27 Haziran 2021
Kötü günler, birkaç saat sonra geride kalacaktı. Geçirdiğim kötü günlerin psikolojimde açtığı derin yarayla birlikte dişlerimi serçe parmağının uzun zamandır uzattığım tırnağına geçirdim. Tırnaklarımı yememek için sürmem gereken acı ojeyi dün gece pencereden aşağı sallamıştım. Bunun bir çözüm olduğunu ve beni engellediğini bile bile sallamıştım ve pek pişman olduğum söylenemezdi. En azından bugün özgürce tırnaklarımı dişlerime takabilmek istiyordum. İçinde olduğum ve beni her dakika daha da boğan stresi atmam için başka bir çözüm yolu bulana dek bununla idare edecektim.
Aylardır geçirdiğim stres nöbetleri bugün zirveye ulaşmıştı ve ben acı oje sürerek özenle uzattığım tırnaklarımı ısırıp koparmadan stresimi azaltabileceğimi sanmıyordum. Tırnaklarımı ısırıyor ve komodinin üzerindeki çalar saatle bakışıyordum. Eğer çalar saatin iradesi olsaydı bakışlarımdan rahatsız olup kaçardı. Gözlerimi gerekmedikçe kırpmıyor, saniyeleri ve dakikaları sayıyordum. Bir nevi saatin işine dahil oluyordum.
Yatağımın kenarına oturmuş, bacaklarımı aşağıya sarkıtmış, parmak uçlarımı zemine bastırmıştım. Boyum zemine değecek kadar uzundu fakat bir şeylere baskı kurma isteğimi bastıramıyordum. Bacaklarımı olabildiğince büküyor, yine de parmaklarımı zemine geçiriyordum.
Zihnimden yükselen 'Kahve kahve kahve' seslerini bastırmaya çalışırken birkaç saniyeyi saymayı kaçırmıştım. Babam tarafından zorla kahve detoksuna sokulalı aylar oluyordu ve benim şu anki en büyük arzularımdan biri kahveydi. Kafeine ve beni ayakta tutma gücüne ihtiyacım vardı.
Odamın kapısına iki kez tıklatıldığında ses vermedim. Kapı birkaç saniye içinde aralandığında göz ucuyla gördüm ama son birkaç saattir saatten gözlerimi ayırmamakla ilgili küçük bir problemim vardı. Zaten bakmasam da kimin geldiğini tahmin edebiliyordum.
"Kayra..." diyen babamın uykulu ses tonu odaya doldu. "Ne zaman uyandın?"
"Uyumadım." Direkt verdiğim yanıt üzerine annem hafif aralık kapıyı sertçe iterek içeri daldı. Annemin babama göre daha katı ve biraz da sinirli olduğu söylenebilirdi. Kendi sinirlerini geçtim, benim sinirlerimle de oynamaya bayılırdı.
"Uyumadın mı?" diye bağırdı annem, sesindeki öfke içimde bir yerlerde küçük bir titreşimin oluşmasına neden oldu. "Hayatının sınavına gireceksin ve uyumadın mı?"
"Uyku tutmadı." Onlara bakmayı reddediyordum. Başımda dikilmeleri, stresime stres katacak cümleler sarf etmeleri yetiyordu, yüzlerinin aldığı ifadeleri görmesem de olurdu.
Dakikaları saymak ve sakinleşmek istiyordum. Birkaç saat önce oradan oraya yürüyüp kendi kendime çıldırıyordum ama dakikaları saymaya başladığımdan beri daha sakindim. İşe yarıyordu, bir şey için sabretmeye çalışırken kullanılabilecek en iyi yöntemlerden biriydi. Bazen arabayla ya da otobüsle bir yere yolculuk ederken çok bunalırdım. Süre belirler, içimden saymaya başlardım. Saymayı bitirdiğimde varacağıma inancım büyüktü ama çoğu zaman belirlediğim süreyle eş değer olmazdı. Ben de buçuklar, saliseler ekleyerek kendi kendime süreyi tamamlardım. Bir nevi kendimi kandırırdım.
"Akşam saat sekiz de uyumak için odana çıktın, saatlerdir bu oda da ne yapıyorsun?"
Babam, annemin aksine daha şefkatli konuşuyordu. Sınav babamın umurunda sayılmazdı çünkü annemin yeterince umurundaydı. Bir yıl önce başladığım sınav maratonumda annem çalışmam için baskı yaparken babam mola yapmam için zorlardı.
"Deneme çözüyordum, yeni bitti."
Annem, çalışma masama ilerlerken, "Kaç netin var? Umarım üçten fazla yanlışın yoktur." diye keskin bir ses tonuyla konuştuğunda yavaşça yutkunarak gözlerimi saatten çektim.
Annem çalışma masamın üzerindeki test kitaplarını karıştırırken ayak parmaklarımı serbest bırakarak ayaklarımı zemine bastım. Dişlerimin arasına sıkıştırdığım ve sadece konuşurken serbest bıraktığım tırnağımı çektim.
Ayağa kalkarken, "Full." dedim. "Hepsi full, bütün denemelerden tam puan aldım."
Annem kitapları karıştırmayı bırakarak dudaklarına yerleştirdiği büyük gülümsemeyle bana doğru döndü. Kollarını açarak yanıma yaklaştı ve sıkıca sarıldı.
"Başaracağını, birinci olacağını biliyorum Kayra."
Ben de biliyordum, bir yıl boyunca soyutlandığım hayatımın karşılığını alacağıma emindim. Çözemeyeceğim soru, bilmediğim bilgi yoktu. Zihnim yaşamak için gerekli bilgilerle değil, test kitaplarındaki sorularla ve konu anlatımlarındaki bilgilerle dolup taşıyordu.
Babamın gergin ve sesli nefesi aramıza girdi. "Sabaha kadar uyumamış, gözleri kan çanağına dönmüş ama aklın hala birincilikte. Kazanması, kendi için en uygun bölümü seçmesi yeterliyken kızımızı nasıl böyle bir stresin içine sokarsın hala aklım almıyor."
Annem birinci olmam konusunda son iki yıldır üzerimde baskı kuruyordu. Ona göre en iyi dereceye sahip olmam çok önemliydi. Annem okumamıştı, lise son sınıfta bana hamile kaldıktan sonra okulu bırakmak zorunda kalmıştı. Genç bir anneydi ve gerçekleştiremediği hırslarını omuzlarıma yüklemekten çekinmiyordu.
"Sen ne anlarsın?" diye söylendi annem. "Babanın parasıyla özel bir üniversitede dilediğin bölümü okudun ve torpille işe girdin. Kızımı senin parana ve torpillerine bırakmayacağım, o kendi kazanacak."
Babam burnundan solurken gözlerini annemden alarak bana çevirdi ve gülümsemeye çalıştı. Son bir yıldır ikisinin pek anlaşabildiği söylenemezdi. "Enerji depolayacağın bir karışım hazırlayacağım, hazırlan aşağıya gel."
Toparlandım ve onların arkalarından mutfağa gittim. Babam bahsettiği içeceği hazırlamış, annem hazırladığı kahvaltı sofrasına haşladığı yumurtaları koyuyordu. Sıradan bir gün gibi başlamış, sıradan bir gün gibi biteceğe benziyordu.
Babamın önüme bıraktığı yeşil karışımı içerken yüzümü buruşturdum. Babam diyetisyendi, evde kafeine hayır uyarılarıyla gezinmeye bayılırdı. Annem ise onun aksine Türk kahvesi bağımlısıydı ve günde en az iki fincan kahve içmeden kendine gelemezdi.
Ben de annem gibi kahveye bayılmama rağmen babamın sağlıklı bir yaşam için verdiği öğütlerin peşinden gidiyordum. Vücudumun yüzde doksanı su değil, sebze ve meyveydi. Annemin ise yüzde doksan dokuzu Türk kahvesiydi ama babam ona söz geçirmek konusunda pek yeterli değildi.
Karışımı içerken bir yandan da ağzıma haşlanmış yumurta atıyordum. Annem buna yüzünü buruştururken babam oldukça hoşnuttu.
"Sabah sporuna çıktın mı?" diye sordu babam, bu konuda çok titizdi ama kendi için değil sadece benim için. "Tırnaklarımı yemekle meşguldüm."
Babam söylenmeye başlayacağı sırada annem araya girdi. "Kızının spor yapmasını bu kadar önemsiyorsan her sabah ona eşlik edersin."
"İşim dolayısıyla..." diyerek kendini savunmaya geçen babamla birlikte sandalyeden kalktım ve babamın hazırladığı karışımı alarak mutfak kapısına doğru ilerledim.
"Kavganıza doyum olmaz, ben birkaç formüle göz atacağım. Çıkarken seslenirsiniz."
Onların bana yanıt vermesini beklemeden mutfaktan çıktım ve odama girdim. Bir yandan formülleri karıştırırken diğer yandan yeşil sebzelerin yanı sıra elma ve limon tadının baskın olduğu içeceği içiyordum. İçtikçe midemden 'Kahve iç, kahve' sesleri yükseliyordu. Ah baba...
İçeceğim bittiğinde üstümdeki kalın kapüşonlunun bugün ki hava durumu için uygun olmadığına karar kıldım. Kapüşonluyu çıkardım ve onun yerine beyaz, uzun bir tişörtle, altıma dizlerimin bir karış üstünde kalan siyah spor taytımı giydim. Bugün hava yirmi dokuz dereceydi, sınavda pişmek istemiyordum.
Annem seslendiğinde ve sınava bir saat kaldığını haber verdiğinde açık bıraktığım turuncu saçlarımın bir kısmını toplayarak ensemdeki baskıyı azalttım. Kimliğimi ve sınav giriş belgemi yanıma alarak odadan çıktığımda annemle babam evden çıkmak için beni bekliyorlardı. Beyaz spor ayakkabılarımı ayağıma geçirerek önden çıktım ve birlikte otoparka indik.
"Daha erken çıkmalıydık." diye homurdanan annem arabanın arka kapısını açmak için uzandığında ondan önce davrandım. "Bu kez arkada ben oturabilir miyim?"
Annem kaşlarını kaldırırken şaşkınlığını dile getirdi. "Arkada miden bulanıyordu hani?"
"Öyle ama muhtemelen yolda kavga edeceksiniz. Arkadan öne bağırınca kulaklarım acıyor. Midemin bulanması bundan daha katlanılır."
Genel olarak ya kavgalarını ya da kavgalarını dinlerdim. Yıllar geçtikçe birbirlerine olan saygılarını yitiren cinsten bir ilişkileri olduğu aşikardı. Üniversiteyi şehrin bir ucunda kazanıp yurtta kalma fikrini onlara açmak için sabırsızlanıyordum. Kısacası annemden kurtulmak için sabırsızlanıyordum.
Annem gözlerini devirirken ona çektiğimi belli eden turuncu saçlarını arkaya doğru savurdu. Ön kapıyı açarak arabaya bindiğinde arka koltuğa yerleştim, kemerimi taktım ve tırnaklarımı ısırmaya kaldığım yerden devam ettim. Bu yolculuk başka türlü geçmezdi.
Sınava gireceğim okul evden sadece yarım saatlik bir mesafedeydi, trafiği de göz önüne alarak yarım saat erken çıkmıştık. Annem dakik olmayı sever, babam ise genelde geç kalırdı. Anneme kalsa iki saat önceden çıkmalıydık ama babama göre erken bile çıkmıştık. Bana sorsalar zamanlama harikaydı, bir dakika geç ya da erken değildi.
Bir dakika bazen hayat kurtarır, bazense mahvederdi. Bugün erken çıktığımız yarım saat kurtarıcı olmalıydı.
Babam rahatlatıcı müzik açmak istedi, annem onu ısrarla reddetti. Müziğin aklıma takılıp, sınavda sorulara odaklanmamı zorlaştıracağını düşünüyordu ama gece boyu müzik dinlediğimden bir haberdi. Müzik insanı hayatta tutardı, ilacımı almadan bütün gece ayakta kalabileceğimi annem nasıl düşünürdü.
Yarım açık camdan dışarıya baktığımda güneş yüzüme yansıdı. Bugün havanın güneşli olması çok güzeldi, güneş şans getirirdi. Güneşin şans getirdiğine olan inancım çocukluğumdan beri benimleydi. Kapalı günlerden nefret ederdim, öyle günlerde hep negatif olurdum. Bu yüzden bugün şans benden yanaydı, enerjim hep yükseklerde olacaktı ki bu sınav için çok iyiydi.
Onların kavgalarına kulak misafiri olurken bir anlığına terapistleri olmayı düşündüm. Bu fikirden hemen vazgeçtim, benden psikolog olmazdı. Çift kişilikliydim, bir anım bir anımı tutmazdı. Henüz kendi psikolojimi yönetmeyi beceremezdim ve en zayıf yönüm buydu. Annem gibi evham yaparken, babam gibi sakin görünebilirdim. Bu küçük bir örnek sayılırdı, çifte benzerliklerim beni iki farklı insana bürünmeye zorluyordu.
Anneme göre bir doktor, babama göre ise bir sanatçı olmalıydım. İkisi çok farklı mecralar olmakla birlikte oldukça yatkın olduğum mesleklerdi. Yazar, çizer ve dönüştürürdüm. Elime verilen kötü bir çizimi sanata dönüştürebilir, yazıları baştan yaratılmış gibi bir tada ulaştırabilirdim. Sayılarlar da aram iyiydi, her türlü işlemi çözebilir ve yeni formüller yaratabilirdim. Çift kişilikliyim derken ciddiydim, bölünmüş olmama rağmen iyi iş çıkarıyordum. Tabii, bu doğuştan gelen bir şey değildi. Annem beni son iki yıldır sınav için baskılasa da hayatım boyunca bu sınava hazırlamıştı. En iyisi olmam için verdiği çaba beni çift yetenekli bir birey gibi gösteriyordu ama ben de olan yetenek değil sadece fazla çalışmanın bir ürünüydü.
Yolumuzun üzerinde çalışma vardı, babam başka yola sapmak zorunda kalmıştı. Annem geç kalacağımız için bağırmaya, babam ise daha zamanımız olduğunu söylemeye başlamıştı. Kavgaları şiddetlendi, gözlerim sesin şiddetine göre ikisinin arasında mekik dokumaya başladı.
Nefes aldım, tuttum ve bıraktım.
Annem elini torpidoya vurmaya, anlam veremediğim bazı cümleler sarf etmeye başladı.
"Daha fazla tahammül edemem, bunu görmezden gelemem."
Neye tahammül edemiyordu ya da görmezden geldiği neydi? Yolda çalışma olması babamın suçu muydu?
"Her şeyi mahvettin, hayatımızı mahvettin."
Henüz sınava geç kalmamıştım ki.
"Kızımın hayatını mahvettin."
Sınava hala geç kalmamıştım.
Onları kayıtsız bir şekilde dinlerken arabanın tavanına düşen yağmur damlalarının kaba sesleri kulaklarıma doldu. Gözlerim tavana döndü, derin bir nefes aldım ve kaşlarımı çattım. Sola döndüm, camdan dışarıya baktığımda gökyüzünü aniden kaplayan karanlık bulutları ve zemini ıslatmaya başlayan yağmur damlalarını gördüm.
Bugün hava güneşli olmalıydı, hava durumu yağmur göstermiyordu. Terslik, büyük bir terslik var.
Güneş yoktu, şansım kaybolmuştu.
Annemlere doğru döneceğim sırada geçtiğimiz dört yolun sol tarafımızda kalan yolundan hızla yaklaşan arabayı fark ettim. Yağmur damlaları hızlandı, annemlerin sesleri yükseldi. Frenler patladı, yan taraftan gelen araba zeminde kaydığı sırada çaprazından gelen başka bir araba gövdesine vurdu. Dudaklarım korkuyla aralanırken, gözlerim ışık tutulmuş tavşan misali büyüdü.
Araba savruldu, kendi etrafında döndüğü sırada arkasından gelen başka iki arabaya bodoslama daldı. Arabalar savruldu, frenler üst üste patladı ve tekerleklerin yakıcı sesleri kulaklarıma doldu.
Vücudum korkuyla titremeye başladığı sırada annemlere durmalarını, kenara çekmelerini ve yardım çağırmalarını söyleyecektim. Annemlerin sesleri kesildi, bir fren daha patladı ama bu kez çok daha yakındı. Sesin hemen ardından sağ taraftan gelen sarsıntıyla sola doğru savruldum ve kafamı yarı kapalı cama çarptım.
Gözlerim çarpmanın etkisiyle kararırken, vücudum uyuştu ve parmak uçlarım karıncalandı. Savruldum, vücudumu koltuğa sabitleyen kemer sayesinde korunabildim. Camlar saliseler içinde tuzla buz oldu, vücuduma sıçradıkların hissettim ama korunamadım. Sert ve sivri cam parçaları hızla bedenime saplansa bile dudaklarımı aralayıp ses çıkaramadım. Araba kayarak durdu, takla atmadık ama yakıcı bir ses kısa sessizliği takip etti. Asfaltta kayan tekerleğin yakıcı çığlığı bir kez daha patladı ve ben bunun son olduğunu hissettim.
Sol taraftan arabanın gövdesine çarpan darbeyle yükseldik ve üç kez takla attık, üçten fazlasını sayamadım. Savruldum, kemer beni sıkıştırana dek camdan dışarıya fırlayacağımı sandım. Zihnim üçüncü takladan sonra bulandı, hislerim beni terk etti ve nefes alamadım. Bedenim korkuyla, acıyla ve endişeyle sarmalandı. Bu hisler o kadar kuvvetliydi ki oracıkta ölmeyi diledim.