İçim adeta kor bir ateşle yanıyordu. Kalbimdeki ağırlık, ne yapsam geçmek bilmiyordu. Yatağımda dizlerimi kendime çekmiş, gözyaşlarımı yastığa bırakırken içimdeki çığlıkları susturamıyordum. Bu acıya nasıl dayanacaktım? Kalbim, ondan başkası için hiç atmamıştı ki… Şimdi bu keder nasıl geçecekti?
Evleniyordu. Şaka gibiydi, ama ne yazık ki gerçeğin ta kendisiydi. Bana bir zamanlar söz vermişti: "Senden başkasıyla evlenmem," demişti. Neden tutmamıştı o sözü? Oysa bana verdiği her sözde dururdu. Ama şimdi, başka bir kadınla bir ömürlük bağ kuruyordu.
Belki de haklıydı… Aşiret ağalarının bu yaşa kadar bekar kalması bile görülmemiş bir şeydi. O ise 29 yaşına kadar evlenmeden durmuştu. Boylu poslu, herkesin dikkatini çeken yakışıklı bir adamdı. Kahverengi gözleri, derin bir kuyuyu andırırdı. Kim bilir kaç genç kızın kalbini çalmıştı o gözlerle… Ağa olduğu için herkes onu kendi kızıyla evlendirmek istiyordu. Ama biz… Biz birbirimizi ne kadar sevsek de olmamıştı işte.
Geride bıraktığımız tüm güzel anılar şimdi bomboş birer hatıradan ibaretti.
Bugüne kadar sırf onun varlığıyla dayanmıştım. Hayatıma anlam katan tek şey onun benim için atan kalbiydi. Şimdi o kalbin başka birine ait olduğunu bilmek, içimde bir volkan gibi patlıyor, her yanıma derin yarıklar açıyordu.
O adamın kalbi bana ait olmadıktan sonra bu dünya neye yarardı? Her şey anlamsız, her şey karanlık… Yüreğimdeki sancı, hayatımın en dayanılmaz acısıydı.
Hıçkırıklarım, derin iç çekişlere bıraktı yerini. Gözyaşlarım yanaklarımda izler bırakarak akmaya devam ederken başımı yastığa koyup yan döndüm. Yatakta bir yastığa daha sıkıca sarıldım, sanki acımı hafifletecekmiş gibi… Gözlerim ağlamaktan şişmişti ve kapanmakta zorlanıyordu.
Ne yapacağımı, bu acıyla nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum. Zihnimdeki sorular, kalbimdeki kırıklıkla birleşip beni boğuyordu. Gelecekte neler olacağını düşünmeye çalışsam da her şey bir sis perdesinin ardında kayboluyordu.
Umutsuzlukla dolu, huzursuz bir gecenin kollarına kendimi bıraktım. Gözlerim istemsizce kapandı ve karanlık, içimdeki fırtınayı bastırmaya çalışır gibi etrafımı sardı.
Sabah annemin sesiyle kendime gelmeye başladım.
"Yavrum, güzel kızım, hadi uyan," dedi. Ellerini saçlarımda hissediyordum.
Gözlerimi hafifçe araladım ve mırıldandım, "İstemiyorum anne, uyuyacağım ben," dedim. Örtüyü kafama kadar çektim ve diğer tarafa döndüm.
"Berin, hadi kızım, uyan. Bu saate kadar uyunur mu hiç?" diye söylendi annem, sesi hafif bir kızgınlık taşıyordu.
"Beni bi sen anla anne," diye geçirdim içimden. "Dün gece ağlamaktan uyuyabilmiş miyim bir sorsana?" Fakat bu düşüncelerim dilime dökülmedi.
Cevap bile veremedim, zaten mecalsizdim. Ruhumun ağırlığı hâlâ üzerimdeydi.
"Yeter artık, kalk hadi!" diye örtüyü başımdan çekip yere attı.
"Ya anne, ne yapıyorsun?" diye sızlandım yatakta doğrulurken. Sanki bedenimden ruhum çekilmiş gibiydi.
"Yarım saate hazır ol, mutfağa gel," dedi ve odadan kararlı adımlarla çıktı.
Biliyordum ki uyumaya devam edersem geri döner, bu kez daha fazla kızardı. Uzatmaya gerek yoktu. Zaten gün boyu yatakta kalacak hâlim de yoktu.
Oflayarak yataktan kalktım. Dolaptan temiz iç çamaşırları, bir kot pantolon ve bir tişört alıp yatağın üzerine bıraktım. Normalde elbise giymeyi severdim, ama bugün içimden gelmiyordu. Pijama giysem bu sefer de babamannem ve annemden azar işitirdim:
"Büyümüş evlenme çağına gelmiş kızsın sen! Bu ne haldir böyle pijamalarla gezmeler?"
Derin bir nefes alarak banyoya girdim. Üzerimdeki dünden kalan elbiseleri çıkarıp kirli sepetine attım. Sıcak suyu açıp altına girdim. Su bedenime değdiği anda tüm kaslarım gevşemeye başladı. Yazın ortasında bile sıcak suyla banyo yapardım; soğuğa asla gelemiyordum.
Şampuan şişesini alıp saçlarıma sıktım. Çiçeksi kokusu hemen burnuma çarptı. Gözlerimi kapatınca, bir anda Civan’ın saçlarıma hayran hayran bakışları geldi aklıma. Kalbim burkuldu, ama istemsizce buruk bir tebessüm belirdi yüzümde.
Hızlıca duşumu alıp banyodan çıktım. Odaya dönüp kıyafetlerimi giydim. Saçlarımı açık bıraktım; yaz sıcağında nasılsa kendiliğinden kururdu. Bugün saçımla da uğraşacak enerjim yoktu.
Hemen odadan çıktım; banyoda fazlaca oyalanmıştım, yarım saatten fazla oldu. Annem, uyanacağımdan emin olduğu için bir daha gelmeye zahmet etmemişti. Zaten 3. kattaki odalara çıkmak da başlı başına bir dertti.
Oflayarak 3. kattan aşağıya doğru baktım. İçimden, şimdi kim inecek diye düşündüm, bir yandan da merdivenlerden iniyorum.
Aşağı indiğimde etrafta bir koşuşturma vardı. Uyandığımda saat on ikiydi, şimdi ise bir oluyordu. Ne aceleleri vardı, anlam veremedim.
Elinde tabak taşıyan Zerya, beni görünce aceleyle "Günaydın," dedi.
"Günaydın, Zerya, bu ne acele, ne oluyor?" diye sordum, merakla.
Zerya, 25 yaşlarında, benden birkaç yaş büyük ve oldukça güzel bir kızdı. Bizim buralarda, kızlar pek güzel olurdu zaten.
"Sizin haberiniz yok mu, hanımım?" diye sordu, şaşkın bir şekilde.
"Neyden haberim yok, Allah aşkına Zerya, ne oluyor burada?" diye söylendim.
Bir anda babaannem alt kattaki odadan seslendi: "Berin!"
Derin bir soluk alarak gözlerimi odanın kapısına yönlendirdim. Allah bilir, ne karıştırıyorlardı şimdi de.
"Geliyorum Nazife xanım," dedim, alaylı bir şekilde.
Babaannem beklemeden odaya gitti. Ben de hemen peşinden odaya yöneldim. Zerya ise, bir an önce mutfağa gitmek için aceleyle oraya doğru ilerledi.
Zaten açık olan kapıdan içeri girdim. Annem ve babaannem koltukta yan yana oturuyorlardı. İkisi de bir şey konuşuyor, ama aralarında bir şeyler paylaşmıyor gibiydiler.
"Hayırdır?" dedim, tek kaşımı kaldırarak. Babaannem, her zamanki gibi lafı dolandırmaya gerek görmedi. "Otur hele, deli kız," dedi, elleriyle karşıdaki koltuğu işaret ederek.
Onların karşısına yerleşir yerleşmez lafı yapıştırdı:
"Seni istemeye geliyorlar bu gece."
Bir an için duraksadım. Duyduğum şeyin ağırlığı odanın havasını bile değiştirmişti.
Ama yüzüme soğukkanlı bir ifade takınıp, "Kim geliyor?" diye sordum. İçimde bir yerlerde tahmin ettiğim bir cevap vardı ve bu durum sinirimi şimdiden bozuyordu.
Babaannem hiç vakit kaybetmeden, "Mardin’in ağası Adar Ağa," dediğinde tahminimin doğru olduğunu anlamıştım.
Elim istemsizce koltuğun kenarını sıkarak sinirimi dışa vurmamak için çaba gösterdim. Bu adam neden benimle bu kadar ilgileniyordu? Üstelik daha önce açıkça istemediğimi söylemiştim. Dedem gibi biri bile bir kez hayır dediyse, ikinci defa bu işin konuşulması mümkün olmazdı. Ama iş Adar Ağa olunca herkes bir adım geri çekiliyordu.
Buz gibi bir sesle, “İstemiyorum,” dedim, gözlerini üzerime diken babaanneme.
"Dur hele, kızım, hemen celallenme," dedi, sakin ama kararlı bir sesle.
"Baban da uygun görmüş zaten. Bir gelsinler, görelim, tanışalım. Sonra kararını verirsin, acele etme."
Sabırla içimden saymaya başladım.
"Babaanne , istemiyorum," dedim yine, sesim yükselirken. Ama işin içinde başka bir korku daha vardı. Dün gece Civan’ın evleneceği haberini duymuştum. Eğer bu gece beni istemeye geldikleri duyulursa, Civan’ın bunu inatla yaptığımı düşüneceğinden emindim.Bu ihtimal, sinirlerimi daha da germişti.
Annem sessizce bana bakıyordu. Sanki ne hissettiğimi anlıyor, ama hiçbir şey söylemeye gerek duymuyordu.
Bakışlarından, neden istemediğimi bildiğini anlıyordum. Ama bu onun için önemli değildi. Kendi kuralları ve kendi doğruları vardı. Yine de bir süre sessiz kaldı, ta ki nihayet o keskin sesiyle konuşana kadar:
"Git kızlara yardım et, sonra odana çık ve hazırlan."
"Anne," dedim, sesimde yükselen bir isyan vardı, ama devamını getiremeden annem sözümü kesti:
"Ne dediysem onu yap."
Onun bu sertliği, etraftaki havayı daha da ağırlaştırdı. Civan’ı seviyor olmama tahammül edemediğini biliyordum. Bu yüzden beni Adar Ağa’ya yakıştırıyordu, bunu da çok iyi biliyordum. Kalbimi ondan söküp atabileceğini sanıyordu.
Ama o kalpte Civan’ın izi vardı, ne yaparsa yapsın silemeyeceğini anlamıyordu.
“Ne yaparsanız yapın, evlenmem o adamla!” dedim ve hızla odadan çıktım.
Annem ve babaannemi sinirli bir şekilde arkamda bırakmıştım. Umursamıyordum. Onların düşündükleri beni ilgilendirmiyordu.
Koridorda birkaç derin nefes aldıktan sonra mutfağa doğru yürüdüm. İçeri girdiğimde Zerya ve birkaç kadın hazırlık yapıyordu. Yüzlerinde ciddi bir yoğunluk ve telaş vardı, ama ben bu karmaşayı umursamadım bile.
“Hanımım, bir şey mi istemiştiniz?” diye sordu Münevver teyze. Zerya’nın annesiydi ve evdeki en sevecen insanlardan biriydi. Gülümseyerek başımı salladım.
“Yok, Münevver teyzecim, sağ ol,” dedim yumuşak bir sesle.
Karnımın kazındığını fark edince dolaba yöneldim. Hızlıca birkaç şey çıkardım, çayımı doldurdum ve mutfaktaki sandalyelerden birine oturdum. Elimdeki tabaktan lokmaları alırken, bir yandan onları izliyordum. Kadınların hepsi işlerini bırakıp bana tuhaf bakıyordu.
Haksız da değillerdi. Bu gece beni istemeye geliyorlarlardı üstelik istemeye gelen kişi de sıradan biri değildi. Ama ben, sanki hiçbir şey olmamış gibi mutfakta rahat rahat kahvaltı yapıyordum. Büyük ihtimalle bu rahatlığım onları şaşırtıyordu.
Ama içimde kopan fırtınayı bilseler, bu sakinliğin sadece bir maske olduğunu anlarlardı. Lokmamı yavaşça çiğnerken kendi kendime düşündüm:
Bundan sonra ne olacak diye.
Yemeğimi bitirdikten sonra sessizce kalkıp mutfaktan çıktım. Adımlarım beni ahıra doğru götürüyordu. Ah, Zafran... Keşke burada olsaydı şimdi. Onunla konuşmak içimdeki ağırlığı biraz hafifletirdi, belki de bir nebze sakinleşirdim.
Dedeme söylemiştim zaten, birkaç güne getireceklerdi Zafran’ı. Ama o gün gelene kadar içimdeki acı yerini koruyacaktı. Hafiflese bile asla tamamen geçmezdi. Bazı şeyler, insana kazınır çünkü.
Merdivenleri yavaşça çıktım ve odama vardım. Kapıyı ardından kilitledim; kimsenin rahatsız etmesini istemiyordum. Bugün deli kardeşim de ortalarda yoktu. Sabah erkenden okula gitmişti. Bu yıl üniversiteye başlamıştı; hemşirelik okuyordu. Onunla gurur duyuyordum ama bir yandan içim buruktu.
Benim üniversite yıllarım... Hukuk bölümünü bitirmiştim ama şu an çalışmıyordum. Çalışmak da istemiyordum. Gerçi ailem de çalışmamı istemiyordu, ama çalışmak istesem bile karşı çıkamazlardı. Yine de bir ağa kızının çalışması buralarda tuhaf karşılanırdı.
Oysa üniversiteye başlamadan önce ne büyük hayallerim vardı... Kadınları savunacaktım, sesleri olacaktım. Onların bu topraklarda çektiklerine engel olacaktım. Ama zaman geçti, gerçekler gözümün önüne serildi.
Töreleri değiştirmek, bu köklü düzeni yıkmak kolay değildi. Hiçbir şey yapamamanın ağırlığı, hayallerimin üzerine bir karabasan gibi çöktü.
Yine de Civan’ın başa geçmesi her şeyi değiştirdi. Eskiden kadınların çilesi daha fazlaydı, seslerini duyurmaları neredeyse imkânsızdı. Ama Civan... O, bazı şeylere gerçekten engel oluyordu. Kulaklarıma ulaşan haberler beni hem şaşırtıyor hem de sevindiriyordu.
Her duyduğum güzel haberde içimden hep aynı şeyi geçiriyordum: "İyi ki..." Evet, iyi ki bu adamı sevmişim.
Telefonumu elime alıp yatağa uzandım. Parmaklarım, her zamanki gibi, gizli klasörümü açtı. İçinde Civan’la çekilmiş fotoğraflarımız vardı. Gizlemiştim, çünkü birinin görmesi tam anlamıyla bir felaket olurdu.
Sırayla fotoğraflara bakmaya başladım. Her bir karede hatıralar canlanıyordu. Onu özlediğim her an yaptığım gibi, şimdi de bu fotoğraflara tutunuyordum. Ama bu sefer daha ağır geliyordu. Gözyaşlarım istemsizce akmaya başladı. Kendimi tutamıyordum, tutmak da istemiyordum. Bu kadar acıya dayanmak zaten imkânsızdı.
Ne kadar süre geçti bilmiyorum, ama kapımın tıklatılmasıyla kendime geldim. Hızla gözlerimi sildim, derin bir nefes alarak kapıya yöneldim ve açtım.
“Ablam...” dedi Zeynep, gözleri dolu dolu.
“Ne oldu?” dedim yorgun bir sesle. O her şeyi biliyordu. Ondan saklayacak bir şeyim yoktu.
“İyi misin?” diye sordu, halimi fark etmişti.
Sevdiğim adamın evleniyor olması fikrini bir kez daha dile getirmek zorunda kalmak içimi daha da acıttı. Dudaklarımda buruk bir gülümsemeyle cevap verdim:
“Civan evleniyor, Zeynep. Sence nasıl olabilirim?”
Zeynep odaya girdi ve kapıyı kapattı. Yavaşça yanıma gelip ellerimi tuttu.
“Abla, anlıyorum halini. Ama anam hazırlan diyor, birazdan geliyorlar,” dedi, sesi yumuşak ama gözlerindeki ifadeyle çaresiz.
O adamla bir olmamızı istiyorlardı. Civan’la olmayacağımı bildikleri gibi, bu durumun beni ne kadar yaraladığını da göremiyorlardı. İçimde biriken acıyla dudaklarımı titreyerek açtım:
“İstemiyorum, Zeynep. Hiçbir şey istemiyorum. Sadece bu acıdan ölerek kurtulmak istiyorum.”
Sözlerimle birlikte Zeynep bana sıkıca sarıldı. Boyu benden kısaydı ama sarılabildiği kadar sıkı sarıldı. “Öyle deme, ablam,” dedi, sesi titrek. “Bakarsın bu adamı seversin…”
Ama o da böyle bir şeyin asla olmayacağını en az benim kadar iyi biliyordu.
Annemin sesiyle hızla birbirimizden ayrıldık. Merdivenlerin başından bize sesleniyordu. Halimizi görmemesi gerekiyordu. Gözlerimi tekrar sildim ve dolaba yöneldim, onun dikkatini başka yöne çekmek için.
Annem odaya girdi, bizi şöyle bir süzdü. “Çabuk hazırlan, aşağı in kızım,” dedi ve Zeynep’i de alıp odadan çıktı. Son hazırlıkları yapmaları gerekiyordu.
Annemin ardından bir süre öylece durdum. “Allah’ım, benim derdim bu insanlarınkiyle neden bu kadar farklı?” diye düşündüm içimden.
Dolabı açıp siyah, şık bir elbise çıkardım. Siyah… Bu geceye başka bir renk olmazdı zaten. Saçlarımı dalgalandırıp omuzlarıma bıraktım. Hafif bir makyaj yaptım ki ağladığım belli olmasın. Topuklu ayakkabılarımı da giyip aynada kendime baktım.
Bir an içimi telkin ettim: “İstemeyeceğim bir şey yapmazlar.” Bunu kendime tekrar tekrar söylüyordum.
Kendi kendime bu kadar insanın içine çıkıyorsam iyi görünmek zorunda olduğumu hatırlattım. Güçlü durmalıydım. Merdivenlere adım attığımda içimde bir fırtına kopsa da dışarıya tek bir kıvılcım göstermiyordum.
Bu gece neler olmayacağını bile bile merdivenlerden aşağı indim.