu ben olamam diyordum. Sonrasında iç sesim ortaya çıkıp "Sen aslında kim olduğundan emin değilsin Aleyna." diyordu. Tüm dünyayla ilişkimi kesmeye ve o yanlış her neyse ona düşmem gerektiğine karar verdim.
O an hiç hareket etmeden bekleyen Yetkin'in de benzer bir karmaşadan geçtiğine şimdi neredeyse eminim. Bir an sonra ikimizde verdiğimiz savaştan mağlup olarak ayrılmış ve yanlış olduğunu bile bile kendimizi kordan alevlerin içine atmıştık.
Yanaklarımdaki eli enseme kaydı ve dudaklarımdaki baskısını artırdı. Ona karşılık vermek için araladığım dudaklarımın arasından içeri girdiğinde dillerimiz buluştu. Dizlerimin bağını bile çözebilecek kadar tutkulu öpücüklerine karşılık verdiğim her seferinde kendimi çok yetersiz buluyordum.
Beni kendine iyice çekti ve bir elini sırtıma yerleştirdi. Ona göre biraz kısa kalıyordum, bu yüzden bana yardımcı olmak için biraz eğildi. O an dünyadaki her şeyin canı cehenneme diye düşündüm. Yanlışsa yanlış, ben o yanlışa düşmek istiyorum bu gece.
Ellerim saçlarının arasında gezinmeye başladığında onu kendime çektim. Bel oyuntuma koyduğu eliyle beni kendisine bastırdı ve ağzımdan ufak bir inilti döküldü. Aynı anda Yetkin'le birbirimizden uzaklaşmamıza neden olan sesle irkildik.
Olduğumuz yerde otomatik fıskiyelerin çalışmaya başlaması ve bizi ıslatmasıyla neye uğradığımızı şaşırdık ve ben bundan hiç hoşnut değildim. Suyun bizi ıslatmasına rağmen birbirimizden uzaklaşamadık. Az öncekinin aksine gözlerinde daha net gördüğüm bir istekle bakan Yetkin beni alıcı gözüyle süzüyordu ve ben hâlâ kollarındaydım. İçimi titreten bakışlarından kaçmak istemiyordum.
Daha fazla ıslanmaya başladığımızda üzerindeki beyaz tişörtün altından beliren kaslarına bakındım. Sadece üşüyor olabileceğini düşündüm ama o bunu dert ediyor gibi görünmüyordu. Yüzüme çarpan suyun üzerimde soğuk bir duş etkisi yapmasıyla ürperdim. Beni korumak istercesine kendisine çeken Yetkin çok kısa bir an duraksadı ve "Eve gidelim." dedi. Ona karşı gelmedim, sadece o an kollarında olduğum sürece nereye istiyorsa gidebileceğimizi söylemek istedim ama bunu yapmadım.
Kollarını çektiğinde yükseklerden yere çakılmış gibi hissetmiştim ama buna o an bir anlam veremedim. Onun da bunu hissettiğini düşündüm. Çünkü artık bana daha farklı bakıyordu. Sadece bir saat önce küçük bir çocuk olduğumu düşünerek ergen olduğumu ima etmişti. Şimdiyse kollarından ayırmak istemediği kadındım.
Sanırım düşüncelerimde haklıydım. Sadece birkaç adım yürümüştük ki "Böyle giderse ancak sabah evde oluruz kaplumbağa." deyiverdi. Tabii ki ben de bu cümlenin altında kalmadım. "Zıplayarak mı gideceğiz kurbağa?" dediğimde yine gamzeleri belirdi.
Yaramaz bakışlarının ardında gizlediği tebessümü görmüştüm. Bizi ıslatan sudan ya da adını koyamadığım bir nedenden dolayı kıkırdayarak koşmaya başladım. Gülümsemişti, o gerçekten gülümsemişti ve ben sebebini anlayamamıştım. Ona gülmek gerçekten çok yakışıyordu. Keşke bunu bir kere daha söyleyebilseydim.
Beni tekrar kucağına aldığında koştuğum çimler kayboldu ve ben yine bulutların üzerine yükseldim. O etrafında dönerken düşmekten korkmadım desem yalan olurdu. Ben korkuyla çığlık attığımda o gülmeye devam etti ve biz hâlâ ıslanıyorduk.
Boynuna asıldığımda kucağında olduğumu tekrar fark etmiş gibi yaptı ve yüzü ciddileşti ama kollarında olduğumun hep farkındaydı. Gözlerini yüzümden hiç ayırmadan aynı ciddiyetle "Bir prens olduğumdan emin olmak için mi bir kurbağayı öptün?" diye sordu. Ben az önceki öpücüğü bu şekilde dalgaya aldığını düşünmüştüm. Yanılıyor olabilir miydim, bilmiyorum. Çünkü aynı ciddiyetini koruyarak bana bakmaya devam ediyordu ve bu aklımı kurcalamaya başlamıştı.
Sözleri bana tehlikeli sularda yüzmeme neden olacak bir cesaret vermişti. Ona vereceğim herhangi bir cevabın bu gecenin seyrini değiştireceğinin artık ikimiz de farkındaydık. Öpücüğümüzü alaya almak istemedim. Çünkü başlangıcını bir şekilde ben yapmış olsam da devamını getirmek için ikimiz de içimizde büyük bir mücadele vermiştik. Benim için geçerli olan duyguların onun için de geçerli olduğuna emindim.
Biz ıslanmaya devam ediyorduk, sessiz kalmaya devam ettik ve o benden hâlâ bir cevap bekliyordu. Ben o cevabı verene kadar da ıslanmaya devam edecektik. Dudaklarımı aralayarak benim için ayık bir kafayla verebileceğim en zor cevabı verdim.
"Bir kurbağa olmadığına eminim ama bir prens olup olmadığını anlayana kadar sanırım seni öpmeye devam etmeliyim." dediğimde bakışları karardı. Kirpiklerinin arasından bana öylece bakmaya devam ederken "bunları söylemek için yürek mi yedim ben" diye düşündüm. Bakışları şaşkınlığımdan dolayı aralanan dudaklarıma kaydı.
Ben kollarımı doladığım boynuna asılarak ona biraz daha yaklaştım. Kısa bir öpücük kondurarak geri çekildim. Sanırım o andan sonra ikimizde de kayışlar kopmuştu. Onun aklını kurcalayan şey neydi bilemiyorum. Umuma açık bir parkta yakınlaşmış olmamızın bir sorun olmadığına emindim.
Kıstığı gözlerini yüzümde gezdirerek "Emin misin, gerçekten bunu istiyor musun?" diye sorduğunda kastettiği şeyin sadece basit bir öpücük olmadığını ikimiz de biliyorduk. Başımı olumlu anlamda hafifçe salladığımda yine bir tebessüm vardı yüzünde. Bana tek bir şey söyledi. "Tamamen ayıksın değil mi?" diye sorduğunda bile kendimde olduğumun o da farkındaydı.
Bana geç olmadan vazgeçme fırsatı veriyordu, ama yanlış olduğunu bile bile, hatta bunu iliklerimde hissettiğim halde, o yanlışı daha fazla istemeye başlıyordum. Eğer isteseydi o an o parkta bile onunla olmaya hazırdım ama o mahremiyet duygusunu ya da aklını henüz kaybetmemişti.
Kucağından beni hiç indirmedi. Fazla uzak olmayan evine doğru yürümeye başladı. Hızlı gidiyorduk ama daha da hızlandık sanki. Başımı gövdesine sakladım, o an sığınacak bir liman gibiydi ve bunun ne kadar iyi hissettirdiğini düşünmekten kendimi bir türlü alamıyordum. Neredeyse sırılsıklam ıslanmasına rağmen kokusunu alabiliyordum. O kokuyu tarif edebilecek bir şey bulamadım ama çok baş döndürücü olduğuna artık emindim.
Yeşil boyalı bir binaya yaklaştığımızda oldukça sıradan bir yerde olduğumuzu fark etmiştim. Metropol şehirlerdeki devasa yapıların aksine en yükseği dört veya altı katlı binaların olduğu, yer yer müstakil evlere rastlanılan o mütevazı mahallelere benziyordu. Bina olan kısımda kimse birbirini tanımazken müstakil evlerin olduğu kısımlarda herkes birbirini tanırdı genelde. Burada da öyle miydi merak ettim ama eve geldiğimizde bunu düşünmekle uğraşmadım.
Evi inceleme fırsatım olmuştu. Bir erkekten beklenmeyecek derecede düzenliydi ki bu iyi bir şeydi. Sıcak renklerin hâkim olduğu dekorasyon şimdiden içimi ısıtmıştı. Yetkin hızlı bir duş alacağını söyleyerek beni yalnız bıraktı. Bense açlığımı bastırmak için bir şeyler atıştırdım ve bu sırada mini barı keşfettim. Zulasını patlatıyormuş gibi bir suçluluk duymuyordum ve bu yüzden bir bira şişesini arakladım. Yetkin gelene kadar en yakın dostum olan birayla biraz vakit geçirdim. Hafiften uyuştuğumu hissediyordum. Aşırıya kaçmak istemediğim için kafayı iyice bulmadan içmeyi bıraktım.
İçimdeki cesur kız yeniden ortaya çıkabilirdi ve o ortaya çıktığında olacaklardan her zaman korkmuşumdur. Şimdi de yanlış bir şeylerin eşiğindeydim ama kendimi durduramıyordum ya da durdurmak istemiyordum. Yetkin içeri geldiğinde ona döndüm. Suskunluğum hoşuna gitmişe benzemiyordu. Öylesine bir konu açmak için "Aç mısın?" diye sordu. Elindeki havluyla saçlarını kurularken fazlasıyla rahatlamış görünmesi onu incelememe sebep oldu.
Belindeki havlu neredeyse hiçbir yerini kapatmıyordu ve üzerinden kayan su damlaları yüzünden sertçe yutkunmuştum. Bunun midemi düşünmeme neden olan bir açlıktan kaynaklanmadığını biliyordum. Sanırım ayaküstü yakışıklı meteoru süzüyor olmam onu gururlandırdı ki yüzünde oluşan kibirli bir gülümsemeyle bana karşılık verdi. Biraz sonra da yerini almaya başlayan ciddiyet sanki hep oradaymış gibi yine başköşeye kuruldu. Onun ciddiyeti gerilmeme neden olmuştu. Çünkü tek kelime etmeden bir dakikadan fazladır beni izliyordu. Olabildiğince uzun bir dakikaydı. Bunu tarif edecek olsam hayatımın en uzun bir dakikasıydı diyebilirdim.
Araya giren sessizlik sebepsiz değildi. Yine de onu suçlamıyordum, onu ilk öpen bendim. Bana doğru yaklaştığında yerimden kımıldayamadım. Eli yanağımda gezinmeye başladığında düşünecek bir aklım olduğuna inanmak da zorlanıyordum. Ben taş kesilirken o nasıl hâlâ iradesine hâkim olabiliyordu, şaşıyordum doğrusu. Sürekli gözlerimde bir cevap arıyordu ki bunu parktayken sormuştu. Hâlâ gözlerimde gezinen bakışları orada ne gördü gerçekten bilemiyorum ama tek bildiğim "Emin misin?" demeye çalıştığıydı.
"Bunu ben kendime bile soramıyorken sana nasıl cevap verebilirim ki?" diye sormak istediysem de tek kelime edemedim. "Yanlış olduğunu bile bile seninle yakınlaşmak bana doğru geliyor." demek daha zor geldi ve sustum. Çünkü yapabileceğim tek şey buydu ve "Ben senin kim olduğunu bile bilmeden bu gece yakınlığını istiyorum." desem neler olurdu diye düşünmedim. Sadece her şeyi akışına bıraktım.
Sanırım sessiz kalışım ne kadar istekli olursa olsun onun geri çekilmesine neden oldu. Beni orada öylece yalnız bıraktığında kendimi çok kötü hissettim ve sıcak elini yanağımdan çektiğinde sanki biraz üşüdüm. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum ama benden uzaklaşıp mutfaktan çıktığında elim yanağıma gitti ve nedensizce onun sıcaklığını aradım. Sadece gitmesini istemediğime karar verecek kadar bir etki bırakması tuhaftı ve bunun beni düşünce çukurunda boğulmaya iten sebeplerden biri olmamasını diliyordum.
Uzun bir süredir büyük bir boşluğun ortasındaydım. İçimde bana doğruları yapmamı söyleyen ses bugün yoktu ve ben büyük bir yanlışın içine düşmek üzereydim. İnsanın içini eriten gülümsemesiyle yakışıklı meteor tekrar içeri girdiğinde ona bir de ayık kafayla bakmam gerektiğini düşündüm. Sarhoş olma sınırında olabilirdim ama o an onunla yanlış bir durumda olmadığımıza emindim. Ta ki beklemediğim bir anda dudaklarıma kapanması bilincimi tamamen kaybetmeme neden olana kadar.
Sanırım ben o yanlışa çoktan sürüklenmiştim. Yakışıklı meteor şu an bu evin mutfağına düşmüştü bile. Tabii ki ben oluşan kaosu seyretmek için çoktan yerimi almıştım. Seyirci olduğumu sanmıştım ama sanırım oyuncuydum. Yetkin beni kollarına aldığında boynuna dolanan kollarımın arasından onu dinliyordum. "Aleyna." diye adımı her fısıldadığında ona kapılıyordum. O andan sonra ne istediğime emindim ve dudaklarına yapışarak ona karşılık verdim.
Ben büyük bir arzuyla öpücüklerine karşılık verirken o da üzerimde hayali bir üstünlük kurdu. Bir an sonra geri çekildi ve kulağıma fısıldayarak "Sen istediğini söyleyene kadar daha fazla ileriye gitmeyeceğim." dediğinde protesto eder gibi ona daha çok yaklaştım. İstediğimi zaten görmüyor muydu ki ikimize de işkence yapıyordu.
Ellerim deri ceketin fermuarını bulduğunda aşağı çektim. Yakışıklı meteordan biraz uzaklaşıp üzerimden çıkardığım gibi bir yerlere fırlattım. Hemen ardından pantolonumu da çıkardım. Beni ip askılı atletimle, dantelli sütyenimle ve iç çamaşırımla görmek ona dediklerini unutturmuştu. Yine de uzak durmaya devam ediyordu ama bu çok uzun sürmedi. Elimden tutarak beni çekiştirdiğinde peşinden gittim ve odasındaydık.
Hoşuma giden kokusu burnuma dolduğunda dünyaya düşmek üzere olan bu yakışıklı meteorun çoktan yatağıma düşmüş olabileceğini düşündüm. Belki de ben onun yatağındaydım bundan tam olarak emin değilim. Yaramazlık yapan bir çocuk gibiydi ve sürekli tenimde gezinen parmakları sağlıklı düşünmeme izin vermiyordu. Mahrem yerlerimde keşfini sürdürmeye devam ederken "Söyle artık." dedi. Ona karşı gelemiyordum.
"İstiyorum. Aman Tanrım, seninle olmayı deli gibi istiyorum." diye zoraki olarak fısıldadığımda kadınlığımdaki parmağını hissettim.
"Siktir, şimdiden ıslanmışsın." dedi.
O andan sonra nezaket kurallarını kapının dışında bıraktığından neredeyse emindim. Büyük bir arzuyla dudaklarıma kapandığında aklımdakiler uçup gitmişti. Sahi ben ne düşünüyorum derken aklıma geldi. Onunla kesinlikle harika bir gece geçirecektim.