Bir anda tepemden kaynar sular döküldü sanki. Yüzümün Alev aldığını hissettim.
Alim de bir şey demiyordu. Hatta sedyeden de düşebilirmişim gibi yanımda oturmuş elini belime dolamış pozisyonunda en ufak bir değişiklik yapmamıştı.
“ İyiyim diyorum zaten düştüğümden beri ama bana da inanmıyor” bunu söyleyen bendim.
Söylemem gereken şey bu değildi, ama ben bunu söylemiştim. Boğazımı temizleyerek devam ettim
“ Kuzenim” hemşirenin suratında yanıldığı için özür dileyen bir ifade aradım, yoktu. Pansuman yapmayı bitirdiğinde
“ Geçmiş olsun, ağrınız çok olursa size kartımı vereyim istediğiniz saatte arayabilirsiniz, ben bu gece burada nöbetçiyim. Birkaç saat uyumazsanız daha iyi olur. Yarın sabah tekrar pansumana uğramayı unutmayın” dedi.
Teşekkür ederek revirden ayrıldık.
Evlerin önüne geldiğimizde Peri ve ikizler de dönmüştü. Masada oturmuş bizi bekliyorlardı. Peri beni görünce ayaklandı
“ Canım iyisin değil mi, bir şeyin yokmuş”
“ İyiyim, merak etme. Söylemiştim zaten. Neden erken döndünüz”
“ Heryer hep aynıydı, daha ilerlemeye gerek görmedik”
Bu sözler hiç Periye göre değildi, onun için tabiat en küçük ayrıntısına kadar bir şaheserdi. Yaralı arkadaşını tek bırakmak da ona göre değildi. Sadece bizim önden baş başa gitmemizi istemiş, kendi de hemen peşimizden gelmişti zaten. Alim konuştu
“ Neyse geldiğiniz iyi olmuş, meleğimin iki saat uyanık kalması gerekiyor. Beraber bir şeyler yaparız”
Önce semaverde çay istedik. Güneşin batmasına hala birkaç saat vardı, dışarısı da oturabileceğimiz kadar sıcaktı.
Yine de Alim omzuma bir battaniye dolamaktan geri kalmadı.
İkizlerin okul maceraları, Alimin müvekkilleri ile verdiği mücadele, Perinin staj günlerinde yaşadığı aksiyonlar zevkli bir sohbete malzeme olurken ben acaba Alimin Periye olan ilgisi hala devam ediyor mu diye merak etmeden duramıyordum. Şimdi yaklaşımları çok sıradan gözükse de, Alimin Periyle görüşmek istediği günlerin üstünden fazla vakit geçmemişti.
Ben kendi düşüncelerimin içinde boğulmak üzereyken kolumda tüy gibi bir dokunuş hissettim, Alim
“ Daldın gittin bir tanem, soru soruyorum cevap vermiyorsun”
“ Afedersiniz, dalmışım. Ne sormuştun”
“ Çok geç olmadan yemeğimizi yesek sen de ağrıkesici alırdın dedik”
“ Ağrım yok ama yiyelim. Yorgun hissediyorum erken uyusam iyi olur. Yarın da erkenden yola çıkacağız zaten”
Yemek için giyinmek üzere evlere dağıldık. Perinin dilinin ucunda bir şey var ama söylemeye cesaret edemiyor gibiydi. Ben de sormaya cesaret edemiyordum. Eşofmanlarımı çıkarmak için odama girdiğimde kapıyı tıkladı.
“ Meleğim, ben bunları giyersen rahat edersin diye düşündüm, bir bak beğeniyor musun.”
O kadar hevesle soruyordu ki kıramadım. Elinde mercan rengi kruvaze yaka bir tulum tutuyordu, ben böyle iddialı kıyafetler giymezdim, yine de geri çevirmedim.
Paçası bileğimden birkaç parmak yukarıda kalıyor ayağıma verdiği nude stiletto ayakkabılarla oldukça olgun gözükmemi sağlıyordu.
“Peri ben böyle çıkamam, hiç kendim gibi değilim” dedim.
“ Rahat değil misin, ben bol olduğu için canın acımaz diye vermiştim, ama beğenmediysen çıkaralım. Aslında çok yakıştı, ama yine de sen bilirsin” dedi.
Resmen çıkarmayayım diye gözleriyle yalvarıyordu.
“ Tamam, tamam kalsın, kedi yavrusu gibi bakmayı kes lütfen”
İstediği olunca boynuma zıplayarak İki yanağıma da kocaman öpücükler bıraktı.
“ Ayyy tatlım benim. Çok güzel oldun. Şimdi şu gözlere de azıcık vurgu yapalım.”
“ Asla olmaz, vurgu falan yapamayız bir yere”
Bütün çırpınışlarımın sonunda gözlerimde gri tonlarda dumanlı bir makyaj ve dudağımda şeftali rengi parlatıcı vardı. Saçlarım sıkı bir atkuyruğu yapılmıştı.
“ Peri ben böyle çıkamam gerçekten, şu hale bak tanıyamıyorum kendimi, senden bile büyük gösteriyorum.”
Sızlanmalarım sürerken kapımız tıklandı. Ben kabanımı giyerken Peri Hüseyin’e hazır olduğumuzu söyledi. El mahkum böyle gidecektim.
Bu kez hasan önden gidip uygun bir masa ayırmıştı. Peri Hüseyin’in koluna girerek önden ilerledi. Ben de ağır ağır kapıyı kilitledim. Göz ucumla Alimin ayakkabılarını görüyordum ve başımı yerden kaldırmak istemiyordum. Sanki yüzümü görse içimi de görecekmiş gibi geliyordu. Kendisi için süslendiğimi düşünmesinden ölümüne korkuyordum. Dilimin ucuyla “ gidelim mi” diye mırıldandım. Alim hiç yerinden kıpırdamadı. Sesinde tehditkar bir tını hissettim.
“ Melek dön bir bakayım sana”
“ Niye, ne oldu ki “
“ Ne oldu diyor bir de, kızım bu yüzündekiler ne!”
“ Ya çok solgun gözüküyormuşum Peri sürdü, yakışmamış mı çirkin mi olmuşum” ağlamak üzereydim.
“ Bir tanem sen çirkin olmazsın, ama başka biri gibi olmuşsun tuhaf geldi”
“ Girip çıkarayım diyeceğim ama duş almadan çıkacağını zannetmiyorum” Alim derince bir nefes verdi
“Ooof of Başa gelen çekilir, sen şöyle gir koluma, sağa sola bakmadan yürü de elimden bir kaza çıkmadan yemeğimizi yiyelim bari”
İtiraz etmeden koluna girdim. Bu ayakkabılarla taş döşeli yoldan yürümek de hiç kolay olmadığı için işime gelmişti.
Paltolarımızı vestiyere bırakmak için yaklaştık ama ben paltomu çıkarmaya da korkuyordum. Düğmelerimi açtım ve omzumdan kaydırarak görevliye uzattım. Yine Alimin yüzüne bakamıyordum. Ters bir şey söylerse her an ağlayabilirdim. Nitekim kaba kaba soluk alışverişleri işimi hiç kolaylaştırmıyordu. Kirpiklerimin altından yüzüne baktım, sanki tulumun rengi yüzüne yansımış gibi kıpkırmızı kesilmişti. Dirseğimin altından tutarak kulağıma eğildi
“ Aymelek sen beni katil mi edeceksin, bu ne kılık”
Ağzından tam ismimi duymayalı yıllar olmuştu. Öfkesinin boyutunu kestiremezken imdadıma gündüz ki hemşire yetişti
“ Oo Aymelek hanım, bakıyorum kendinizi toparlamışsınız, iyi olmanıza sevindim”
Gözleri Alimin kolumdaki elinde, kıpkırmızı yüzünde ve benim üzerimdekilerde gezindi. İmalı bir tebessüm sunarak
“İyi eğlenceler kuzenler” deyip yanımızdan ayrıldı. Ben de
“ İçeri girebilir miyiz artık acıktım, istersen paltomu geri giyeyim” dedim.
“ Saçmalama, palto ile mi yiyeceksin, oturunca isteriz bir şal verirler” dedi.
Benim zaten bütün iştahım kaçmıştı. Bir şey yiyecek halde değildim.
Onun benimle bu ses tonunu kullanarak konuşmasına da alışık değildim. Kötü bir şey yapmamıştım, yine de suçunu bilen bir çocuk gibi içimi çeke çeke ağlamak istiyordum.
Daha fazla oyalanmadan masaya ilerleyecekken elimi tutup koluna yerleştirerek kulağıma eğildi.
“ Bu gece yanımdan ayrılmıyorsun ufaklık, ben nereye sen oraya” dedi. Kulağımda hissettiğim nefesiyle bütün tüylerim diken diken olmuştu. Gece hiç umduğum gibi gitmiyordu. Ağlamamak için zor duruyordum.
Restorana adımladığımızda üzerimize çevrili bakışları görmezden geldim. Masamız yine geçen seferki masaydı. Baş tarafa Hasan, yan tarafına da Hüseyin ve Peri oturmuştu. Sırtları bize dönüktü. Geldiğimizi ilk fark eden Hasan hayretle ayağa fırladı
“ Abiii bu kim , bizim sarı civciv Aymelek nerede” Hüseyin’in de ağzı açık kalmıştı
“Sen kimsin ve kuzenime ne yaptın”
Şaka yapıyorlardı ama gülecek halim yoktu. Alim dişlerinin arasından tısladı .
“ Kesin zevzekliği, ,zaten sinirim tepemde. Biran önce yiyip gidelim şuradan. “ Buz gibi sesi ortama da buz kestirmişti. Peri ortamı yumuşatmak istedi, ikizlere dönerek
“ Çok güzel olmuş değil mi çocuklar, baksanıza prensesleri kıskandıracak güzelliği” Biz yanyana masaya otururken Hasan söze girişti
“ Güzel olmuş da Peri abla, abimin burnundan alev çıkacak şimdi” Hüseyin
“ Abi niye bu kadar sinirlendin ki, sen küçüğüm miniğim deyip duruyorsun ama Aymelek kocaman genç kız artık. “ Alim
“Başlatma geç kızına oğlum, işine bak”
Peri daha fazla dayanamadı
“ Susayım diyorum dayanamıyorum, sen ne yaptığını sanıyorsun Allah aşkına, kızın yüzü allak bullak olmuş, sanki bir kabahat işledi, ne var kırk yılın başı bir değişiklik yaptıysa”
“ Senin başının altından çıktı değil mi bu fikir, tahmin etmem lazımdı, benim meleğimin böyle şeylerle işi olmaz biliyorum ben”
“ Evet, ben ısrar ettim, ne olacak yani, biri bir şey dese yanında siz varsınız, bir kızı da koruyabilirsiniz herhâlde”
Alim masanın üzerindeki elini sımsıkı yumruk yaptı
“ Merak etme yanımdaki kızı korumak için senden izin alacak değilim, mesele o da değil. Mesele Aymelek daha çok küçük, böyle şeylere alışık değil ve alışmasın da zaten. Şu kılık kıyafet, resmen bana bakın diyor”
Ayağa fırladım, bir hakarete daha tahammülüm yoktu. Gözlerimden yaşlar boşalmaya çoktan başlamıştı. Kimsenin yüzünü görmek istemiyordum. Benimle beraber Alim de ayaklanarak kolumu tuttu
“ Nereye”
“ Daha fazla huzurunuzu kaçırmak istemiyorum, eve gideceğim. Hüseyin beni eve bırakır mısın, tek de gidebilirim ama bana bak diyen kıyafetimle ortalarda tek başıma gezinmeyeyim şimdi” Hüseyin kararsızlıkla abisine baktı
“ Daha bir şey yemedin ki ama, yiyelim hemen götürürüm”
Ayakta bekliyorduk ve daha da dikkat çekiyorduk. Alim kolumdan tutmaya devam ederken diğer eliyle gözyaşlarımı sildi. Etrafa epey magazin veriyorduk sanırım. Kulağıma eğilerek
“ Özür dilerim, eşeklik ettim ama sen de beni anla. Böyle herkesin gözü senin üzerindeyken gevşek gevşek oturmak bana göre değil. Lütfen hadi oturalım” dedi. Oturmak istemiyordum , gitmek istiyordum. Hüseyin’e döndüm
“ Götürmüyorsan kendim gideceğim, herkese yeterince rezil oldum zaten, yeter bu kadar” Alim çenemin altından tutarak kendine çevirdi, bir eliyle de kolumu tutmaya devam ediyordu
“ Meleğim, lütfen bak eşeklik ettim diyorum, özür diliyorum şimdi oturup yemeğimizi yiyelim, hadi canımın içi”
Az önceki tehditkar tını yerini şefkat dolu bir sese bırakmıştı. Bakışlarımı gözlerine çevirdim. Beni üzdüğüne pişman olduğu her halinden belliydi. Gözlerimden düşen son iki damla yaşı da silerek mahcup mahcup gülümsedi. Burnumu çekerek ben de gülümsedim. Kıyamazdım ki ona. Birden iki kolunu da etrafıma dolayıp sıkıca sarıldı. Ben de yanlardan gömleğine tutundum.
Birkaç saniye sonra restoranda tek tük alkış sesleri duyuldu ve sonra büyük bir alkış koptu. İnsanlar gerçekten bizi izliyordu ve barıştığımızı düşünüp sevinçlerini ifade ediyorlardı. Utançla başımı alimin boynuna gömdüm. Bırakın yemek yemeyi buradan başımı kaldırmadan ölmek istiyordum.
Sırtımdan ayrılan kolu insanlara durun artık der gibi bir işaret yapıyordu, hissediyordum. Sonra tekrar sarılarak bizi geri oturturken fısıldadı
“ Tamam sakin ol artık, bakmıyor kimse , herkes yemeğine döndü” cevap veremezdim gözlerim kucağımdaki ellerimde, başımı sallamakla yetindim. Tek kolunu omzuma dolamış, o benim der gibi beni kendine yaslamıştı. Öyle bir pozisyondaydık ki ben de başımı omzuna yaslamak zorunda kalıyordum. Etraftan birkaç kişinin fotoğrafımızı çektiğini bile fark ettim. Umarım tanıdıkların olduğu bir yerlerde paylaşmazlardı.
Neden sonra aklıma ağladığım ve makyajın aktığı geldi rahatsızca kıpırdandım
“ Ne oldu meleğim, bir şey mi istiyorsun” utana sıkıla cevap verdim
“ Şeyy hani ağladım ya, yüzüm pandaya dönmüştür, gidip bı yıkasam diyordum “
Peri
“ Evet bi gidelim, Meleğim ne yiyecektin sen bir yandan sipariş etsinler, ben dün akşamkinden istiyorum”
“ Balık güzeldi, yerim yine” dedim. Alim
“ Gençler ben de balık alırım, siz verin siparişi, biz gidip gelelim” dedi. Peri
“ Sen nereye acaba, biz gider geliriz. Herkesin gözü üzerimizde, üç kişi mi gideceğiz” Alimin taviz vermeye niyeti yoktu
“ Onu meleğimi film yıldızına çevirmeden düşünecektin, bu aksam yanında ben olmadan adım bile atamaz” dedi.
Bir an için bu iktidar mücadelesindeki benim yerim ne diye düşündüm, sanırım basit bir piyondan ibarettim. Kimse ne düşündüğümü umursamıyor gibi geldi. Kimseye bir şey söylemeden masadan kalktım, onlar tartışmaya devam edebilirdi, ben tek gidecektim, gidebilseydim..
“ Hop hop prenses bekle bakalım” deyip elimi tuttu Alim. Bu temas dayanabileceğimin çok ötesindeydi. Ben uzaktan görmekle bayılacağım sanıyordum, bu kadarı fazlaydı.
“ Yine mi üşüdün sen ne zaman tutsam ellerin buz gibi”
“ Hayır, sana öyle gelmiş” sesim heyecanımı belli etmeyeyim derken fazla soğuk çıkınca başka bir şey sormadı. Peri peşimizden gelmeyi uygun bulmamış olmalıydı. Kendi bilirdi, ona da kızgındım. Beni hediye paketi gibi yaldızlayıp Alimin önüne atan oydu.
El ele lavaboya gittik. Artık sorgulamayı bıraktım ben de. Buradaki herkesin gözünde biz artık bir çifttik.
Peri Suya dayanıklı bir makyaj yapmış olmalıydı sanırım, akmış bir boya gözükmüyordu. Hafifçe yanağımın üzerine dağılmış far izlerini de ıslak mendille temizledim. Aslında makyajın tamamını temizlemek isterdim ama elimdeki ıslak mendille denersem bu kez panda olma ihtimalim kesindi.
Ellerimi sabunlayıp oyalanmadan çıktım. Alim karşı duvara yaslanmış elinde telefona bakarak çıkışımı bekliyordu. Beni görünce teklifsizce elini uzattı
“ Buna gerek var mı gerçekten, çocuk gibi elini mi tutacağım”
“ Bu aksam her şeye benziyor olabilirsin ama çocuk bunlardan biri değil prenses. Kusura bakma bir miktar kısmetini kapatacağım ama bu aksam senin sahipli olduğunu düşünmeleri herkesin sağlığı açısından gerekli” deyip beni beklemeden elimi tutarak ilerledi.
İnsanlar benim sahipli olduğumu düşüneceklerdi, sahibim de Alim oluyordu öyle mi? Düşünmemeye çalıştım.
Masaya döndüğümüzde yemeklerden önceki aperatifler gelmiş ikizler tırtıklıyordu. Birkaç dakika sonra da ana yemekler geldi. İştahım nereye kaçmıştı bilmiyordum ama hırsla yemeğe saldırdım. Kendimi bir şeylere odaklamalıydım. Lokmalar ağzımda büyüdükçe suyla yutuyordum. Allah’tan balık filetoydu, kılçık gelmiyordu.
Masanın üzerindeki titreşime aldığım telefona bir mesaj geldi. Mercandan. Fotoğraflı bir mesaj. Açmaya korkarakken Alim uzanıp “ne gelmiş” diye pat diye açıverdi mesajı.
Mercan az evvel el ele yürüdüğümüz bir fotoğrafı bana atıp “hayırlı olsun canım, böyle olacağı belliydi zaten hiç şaşırmadım, Allah tamamına erdirsin “ yazmıştı.