Gözyaşlarım durmaksızın yanaklarımdan süzülürken, Civan yüzümü iki eliyle sabitledi.
“Şşş, ağlama. Ben halledeceğim, tamam mı?” dedi, yumuşak ama kararlı bir sesle. Gözlerimi ondan kaçırırken yüzüme biraz daha yaklaştı.
“Bizimkiler böyle bir şeyi asla affetmez,” dedim hıçkırıklar arasında. Gözyaşlarım beni ele veriyordu, ama onun yanında ağlamaktan çekinmiyordum. Beni anlar, bana destek olurdu.
Birden sert bir ses tonuyla, “Bana bak, Berin,” dedi. Kahverengi gözlerimi ona kaldırdım, yavaşça ve ürkek bir şekilde. Herkese karşı güçlü durabilen ben, onun yanında hep savunmasız bir hal alıyordum.
“Şu hale bak,” dedi, yüzümü inceleyerek. “Gözlerinin içi kızarmış hemen.”
Parmaklarıyla gözyaşlarımı sildi. Yıllar sonra gelen bu küçük hareket bile içimde tarifsiz bir huzur uyandırdı.
Yüzümü hala kendisine dönük tutarken, yavaşça eğildi. Ellerimi hemen koluna sardım. Gözlerimin altına küçük bir öpücük kondurdu. Bu hareketiyle tir tir titredim. Hala bu kadar ilgili olması... hâlâ beni sevdiği anlamına geliyordu, değil mi?
“Sakin ol,” dedi, alçak bir sesle. “Aşireti toplamışlar. Ben gideceğim, ama sen burada kalıyorsun, Berin. Ben gelene kadar hiçbir yere çıkmıyorsun.”
Sözleri içimde bir öfke dalgası oluşturdu. Kaşlarımı çatarken, “Eğer sen gidiyorsan, neden ben burada kalıyorum?” diye sordum.
Bu işin nereye varacağını biliyordum. Kaçırılan biri varsa, bu işin sonu ya ölümle ya da berdelle biterdi. Civan, herkesin başında olabilirdi; ama bu, gelenekleri ve yılların getirdiği kinleri değiştirmezdi. Kan dökülecekti.
“Civan,” dedim, sesim titriyordu. “Ya berdel ya ölüm derler... Ne yapacaksın? Benim yüzümden başın belaya girsin istemiyorum.”
Bir an yüzünde beliren alaycı bir tebessümle, “Halledemezsem... evleniriz biz de,” dedi. Söyledikleri şakayla karışık gibiydi ama gözlerinde ciddiyet parlıyordu.
“Civan, saçmalama! Ne evlenmesi? Bizimkiler böyle bir şeye asla müsaade etmez!” dedim, sinirle. Sanki kafasını tamamen kaybetmişti.
"Benimle evlenmeyi istemiyor musun yani sen" diye sordu alayla.
“İstemiyorum, tabii ki,” dedim, ama sesim bir mırıltıdan ibaretti. Bu kadar cılız çıkan sözlerime, dudaklarında beliren alaycı bir gülümsemeyle karşılık verdi. O da inanmadı, belliydi. İkimiz de biliyorduk ki bir arada olmayı çok istiyorduk. Ama ailemi arkamda bırakıp Civan’la mutlu mesut bir hayat süremezdim.
Civan birden ayağa kalktı, kısa bir süre sessizce yüzüme baktı. Bakışlarında bir kırgınlık vardı; onu tercih etmediğim için içten içe buruk olduğu çok belliydi. Bu halini görmek canımı acıtıyordu, ama başka bir yol yoktu.
“Ben gidiyorum,” dedi, sesinde ciddi ama sakin bir tonla. “Korkma, istemediğin bir şey olmaz.”
Erken gelmeye çalış, diye mırıldandım ardından. Başını hafifçe salladı, çıkmadan önce gözleri koluma kaydı.
“Koluna dikkat et,” dedi. Bakışları uyarıcı ve şefkat doluydu.
O söyleyene kadar kolumun varlığını bile unutmuştum. Sadece kapının kapanışını duyarken, içimde ona durmasını söylemek isteyen ama bir türlü ses çıkaramayan bir yanım vardı.
☀️
Civan, evden çıkar çıkmaz bahçedeki adamlara sert bir tonla talimat verdi.
Herkes toplantının yapılacağı yere gitmek üzere hazır olacaktı. Arka arkaya sıralanmış üç araba evin bahçesinden sessizce hareket etti. Güvenlik her zamanki gibi sıkıydı; biri önde, diğeri arkada olmak üzere konvoy oluşturulmuştu. Civan, her ihtimali göz önünde bulundurmuştu. Dostu olduğu kadar düşmanı da vardı, özellikle konu sevdikleri olduğunda hiçbir riski göze alamazdı.
Toplantı, Yıldıranların konağında yapılacaktı. Aşiret için en uygun yer orasıydı. Ancak kimse Civan’ın bizzat toplantıya katılacağını bilmiyordu.
Aşiretin kurallarına göre, onun yokluğunda yetkili kişi karar verecekti. Bu karar, ya berdel ya da ölüm anlamına gelecekti.
Civan için ölüm bir seçenek olmaktan çok daha fazlasıydı; gerekirse kendi elleriyle halledebilirdi. Sevdiği kadına yaklaşanların bile canını hiç düşünmeden alabilecek biriydi. Ama bu mesele çok daha karmaşıktı. Kız kardeşini Berin’in abisine kurban etmek, vicdanında taşıyamayacağı bir yük olurdu. Buna hakkı olmadığını çok iyi biliyordu.
Hareket eden konvoy, Civan’ın karmaşık duygularını geride bırakarak sessizce şehre doğru ilerliyordu. Bugün alınacak kararlar, sadece iki aileyi değil, tüm Van’ı ilgilendirecekti.
Üç araç, arka arkaya Yıldıran konağının önünde durdu. Kapıdaki korumalar hemen kapıyı açarak araçlardan inen Civan'ı selamladı. Civan Ağa'nın toplantıya katılacağını öğrenen korumalar sakindi; kimse bu gelişin ağırlığından haberdar değildi.
Civan, ağır ve kendinden emin adımlarla konağın içine doğru ilerledi. Avluda oturan kadınlar hemen dikkatlerini ona çevirdi. Annesi Derya Hanım, gözyaşları içinde kız kardeşi Asmin’in teselli etmeye çalıştığı bir hâlde, oğlunun gelişini fark edince ayağa kalktı. Yüzünde sitem ve hüzün vardı.
Civan tam kapıdan içeri girecekken annesi hızlı adımlarla yanına gelip önünde durdu. “Nasıl yaptın oğlum bunu bize?” diye seslendi, sesi hem öfke hem de acı doluydu.
Civan, annesinin yüzüne baktı ama duygularını belli etmedi. Sert bir duruşla, “Anne, anlamadan konuşmayın. Bu mesele sizin düşündüğünüz gibi değil,” dedi.
Derya Hanım ellerini oğlunun kollarına koydu, gözleri hâlâ yaşlarla doluydu.
Titreyen sesiyle, "Oğlum, ne yap et hallet bu meseleyi. Yeğenimi geçtim, kızımı kurban edemem ben!" dedi. Kadının sesi hem bir yakarış hem de bir emirdi.
Derya Hanım’ın korkusu büyüktü; yeğenine bir şey olmayacağını biliyordu ama kızının istemediği biriyle evlenmek zorunda kalması ihtimali yüreğini yakıyordu. Ana yüreği bunu kaldıramazdı, kızının mutsuzluğunu izlemeye dayanamazdı.
Civan, annesinin yüzündeki endişeyi gördü ama bakışları hâlâ sert ve kararlıydı. "Anne, merak etme. Kimse Asmin’i zorla bir şeye mecbur edemez. Buna ben izin vermem," dedi, sesi sakin ama güven doluydu.
Derya Hanım, oğlunun sözlerine inanmak istiyordu ama içindeki korku dinmek bilmiyordu. "Civan, sen ne kadar güçlü olursan ol, bu töre işte. Bir kişinin hatasını bir diğeri ödüyor. Ne olacak, nasıl çözeceksin?" diye sordu, sesi çatlamıştı.
"Bilmiyorum, anne," dedi derin bir nefes alarak. Güçlü görünmeye çalışıyordu; zaten güçlü biriydi. Ama bu defa ne olacağını gerçekten bilmiyordu.
Derya Hanım, oğlunun gözlerindeki kararsızlığı fark etmişti. Civan her zaman bir çözüm bulurdu, ama bu mesele bambaşkaydı. Töre, herkesin boynunda asılı bir zincirdi ve bu zinciri kırmak kolay değildi. Kadın, oğlunun çaresizliğine rağmen onu teselli etmeye çalıştı.
"Sen çözersin oğlum, biliyorum," dedi elleriyle oğlunun yüzünü okşayarak.
"Ama kızımı da bu ateşe atmana izin veremem. Bir yol bulacaksın. Her zaman buldun."
Civan, annesinin sözleriyle daha da ağır bir yükün altına girdiğini hissetti. Güçlü olmak zorundaydı, sadece ailesi için değil, aşiretin geleceği için de. Ama şu an, tüm çözüm yolları sisle kaplı gibiydi. Derin bir nefes daha alıp sakinleşmeye çalıştı.
Civan, annesinin gözlerine kısa bir süre baktı, başıyla hafifçe onayladı ve ardından toplantının yapıldığı şark odasına doğru ağır adımlarla ilerledi. Kapının eşiğinden içeri girerken odanın ağır havasını hissetti. Şark odası, aşiretin en önemli meselelerinin konuşulduğu ve kalabalık ailelerin ağırlandığı yerdi.
Civan ağır ve kendinden emin adımlarla şark odasına girdi. Kapıyı açtığı anda herkesin gözleri ona döndü.
"Selamünaleyküm ağalar, hoş gelmişsiniz," dedi derin ve tok bir sesle.
Odadakiler bir an için sessizleşti. Civan’ın toplantıya katılması birçok kişiyi şaşırtmıştı. Orada olmaması işlerini kolaylaştıracakken, onun varlığı her şeyi daha karmaşık hale getirmişti. Özellikle Ferhan ve Serhat gibi gençler, Civan’ın liderliği karşısında huzursuz görünüyordu. Ancak ortamda belli belirsiz bir gerginlik olsa da, ağalar hep bir ağızdan selam verdiler:
"Aleyküm selam."
Tahsin, Ferhan ve Serhat gibi önde gelen isimler birbirlerine bakışarak fısıldaşmaya başlamışlardı. Serhat’ın yüzü öfkeyle kasılmıştı ama hâlâ bir şey söylememeye çalışıyordu. Şerif Ağa’nın toplantıya gelememesi, hastalığından dolayıydı. Fakat Civan’ın beklenmedik gelişi, tüm planları altüst etmiş gibiydi.
Civan, odanın ağır atmosferine aldırmadan köşedeki lider sedirine doğru ilerledi. Oraya oturduğunda, herkes onun bu hareketini liderliğini pekiştiren bir mesaj olarak algıladı. Orta yaşlarda, sesi sakin ama otoriter bir ağa konuşmaya başladı:
"Civan Ağa da geldiğine göre artık başlayabiliriz."
Civan, başını hafifçe sallayarak onayladı ve gözlerini odadaki adamlara çevirdi.
"Ne derdiniz varsa söyleyin, ağalar," dedi kısa ve net bir şekilde.
Aynı ağa tekrar söz aldı.
"Civan Ağa, Aslanbaş aşireti, kızlarının kaçırıldığını söylüyor. Bu haber tüm Van’a yayılmış durumda. Söyle bakalım, doğru mu bu?"
Bu sözler odadaki gerginliği iyice artırdı. Serhat, yerinde huzursuzca kıpırdanıyordu, ama hâlâ bir şey söylemek için cesaretini toplayamamıştı.
Civan, sırtını koltuğa yasladı ve sakin ama kararlı bir sesle konuşmaya başladı:
"Kızlarını benim aldığım doğru. Ama kaçırmadım."
Odadaki herkes, Civan’ın açıklamasını dikkatle dinliyordu. Serhat ise daha fazla dayanamayarak ayağa kalktı ve öfkeyle bağırdı:
"Lan ne demek kaçırmadım?!"
Serhat’ın bu çıkışı üzerine odanın yaşça büyüklerinden biri, sakin ama sert bir sesle araya girdi:
"Evlat, sessiz ol! Civan Ağa konuşuyor."
Civan, gözlerini Serhat’a dikti.
Bakışlarındaki keskinlik, odadaki herkesin üzerine ağırlık gibi çökmüştü. Sesi bir oktav daha yükseldi, odada yankılanan kararlılığı herkesi susturdu:
"Aslanbaş’ın kızı kendi isteğiyle bana sığındı. Bu mesele kimsenin düşündüğü gibi değil. Kimsenin diline düşmeyecek bir mesele."
Tahsin Ağa öfkeyle öne eğildi, yüzü kıpkırmızı olmuştu.
"Kızımın adı tüm Van'da çıkmış! Namusumuzu iki paralık ettin. Hâlâ nasıl kimsenin diline düşmeyeceğimizden bahsediyorsun, Civan Ağa?" diye hiddetle çıkıştı.
Civan, kendinden emin bir şekilde kollarını arkasında birleştirerek konuştu:
"Aslanbaşların büyük kızı ve ben evleneceğiz. Bu iş burada kapanacak."
Bu sözler odada bir bomba etkisi yarattı.
"Ne diyorsun lan sen!" diye bağırarak ayağa fırladı Serhat. Yanında oturan Ferhan ve Tahsin de sinirle ayağa kalktı.
Civan, bir adım öne çıkıp tüm otoritesiyle gürledi:
"Oturun yerinize! Haddinizi bilin!"
Sağa sola doğru sert bir bakış attı. Bu hareketi, zaten gerilmiş olan odadaki havayı daha da ağırlaştırmıştı. Civan’ın bu ürkütücü tavrı, birçoklarını sessizliğe sürükledi. Ancak Serhat, hâlâ sinirine hakim olamıyordu.
"Ne oturması! Şerefsizin biri kardeşimi alıkoyacak, sonra da lütfeder gibi ‘evleneceğiz’ diyecek! Sen kimsin lan? Kimsin de benim bacım hakkında böyle karar verebiliyorsun?" diye bağırdı.
Civan, sesini daha da yükseltti:
"Atın bu adamı dışarı! Buranın huzurunu bozan kimse burada duramaz!"
Adamları, Serhat’a doğru bir adım atarken Serhat ellerini kaldırıp durdurdu.
"Tamam, gelme üstüme. Oturacağım," dedi dişlerini sıkarak. Kardeşi hakkında konuşulanları kaçırmamak için bu kez geri adım atmak zorunda kalmıştı.
Civan, yerinden kıpırdamadan konuşmasına devam etti:
"Evet, ağalar, dediğim gibi Aslanbaşların kızıyla evleneceğim. Siz Aslanbaşlar isterseniz gelip kızınızı isteyelim. Anlı şanlı bir düğün yapalım. Eğer istemezseniz, sade bir nikahla konağıma gelin getiririm."
Odada şaşkın bir sessizlik hakim oldu. Babası Ali Ağa ve kardeşi Emrah bile donup kalmıştı. Daha düne kadar başka birini isteyecekken şimdi bu nasıl olmuştu?
Sessizliği orta yaşlı bir ağanın sorusu bozdu:
"Peki, senin isteyeceğin kız ne olacak, Civan Ağa? O kız ortada mı kalacak?"
Civan, keskin bir sesle cevap verdi:
"Hayır. O kızla ne bir münasebetim ne de bir bağım var. O kızın benimle hiçbir ilgisi yoktur, ağalar."
Tahsin Ağa, oturduğu yerden dikildi ve sert bir sesle konuştu:
"Ben oğlumun katili olan aileye bırak kızımı, günahımı bile vermem!"
Tahsin Ağa’nın yüzündeki ifade, acı ve öfkenin bir karışımıydı. Bir evladını toprağa vermişken, diğerini de bu aileye teslim etmeyi asla kabul edemezdi.
Odada tekrar ağır bir sessizlik çöktü. Civan, gözlerini odadakilerde gezdirirken, herkes bir çözüm bekliyordu.
Civan, derin bir nefes aldı ve ağırbaşlı bir şekilde konuştu:
"Bu mesele burada çözülecek, Tahsin Ağa. Kan dökmeden, kimsenin canı yanmadan."
Odadaki gerginlik gittikçe artıyordu. Herkes Berin’in Civan’a isteyerek gittiğini düşünüyor, bu yüzden kan dökülmesinden çekiniyordu. Herkesin aklında, bu meseleyi çözmenin bir yolunu bulmak vardı.
Odadaki bir ağa, dikkat çekmek için boğazını temizledi ve konuşmaya başladı:
"Civan Ağa’m, madem kız da kendi rızasıyla sana gelmiştir, berdel yapalım. Kız kardeşin Asmin’i Serhat’la nikahlayalım. Hem bekar hem de bu iki aile arasındaki düşmanlık belki böylece sona erer."
Ağanın bu önerisi, odadaki diğer ağalardan onay almıştı. Fısıltılar arasında başları sallayanlar vardı, ama Civan ve Tahsin Ağa’nın tepkisi belirsizdi. Serhat ise yerinde duramıyordu.
Serhat sert bir şekilde ayağa kalktı:
"Bu adamın kardeşiyle evlenmem ben! Benim kız kardeşim de bu adama kaçmaz! Verin kızımızı, gidelim biz. Uzatmayın bu işi, bizim aramızdaki düşmanlık bitmeyecek!" dedi, bu kez sakin bir ses tonuyla ama kelimeleri keskin bir öfke taşıyordu.
Civan, gözlerini Serhat’a dikerek soğuk bir sesle konuştu:
"Benim kimseye verecek kız kardeşim yoktur."
Bir başka ağa, Civan’ın bu cevabına çekingen bir sesle karşılık verdi:
"Civan Ağa, madem sen kız kardeşini vermiyorsun, onlar da kızlarını vermemekte haklı."
Ağanın sözleri odada yankılandı, ama sesinde açıkça korku vardı. Çünkü bu sözler, Civan’ın sinirini daha da tetiklemişti.
Civan, oturduğu yerden yavaşça doğruldu. Gözleri, sözün sahibine döndüğünde odadaki hava tamamen değişti. Soğuk, keskin bir tonda konuştu:
"Kimse benim ailem hakkında böyle konuşamaz. Kardeşim Asmin bu meseleye karıştırılmayacak. Berin de artık benimdir. Bu konu burada kapanacak. Eğer başka bir derdi olan varsa, şimdi konuşsun!"
Odada bir süre çıt çıkmadı. Herkes, Civan’ın öfkesinin dozunu tahmin edemez halde bekliyordu. Tahsin ve Ferhan ise dişlerini sıkarak, başka bir yol bulmaya çalışıyordu.
Serhat, Civan’ın gözlerinin içine bakarak konuştu. Sesindeki alaycı ton herkesin sinirlerini daha da geriyordu.
“Madem kız kardeşim senindir, Civan Ağa, o halde kız kardeşin de benimdir. Şartlarımız bu. Ancak bu şekilde kızımızı sana vermeyi kabul ederiz,” dedi. Onun bu sözleri odadaki gerilimi zirveye taşıdı.
Serhat, bu teklifin Civan tarafından asla kabul edilmeyeceğini biliyordu. Kız kardeşini bu adama yar etmeye niyetli değildi; bunu belli etmek için elinden geleni yapıyordu.
Civan, yerinden kıpırdamadan Serhat’a dik dik baktı. Öfkesini kontrol etmekte zorlandığı her halinden belliydi.
Çenesindeki kaslar seğiriyor, yumrukları sıkılıyordu. Yavaşça derin bir nefes aldı ve dişlerinin arasından konuştu:
“Sen kimsin de benim kardeşim üzerinden pazarlık yapmaya kalkarsın, Serhat? Böyle bir teklifi burada konuşmaya bile cüret etmen, başlı başına bir hadsizliktir!”
Serhat, Civan’ın sinirini daha da alevlendirecek şekilde gülümseyerek yanıt verdi:
“Namus meseleleri böyle çözülür, Civan Ağa. Sen bacıma el uzattıysan, ben de seninkini isterim. Hadi, kararını ver. Bacını mı vereceksin, yoksa kan mı dökülsün?”
Civan’ın yüzü daha da sertleşti. Öfkesi, odanın her köşesine yayılan bir fırtına gibiydi. Tam bu sırada odanın kapısı birden açıldı. Kapıdan içeriye Berin Aslanbaş ve Asmin Yıldıran girdi. İkisinin arasında duran korumalar, gözleriyle Serhat’dan gelecek talimatı bekliyordu.
Berin, sessizce yere bakarak içeriye adım attı. Yüzünde korkuyla karışık bir kararlılık vardı. Asmin ise başını dik tutarak, korumanın diğer yanında durdu.
Herkesin gözleri onlara çevrilmişti; odadaki gerginlik artık dayanılmaz bir hâl almıştı.
Serhat, bir kez daha Civan’a döndü. Gözlerinde zafer kazanmış birinin ifadesi vardı.
“Evet, Civan Ağa. Bacını mı vereceksin, bacımı mı? Seçimini yap!”