Benim kendim için umudum zaten yoktu. Fakat bir de en yakın arkadaşının erkeğini sevecek kadar adi birine dönüşecektim. Bu kadarı çok fazlaydı. Buna engel olmak zorundaydım.
“ Ne o ilk görüşte aşk falan mı. Öyle şeylere inanmadığını sanıyordum.”
“ Hayır tabiki, güzel bir kız, sen seviyorsan iyidir de, ailemize uygun, üstelik ben de kendi paramı kazanmaya başladım. Bundan sonra ciddi ilişkiler kurabilirim. Gördüğün gibi gayet mantıklı yaklaşıyorum meleğim”
Kendince mantıklıydı tabi, eğer ben ona aşık olmasaydım.
“ Anladım, mantıklıymış gerçekten. Ama olmaz. “
“ Ne, neden olmuyor ki” hadi bakalım Aymelek buna da cevap ver.
“ Olmaz, çünkü ben Periyi öz ablam gibi seviyorum hatta gibisi fazla. Şimdi siz görüşmeye başlarsanız ve işler kötü giderse aranızda kalırım” aferin kızım, profesyonel yalancılıkta bir numarasın.
“ Hayır hayır, korkma öyle bir şey olmayacak. Çok akıllı bir kıza benziyor, beni üzmez. Ben onu zaten üzmem. Sen bizi birkaç kez bir araya getir, arkadaşça görüşelim, anlaşamazsak hiç uzatmayız zaten.”
Ha bir de ben buluşturacağım..
“ Hayır beni hiç karıştırma, çok merak ediyorsan karşısına çık, kendin hallet. Arkadaşımı kaybetmek istemiyorum.”
“ Aaa hadi ama prenses, ne kadar nazlandın. Altı üstü bir kahve içeceğiz, sen arkadaşına mı güvenmiyorsun, yoksa bana mı. Olgun insanlarız biz, olmuyorsa olmaz, medenice bitirebiliriz”
Sakin kalamıyordum.
“ Ya neden anlamıyorsun, ben karışmak istemiyorum, hatta arkadaşıma yaklaşmanı da istemiyorum. Ama belli ki rahat durmayacaksın, git ne halin varsa gör, beni bulaştırma”
O da biraz sinirlenmişti sanırım
“ İyi tamam, ne kıymetli arkadaşın varmış. Ben evlendiğim kişi seninle iyi anlaşsın, ailemize uyum sağlayacak biri olsun diye çabalıyorum, küçük hanım beni arkadaşına layık görmüyor, peki prenses, alacağın olsun.”
Sesi kırgın çıkıyordu. Belli ki bu teklifine sevineceğimi bile düşünmüştü. Keşke sevinebilseydim. Bu lanet olasıca kalp ağrısı beni bulmamış olsaydı.
Sen beni kardeşin gibi gördüğün için kendimi yeterince hain gibi hissediyorum zaten, bir de en yakın arkadaşıma ihanet etmeyi kaldırmam. İsteme bunu benden.
“Bak lütfen öyle düşünme, sen her şeyin en iyisine layıksın, Peri de öyle. Sadece ben arada kalmamak için yaklaşmıyorum. Size bir şey olursa Periyi kaybetmemek için bir şansım olsun diye. Çok hoşlandıysan kendin halledebilirsin. Lütfen daha fazlasını benden isteme .“
“ Peki küçüğüm, seni daha fazla zorlamayacağım. Şimdilik susuyorum. Ama bu konu burada kapanmadı bilesin.”
Başka birşey konuşmadan yolu bitirdik. Kuru bir teşekkür ile çantalarımı alarak odama fırladım. Annem yengemdeydi, neyse ki bu bana biraz yalnız kalma fırsatı verdi. Bende bu fırsatı en güzel şekilde değerlendirdim. Yani hıçkıra hıçkıra ağlayarak.
Genelde bunu yapacak fırsatım olmadığı için sessizce ağlarım, hatta yalnız kalamadıysam içime ağlarım. Dört yılda kendimi çok geliştirdim evet.
Hıçkırıklarım söneceği yerde daha da artarken kapının sesini duydum. Anahtarla açıldığına göre annem gelmişti. İsmimi seslense de cevap verecek halde değildim. Hemen kendimi odamdaki banyoya attım, ılık bir duş pek çok şeye iyi gelebilirdi, benim derdime iyi gelen bir şeyi ise henüz keşfedememiştim.
Annem önce odamın, sonra odamın içindeki banyonun kapısını tıkladı.
“ Aymelek, çıktığında yanıma gelir misin kızım, biraz konuşalım”
Belli ki Ali efendi konuyu annemlere açmıştı, ve yardımcı olmam için uzun bir nutuk beni bekliyordu. Daha fazla uzatmadan banyodan çıktım. Islak saçlarıma havlu dolayarak üzerimi giyindim.
Aynanın karşısına geçtiğimde gördüğüm tam bir enkazdı. Kıpkırmızı gözler ve şişmiş bir burun. Bu kadarını gözüme sabun kaçtı diye yutturamaya bilirdim. Yine de deneyecektim.
Saçlarımın nemini biraz daha alarak salık bıraktım. Bel hizamı geçen gür saçlarımı kurutmak tam bir işkenceydi, hele sıcak havalarda. Neyse ki kurutmayınca hasta olan kişilerden değildim.
Annemin sesi mutfaktan geliyordu. Yüzüme tatlı bir tebessüm takınarak yanına ilerledim.
“ Annecim kolay gelsin, ne yapıyorsun?”
“Sağ ol kızım, yemeğe baktım. Gel oturalım biraz senle konuşmak istiyorum.” Mutfaktaki küçük masaya karşılıklı oturduk.
“Ali bir şeyler söyledi, seni biraz üzmüş galiba. Sonra o da pişman olmuş. Zaman vermeliydim, üstüne gittim dedi. Konuşmak ister misin” işte yine ağlamak istiyordum.
“Anne ben onu kırmak istemiyorum, gerçekten bak. Elimde olsa yardımcı olurdum. Ama istediği şey benim için çok zor, Lütfen kimse ısrar etmesin” son cümlemle birlikte gözyaşlarım da artık kabına sığmaz oldu.
Annem elime uzanarak tuttu. Ben de masaya diktiğim bakışlarımı gözlerine çıkardım. Böyle taaa içimi görür gibi bakarken ondan bir şeyler saklamak beni çok üzüyordu, sanki her yalanımı biliyor, yüzüme vurmak istemiyor gibi baktı yine.
“ Meleğim benim, güzel kalpli kızım. Kendini hiç bir şey için mecbur hissetme. Ali akıllı bir çocuk, kendi işini pekala kendi halledebilir. O aslında senin de mutlu olacağını düşünmüş, böyle olsun o da istemezdi, seni çok sever biliyorsun.”
Biliyordum, seviyordu, hem de çok.
“Anne özür dilerim, ben böyle olsun istemezdim, ama elimden bir şey gelmiyor” dedim. Artık gözyaşlarıma hıçkırıklarım da eklenmişti.
Annem omzuma elini koyarak sakinleşmemi bekledi. Bir yandan da ağlayıp rahatlamamı, her zaman yanımda olduğunu söyleyip teskin ediyordu.
Bir süre sonra, içimi biraz boşaltmışken başımı masadan kaldırarak gözlerine baktım. Sanki her şeyi biliyor, çektiğim acıyı paylaşmam için bekliyor gibiydi.
“ Anne ben çok kötü, bencil biri miyim” dedim. Gözerinde bir cevap arıyordum
“ Neden böyleyim ben anne, neden herkesi üzüyorum”
Annem asla kabul etmez gibi başını iki yana salladı
“ Şişşşt senin kimseyi üzdugun yok. Nasıl böyle düşünürsün. Sen bizim tek mutluluk kaynağımızsın, gözümüzün nurusun. Senin gibi bir kızım olduğu için her zaman şükür ettim. Sen kötü değilsin, bencil hiç değilsin. Sen çok güçlüsün. “ Diyerek beni omzuna yasladı. Ben de iyice sokularak boyun girintisine saklandım.
Merhameti beni tedavi edebilirdi. Cennet kokusu içimdeki kiri temizleyebilirdi. Öylece ağlamadan, konuşmadan da bekledim. Zaman her şeye çare ise beni de iyileştirsin diye.
Kapıdan gelen tıkırtılarla omzundan doğrularak soğuk ellerimi yüzüme bastırdım. Bileklerimi tutup ellerimi çekerek gözlerimin taa içine baktı
“ Aymelek, Melek kızım, kendini çaresiz hissetme sakın, ne derdin varsa benimle paylaş. Ben senin için daima buradayım sakın unutma ve seninle gurur duyuyorum” dedi.
Gerçekten icimdekileri bilse gurur duymaya devam edebilir miydi.
Benim boyumu aşan kalp yangınım herkese zarar veriyorken ben bu vebal ile mutlu olabilir miydim.
Sadece başımı sallayarak cevap verdim. Ona gurur duyacağı biri olamadığımı asla söylemeyecektim.
Yaklaşan ayak sesleri ile kendimi toparladım. Babam mutfak kapısına yaslanarak “ Oo anne kız kafa kafaya vermiş, ne kaynatıyorsunuz” dedi.
Biz de ayağa kalkarak onu karşıladık. Bir elini annemin bir elini benim omzuma koyup ikimize aynı anda sarıldı.
“ İşte bütün yorgunluğum gitti, nesiniz siz şifacı falan mı?” dedi.
Ben kollarımı beline sarıp başımı göğsüne saklarken annem de kibarca yanağını öptü.
Keşke hakkımda her şeyi öğrense de bana olan sevgisinin değişmeyeceğini bilebilseydim. Ama hayır, benim acım bana yetiyordu, bir kişinin daha benim yüzümden üzülmesine izin vermeyecektim.
Günlerim annemin şefkati, babamın güvenli kolları arasında kendimi avutmamla geçiyordu. Bazen buna bile hakkım olmadığını düşünsem de yaşamaya devam etmek için bir şeylere tutunmaya ihtiyacım vardı.
İstemesem de Peri ile arama mesafe koymuştum. Birkaç kez gelip beni almak istediğini, konuşacağımız şeyler olduğunu söyledi, her birine bir bahane bularak geçiştirdim.
Alim, Peri konusunu hepimiz bir aradayken tekrar açtığında çok sevineceğini düşündüğüm yengem saniyelik benim gözlerime bakıp oğluna döndü ve “hayırlısıysa olsun oğlum, sen yine de acele etme, ailesi sevip saydığımız kimseler. Tatsızlık çıkarsa herkes üzülür” dedi.
O anda Ali birden ayaklanarak “ ne oluyor size yahu, herkes bana kart zampara muamelesi yapıyor. Niye tatsızlık çıksın, niyetim ciddi diyorum. Olursa olur, olmazsa herkes yoluna devam eder” diye çıkıştı.
Annem “ biz herkesin iyiliğini düşünüyoruz Alicim, sen de bizi anla” dedi. Sanki sesi titriyor gibiydi. Daha fazla yanlarında kalamadan odama çıktım.
Böylelikle birkaç hafta daha geçti. Ben çoğunlukla odamda kitaplarımla vakit geçirdim. Soranlara da okul başlayınca okuyamayacağımı, o yüzden bunları bitirmek istediğimi söyledim.
Okulun ilk günü gelip çattığında herkes benden çok heyecanlıydı. Sanki ilk okula başlıyormuşum gibi annem bile bizimle gelmek istedi.
Neyse ki babam buna gerek olmadığını izah etti. Kendisi de kampüsün içine girmeden beni bekleyen Periye emanet ederek ayrıldı.
Bir an sınıfıma kadar gelebileceklerini düşünmüştüm aslında.
Peri ile beraber ders saatlerimi ve derse gireceğim dersliklere baktık. Daha önceki ziyaretlerimde kantinin, kafeteryanin yerini öğrenmiştim.
Ders aralarında görüşebilmek için binalarımız çok uzaktı. Ancak öğlen arasında kafeteryada buluşabilecektik. Bana iyi şanslar dileyip sarılarak ayrıldı. Ben de ilk dersime hazırlanmak için dersliğe geçtim.
Sınıf yavaş yavaş dolarken yan sırama kızıl kıvırcık saçlı, kısa boylu, balık etli fakat mavi boncuk gibi gözleriyle çok sevimli bir kız “oturabilir miyim” dedi. Ben de memnuniyetle kabul ettim.
İsmi Mercan. Yurtta kalıyor, aslen Karadenizli. Hemencecik samimi olabilen bir yapım yok ama Mercanın sıcacık içten neşesi bir anda beni de kaplayıverdi.
İlk dersler tanışma faslı ile geçti. Babamların hukuk bürosu buralarda epey ünlüdür. Ben kim olduğumu pek söylemek istemesem de hocaların çoğu tanıyordu ailemi, tabi Zorlu soy ismi tanımayanlara da kim olduğumu belli etmiş bulundu.
Önünde sonunda tanınacaktım zaten. Bütün okul hayatında yaşadığım bir şeydi. Arkadaşlarım şakayla “ kızın babası Yargıtay gibi adam, bulaşmayın yakar hepinizi” tarzında takılırlardı.
Lisede yakın arkadaşlarım olamamıştı. Hayatımın en buhranlı dönemine denk geldiği için ilk yıl notlarım derslerimi geçmeme yetiyordu sadece.
Kendimi kabullenmeye başlayınca derslere asıldım ve yine arkadaşım olamadı.
Lise hayatımın tek olayı mezuniyet gecemdir. Son yıl boyum iyice uzamış, yeme düzenim oturduğu için de hastalıklı sıska görüntümden çıkmıştım.
Üç yıldır aynı okulu paylaştığım çocuklar son yılımda bana daha yakın davranmaya başladı. Hatta bircok çıkma teklifi bile aldım. Böyle şeylere ayıracak vaktim olmadığını söyleyerek kibarca reddettim.
Ana sınıfında beraber olduğumuz bir arkadaşım vardı, lisede tekrar aynı sınıfa düşmüştük. Ahmet. İçime kapanık, herkesten kaçan hallerime rağmen en başından beri hep etrafımdaydı.
Son yıl iyice üzerime düşmeye başladı. Halinden anlıyordum. O da bana umutsuzca aşıktı. Nihayetinde uzmanlık alanım.
Etrafımdakilerin kalabalıklaşması, hatta teklifler almam onu huzursuz ediyordu. Anlıyor ve çok üzülüyordum.
Çevremdekileri umursamasına gerek yoktu, benim içim dopdoluydu.
Yine teklif aldığım Bir gün bileğimden tutarak beni arka bahçeye sürükledi.
Buradaki ağaçlık alan sanki bir ormanın içindeymiş hissi veriyordu.
Bileğimi bırakmadan boğazını temizledi. Ben de yüzüne baktım. Bu kadarını hak ediyordu.
Sonra elini çekerek kendi önünde birleştirdi. Birkaç saniye parmaklarıyla oynadı. Kendini hazırlamaya çalıştığı çok belliydi.
Sanki onun yerinde ben varmışçasına acısını içimde hissettim. Neden sonra gözlerini yerden kaldırarak benimkilere değdirdi.
Onu sevemeyeceğimi bilir gibi baktı. Anlıyor muydu halimden acaba.
“Aymelek.. Söylenecek pek bir şey yok aslında. Sanırım beni anlıyorsun. Beni anladığını gözlerinde görebiliyorum. Ve sanırım ben de seni anlıyorum. Orda biri var, çok derinde, uğraşsam da çıkaramam, öylesine içine işlemiş. Ama belli ki sen de umutsuzsun. Onu da görüyorum. Sadece bari benim önümde kimseyle konuşma istiyorum. Biriyle konuşacaksan ben olayım istiyorum. Söyle Çok mu bencilim”
Kaybetmeyi kabullenmişlikten gelen o kadar saf bir hüzün vardı ki gözlerinde, keşke onu sevebilseydim dedim.
Yarama bant yapsam akan kanı durdurabilir miydi. Ben bunu ona yapabilir miydim ki. İstesem canını verecekmiş gibi gözlerime bakarken sevgisini harcayabilir miydim. Canını yakmamaya çalışarak konuştum
“ Seni anlıyorum, sen de beni anlamış gibisin Ahmet, ne denir bilmiyorum. Ama emin ol kimseyle görüşmek gibi bir derdim yok. Tek derdim sınavı güzel bir puanla geçmek. Hayatımda tutunacağım başka amacım da yok.”
Yüzündeki hüzün dağılmadı, rahatlama gelmedi ifadesine. İçinde bir umut varmış sanırım o da söndü. Derin bir nefes alarak sordu
“ Mezuniyete onunla mı geleceksin”
Kimi kastettiğini pek anlamamıştım. Ben hiç gitmemeyi düşünüyordum. Giyinip süslenerek gözükmek istediğim hiç kimse yoktu.
“ Ben mezuniyete geleceğimi zannetmiyorum, kimseyle partner olacağım bir alakam yok “ dedim.
Bu da yalandı. Çünkü birkaç haftadır evde mezuniyetim konuşuluyordu ve bana göz kulak olması için Alim görevlendirilmişti.
“ Benimle gitsen olmaz mı” dedi bir anda. Gözlerinin içindeki masum çocuk boyun bükmüş yalvarıyordu.
“ Seninle gelsem bile mutlu olacak mısın, ancak bir arkadaşın olarak gelebilirim senle” dedim.
“ Olurum, çok mutlu olurum, seni rahatsız edecek hiç bir şey yapmam. Ana sınıfından beri en büyük hayalim mezuniyet dansını senle yapabilmek, kırma beni” dedi. Demek onun ağrısı benden de erken başlamış.
“ Annemlere sormam lazım, biliyorsun tek başıma pek çıkmıyorum. İzin verirlerse sadece arkadaşın olarak sana eşlik etmeye çalışırım” dedim.
Şimdiden mutlu oldu. Küçücük bir umut kırıntısı sevenin mutlu olmasına yetiyor demek ki. Ben hiç umut edemedim, kendimden iğrendiğim bile oldu ama ümidim olmadı hiç. Yani nasıl bir şey hiç bilmiyorum.
O günden sonra biz sınavlara girdik. Sınav sonrası mezuniyet konusunu aileme açtım. Babalarımız zaten arkadaş olduğu için Ahmet’i tanıyorlardı. İtiraz etmediler.
Alim kendisiyle değil arkadaşımla gideceğimi duyunca beni bahçeye çağırdı. Sinirli gibiydi.
“ Neler oluyor Melek bu Ahmet denen kılkuyruk da nereden çıktı, ben sana kaç defa konuştuğun biri varsa söyle demedim mi, şimdi neden son anda öğreniyorum? “ dedi.
Pek de şaşırmadım, kendince her abi gibi kardeşini koruyordu işte. Umursamaz görünmeye çalışarak cevap verdim.
“ Söylenecek bir şey yoktu, hala yok. Yani aramızda özel bir şey yok. Ahmet sadece arkadaşım. “
“ O da böyle mi düşünüyor, özel olmadığını mi söyledi.”
“ Hayır aslında uzun zamandır beni düşündüğünü söyledi. Ben de ona arkadaştan başka bir şey olamayacağımızı söyledim. En azından mezuniyete gitmek istiyormuş. Bunu da kabul ettim. “
Ben konuştukça yüzünün ifadesi halden hale giriyordu.
“ Dur bakalım doğru anlamış mıyım, çocuk seni seviyor, sen onu sevmiyorsun ama mezuniyete beraber gidiyorsun.”
“ Yani evet öyle de söylenebilir.”
“ Ben günlerdir kendime takım bakıyorum ve sen teklif eden ilk adam için beni ekiyorsun öyle mi, bunu da doğru anlamış mıyım.”
Bu soruya verilecek pek çok cevabım vardı ama ben içlerinden en alakasız olanı verdim.
“İlk değil.”
“ Ne ilk değil?”
“ Teklif işte ilk falan değil. Bu yıl onlarca çıkma teklifi aldım. Mezuniyet için olanları söylemiyorum bile.”
Kaşı hayretle kalktı.
“Demek öyle?”
Bu şaşkın hali hoşuma gidince biraz eğlenmek istedim.
“ Evet, bu yıl okulda çok popülerim, basket takımının tamamından teklif aldım, öyle söyleyeyim, yedekler de dahil.”
Hayreti gittikçe öfkeye dönüşüyordu.
“ Ve benim bunlardan şimdi haberim oldu öyle mi, çok teşekkür ederim Melek, bana olan güvenin gözlerimi yaşarttı.”
Üzüldü mu kızdı mi anlayamıyordum. Kıskandığını düşünecek değildim zaten.
“ Neden böyle söylüyorsun, hiç biri umurumda olmadı. Bir şey olsa seninle konuşmaya söz verdim. Ahmet de sadece bir arkadaş. Bunu ona açıkça ifade ettim.
“ Neden onunla gidiyorsun, benimle git o zaman.”
Bu inadı sinirimi bozmaya başlamıştı, ben de inadına gitmek ister gibi konuştum
“ Mezuniyetimi bana bakıcılık etmeye gelmiş biriyle geçirmek istemiyorum. Aklı fikri bende olan , ayaklarımı yerden kesecek, beni dünyanın en güzel kızı gibi hissettirecek biriyle gitmek istiyorum. Gecenin sonunda beni öpmeyi isteyecek biriyle .“
Kendi ağzımdan çıkanlara kendim inanamasam da, kaşları iyice çatıldı
“ Sen zaten dünyanın en güzel kızısın bunu bilmek için o zibidiye ihtiyacın yok, ben de söyleyebilirim. “
“ Sen beni çocuk olarak görüyorsun, Ahmet’in yanında bakıcıya ihtiyacım olmadığını, büyüdüğümü anlıyorum”
Gittikçe bir öfke topuna dönüşüyordu
“ Mezuniyeti unut, bakıcı yoksa mezuniyet de yok. Seni ne idüğü belirsiz bir adamın ellerine teslim etmeyeceğim. Ya benimle gidersin yada gitmezsin”
Bu iş artık gurur meselesi olmuştu, gözlerimi bile kırpmadan dimdik konuştum
“ Gideceğim, gitmek istiyorum, ama seninle değil Ahmet’le. Beni çocuk değil bir kadın olarak gören ve beğenen biriyle . Mezuniyet fotoğraflarımı çocuklarıma gösterirken gurur duyabileceğim kadar yakışıklı biriyle. Bir bakıcı ile değil. “
Gözleriyle beni süzüyor, ne kadar ciddi olduğumu tartıyordu. Üstelik ilk defa ona itiraz etmiştim buna da şaşırmış gözüküyordu. Ben de dik duruşumu hiç bozmadım.
Kavga etmek zor değildi, zor olan sarılması, saçlarımı koklaya koklaya öpmesiydi. Kavga etmekle başa çıkabilirdim, gösterdiği sevgi iflahımı kesiyordu.
Sakin kalmaya çalıştığını belli eden sesiyle konuyu kapadı.
“Demek öyle küçük hanım, tamam git. Ama bil ki ben de o gecede olacağım ve gözüm bir saniye üzerinizden ayrılmayacak. Hadi şimdi gir eve, incecik çıkmışsın zaten üşüyeceksin. “
Ben de daha iyi geceler bile demeden arkamı dondum. İki adım atamadan kolumdan çekip sıkıca sarıldı. Yine kollarının arasında minicik kalmıştım.
Saçlarımın kokusunu içine çeke çeke öptü başımda. 170lik boyumla ancak çenesinin altına geliyordum. Birkaç saniye öylece kaldık. Sonra kafasını biraz geri alarak gözlerime bakmaya çalıştı. Bu mesafeden nefesi yüzüme vururken hala ölmemek nasıl oluyordu ki.
“ Seni seviyorum, huysuzluğum bundan. Kimselere vermek istemiyorum. Zibidinin biri kalbini çelecek diye aklım çıkıyor. “
Bir kez daha sarılıp eve gönderi. Annem camdan bizi izliyordu. Eve girdiğimde titreyen dizlerimi fark etmediyse de yaş dolu gözlerimi, görmüş olmalıydı, hiçbir şey sormadan “ hadi çık da uyu kızım, bu gün çok yoruldun” dedi. Ben de minnetle odama kapandım.
Şimdi sabaha kadar içimi çeke çeke ağlayacak sabah da şişliği insin diye kimseye göstermeden gözlerime buz tutacaktım.
Mezuniyet günü Ahmet’e elbisemin resmini attım çiçeğimin rengini uydursun diye.
Toz pembe, etekleri hafif kabarık, diz altı bir elbise. Yakası şeffaf tülden ve dik yakasına doğru iyice yoğunlaşan gerçek taşlara sahip pırıl pırıl tam bir mezun oluyorum elbisesi.
Annem, yengem, Peri hep beraber seçtik. Ben de sevdim. Altına dört santim topuklu, bilekten bağlı cici ayakkabılar aldık.
Kuaföre de gittim. Belime ulaşan sarıya yakın kestane saçlarımın uçlarından birkaç santim aldılar. Üst tarafı yanlara taç gibi örerek kalanını iri bukleler halinde omzuma dağıttılar.
Ela gözlerime belirgin bir makyaj yapıldı. Dudaklarıma bir şey istemiyordum , hafif bir parlatıcı ile tamamladılar.
Ev şehir dışında olduğu için Ahmet beni salondan aldı. Sanki gelin çıkarır gibi alkışladılar bizi. Birbirimize bakıp gülüştük. İkimiz de bu gülücüğün göstermelik olduğunun farkındaydık. İkimizin derinlerinde de kanayan bir yara vardı. Kolay kolay kapanacağa da benzemiyordu.
Resim de çekindik. Annemlerle, amcamlarla, Ahmet’le, onun ailesiyle.
Belli ki bir şeylerden haberleri vardı, bana fazlasıyla sıcak davrandılar.
Alim ortalarda gözükmüyordu, ben de kimseye sormuyordum.
Önce cübbe giyip diploma aldık. Burada da resimler çekindik.
Balo salonuna geçmeye hazırlanırken kucağında koca bir Zambak buketiyle onu gördüm. Yine zamandan mekandan kopmuş gibiydik. Uzun adımları kolayca bana taşıdı onu. Buketini elime tutuşturup kafamın tepesinden yine öptü.
“ Meleğim, bu gün prensesleri bile kıskandıracak gibi olmuşsun. Ben şimdi seni bu zibidiye nasıl emanet edeyim” diye kulağıma fısıldadı.
Kulağımı okşayan nefesi, burnuma dolan kokusuyla yine hipnotize olmuş gibi boş boş bakmaya başladım. O esnada kolumda kibar bir dokunuş hissettim.
Ahmet yanıma gelmiş, kurtarıcım olmuştu.
Alim kendinden emin bir tavırla
“ Delikanlı biz tanışmadık, Ali ben. Aymelek’in kuzeniyim dedi.
Bu da yeni bir şey, yıllardır beni kardeşi olarak tanıtıyor. Büyüyünce kuzenliğe terfi ettim demek ki.
“ Memnun oldum, Ahmet ben de, anasınıfından beri Melek’le beraberiz, aynı sınıftayız yani” diyerek başını dikleştirdi.
Bir çeşit meydan okuma mıydı, yoksa güç gösterisi mi anlayamadım fakat sıkıca tokalaştılar. Birbirlerini tartıyor gibiydiler. Ahmet kısa falan değildi, fakat Alim yine herkesten on santim uzun gözüküyordu. İnce fakat yapılı bedenine takım elbisesi tam oturmuş, iyice dikkat çeker hale gelmişti.
Bu çekişmeli tuhaf ortamı babamın sesi bozdu .
“ Çocuklar gideceğiniz araba geldi. Siz çıkın isterseniz, Ali sen de Ebru hocayı alıyorsun sanırım. O nerde göremedim, neyse biz artık eve geçiyoruz kızım annenler arabanın yanında” deyip kapıya yöneldi.
O anda benim ne annemi ne arabayı görecek halim kalmamıştı. Yanağımdan makas alıp uzaklaşmaya hazırlanan Ali’nin kolunu tuttum
“ Ebru hocayı almak ne demek, sen buraya onun için mi geldin”
“ Sakin ol prenses, buketi sana verdiğime göre senin için gelmişimdir. Sana baloya geleceğimi söylemiştim giriş biletim de Ebru, liseden beri arkadaşım biliyorsun .“
Biliyordum tabiki, bir dönem çıktıkları sonra dost kalmaya karar verdiği arkadaşlarından biri işte.
Onun Ebru hoca ile kucaklaşmasını izlemek istemiyordum.
Umursamıyormuş gibi başımı dikleştirdim
“ Neyse , bizim arabamız gelmiş. Bekletmeyelim insanları. Balo salonunda görüşecek gibiyiz zaten” deyip ısmarlaşmadan Ahmet’in koluna girerek uzaklaştım.
Limuzinin kapısında bir fasıl daha fotoğraf çekindik, tebrikleri kabul ettik ve ısmarlaşdık.
Arabaya bindiğimizde Ahmet’in durgunluğu iyice kendini belli etti. Ben de yönümü ona çevirerek konuşması için yüzüne baktım.
Acıyla tebessüm ederek bana döndü, gözleri birkaç saniye yüzümün her yerinde dolandı sonra da kısık sesiyle konuştu
“ Demek sen aşık olduğuna böyle bakıyorsun, mutlu olunca yıldızlar beliriyor yeşil denizlerinde, kıskanınca alevler çıkıyor..”
“Ahmet..”
“ Özür mü dileyeceksin, sakın yapma, çünkü ben de yapmayacağım. Seninle evlilik hayalleri kurarken yedi yaşında bile değildim. Kalbim kuş gibi çırpınırken elimden gelen ne vardı ki. Görüyorum senin kalbin de ona uçmak, dallarına konmak için çırpınıp duruyor ve sen de en az benim kadar umutsuzsun.”
Eli elimi buldu, şefkatle gözlerimin içine baktı.
“ sakın üzülme, dünyada seni anlayacak bir kişi varsa o da benim” dedi. Ben de diğer elimi onun elinin üstüne koydum.
“ Ama bu demek değil ki bu aksam eğlenmeyeceğiz. Sen bu aksam benimsin ve ben yarın yokmuşçasına bu geceyi yaşamak istiyorum” dedi.
Ben de içten bir tebessümle başımı sallayarak onayladım.
Limuzinden inmemiz de binmemiz kadar şaşaalıydı. Kırmızı halılar, patlayan flaşlar çiçekli kemerler...
Ailem bu tarz davetlere hep katılsa da ben alışık değildim yine de her genç kızın başını döndürebilecek kadar teferruatlı yapılmıştı hazırlıklar.
Burada oluşturulan dönem panosunun önünde de birkaç poz vererek salona geçtik.
Ortam gençlik dizilerinden fırlamış gibiydi. Küçük bir sahne, geniş bir dans pisti, küçük beyaz örtülü kokteyl masaları, çeşitli aperatiflerle donatılmış açık büfe, ve alkolsüz içecekler. Her şey kusursuz gözüküyordu.
Kendimize bir masa seçerek müziğin ritmiyle sallanırken bir yandan etrafı izliyorduk. Ahmet’i kırmamak için gelmiştim ama ben de eğleniyordum.
“ Sen istemesen hiç gelmeyi düşünmüyordum Ahmet, teşekkür ederim beni ikna ettiğin için” dedim.
Söylediğim her sözü muhteşem bir melodi gibi dinlerken gözlerime kenetli gözlerinin içi parlıyordu. Alimi dinlerken ben de böyle mi gözüküyordum acaba.
“ Asıl ben teşekkür ederim, hayatımın en güzel gecesini yaşıyorum” dedi.
Bir an için acaba ona boş umutlar veriyor muyum diye düşünürken tebessümüm soldu. İçimden geçeni anlamış gibiydi.
“ Melek lütfen yüzün solmasın. Ben şu an çok mutluyum, bu geceyi hep seninle yaşamak istemiştim ve bu da gerçekleşiyor. Fazlasını istemeye hakkım yok bunu biliyorum. Benim için her zaman en güzel hatıram olacaksın, ve sen de beni güzel hatırla istiyorum. O yüzden sadece şu anın tadını çıkaralım olur mu”
“ Sen mutluysan ben de mutlu olacağım, zaten bundan daha iyisini hayal edemezdim” dedim. Gerçekten de öyleydi.
Benim için Alim güzel bir gençlik anısı falan olamayacaktı. Beni kardeşi olarak seven birine aşıktım ve bu bana olsa olsa bir utanç kaynağı olabilirdi. O yüzden şu an yasadığımdan daha güzel bir anım belki de hiç olmayacaktı.
“ O zaman beni biraz daha mutlu et” diyerek, kolunu uzatıp girmemi bekledi, sonra da kibar adımlarla piste ilerledik. Fonda Samanyolu şarkısı çalıyordu. Bir asilzade gibi referans yaparak elini uzattı, ben de karşılık vererek tuttum elini. Diğer elini kibarca belime yerleştirirken ben de omzuna ilişmiştim.
Burada da birkaç fotoğrafçı güzel kareler yakalamak için hazır bekliyordu.
Kesik kesik aldığı nefesten yada ellerinin titreyişinden ne kadar heyecanlı olduğunu hissedebiliyordum. Keşke ben de ona eşlik edebilseydim.
Maalesef ki benim nefesimi kesen bu dünyada tek bir kişi vardı..
Gözlerinin yüzümün her santimde dolaştığını da hissediyordum, fakat etrafta çok ilginç şeyler varmış gibi ilgi ile izleyerek görmezden gelmeye çalışıyordum. Bazen de bir anlığına bakıp tebessüm ederek yine çevreye dönüyordum.
Kulağıma eğilerek fısıldadı.
“ Onu mu görmeye çalışıyorsun?”
“ Ha, ne, kimseye bakmıyordum, herkes çok güzel olmuş, ona baktım sadece.”
Beni yanlış anlamıştı. O Ebru ile eğlenirken seyredecek değildim. Görsem bile başımı çevirmem muhtemeldi. Böylece ilk dansımızı tamamlayıp masamıza geçtik.
“ Aslında atıştırmalık mi alsak, ben heyecandan hiçbir şey yiyemedim, birazdan düşüp bayılmak istemiyorum” dedi.
Ben de kahvaltıdan sonra bir şey yememiştim, yalnız ben aç olmaya alışıktım tabi. Düzenli üç öğün yediğim günler sayılıydı dört yıldır.
Bu kez kolunu uzatmak yerine elimi tutmak için uzandı, bir yandan da gözlerime bakarak izin istiyordu.
Onun için bu kadarını yapabilirdim. Ben de uzattığı eli tuttum. Yüzünde tarifsiz bir mutluluk vardı. O mutlu oldukça ben de seviniyorum. Umarım gecenin sonu kötü bitmez diye temennide bulundum.
Yiyecek masasına geldiğimizde ben tatlı o tuzlu atıştırmalıklardan küçük birer tabak yapıp masamıza döndük.
Hem yiyip hem etrafı izlerken bir çift siyah gözü üzerimde hissettim. Ebru hoca koluna girmiş müziğe göre sallanıyor O ise gözlerini bize dikmiş kıpırtısız bekliyordu.
Sanki hiç umurumda değilmiş gibi tebessüm ederek el salladım ve bakışlarımı Ahmet’e çevirdim. O da kahve gözlerini bana çevirdi.
Ne hissettiğimi anlamaya çalışıyor gibiydi. Omuzlarımı kaldırıp ona da tebessüm ettim. Başka ne yapabilirdim ki.
“Benimle konuşabilirsin. İçine atmana gerek yok. Aslına bakarsan bilmek istiyorum nasıl oldu bu “ dedi.
Bir süre boş boş gözlerine baktım. Ben yaşadıklarımı günlüğümden bile gizlerken ona ne anlatabilirim ki. Yine de bir kaç cümle kurmam gerekiyordu.
“ Anlatacak fazla bir şey yok, beş yaş büyük ve kuzenim. Kendini ağabeyim hatta babam filan sanıyor, ben de beş yaşındayım tabi. Ellerinde büyüdüm sayılır ve dört yıl önce ona olan hislerimin kendi ağabeylerimden çok farklı olduğunu anladım. Bir kaç yılım reddetmekle geçti. Kalan yıllarım da kendimden iğrenmekle. Şimdilerde elimden gelen bir şey olmadığı için kabullendim. İstediğim bir şey değildi, sen de bilirsin. Kalbimizin kimi seçeceğine maalesef biz karar veremiyoruz” dedim.
Başını sallayarak anladığını belli etti. Ben de önümdeki tatlılara dondum. Fonda bu kez fikrimin ince gülü çalmaya başladı. Ahmet yine dans etmek istiyor fakat çekiniyor gibiydi. Bu kez bakışlarımla ben teklif ettim. O da hevesle kabul ederek elime uzandı. Artık teklifsizce tutuyordu, ben de itiraz etmiyordum. El ele pistin ortalarına gelerek dans etmeye başladık. Üzerimde gezinen bakışları görmezden gelerek bütün ilgimi Ahmet’e vermeye çalışıyordum.
O da Ebru hoca ile yanımıza gelerek dans etmeye başladı. Şarkı bittiğinde hep beraber bizim masaya ilerledik. Daha fazla yalnız kalmamıza izin vermeyeceğini bakışlarından anlıyordum zaten. Bu kadar dayanabilmesi bile mucizeydi. Ebru hocanın telefonu çalınca müsaade isteyerek yanımızdan ayrıldı. Sanki bunu bekliyormuş gibi Alim söze girdi
“ Demek anasınıfından arkadaşsınız, ne güzel” dedi. Sesinin tınısından gergin olduğunu anlayabiliyordum .
“ Yakın mıydınız, daha önce Melek'in senden söz ettiğini hiç duymamıştım” dedi.
Mahsus yapıyordu, birkaç gece önce Ahmet’le olan münasebetimi ona çok açık ifade etmiştim. Belli ki bir de Ahmet’ten dinleyesi vardı.
“ Evet, yakındık, anasınıfından sonra da birkaç kez aynı sınıfa düşmüştük. Son iki yılı da zaten hep beraberdik” dedi. Neden böyle ifade ettiğini bilmiyordum. Yıllardır üst üste iki cümle kurduğumuz yoktu karşılıklı, fakat o baya samimi geçmiş yıllarımız gibi anlatıyordu. Tabi ki aksini iddia edecek değildim.
“ Ne güzel, Melek okuluna buradaki üniversitede devam etmek istiyor, sen de burada mı okuyacaksın” dedi.
Ahmet “ Hayır ben harp okuluna başvurdum. Asker olmak istiyorum. “ Deyince şaşkınlıkla yüzüne dondum. Okuldayken harika hikayeler, Şiiler yazar, okul gazetesinde bazen de yerel dergilerde yayınlardı. Hep bir yazar olacağını düşünmüştüm. O kalem tutan el şimdi silah mı tutacaktı?
“ Delikanlı bu önemli bir karar, askerlik kutsal olduğu kadar zor da bir meslek. Aklın geride bıraktıklarında kalmayacak mı?” dedi. Gözünün ucuyla beni izliyordu.
“ Kalmaz, ailem en başından beri asker olmak istediğimi biliyor, başka da yolumu gözleyecek kimse yok”
Cümlenin içindeki ağır imayı ben anlıyordum, Ahmet kendine bir yaşam amacı bulmuş, kutsal bulduğu bir gayeye kendini adamıştı.
Alim kaşlarını kaldırarak anladığını belirtti. Anladığı neydi bilemiyordum, fakat benim anladığım yaralı yüreğime bir ok daha saplamıştı.
Acılı tebessümlerimiz birbirini buldu. Ahmet’ten utanıyordum. Kalbimi yanlış kişiye kaptırdığım için işte yine utanıyordum. Her şey yine benim yüzümden bozuluyor, yapışkan bir hüzne bulanıyordu.
Ne düşündüğümü bilirmiş gibi elime uzandı. Tereddütsüz tuttum. Tutuşu dostane bir sıcaklık veriyordu. Rahatsız olmuyordum.
Bakışları ile pisti işaret etti. Başımı salladım. Konuşmadan anlaşacak ritmi ne ara yakalamıştık ki.
Bir adım atamadan diğer kolum tutuldu. Bu belki dokunanın dostane, hatta kardeşçe hissettiği ama dokunulanı ateşler içinde bırakan bir tutuştu. Kalbini yerinden oynatan, dizin bağını çözen.. Bir anda buz kestiğimi Ahmet anlamış mıydı? Alim anlamıyordu da.
“Delikanlı müsaade eder misin?” Ahmet olgunlukla kabul ettiğini elimi bırakarak gösterdi. Gözlerime de anlayışlı bir tebessüm sunmuştu.
Alim tuttuğu kolumun elini diğer eliyle tutup kendi koluna yerleştirdi. Duruşunu dikleştirerek salon beyefendisi pozu takındı.
“ Küçük hanım, bu dansı bana lütfeder misiniz” dedi. Tavrındaki şakacılık beni de neşelendirdi. Ona ışıltılı bir tebessüm sunmak isterdim, zayıfça iki yana kıvrıldı dudaklarım. Elimden gelen buydu. Kol kola piste ilerledik. Fonda çalan şarkıyı duyamıyordum, benim içimde çalan şarkı çok başkaydı.
Sezen Aksu “bir sır gibi sakladım seni” diyordu içimde. “Al yüreğim senin olsun, bende kalırsa dayanamam” diyordu.
Elimi tutan eli, belimi saran kolu beni mutlu etmiyordu. Ahmet sevdiğiyle dans ederken dünyanın en mutlu kişisiydi, ben sevdiğimle dans ederken mutlu bile olamıyordum. Kendimde bu hakkı göremediğim gibi utanıyordum hatta.
Kendimle mücadelem kulağımdaki fısıltıyla kesildi
“ Ahmet asker olmak istiyor diye mi üzüldün, bu kadar üzüleceğini bilse gitmezdi belki.”Ne diyordu Allah aşkına.
“ O kendi kararını çoktan vermiş, benimle ne alakası var. Üstelik sadece arkadaş olduğumuzu da söyledim sana.”
“Seni uzun zamandır düşündüğünü de söyledin, üstelik gördüğüm kadarıyla gelip geçici bir hoşlantı da değil bu. Belli ki seni çok önemsiyor. Hatta senden umudu kestiği için asker olmak istediğini bile söyleyebilirim.”
Bu konuyu böylesine basitçe dillendirmesinden rahatsız oldum.
“ Tanışalı kaç dakika oldu ki, nasıl bu kanıya vardın acaba?”
Sesinde anlamını çözemediğim bir tını vardı.
“ Ah küçük prensesim, Meleğim benim. O çocuğun içindeki sevgi boyunu aşmış, sana bakışlarını kim görse aynını söyler”
Bir anda gözlerim gözlerini buldu. Ahmet benden daha aşık mı bakıyordu da benim gözlerimdekini kimseler anlamıyordu.