20. Masumiyetin Sınavı

1630 Words
Asmin Gecenin kaçı olduğunu bilmiyordum. Yatağın içinde bir sağa bir sola dönüp duruyordum ama uyumak imkânsızdı. Serhat, ceketini çıkarmış, koltukta uyuyordu. Üstüne bir şey almamıştı ve sabaha kadar üşüyecekti. Yüzündeki o gergin ifade ise hâlâ duruyordu. Onun bu hâli içimde bir çatışmaya yol açıyordu; bana yaşattığı her şeye rağmen iyiliğini düşünmek, aptallık değil miydi? Ama yine de içim el vermiyordu. Yatağın kenarına oturup ayağımı yere sarkıttım. Giydiğim siyah gecelik, diz üstüydü. Dekoltesiz olmasına rağmen onu rahatsız edeceğini biliyordum. Belki de onu denemek, sınırlarını görmek için inadına giymiştim. Dolaba yöneldim, sessizce bir battaniye aramaya başladım. Üst rafta bir tane buldum ama boyum yetmiyordu. Sinirlenmek istedim ama yerine daha mantıklı bir çözüm bulup makyaj masasının önündeki pufu aldım. Battaniyeyi nihayet elime aldım. Serhat, hâlâ koltukta hareketsiz yatıyordu. Battaniyeyi yavaşça üzerine örttüm. O an yüzüne istemsizce baktım; kaşları çatık, dudakları sımsıkıydı. Uyurken bile rahat değildi. Bu hâli, sadece bana değil, kendi içine de savaştığını hissettirdi. Daha fazla oyalanmadan yatağıma döndüm. Düşüncelerimi susturmaya çalışarak gözlerimi kapattım ve sonunda derin bir karanlığa çekildim. 📚📚📚 Sabah, odaya dolan gün ışığıyla gözlerimi açtım. İlk gördüğüm şey, bana sırtı dönük şekilde pantolonunu giymeye çalışan Serhat oldu. Saçları hâlâ ıslaktı; yeni duştan çıkmış olmalıydı. Üzerinde yalnızca siyah bir boxer vardı ve öylesine rahat görünüyordu ki… Gözlerimi kaçırmak istedim ama yapamadım. Pantolonunu çekip siyah bir gömlek giydiğinde arkasını dönüp bana baktı. O an, benim onu izlediğimi fark etti. Göz göze geldiğimizde hızla yüzümü başka tarafa çevirdim. “Duş al. Aşağı ineceğiz,” dedi, sesi buz gibiydi. Günaydın bile dememişti. İçimden alayla, "Dağ ayısı," diye geçirdim. “Çarşafı istemeye gelmeyecekler mi?” diye sordum alaycı bir tonla. Kaynanam ya da başka birinin gelip bu ‘geleneksel görev’i yerine getireceğini düşünüyordum. Serhat, gözlerini kısmış bir şekilde bana baktı. “Onlara, Serhat mahremiyetine kimsenin karışmasını istemiyor dersin. Konu kapanır,” dedi yine soğuk bir şekilde. “Mahremiyet mi?” dedim, alaycı bir tonla. “Bizim aramızda mahremiyet mi var?” “İster kabul et, ister etme. Sen benim karımsın ve bu oda içinde olan her şey bizim mahremiyetimiz. Kimseye hiçbir şey anlatmayacaksın,” dedi, bakışları sertleşerek. Yataktan kalktım, tam karşısına dikildim. Gözleri, bacaklarımdan yukarı doğru kaydı. O an kendimi rahatsız hissettim ama geri çekilmedim. “Ben zaten senin karın olduğumu biliyorum. Ama asıl kabullenemeyen sensin, Serhat,” dedim. Sesim kırgın çıkmıştı. Kaşlarını alayla kaldırdı. “Kağıt üstünde bir evlilikten bahsediyorum. Aramızda bir sevgi bağı yok, olmayacak da,” dedi kendinden emin bir şekilde. Koca cümlesinde sadece bir cümleye takılmıştım. "Olmayacak" demişti. Serhat’a karşı boş değildim. Başka biri olsaydı, bu durumu bu kadar çabuk kabullenemezdim. Ama o… Yakışıklılığı, her zaman dikkatimi çekmeyi başarmıştı. Yüzündeki o sert ifade, zaman zaman beni deli etse de, içten içe onun gücüne ve duruşuna hayran kalıyordum. Tabii, bundan kimsenin haberi yoktu. Özellikle de onun. Gururum buna izin vermezdi. Kendimi güçlü göstermek zorundaydım, ne kadar kırılmış ya da etkilenmiş olursam olayım. Ama içimdeki hisleri susturmak o kadar kolay değildi. “Olmayacak mı?” dedim, sesim titreyerek. “Başka birini mi seviyorsun?” diye sordum içim yana yana. Bu soruyu sormak, kalbimi sıkıştırmıştı ama bilmek zorundaydım. “Ne saçmalıyorsun? Başka biri olsa onu bırakır, seni mi alırdım,” dedi, küçümseyen bir ifadeyle. Bu sözleri bir nebze rahatlatsa da küçümsenmek zoruma gitmişti. “Ne zaman bitecek bu öfken, bu kin?” dedim, neredeyse fısıldar gibi. “Hiçbir zaman,” dedi. Dudakları, alaycı bir gülümsemeyle kıvrılmıştı. “Öyle olsun,” dedim başımı eğerek. Ne söylesem değişmeyecekti ki… Kırgın bir şekilde ona sırtımı dönerek dolaba yöneldim. Sessizce bir elbise ve iç çamaşırlarımı aldım, ardından hiç konuşmadan banyoya doğru yürüdüm. Gözlerinin üzerimde olduğunu hissediyordum, ama arkamı dönüp bakmaya cesaret edemedim. Bu kadar kırılmayı hak etmemiştim. Kapıyı kapatırken derin bir nefes aldım. İçimde birikmiş olan öfke, hayal kırıklığı ve kırgınlık karmakarışık bir haldeydi. Onun sözleri, soğuk bakışları… Hepsi birer hançer gibi içime saplanmıştı. Suyun altında kendime gelmeye çalıştım, ama ne kadar uğraşsam da düşüncelerimi susturamıyordum. "Bu kadar mı değersizim?" diye düşündüm sessizce. Serhat’ın benden uzak durmaya çalışması, sert tavırları... Beni neden bu kadar etkilediğini anlamıyordum, ama kalbimde bir yer, bu kadar acı çekmeyi hak etmediğimi haykırıyordu. Duşun sonunda aynada kendime baktım. Gözlerimdeki kırgınlık hala silinmemişti, ama güçlü durmak zorundaydım. Her zamanki gibi… SERHAT Bana kırıldığını farkındaydım, ama bu durumu değiştiremiyordum. Onu incitmek istememiştim, ancak ağzımdan çıkan her kelime bir şekilde onu yaralıyordu. Sözlerim, istemeden de olsa, aramızdaki mesafeyi daha da açıyordu. Tüm bunlara rağmen, dünkü tavırlarıma aldırış etmeden gece kalkıp üzerime battaniye örtmüştü. Saf ve temiz bir kalbi vardı; bunu görebiliyordum. Eğer o aileden biri olmasaydı, belki ona bir şans verirdim. Ama işte, araya aileler girdiğinde her şey karmaşıklaşıyordu. O kana duyduğum nefretin bir sınırı yoktu, bunu değiştirmem de mümkün değildi. Ben acılarımı ve dertlerimi kimseyle paylaşan biri değildim. Yüzümde hep o soğuk, asık ifade vardı. Hayatım boyunca böyleydim. Yine de yanımda duran, her şeyimi bilen biri vardı: Abim Baran. Onun yeri bende hep ayrıdır. Ferhan da vardı elbette, ama Baran’ın yerini kimse tutamazdı. O, benim sessiz destekçim, sarsılmaz bir duvardı. Kıyafetlerimi giydikten sonra telefonumu elime aldım ve maillerimi kontrol ettim. Çalışma tempomun yoğunluğundan dolayı bazen mesajları ve mailleri gözden kaçırabiliyordum. Bu sırada ekranıma bir mesaj düştü. Sedaydı. Şirketteki bir çalışan. Eskiden biraz samimiyetimiz vardı, ama Asmin’le evlendikten sonra tüm bağları kesmiştim. Sonuçta, Asmin’i sevmiyor olsam bile o artık benim karımdı ve ihanet benim kitabımda yazmazdı. Mesaj kısa ve basitti: “Günaydın.” Ancak bu basitlik bile beni rahatsız etmeye yetmişti. Evli olduğumu biliyor olmasına rağmen böyle bir mesaj atması ne cesaretti? Bu kadının haddini aşmaya başladığını hissediyordum. Derin bir nefes alarak telefonu kapattım. Bu durumu şirkette çözmeye karar verdim. Böyle bir mesajı Asmin’in görmesi istemediğim bir soruna yol açabilirdi. Belki de bazı insanlar açık ve net sınırlar çizmeden durmaları gereken yeri bilmiyorlardı. Şimdi de Sedaydı’ya bunu hatırlatmanın zamanı gelmişti. Yaklaşık yarım saat sonra banyonun kapısı açıldı. Gözlerim istemsizce o yöne kaydı. Siyah, zarif bir elbise giymişti; elbise, ince belini ve kısa boyunu ön plana çıkarıyordu. Saçlarını kalın dalgalar halinde serbest bırakmıştı. O an fark ettim ki, bu haliyle çok daha sade ve doğal görünüyordu. Yüzündeki o saf ve masum ifade, sanki bu doğal görünümle daha da belirginleşmişti. Yüzüne makyaj yapmamıştı, sadece dudağına hafif bir ruj sürmüştü. Makyaj sevmiyordum zaten. Daha önce de fark etmiştim, ama bugün bir kez daha emin oldum: Su gibi kızdı, evelallah. İnsanın içine işleyen, kendine has bir güzelliği vardı. Ama bu güzelliğe sahip olması, onu bana yakınlaştırmıyordu. Onu kendimden uzak tutmaya kararlıydım. Aramızdaki uçurumu aşmak imkansızdı. “Çıkalım mı artık?” diye sordum, sıkılgan bir sesle. Yarım saattir burada dikilip durmaktan sıkılmıştım. Cevap vermedi, sadece kafasını salladı. Demek hanımefendi artık konuşmamaya karar vermişti. Neyse, benim de onunla tartışacak hâlim yoktu. Kapıyı açtım ve bekledim. Önümden geçti, yavaş adımlarla yürümeye başladı. Banyoda ne kullandıysa artık, mis gibi kokusu bir anda burnuma doldu. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes almamak için kendimi zor tuttum. Bu bile garip bir durumdu. Canım ailem ise ortalıkta görünmüyordu. Muhtemelen salonda kahvaltı ediyorlardı. Salona inmeden önce derin bir nefes alıp kendimi toparladım. Çalışanlar etrafta sessizce dolanıyordu. Herkes kendi işine bakıyordu ama yine de ortamda bir hareketlilik vardı. “Günaydın, ağam,” dedi Zerya, merdivenlerden yukarı çıkarken. Ardından Asmin’e döndü, saygılı bir şekilde, “Size de günaydın, gelin ağam,” diye ekledi. Zerya, bu konakta kardeşim gibi gördüğüm biriydi. Hiçbir kötülüğünü görmemiştim, masum bir kızdı. Başımı hafifçe sallayarak selamını aldım, Asmin de aynı şekilde karşılık verdi. “Kolay gelsin,” dedim kısaca, sonra yolumuza devam ettik. Salona geçtiğimizde Asmin, ürkek adımlarla hemen peşimden geliyordu. Benim sert tavırlarımdan sonra, bir de ailemin tepkisinden korktuğu her halinden belliydi. “Günaydın,” dedim içeri girerken. Sesim her zamanki gibi sert ve otoriterdi. Asmin de arkamdan, belli belirsiz bir sesle “Günaydın,” dedi. Onun kısık ve çekingen tonu, salondaki herkesin dikkatini çekti. “Günaydın torunum!” dedi dedem, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle. Keşke onun bu neşesini biraz da ben alabilseydim. Hayatı bu kadar kolay mı kabulleniyordu, yoksa içinde fırtınalar koparken bile bu maskeyi takmakta mı ustaydı, bilmiyordum. “Gelin hele, oturun,” diye bizi masaya davet etti. Gözlerim, istemsizce anneme kaydı. Bakışları Asmin’e sabitlenmişti; yüzündeki nefret ve soğukluk neredeyse elle tutulur gibiydi. “Düşmanımızın kızıyla aynı sofraya mı oturacağız, baba?” dedi annem, kelimelerini neredeyse tükürürcesine. Sesindeki nefret, Asmin’i olduğu yerde duraksatmıştı. Dedem, otoritesini bir an bile kaybetmeden, sarsılmaz bir ses tonuyla cevap verdi. “Gelin, yerini bilesin. Sen nasıl bu evin geliniysen, o da bu evin gelinidir bundan sonra.” Dedemin bu çıkışı, annemi şok etmişti. Yüzündeki ifade, bir anlık şaşkınlıkla doldu, ardından daha da sertleşti. “Bir günlük kızla beni aynı kefeye mi koyuyorsun baba?” dedi, sesi bu kez öfkeyle titreyerek. Tam bu sırada nenem devreye girdi. Her zamanki dingin ve toparlayıcı sesiyle, “Leyla kızım, uzatma. Kızcağızın bir suçu yok. Acın var, anlıyorum, ama bu masuma da yüklenme,” dedi. İçimden, Ah anne, diye geçirdim. Herkes kendince haklıydı, ama en çok üzülen yine Asmin oluyordu. Asmin’in kısık sesiyle söylediği, “Ben… Ben gidebilirim, isterseniz,” sözleri masada bir anlık bir sessizlik yarattı. Sesinin tonundan, gözyaşlarının sınırda olduğunu anladım. Ona bakınca, gözlerinin çoktan dolmuş olduğunu gördüm. Bir şey demedim, sadece durdum. Babam, masanın başından bana sert bir bakış fırlatarak, “Gel kızım, senin yerin kocanın yanıdır,” dedi. Babamın gözlerinden saçılan öfke, beni bile bir adım geriye çekilmeye zorluyordu. Tam o sırada Zeynep ayağa kalktı. Yüzünde tatlı bir gülümsemeyle, “Yengecim,” dedi. Sesinden, Asmin’i sevdiği çok belliydi. “Gel otur buraya,” diye, benim her zaman oturduğum yerin yanındaki boş sandalyeye Asmin’i oturttu. Ferhan abi, sert bir sesle, “Yerine geç, Serhat,” dedi bana. Gözlerindeki uyarı, ciddiydi. Derin bir nefes alarak sandalyeye oturdum. Masada oluşan gerginlik, hepimizin üzerine kara bir bulut gibi çökmüştü. Tadımız kaçmıştı. Asmin’in üzülmesi hiç hoşuma gitmemişti. Gözleri dolunca o ela bakışları daha da belirginleşmiş, neredeyse yeşilimsi bir tona bürünmüştü. Annemle en kısa sürede bu konu hakkında konuşmam gerekiyordu. Kızın üstüne bu kadar gitmesine gerek yoktu. Annem, nefreti kontrol altına almayı öğrenecekti. Artık buna mecburdu.

Read on the App

Download by scanning the QR code to get countless free stories and daily updated books

Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD