Aslanbaşlar, son bekar oğullarına gelin alıyordu. Bugün konağın avlusu hem mutluluk hem de hüznün izlerini taşıyordu. Kimileri sevinçle bu düğüne katılırken, kimileri derin bir burukluk hissediyordu. Hüznün en büyük yükünü taşıyanlardan biri de Leyla Aslanbaş’tı. Yıllar önce bir oğlunu kaybetmişti ve bu acı hiçbir zaman tam anlamıyla dinmemişti.
Bir zamanlar sevgi ve saygıyla andığı Yıldıran ailesiyle artık kanlı bıçaklıydılar. Leyla Aslanbaş’ın oğlu Baran, üç yıl önce Yıldıranların eliyle öldürüldüğünde, Leyla’nın dünyası altüst olmuştu.
O günden sonra ne bu düşmanlığı ne de evlat acısını unutabilmişti. Baran’ın ölümü sadece Aslanbaşlar için değil, tüm Doğu Anadolu için bir dönüm noktası olmuştu.
Ahmet Yıldıran’ın, Baran Aslanbaş’ı öldürdüğü haberi bölgedeki her aşirete yayılmıştı. Sebebi kimse tarafından bilinmeyen bu cinayet, dost iki aileyi düşman etmiş, yıllardır süren barışı yerle bir etmişti.
Leyla’nın yüreği evladının acısıyla yanarken, Aslanbaşlar intikam için harekete geçti. Ahmet Yıldıran’ın ölüm hükmü çıkarıldı ve infaz edildi. Bu olay Leyla’nın yüreğini bir nebze soğutmuş olsa da, evlat acısının kapanmayan bir yara olduğunu anlamıştı.
Şimdi ise hayatın garip bir cilvesiyle karşı karşıyaydı. Bir kızı Yıldıranlara gelin gitmiş, şimdi de Yıldıranların kızını oğluna gelin alıyorlardı. Leyla, Civan’ı severdi. Onun dürüst ve iyi bir adam olduğunu bilirdi. Asmin’i de sevmişti; onun da bu olaylarda bir suçu yoktu. Ama ne Civan ne de Asmin, Leyla’nın yüreğindeki Yıldıran nefretini silebilirdi.
Avludan gelen kahkahalar ve neşeli konuşmalar Leyla’nın düşüncelerini böldü. Etrafında dönen bu mutluluğa rağmen içinde bir huzursuzluk vardı. Bu düğün, geçmişin yaralarını yeniden deşiyordu. Leyla, bir an için gözlerini kapattı ve Baran’ı hatırladı. Oğlu, ailesinin gurur kaynağıydı. Onu toprağa verdiği gün, Leyla’nın içindeki ışık sönmüştü. Fakat, dayanmak zorunda olduğunu biliyordu. Her şeye rağmen ayakta durması lazımdı.
“Haydi binin arabalara da gelinimizi alalım!” diye seslendi Şerif Ağa, her zamanki otoriter ve gür sesiyle. Sözleri yankılandıkça, avludaki herkes toparlanıp araçlara doğru yöneldi.
Serhat için bu an, her şeyden çok bir kabustan farksızdı. Hayatına hiçbir zaman bir kadını dahil etmek istememişti, hele ki böylesine plansız ve istemediği bir evliliği... Eğer bir gün evlenecek olsaydı, bu tamamen kendi seçimiyle ve sevdiği biriyle olmalıydı. Ancak kader, her zaman kendi planını işlerdi. Şimdi, düşman bir ailenin kızı olan Asmin, karısıydı.
Gelin arabasının kapısını açıp bindi. Direksiyona geçecekti ki ağabeyi Ferhan hemen ön koltuğa oturdu. Arabalar korna sesleri ve neşeli halay şarkılarıyla Yıldıran konağına doğru ilerliyordu.
“Bak, oğlum, ters bir hareket yapma bugün. Kendine hakim ol,” dedi Ferhan, lacivert takım elbisesi içinde sert ama ağabeyane bir tavırla.
Serhat, sinirle abisine döndü. “Ne yapacağım lan? Bu siktiğimin gününde başka ne bekliyorsun?” diye patladı, sesi alay ve öfke doluydu.
Ferhan ise sabrını hızla tüketiyordu. “Büyüdün, koca adam oldun demem! Alırım ayağımın altına seni, Serhat!” dedi dişlerini sıkarak. Normalde sakinliğiyle bilinen Ferhan, söz konusu bir kadının incitilmesi olunca bambaşka bir insana dönüşürdü. Serhat bunu çok iyi bilirdi.
“Asmin artık senin karın. Düşman kanından olsa bile, o masum bir kadın! Ona zarar vermeye kalkarsan, bunun hesabını önce bana verirsin!” dedi Ferhan, sesi giderek sertleşiyordu.
Serhat derin bir nefes aldı, öfkesini yatıştırmaya çalışarak, “Tamam Ferhan, uzatma,” dedi. Onun da niyeti Asmin’e zarar vermek değildi. Ama içinde öyle bir karmaşa vardı ki, Ferhan’ın bu sürekli hatırlatmaları onu daha da geriyordu.
Kendi gururunu ve öfkesini yönetmeye çalışırken, ağabeyinin haklı sözleri ağır bir yük gibi omuzlarına biniyordu.
Son model lüks araçlar, yıldıran konağının önüne birer birer dizildi. Gelin alayı, kalabalığın arasında adeta görsel bir şölen oluşturuyordu
. Gelin almaya gelen Aslanbaşların bu görkemli gösterisi, iki aile arasındaki geçmişe rağmen geleneklerin hâlâ nasıl güçlü bir şekilde sürdüğünü kanıtlar gibiydi. Ancak tüm bu görkemin ve şarkıların arasında, Serhat’ın yüreğinde fırtınalar kopmaya devam ediyordu.
Damat önde olmak üzere, Aslanbaşlar için açılan büyük ahşap kapıdan içeri girildi. Konağın geniş avlusu, iki aşiretin bir araya geldiği bu özel gün için her zamankinden daha kalabalıktı. İlk olarak büyükler arasında selamlaşmalar ve kısa sohbetler yapıldı. Herkes, geçmişin gölgesinde boğulmamak için birbirine karşı kontrollü davranıyordu.
Ali Ağa, yüzünde belli belirsiz bir acı ile kızının koluna girdi. Asmin’i, sessiz adımlarla Serhat’ın yanına götürürken içi yanıyordu. Hayatında “Kimselere vermem,” dediği kızı, şimdi kızının sevmediği bir adama teslim ediyordu.
Asmin, diğer çocuklarından daha farklıydı Ali Ağa için. Herkes erkek evlat sevdasındayken, o kızına olan sevgisiyle övünürdü. Onun son çocuğuydu, gözbebeğiydi. Şimdi, bu konağı terk ediyor, yuvasından uçuyordu. Gözleri yaşla dolmuştu ama kimseye belli etmemek için dişini sıkıyordu. Asmin, güçlü bir babanın kızıydı; o da güçlü görünmek zorundaydı.
Ali Ağa, Serhat’ın karşısında dikilip durdu. Gözleri, genç adamın üzerinde sert ve kararlı bir şekilde dolaştı. Bir adım daha yaklaştı ve ağır bir sesle, adeta bir racon keser gibi konuştu:
“Serhat, kızıma en ufak bir zarar gelirse, onun tek bir damla gözyaşı, seni boğar! Ona göre davran. Kızımı başının tacı bil. Ben sana en değerlimi veriyorum. Sana nasıl verdiysem, öyle yaşat onu!”
Serhat, Ali Ağa’nın sözleri karşısında sessiz kalmayı tercih etti. Yalnızca başını hafifçe sallayarak onayladı. Bu adamın kararlılığı ve sevgisi, genç adamın kalbinde istemsiz bir saygı oluşturmuştu.
Ama Asmin’e bakmaktan hâlâ çekiniyordu. Kendi içinde karmaşık bir öfke ve inat vardı; sanki bakarsa tüm kontrolünü kaybedecekmiş gibi hissediyordu.
Sonunda gözleri, istemsizce karısına çevrildi. Onun kahverengi saçları, yüzünün çevresini zarif bir şekilde sarmıştı.
Gözleri uzun kirpiklerin ardında birer sır gibi parlıyordu. “Bu kadar güzel miydi bu kız?” diye düşündü Serhat, büyülenmiş bir şekilde. Gözlerini ondan alamıyordu. Ama o anda, bir el gelip kızın başına kırmızı örtüyü örttü.
O güzellik bir anda saklanmıştı. Serhat, kızın yüzüne doya doya bakamadan örtüyle birlikte kalbine bir ağırlık çöktü.
İçindeki tuhaf hislere anlam veremiyordu. Sadece Asmin’in güzelliğinden hoşlandığını düşünerek kendini avutmaya çalıştı. Ama bir şey, bu duygunun öyle basit olmadığını fısıldıyordu.
Kolunu uzattı. Asmin, hafif bir çekingenlikle koluna girdiğinde Serhat’ın içinde bir şeyler kıpırdadı. Elektrik çarpmış gibi hissetti.
Gelinliğin tül kolları, Asmin’in süt beyaz tenini zarif bir şekilde açıkta bırakıyordu. Gözleri farkında olmadan o tene kaydı. Parmak uçları istemsizce karıncalandı; dokunmak istiyordu. Ama kendine verdiği sözü hatırladı:
“O kadını koynuma alıp abime ihanet etmeyeceğim.”
Bu sözü, içindeki karmaşık duygulara karşı tek kalkanıydı. Ama hissettiği o ilk kıvılcım, çoktan kalbine yerleşmişti bile.
Derya Yıldıran ise, konağın bir köşesinde gözyaşları içinde kızının gidişini izliyordu.
Göğsüne ağır bir taş oturmuş gibi hissetti; nefes almakta zorlanıyordu. Elini sımsıkı yumruk yapmış, tüm acısını saklamaya çalışıyordu. Ama gözleri, tüm bu çabanın nafile olduğunu söylüyordu. İçinde kopan fırtınalar, yüzüne yansımıştı.
Tam o sırada Leyla Aslanbaş’ı gördü. Kadın, başka bir köşede, kendisi gibi acı içinde izliyordu olanları. Derya, Leyla'nın yüzüne baktığında ne bir mutluluk ne de bir memnuniyet gördü. Sadece saf bir acı ve öfke... Bu yüz ifadesi, Leyla’nın kalbindeki yangını açıkça ele veriyordu.
Derya, ona hak veriyordu. Evlat acısı kolay değildi. Ama bu acının, kendi kızından çıkarılmasına asla müsaade etmeyecekti. Ne gerekirse yapmaya hazırdı. Asmin, onun canıydı, tek bir damlasının bile zarar görmesine izin vermezdi.
Leyla ise , bakışlarını bir an Derya’dan kaçırıp Berin’e çevirdi. Kızını köşeye çekti ve sert bir tonda sordu:
“Dediklerimi yaptın değil mi? Öyle bir şey olmadı, değil mi?”
Berin, bir an tereddüt etti. Annesine yalan söylemek istemiyordu. Ama gerçeği de söylerse, Leyla’nın öfkesinin tüm şiddetiyle patlayacağından emindi. Annesini tamamen kaybetmekten korkuyordu. İçindeki vicdan azabıyla baş etmeye çalışarak soğuk bir sesle cevap verdi:
“Olmadı anne. Öyle bir şey olmadı.”
Bu sözleri öyle bir kararlılıkla söylemişti ki, Berin bile bir an kendine inanmış gibi hissetti. Ama içten içe, bu yalanın annesini tatmin etmeyeceğini biliyordu.
Leyla ve Berin’in konuşmalarını uzaktan fark eden Civan, hemen yanlarına geldi. Leyla Hanım’ın, Berin’i doldurmasından korkuyordu. Karısının üzerine, onun sevmediği hiçbir gölge düşmesine izin veremezdi.
Civan, Berin’in yanına vardığı gibi kollarını onun beline doladı ve kendine çekti. Bu ani hareketle Berin bir an irkildi. Ama kocasının sıcak ve koruyucu duruşu, onu bir anda rahatlatmıştı.
Leyla’ya nispet yapar gibi, Civan karısının yüzüne eğildi ve yanaklarından sıkıca öptü.
Leyla’nın gözleri öfkeyle parlıyordu. Civan’ın rahat tavırları, Berin’in ise soğukkanlı duruşu kafasını iyice karıştırmıştı. Kızının söylediklerine inanmak istiyordu, ama bir yandan da doğru mu söylüyor yoksa yalan mı söylüyor diye içten içe şüpheleniyordu.
Civan, Leyla’nın üzerindeki bakışlarını fark etmişti. Berin’in yüzünden çekilerek kadına doğru alaycı bir gülümsemeyle yaklaştı.
“Nasılsınız, Leyla Annecim?” diye sordu, sesine kasten bir alay katarak.
Leyla, bu adamın ne kadar rahat ve pervasız olabildiğine inanamıyordu. Öfkesi, içten içe artıyordu.
“Mutluluk mu bıraktınız bizde ki iyi olalım?” dedi Leyla, tıpkı onun gibi alaycı bir tonda.
Civan, gözlerini kadından ayırmadan ciddileşti. Sesinde artık alaydan eser yoktu.
“Siz kendinize o mutluluğu haram kıldıktan sonra, hiçbir şekilde mutlu olamazsınız,” dedi kararlı bir ifadeyle.
Leyla, bu sözle adeta irkilmişti. Civan’ın kendisi hakkında bu kadar açık ve net konuşmasına şaşırmıştı. Kadının yıllardır yaşadığı acı ve öfkeyi çocuklarından çıkarma alışkanlığını fark etmişti. Hele ki Berin’e olan sevgisi yüzünden Leyla’nın, kızını incittiğini anlamak zor değildi.
Civan, kadının öfkesinin kaynağını tahmin ediyordu; oğlu Baran’ın kaybı, Leyla’yı bir girdabın içine sürüklemişti. Ancak Civan, o girdabın içinde Berin’i de boğmasına asla izin vermeyecekti.
Leyla Hanım’ın cevap vermeyeceğini anlayan Civan, alaycı gülümsemesini koruyarak başını hafifçe eğdi. Ardından, Berin’in elini tutarak, “Hadi karıcığım, gidelim,” dedi sakin ama kararlı bir sesle. Kadının şaşkın bakışları arasında Berin’i konağın dışına doğru yönlendirdi.
Konak önünde bekleyen araçlardan çoğu çıkmıştı, sadece birkaç araba kalmıştı. Civan, arabasına doğru ilerlerken Berin, onun annesiyle bilerek bu şekilde konuştuğunu anlamıştı. Hak da veriyordu. Leyla Hanım’ın sert ve kırıcı tavırları, Civan’ı bıçak gibi keskin bir dil kullanmaya itmişti.
Berin, içten içe kocasına hak verse de bu durumun daha da büyümesini istemiyordu. Yine de Civan’ın tavrına dair tek bir kelime etmedi. Sessizliği, hem bir destek hem de bir onay anlamı taşıyordu.
Arabaya bindiklerinde Berin, ellerini dizlerinde birleştirip Civan’a döndü. Kendi içinde bir mücadele veriyor gibiydi.
Cesaretini toplayarak, “Civan, anneme bizim birlikte olduğumuzu söylemedim,” dedi kısık bir sesle. Bu itirafın Civan’ın tepkisini çekeceğinden korkuyordu.
Civan, direksiyonda ki elini sıkıp alaycı bir gülümsemeyle, “Nereye kadar saklayacaksın bunu?” diye sordu. Karısının ona karşı bu kadar çekingen davranması gururuna dokunuyordu.
Berin, tereddütle Civan’ın direksiyondaki elini tuttu ve üzgün bir sesle, “Civan, sana söyledim... Annemi kaybedemem. Lütfen annemin yanında bana çok yakın davranma. Annem bizim hâlâ... birlikte olmadığımızı sanıyor,” dedi. Bu sözler Berin’i ne kadar rahatsız etse de başka bir seçeneği yokmuş gibi hissediyordu.
Civan derin bir nefes aldı. Karısının üzgün ve suçlu bakışlarını görünce öfkesi yumuşadı. O bakışlar, tüm direncini kırıyordu. “İyi, tamam,” dedi istemsizce bir gülümseme ile. Karısını bu halde görmek ona dayanılmaz geliyordu.
Berin’in gözlerinde tekrar o hüznü görmemek için ne istese yapmaya hazırdı. Yeter ki karısı mutlu olsun.
🍷🍷🍷
Asmin ve Serhat, gelin arabasında sessizlik içinde ilerliyordu. Önde Ferhan ve karısı Gülistan oturuyordu. Arabanın içindeki hava, neşeden çok bir ağırlık taşıyordu.
Gülistan, sessizliği daha fazla dayanamayarak, “Ay Ferhan’ım, bir şarkı aç da eğlenelim biraz! Gelin mi alıyoruz, cenaze mi belli değil!” dedi, hafif bir sitemle.
Ferhan, eşine hak verip hemen hareketli bir halay şarkısı açtı. Arabanın içine bir nebze de olsa neşe doldu. Gülistan, arkaya doğru dönüp Asmin’e gülerek, “Kız eltim, çıkar şu başındaki örtüyü, takarsın yine orada,” dedi.
Asmin, Serhat’ın tepkisizliğinden dolayı kendini iyice rahatsız hissediyordu. Fakat eltisini kırmak da istemedi. Başındaki örtüyü çıkarıp kucağına bıraktı.
Serhat, gözlerini kaçırmak için neredeyse kendisiyle savaş veriyordu. Onu fark etmek istemese de, Asmin’in güzelliği fazla barizdi.
Örtüyü çıkarınca Asmin bir nebze rahatladı. Sıcaktan ve heyecanından bunalmıştı. Araba, kimine sessizlik, kimine neşe içinde ilerlerken, sonunda düğünün yapılacağı alana ulaştılar.
Asmin, indiğinde kaynanası Leyla Hanım’ın hiçbir şeyle ilgilenmediğini fark etti. Her şeyle Gülistan ilgileniyordu. Bu durum Asmin’in canını sıkmıştı. Kaynanası, daha ilk günden tarafını açıkça belli etmişti.
Serhat ve Asmin, zılgıtlar eşliğinde düğün salonuna girdiler. Gelin ve damat için özel olarak hazırlanmış masaya yerleştiler. Salon, halay çekenlerle dolup taşarken herkes eğleniyor, kurtlarını döküyordu. Ancak gelin ve damat arasında derin bir sessizlik hâkimdi.
Tebrik için yanlarına gelenlerle konuşup kısa bir sohbetin ardından tekrar oturuyorlardı. Gürültü ve coşku salonu doldururken, ikisinin arasındaki sessizlik bu neşeye tezat oluşturuyordu. Bu durum, ikisini de rahatsız etmeye başlamıştı.
Sessizliği daha fazla sürdüremeyen Serhat, sonunda dayanamayıp Asmin’e döndü. "Bir şeye ihtiyacın var mı? Su alayım mı?" diye sordu, sesi kısık ama kararlıydı.
Asmin, Serhat’ın gözlerine bakmaya cesaret edemedi. "Yok, sağ ol," diye mırıldandı. Yine de Serhat’ın ona bir şey sorması, biraz olsun rahatlattı içini.
Ama Serhat, sadece sessizliği bozmak için konuşmamıştı. Salondaki birkaç adamın Asmin’e nasıl baktığını fark etmişti ve içindeki öfkeyi zor zapt ediyordu. Kadın evlenmiş, yanındaki adam kocası ama hâlâ utanmadan gözlerini dikip bakıyorlardı.
Eğer bu bir düğün olmasaydı, o adamlara neler yapacağını hayal ederek içten içe öfkeyle kaynadı. “Düğün bitince hesaplaşırız,” diye geçirdi içinden, ama bunu Asmin’e belli etmedi.
Herkes yemeklerini yiyip keyiflerini sürdükten sonra sıra takı merasimine gelmişti. Asmin’in üzerinde takılar adeta dağ gibi birikmişti, vücudu altınlarla kaplanmıştı. Gelen herkes, ona takı takmaya devam etmişti. Asmin, bir süre sonra yorgunluktan kendini sandalyeye bırakmış, gözleri biraz dağınık bir şekilde salona bakıyordu.
Gözleri biraz ağırlaşmıştı, ama o anda nikah memuru sahneye çıkıp resmi olarak nikahlarını kıydı. Herkesin önünde, nikah memuru onları bir kez daha birbirlerine kabul ettirmişti. Asmin, artık Serhat’ın hem resmi hem de dini anlamda karısıydı.
Bütün bu hengâmeden sonra, düğün coşkusu devam etse de Asmin ve Serhat, takılardan sonra hiç hareket etmediler. Herkes halay çekmeye devam ederken, ne kadar ısrar etseler de ikisi de dans etmemişti. Her şey normalde en mutlu gün olarak kabul edilse de, ikisinin de ruhu ve gönlü bu kutlamayı içtenlikle kutlamak için yerinde değildi.
İkisinin de kalbi o kadar ağır ve karışıktı ki, bu düğün onlar için sadece bir formalite gibi geçiyordu. Her ikisi de birbirlerine bakıp sessizce içlerini kemiren duyguları birbirine hissettirmemeye çalışıyorlardı.
Düğün nihayet son bulmuş, herkes evlerine dağılmaya başlamıştı. Asmin, son kez ailesine veda etmişti. Ailesi de düğünden ayrılmıştı, şimdi yeni ailesiyle baş başa kalmışlardı.
Asmin ve Serhat, arabada sessizce ilerliyorlardı. Asmin, bu geceyle ilgili korkularını içinde biriktiriyor, dudaklarını kemiriyordu. Serhat ise ona tek bir bakış bile atmıyordu. O an, aralarındaki mesafe giderek daha da büyüyordu.
Konağa vardıklarında, Serhat, diğerlerini beklemeden odalarına çıkmaya karar verdi. Bugün zaten yeterince yorulmuşlardı. Asmin, onun önünden gelinliğini tutarak ilerliyordu, fakat Serhat hiç yardımcı olmuyordu.
İkinci kata geldiklerinde, Asmin'e soğuk bir şekilde, “Sola dön, oda o tarafta” dedi.
Asmin, Serhat’in bu soğuk tavrına dayanamıyordu ama sabretmesi gerektiğini biliyordu. Hiçbir şey demeden, onun önüne geçmişti. Odaya girdiğinde, gözleri odanın şıklığıyla dolmuştu. Seçtikleri yatak odası takımı ve duvarlar, odaya zarif bir hava katmıştı. Ancak, odaya girmesiyle birlikte gerçeğin soğukluğu da hissetti. Bu odada, sadece bir fiziksel zorunluluk vardı, duygusal bir bağ yoktu.
Serhat, Asmin’in içindeki huzursuzluğu hiç hissetmemiş gibi, odada bulduğu koltuğa yayıldı. Sigara paketini cebinden çıkarıp bir sigara yaktı. Dumanını, Asmin’in üstüne üflerken, soğuk bir sesle, “Gelinliğini çıkar, uyu,” dedi.
Asmin, Serhat’in bu sözlerine irkilerek tepki verdi. Bu gece, onun olma düşüncesiyle karışık hisler içindeydi, ancak Serhat’in sözleri bir duvar gibi üzerine çöküyordu.
Asmin, ağzından çıkacak kelimelerin ağırlığını hissederek, “Ama…” dedi. Cümlesinin ne anlama geldiğini tam olarak kavrayamıyordu.
Serhat, ona karşılık verirken sesindeki sertlik daha da arttı. “Ama ne? Ne sandın? Siz abimi öldürmediniz, seninle sevgiyle evlenip, gerdeğe gireceğiz diye mi düşündün?” dedi, her kelimesi keskin bir ok gibi Asmin’e saplanıyordu. “Uyan artık, biz bu odaya mahkûm iki insanız.”
Asmin, yerinden hareket edemiyordu. Serhat’in sözleri, onun kalbine kurşun gibi saplanıyordu. Hak etmediği bir hayatın içine sürükleniyordu.
Konakta nasıl bir ömür geçireceğini düşündü, fakat aklına hiçbir çözüm gelmedi. Tüm düşünceleri, çıkmaz sokaklara dönmüştü.
Bir an duraksadı, derin bir nefes aldı ve sonra soğuk bir şekilde, “Bir gün, koynuna girmem için yalvaracaksın bana, Serhat. Ama o gün geldiğinde, sana yüzümü bile göstermeyeceğim. Yanlış anlama, bu sözlerim sana olan merakımdan değil. Ama her şeyin suçlusu benmişim gibi davranman… İşte bu en çok yaktı beni. Umarım sen de cayır cayır yanarsın ve sana yardım etmeyecek bir Asmin bulursun,” diyerek, gözlerinden süzülen yaşları silip, gelinliğini toparlayarak odadaki banyoya doğru yöneldi.
Asmin, dolaba yöneldi ve elleri titreyerek makası aradı. Bir süre sonra bulduğunda, hemen gelinliğinin arka kısmına yaklaşarak kesmeye başladı . Gelinliği paramparça ederken, içinde bir rahatlama hissi belirdi. O an, düğün boyunca hissettiği tüm baskıyı biraz olsun üzerinden atmıştı.
Gelinliğini çıkardıktan sonra, odada bulunan uzun beyaz bornozu giydi. Bedenindeki çıplaklığı saklama ihtiyacı duymadan, banyonun soğuk havasını hissetmeden odadan çıktı. Bir an için Serhat’ın onu izlediğini hissedebiliyordu, ama bu hissi görmezden gelerek dolaba yöneldi. İçinden bir gecelik ve iç çamaşırı aldı, vücudunun her bir hareketi onu bir şekilde rahatsız ediyordu.
Serhat, odanın bir köşesinde durarak, gözlerini Asmin’in bedeninden ayırmakta zorlanıyordu. Asmin’in giydiği şeyde, kendini bir şekilde geri çekmek istese de, altındaki hareket etmeye başlayan organa engel olamıyordu. Verdiği karardan pişman olmuştu ama iş işten geçmişti.