Başka bir şey söylemeden dansa devam ettik. Birkaç fotoğrafımın daha çekildiğine emindim. Çevreye odaklanarak bulunduğum durumu unutmaya çalışıyordum.
“Ellerin buz gibi üşüdüm mü?” Dedi. Üşümemiştim, içimdeki yangın tenimi donduruyordu.
“ Evet klimanın önündeyiz ya” dedim.
“ Masaya dönelim hadi, seninki gözlerini dikmiş bakıyor, umarım seni benden de kıskanmıyordur”
Esasen bir tek senden kıskanmalıydı belki de. Çünkü dünyadaki başka hiç kimse umurumda değildi.
Belime yaslı elini çekmeden masaya yönlendirdi. Usul usul ilerlerken Ahmet’in bakışları ile karşılaştım. Acısı neredeyse elle tutulur haldeydi.
Bu acının sorumlusu ben miydim, eğer bensem bendeki acının sorumlusu kimdi.
Gözleri ben ve Ali’m üzerinde gidip geliyordu. Neler düşündüğünü bilmek istemiyordum. Ben de gözlerimi yere çevirdim.
Biz döndüğümüzde Ebru hoca da konuşmasını bitirip masanın başındaki yerini almış, Ahmet’e gelecek planları ile ilgili sorular soruyordu.
Gözleri beğeni ile Alimin üzerinde dolandı. Kendine baktırmak için konuşmak istiyor gibi dudaklarını araladı.
“ Ahmet asker olmaya karar vermiş biliyor muydun Ali.”
Alim, Ebru hocaya cevap verirken gözleri Ahmet’in üzerinde dolanıyordu.
“ Az önce bize de söyledi. Böyle kararlar için yaşı biraz küçük sanki, ama bu delikanlı kendinden emin gözüküyor” diyerek elini omzuna koydu.
Bir eli benim belimde, diğer eli Ahmet’in omzunda uzun boyu herkesi kanatlarının altına sığdırmak için elverişli gibiydi.
Ahmet kibarca tebessüm ederek karşılık verdi. Sanırım Alime sinirlenmek istiyor, fakat ne kadar iyi niyetli olduğunu gördükçe beceremiyordu.
Bulunduğumuz pozisyonun Ahmet’i rahatsız edeceğini düşündüm. Ona hitaben
“ İçecek bir şey alalım mı” dedim.
“ Evet iyi olur, siz de ister misiniz” deyip Ebru hoca ve Alime baktı. Onların bardakları doluydu. Biz de kendimize almak için masadan uzaklaştık.
Birer bardak meyve suyu aldık. Masaya dönmekteki tereddüdümü fark etmiş olmalıydı. Elimi tutup yönümüzü salonun arka tarafındaki, kumsala bakan terasa yönlendirdi. Tırabzanlara yaslanarak denizi seyretmeye başladık. Müzik sesi iyice uzaklaştığı için birbirimizi rahatça duyabiliyorduk. Ben onun sıkılaşan nefesini rahatça duyuyordum mesela. Konuşma ihtiyacı hissetmiş olmalıydı.
“ Çok güzel bir gece değil mi, deniz çok huzurlu” dedi. Ben de ona eşlik ettim. Havalardan konuşmak istiyorsa konuşabilirdi.
“ Evet çok güzel, rüzgar da yok” dedim. Sohbet etme becerilerim bununla sınırlıydı işte.
Okulda yakın bir arkadaşım yoktu. Evde de kendimi kısıtlamakla geçiyordu hayatım. En çok sohbet ettiğim kişiler annem, yengem ve ikiz kuzenlerimdi. Sanki çok konuşursam büyük sırrım açığa çıkacakmış gibi onlarla bile seçerek ve kısıtlı konuşurdum.
“ Melek seni hiç bir şey için suçlamadığımın farkındasın değil mi “ dedi birden bire. Kendi söylediğine o da şaşırmış gibiydi.
“ Yani beni sevmediğin için asla seni suçlamıyorum, seni sevdiğim için kendimi suçlamadığım gibi.. Sen de kendine bunu yapma. Sevgi bir suç değil , bir mucize. Bir insanın bir insanı, duygularına karşılık bulamayacağını bile bile sevmeye devam etmesi gerçek bir lütuf, bir hediye. Bununla gurur duymalısın. “
Gözlerimi kocaman açarak gözlerine baktım. Ben kendimden iğrenmeyi , utanç duymakla ancak değiştirebilmişken gurur duymak da neyin nesiydi.
“ Dans ederken sizi izledim. Sen kendini ne kadar soyutlamaya çalışsan da o seni çok seviyor, bence konuşsan karşılık vermez ama seni üzmez de. Anlayış duyar. Belki sen de biraz rahatlarsın o zaman” dedi.
Buna imkan yoktu, nasıl ki fark ettiğimde ben kendimden iğrendiysem o da benden iğrenirdi. Gözünde gerçek bir kardeşten farkım yoktu çünkü.
“ Mutlu olmamı istediğini biliyorum. Teşekkür ederim, gerçekten. Bu konuyu ben zamana bıraktım. Daha yolun başındayım. Pek çok şey yaşayıp pek çok insanla tanışacağım. Kalbim elbette kendine göre olan kişiyi bulacak” dedim.
“ O kişi ben olamaz mıyım” bu soruyu beklemiyordum.
“ Emin ol çok isterdim, seni mutlu etmeyi, seninle mutlu olmayı. Ama beni bekle diyemem sana. Geleceğini meçhul bir umut kırıntısına bağlamanı istemem. Sen çok daha iyisini hak ediyorsun, biz seninle dost kalalım” dedim.
Anlayışla başını salladı.
“ Tamam haklısın, yıllarımı beni sevmeni bekleyerek geçirmeyeceğim. Ama dost da kalamam seninle Melek, ben seni dostum olarak göremiyorum. Mesela elini tutunca kalbim yerinden oynuyor, kokun başımı döndürüyor. Gülünce çıkan gamzeni öpmek istiyorum” dedi.
Bu konuşmayı bir yerde durdurmam gerekiyordu çünkü aksi halde geceyi tamamlayamazdık. Söyledikleri beni heyecanlandırmıyordu yada utanmıyordum. Rahatsız oluyordum, kendi içimdeki hislere ihanet ediyormuşum gibiydi.
“ Özür dilerim, çok ileri gittim. Melek afedersin , kendimi kaybettim sanırım. Yıllardır seninle birkaç cümle kurmak bile bir hayaldi, hep o kadar uzaktın ki. Şimdi yanımdasın ve bir daha olmayacaksın diye sanırım, yani keşke dememek için , içimden gelenleri tutmak istemedim. Seni rahatsız ettim değil mi ?“
Bakışlarındaki sevgime muhtaç çocuk o kadar kırılgandı ki ne söylesem teselli edemezdim. Bir elimi uzatıp yanağına yerleştirerek biraz eğilmesini sağlayıp diğer yanağına kelebek kadar bir öpücük kondurdum. Bu benim, yıllarını beni sevmeye harcamış yaralı kalbine son vedamdı.
Geri çekildiğimde gözleri kapalıydı ve sanırım nefes de almıyordu. Bana yan dönerek tırabzanlara tutundu. Birkaç saniye daha kıpırtısız kaldı. Sağlığından endişe etmeye başlamıştım. Birazdan olduğu yere yığılacak gibiydi.
Aniden dakikalarca su altında kalmış gibi derin bir nefes aldı.
“ Ben öldüm dimi, öldüm çünkü şu an canlı olamam. Bence ben öldüm, öleyim yada. Zirvede bırakmak istiyorum. Hemen şimdi öleyim ben.” İster istemez kıkırdadım. Hali çok komikti.
“ Melek lütfen bana izin ver “ dedi. Neyi kastettiğini biliyordum. Ellerini yanlarımdan kollarıma koymuştu.
“ Sen beni öptün, borçlusun bana, benim de öpmem gerek, yoksa borçlu kalırsın” yine kıkırdamışken hızlıca kendine çekip yanağımı öptü. Sonra da gözlerini sıkıca kapattı.
“ Hadi vur, bekliyorum. Hakkettim sorun değil. Patlat bir tane “ diyerek biraz daha eğildi. Biraz daha güldüm.
“ Hayır sana vurmayacağım, dediğin gibi hakkettim bunu” dedim.
Karşılıklı gülüşümüz yaklaşan ayak sesleriyle duruldu.
“ Gençler keyfinizi kaçırmak istemem ama artık içeri gelmelisiniz. “
Kullandığı ifadeler kibarca olsa da ses tonundan, duyduğu rahatsızlık açıkça belli oluyordu.
Yakalanmış olduğumuz gerçeğiyle süklüm püklüm içeri girdik. Ne düşünmüştü ki acaba.
Gece bazen hareketli bazen yavaş müziklerle devam etti. Ebru hoca ve Ali’m de dans ettiler. Ahmet bir kez daha elimi tutmadı, kısa sohbetler dışında konuşmadık da. İkimizin üzerindeki durgunluğu fark eden Alim yorulduysak geceyi noktalamayı teklif etti. İkimiz de itiraz etmedik.
Plana göre limuzin gelecek ve beni eve Ahmet bırakacaktı. Alim buna gerek olmadığını kendisinin hepimizi bırakabileceğini söyledi. Bu saatten sonra o uzun yol ikimize de işkence olabilirdi. Ahmet teşekkür ederek yürümek istiyorum dedi. e
Rahatça vedaşlamıza fırsat vermek istediğinden sanırım Ebru hoca Ali’min koluna girerek uzaklaştırırken gözü geride kalsa da itiraz etmedi.
Yalnız kaldığımız halde sessizlik devam ediyor, ikimiz de ne söyleyeceğimizi bilmiyorduk. Boğazını temizleyerek derince bir nefes alan Ahmet kısıtlı zamanını daha fazla sessizlikle heba etmek istememiş olmalıydı.
“ Sanırım yollarımız burada ayrılıyor. Melek, Aymelek. Ben her şey için teşekkür ederim. Hayatımın en güzel gecesi bu olabilir. Sana dost olamayız dedim biliyorum, yine de bir gün bana ihtiyacın olursa hiç çekinmeden aramanı isterim, senin için her zaman orada olacağım” dedi.
Böylesine erdemli bir sevgiye karşılık verememek belimi büküyordu.
“ Sen dost olamayız desen bile ben seni hayatım boyunca iyi bir dost olarak hatırlayacağım” dedim.
“ Yapar mısın gerçekten, yani beni hatırlar mısın?”
Aksi hiç mümkün müydü?
“ Elbette, seni nasıl unutabilirim ki, mezuniyet resimlerimde varsın.”
Gözlerindeki bupuya inat yüzü keyifle aydınlandı.
“ Haa ha, hayattaki en büyük başarım bu olabilir”
İşte yine taşıyamayacağım yüklerin altında bırakıyordu beni, hızla itiraz ettim.
“ Yapma lütfen, yolun ne kadar başındayız, çok güzel günler göreceğiz daha.”
“ Öyle diyorsan sana inanacağım” dedi. Yine sessizleşmiştik. Bakışları yere çevriliydi.
“ S’sana sarılabilir miyim “ diye mırıldandı.
Sanırım bunu da ondan esirgemeyecektim. Onun yerine kendimi koyduğum için belki de üzülsün istemiyordum. İzin isterken ne kadar zorlandığı ,beni rahatsız etmekten korktuğu belli oluyordu.
Kollarımı açarak “ gel buraya “ dedim. Bir saniye beklemeden omuzlarıma dolandı. Yüzünü saçlarıma gömüp derin bir nefes aldı ve bir anda geri çekildi.
“ Bu bana bir ömür yeter” deyip hızla arkasını döndü. Ellerini ceplerine koyup ıslık çalarak uzaklaştı.
Bitmişti, o sevdiğinden almak istediklerini alıp bitirmişti.
Yaklaşan arabanın farı ile arkama döndüm. Belki de yine bizi görüp yanlış anlamışlardı. Olsun. Eğer başkasını sevdiğimi düşünürse daha rahat bile ederdim.
Arabaya adımladığımda Ebru hocanın olmadığını gördüm belki de sonra gelecekti. Arka kapıya uzandığımda Alim ön tarafı işaret etti. Bindim.
“ Ebrunun burada işi çıktı, şu an ayrılamıyor. Selamları var” diyerek arabayı hareket ettirdi.
Sessizce ilerlesek bile agresif hareketlerinden, huzursuz kıpırtılarından konuşmak istediği belliydi. Yine de neler olduğunu soramazdım.
“ Arkadaşınla ayrılmanız zor oldu, terasta da baya samimi gibiydiniz, söylemek istediğin bir şey var mı, ilişki durumunda bir değişiklik falan hım?”
“ Yo hayır, sen geldiğinde gitmişti zaten, niye zor ayrılalım ki.”
“ Teras?”
“ Ben baloya gelmeyi düşünmüyordum, biliyorsun. O ikna etti beni. Ve gelmeseymişim de çok şey kaçıracakmışım, çünkü yani böyle şeyler hayatta bir kez oluyor. Ben de teşekkür ettim. Düşündüğün gibi bir şey değildi yani” bu kadar uzun bir cümle kurduğum için kendimi tebrik etmeliydim.
Verdiği nefesten rahatladığı belli oluyordu.
“ Tamam, anlıyorum. Doğru tabi yani teşekkür edebilirsin, ama o bunu yanlış yorumlamış olamaz mı?”
Bu yersiz sorgunun daha fazla uzamasına tahammülüm yoktu, bir an önce bitsin istedim.
“ Olamaz. Onu sevemeyeceğimi açıkça ifade ettim. O da dost olamayacağımızı söyledi. Vedalaştık bile.”
Sesimdeki kendinden emin tını onu ikna etmiş olmalıydı, yine de acı çeker gibi konuştu.
“ Bu günlerin geldiğine inanamıyorum, Melek, meleğim. Yani ben senin büyüdüğünü bu aksam anladım. Davranışların çok olguncaydı. O çocuğun saçlarını koklayan burnunu kırmak istedim evet, ama bu gidişle bunlara da alışmalıyız. Sen çok güzel, dikkat çekici genç bir kız oldun. Daha fazla kendimize saklamak mümkün değil gibi.”
İstese ömür boyu saklardı aslında, istemezdi tabi. Büyüdüğümü anlaması ne değiştirirdi ki. Hala kardeş kontenjanından bulunuyordum hayatında.
Simdi üniversiteye başlamıştım. Önümde bambaşka bir hayat olabilecekken ben de kendimi insanlara kapatmak istemiyordum.
Kendi kendime daldığım düşüncelerimden Mercan'ın sesiyle çıktım. Yirmi dakikalık boşlukta kantine inmek istiyordu. Çantamı toparlayıp peşine takıldım. Merdivenleri yurtta tanıştığı, üst sınıftan arkadaşlarından konuşarak indik. Ve başka bölümlerde okuyan arkadaşlardan. Hiç o kadar kalabalık olmamıştı etrafım. Arkadaşım diye söz edebileceğim sadece Peri vardı, onunla da aileden tanışıyorduk. Okul meseleleri yüzünden ilerlemişti muhabbetimiz. Beni içtenlikle sevdiğini biliyordum.
İki kahve alıp uzunlamasına dizili masalardan en boş olana yerleştik.
“Aymelek hep ben konuştum, sen kendinden hiç söz etmiyorsun, anlatsana biraz” dedi.
“ Immm, ailemle yaşadığımı biliyorsun, babam, amcam avukat. Aile mesleği gibi bir şey yani hukuk bana. İki ağabeyim var. Biri hava harp okulunda, diğeri mimarlık okuyor. Bu okuldaki tek tanıdığım Peri, sınıf öğretmenliği okuyor, üçüncü sınıf. Aklıma başka bir şey gelmiyor, merak ettiğin varsa sen sor.”
Muzipce gülümsedi.
“ Aslında bir şey merak ediyorum, saçlarının rengi gerçek mi, bir de gözlerin lens mi ?“
Kendi saç rengi doğal kızılken şaka yapıyordu sanırım. Ben de karşılık verdim .
“Dişlerim takma mı onu da soracak misin” karşılıklı gülüştük.
“ Aklın kalmasın diye söylüyorum saçım da gözüm de hatta dişlerim de orijinal.”
Bu kez uzun uzun güldük. Sonra büyük bir buluş yapmış gibi başıyla onayladı.
“ Ben de öyle düşünmüştüm. “
Havadan sudan konularla kahvelerimizi bitirip sınıfa döndük. Öğlene kadar iki ders daha yapmıştık, onlar da tanışmak ve dersin konusunu tanımakla geçmişti.
Öğleyin Mercan yurdun yemekhanesinde yediğini söyleyip ayrıldı, ben de Peri ile buluşacaktım.
Kafeteryanın önünde Peri beni bekliyordu, yanında bir adet Alim ile beraber. Aslında bu şaşırdığım bir şey değildi. Beni görmeye geleceğini tahmin ediyordum. Peri de işin cabası olmuştu.
“Merhaba, çok bekletmeden değil mi” diyerek yanlarına yaklaştım.
“ Ee ama sen hiç şaşırmadın canımın içi, ben de sürpriz yaptığımı zannediyordum, kim söyledi geleceğimi” dedi. Keyifli olduğu yüzünün her zerresinden belli oluyordu.
“Aslında ben, tahmin ettim kimse söylemedi. Şimdiye kadar okullarımın ilk günü hep geldin ya, o yüzden şaşırmadım” dedim. Sesimi düz ve sakin tutmaya çalışıyordum.
“ Bak sen şu akıllı bıdığa” deyip yanağımdan makas aldı.
Beraberce bir masaya yerleşip yemeklerimizi söyledik. Peri her zamanki halinden daha resmi davranıyordu. Alimin ilgisini fark etmemesi imkansızdı, kendince ağırdan mi alıyordu acaba.
Derslerden, hocalardan, arkadaşlardan konuşarak bir saati bitirmiştik. Peri dersten önce birkaç işi olduğunu söyleyerek erken ayrıldı. Alim kapıdan çıkana kadar ardından bakıp bana döndü
“ Bu hep böyle soğuk mu, bana mı naz yapıyor” dedi.
“ Sana ne nazı yapacak, yakın mısınız ki o kadar?”
“ Sen gelmeden önce telefonunu istedim, lazım olabilirdi. Epey tereddüt etti vermeden. Sanki sapıklık yapacağım.”
“ Bozuldun mu sen, yüz vermedi diye?”
“Yok ne bozulacağım da, yani bu kadar soğuk durunca bir şey de diyemiyorum. Hoşlandığı biri var belki, ondan böyle uzak.” omuzlarımı çekerek bilmediğimi kastettim.
“Meleğim Hiç de yardımcı olmuyorsun ki, en sevdiğin arkadaşın ile en sevdiğin kardeşin mutlu olsunlar” of yine mu bu konu.. Gözlerim yanıyor, ağlamasam bari.
“ Bu konuya beni karıştırma, lütfen , gerçekten bak. Olacaksa olur zaten, ne bu acele onu da anlamadım.”
“ Çok hoş kız biriciğim, hem seni de çok seviyor, daha ne isterim ki?”
Acaba hata mı ediyordum. Bencillik gözümü kör etmişti de mutluluğuna mani mi oluyordum. Korktuğum şeylerle yüzleşmek gerekiyordu sanırım. O sorudan kaçamayacaktım.
“ Senn ımmm acaba Periye aşık olmuş olabilir misin, yani bu tavırlarını başka türlü anlayamıyorum da”
Küçük , karizmatik, keyifli bir kahkaha attı.
“ Ne alakası var prenses, ne aşık olması, ergen miyim ben, öyle zımbırtılara inanmıyorum. Aşk dedikleri tıbben bir hormon karmaşası. Çok gözünde büyütmeye gerek yok. Sen de takılma öyle şeylere, bir büyüğün olarak tavsiyem kulak ver.”
Aşka inanmadığını zaten biliyordum. Böyle bir esareti başına gelmeden kim tahayyül edebilirdi ki zaten. Kızmıyordum.
“ Bir eş seçimi böyle çocukça en fazla birkaç yıl süren hormonsal karmaşalara göre yapılamayacak kadar önemli bir konu. “
Birkaç yıl demek, iyi madem. Dört yılı tamamladım ben, yakında geçer o halde. Ahmet’in karmaşası da nerden baksan yedi sekiz yıl sürmüş aslında artık geçmiş olmalıydı. Annemle babam var mesela 25 yıllık. Hatta amcam ve yengem. Onlar bütün ailelerini karşılarına alarak aşklarının peşinden gitmişler. Amcam babamdan küçük, fakat önce o evlenmiş hem de kendi kuzeniyle.
Babaannemin erkek kardeşi, yengemin babası yani, büyük dayım yurt dışında yaşıyor. Çocukları küçükken yıllarca gelip gitmemiş. Kuzenler birbirlerini görmeden tanımadan büyümüşler. Sonra bir yaz tatili akrabadan da birinin düğünü olunca o bahane ile memlekete gelmişler. Amcam da yengem de henüz öğrenci. Büyük dayımlar geri dönmüş yurt dışına ama amcam ve yengem mektuplaşmaya arada da telefonlaşmaya devam ediyormuş. Amcamın Okulu bite kadar kimseye hissettirmemişler. Artık açılmak istedikleri yaz yengem illa tutturmuş memleket diye, anne babası müsait olmayınca tek başına gelmiş. Dedeme açılmışlar. Dedem ben çok isterim ama babanı razı etmek lazım demiş yengeme.
Büyük dayı konuyu duyunca çok öfkelenmiş. Kızı da tek başına burada olunca emanetime ihanet ettiniz gibi konuşmuş. Dedem bu sefer ilişkinizi bitirin deyip yengemi apar topar geri yollamaya kalkmış.
Tabi amcam boş durur mu, kimseye haber vermeden yengeme nikah kıymış. En büyük felaket de o zaman yaşanmış. Dedem büyük dayıya mahcup olduğu için ikisini de evden kovmuş. Amcamlar da büyük dedenin, köyde eski bir evi vardı oraya yerleşmişler. Babam o zamanlar başkasının yanında çalışıyormuş, iki kardeş Bismillah deyip kendi şirketlerini kurmuşlar.
Başlarda el altından babaannem yardımcı oluyormuş, dedem çok zengindi. Eski milletvekili. Bu olaylar olunca, bir de amcam evlerinde kalan kızı kaçırmış gibi falan epey prestij kaybetmiş olmalı, büyük dayı ve amcam barıştıktan sonra bile küs kalmaya devam etti oğluyla.
Babamların işleri yoluna girmeye başlayınca içinde oturduğumuz büyük araziyi almışlar. Şehir dışında olduğu için pahalı değilmiş. Evleri yaptırmaları daha sonra olmuş zaten. Babam evlendiğinde şehirde yaşıyorlarmış, abimler de orada doğmuş. Ben, ve ikizler şimdiki evimizde doğmuşuz. Velhasıl amcam ve yengem de neredeyse otuz yıldır ilk günkü gibi aşık.
Alimin dinlediği doktorlar biraz yanılıyor sanki. Yüzüme alaylı bir gülüş yerleşti. Bizden beş yaş büyüktü, ama Ahmet’in yarısı kadar bile bilmiyordu sevgiyi.
“ Ne o küçük hanım, bilmiş bilmiş gülüyorsun, söylediklerim inandırıcı gelmediyse ilgili makaleyi açayım da oku.”
“ Yok, yok , ne haddime, bilim adamları söylüyorsa doğrudur” deyip kıkırdadım. Aşk hakkında hiçbir şey bilmezken bu kadar kendinden emin konuşması komik gelmişti. Bakışları yüzümde dolaşırken ifadesi değişti. Hayran hayran yüzüme bakıyordu.
“ Meleğim, sen hep gül emi, pırıl pırıl parlıyorsun gülerken. Ama o kadar az gülüyorsun ki özlüyorum gülüşünü. Sen çocukken bıcır bıcır bir şeydin. Birden rengin soldu, sanki kabuğuna çekildin. Defalarca konuştuk aynı şeyi biliyorum. Konuştukça da duvarların daha kalınlaşıyor gibi. Üzerine gelmek istemiyorum, ama nolursun içinde seni üzen, hayata küstüğün her neyse paylaş benimle. Belki çare olamam ama dinlerim, senin derdinle dertlenmek bile mutlu eder beni. Sen benim bir tanemsin , gözümün nurusun” dedi.
Pek çok defalar yaşadık bu konuşmayı. Her defasında basit sebepler sunup geri çekildim. Son yıllarda o kadar uzak davrandım ki açamadı konuyu bile. Şimdi böyle beni neşeli görünce cesaret buldu sanırım. Bir cevap beklediği belliydi.
“ Öyle bir şey yok defalarca söyledim sana. Çocukluktan çıktığımı kabul edemediğin için derdim var sanıyorsun. Büyüdüm ben, etrafta koşturup cıvıldayamam ki” inandırmak ister gibi tebessümle gözlerine baktım.
“ Sen öyle diyorsan öyledir güzelim. Kalkalım mi, geç kalma istiyorsan. Çıkışta ben alayım mı seni, gezeriz alışveriş yaparız, ister misin “
“ Bu gün peri ile çıkış saatlerimiz aynı, onun arabası ile döneceğiz. Kitapçıya vesaire uğramamız lazım. Sen hiç zahmet etme.”
“ Pekii, sanırım seni şirkete bırakacak. Bu gün ben de şirketteyim, yukarı davet et size kahve söyleyeyim. Bu kadarını da yaparsın artık benim için.”
Pes etmeyecek..
“ Teklif ederim tabi, gelir mi bilmiyorum ama. İşimiz uzun sürebilir” dedim.
İşimiz uzun sürsün ve eve geç kalmamak için teklifi reddetsin diye elimden geleni yapabilirdim. Ama gerek yoktu, önünde sonunda Alim şansını deneyecekti.
Kısaca vedalaşıp ayrıldık. Ders bitiminde Peri ile anlaştığımız gibi kitapçılara gittik. Öğrencilerin takıldığı bir kafede çay içtik. Bu esnada birkaç arkadaşı ile de tanıştım. Sıcak kanlı, samimi insanlardı. İnsanın kendini uzak durmaya ikna edemediği türden.
Günümüz biraz yorucu fakat çok dolu geçmişti. Şirketin yolunda Peri arabayı bir parkın önüne çekerek oturmayı teklif etti. Biliyordum Ali ile ilgili konuşacaktı.
“ Aymelek, sözü dolandırmadan konuşacağım. Ali abi yani kuzenin hakkında. Söylemek istediğim ben onunla hiç ilgilenmiyorum, onun bana olan ilgisi de seninle olan dostluğumdan kaynaklanıyor. Bu gün kafenin önünde açıkça ifade etti. Ben de ancak arkadaş olabileceğimizi söyledim. O da deneyip görelim dedi. Ben denemeyi falan düşünmüyorum. Sana bunları alışverişe gittiğimiz günden sonra anlatacak fırsatı bulamadım. Melek ben seni çok seviyorum. Seni incitecek bir şey asla yapmam. Beni anlıyor musun?”
Niye böyle konuşuyordu ki şimdi, Ali’nin ona olan ilgisinin beni inciteceğini nerden biliyordu.
“ Melek bakma öyle, sen söyleyene kadar asla dillendirmem ama her şeyin farkındayım. Bazı şeyler gizlenemeyecek kadar büyük olunca görmemek için aptal olmak gerekir. Bence Ali büyük bir aptal, neyi kaçırdığının farkında bile değil. “
Biliyordu, anlamıştı.!
Önce Ahmet, şimdi Peri. Ben hemen kendime çeki düzen vermeliydim. Önce gözlerime hücum eden yaşları durdurmalıydım. Bu konuyu bir kişinin daha öğrenmemesi gerekiyordu. Hata etmiştim. Her zamanki gibi İnsanlardan uzak kalmalıydım. Birazcık yakınlaştığım herkes anlıyordu foyamı.
Bir anda ayağa kalktım. Cevap verecek halde değildim. Arabada eşyalarım vardı. Yoksa şu an aynı arabaya bile binmek istemiyordum.
“ Gidelim” dedim. İtiraz etmedi, bir şey söylememi beklemedi. Usulca binerek yolculuğumuzu bitirdik. Yüzüne bile bakmıyordum. Arka koltuktan eşyalarımı alıp en ruhsuz ifademle teşekkür ederek binaya girdim. Yüzüne bakmaya utanıyordum. Yeniden yalnızlığıma dönmüştüm.
Ne sekreter kızı gördü gözüm ne de bir başkasını. Kimseye bir şey söylemeden dinlenme odasına çekildim. Babama burada olduğumu, bu gün çok yorulduğumu, dinleneceğimi yazan bir mesaj attım.
İçimdeki utanç vücudumu sıtmaya tutulmuş gibi titretiyordu. Midem bulanıyordu. Ben kendimden iğrenmeyi bırakmıştım. Ama zavallılığımı bir başkasının biliyor olması eski krizlerini tetikliyordu. Ahmet’te böyle olmamıştım. O beni en başından anlamış, hayatıma güzel bir dokunuş bırakarak yoluna devam etmişti. Peri öyle değildi. Ailemin içinden biriydi. Bildiklerini paylaşmaya kalkarsa bu hayata devam edemezdim. Biliyordum. Ben utancımı kimseye bulaştırmadığımdan kuvvet alıyordum. Aileden bir kişi bile öğrenirse biterdim, biliyordum sonum olurdu.