TUTSAK

3500 Words
Zelal Kapı şiddetle çalındığında, Köşeye çekilip içimi saran korkuyu bastırmaya çalıştım.Ağa oğluyla bu evde olmak, her geçen dakika içimdeki huzursuzluğu büyütüyordu.Şimdi hatırlamıştım. Yıllar önce Rojda arkadaşına annesinin ölümünü ve abisinin şahit olduğunu anlatmıştı.Detay vermemişti ama ben çok üzülmüştüm.İçimden tanımadığım o çocuk için dua etmiştim. Şimdi o çocuk karşımdaydı. Büyümüş adam olmuştu.Şimdi de ben ondan kurtulmak için dua ediyordum.Kader çok farklı bir şeydi.Hiç tanımadığım adamı aniden hayatıma dahil etmişti. Ateş bu ismi orda duymuş olmalıydım.Lakin o gözleri tanıyan kalbimi anlamıyordum.Onu da Rojda anlatmış olamazdı. Anlatmamıştı da. Kalbim tanıyordu.Bunu onu görünce değişen kalp ritimlerimden anlayabiliyordum.Tek sıkıntı zihnimde onunla ilgili bir hatıra yoktu.Bu bilinmezlik beni daha çok korkutuyordu.Bir gün onu tanıyan kalbim zihnimin de onu tanımasına müsaade edecekti biliyordum. Ateş Miroğlu, herkesin adını duyduğu an titremesine sebep olan o adam.Şimdi aynı çatı altındaydık. Ve beni, o buraya getirmişti. Ailemden intikam almak Gördüğüm anda vücuduma titreme giriyordu.Korkuyordum. İntikamının bir parçası olmaktan korkuyordum. Gözlerindeki o karanlığı gördüğümden beri, bu evden sağ çıkamayacağımı hissetmiştim. Ona göre, ben bir piyondum; abimin işlediği suçların bedelini ödetmek için bir araç. Bilmiyordu ki hayatım boyunca abimin tüm yaptıklarının bedelini canım acıyarak ödemiştim. Gerçi duysa da acımasız Ağa hiç acır mıydı? Merhamet eder miydi? Sanmıyordum. Bir başıma kalmıştım.O bana bir şey yapacak olsa bana yardım edecek kimse yoktu.Nefesimi tutmuş kapıya doğru ilerleyen Ağa oğluna bakıyordum.Kim olabilirdi? Ağa oğlu kesin bu evi kendi sığınağı gibi kullanıyordu. Öyle kullanmasa beni buraya getirmezdi. Buraya gelen her yabancı, kaderimi değiştirebilirdi. Kurtulabilirdim. İçime bir umut ışığı doğdu. Lütfen. Lütfen beni kurtaracak biri olsun. -Kim o? diye sordu, sert bir sesle. Kapının ardındaki kişi gür bir sesle cevap verdi: -Aziz! Yüzündeki ifade değişmedi, ama gözlerindeki kıvılcım bir anda kor gibi alev aldı. İşte gözleri alev gibi yandığı zaman korkuyordum. Böyle olduğu zaman sanki bir anda bambaşka biri oluyordu. Anlayamıyordum. Kapıyı açıp Aziz denen adamı içeri aldığında, umudum tamamen sönmüştü. Aziz de bu intikam planının bir parçasıydı; nefreti büyüten, körükleyen adamlardan biri. Onun adamıydı. Aralarında geçen konuşmaları duymamak için elleriyle kulaklarını kapattım. Ağa'nın öfkeli sesi duvarları titretecek kadar güçlüydü. Kulaklarımı kapatmama rağmen öfkeli sesini kulaklarımın içinde hissediyordum. - O soysuz hâlâ kayıp mı? Sesi cihanı yakacak gibiydi. Abimin kayıp olması sinirlerini bozuyordu. Bir an önce onu bulmak istiyordu. -Evet, dedi Aziz. Kimse yerini bilmiyor. Aziz yorgun görünüyordu. Abimi her yerde arıyor olmalıydılar. Abim kayboldu mu kimse bulamazdı. Kesin yine ipsiz sapsız arkadaşlarının yanındaydı.Yerini öğrensem ben söyleyecektim. Bir kızı öldürüp utanmadan bir de kaçıyordu. Keşke yerini bilseydim. Keşke... Kayıp olmasıyla Ağa oğlunun hedefi ben olacaktım. Duyduklarımın etkisiyle daha da küçüldüm. Soysuz dediği abimdi.O bulunana kadar abimin işlediği günahların kefaretini ödemek için burada tutsaktım.Abim bulunmadan beni salmazdı. Ateş, sert bir şekilde geri dönüp ban baktı. Bakışları o kadar ağırdı ki, gözlerimi kaçırdım. Ateş yavaşça bana doğru ilerledi, sessizliği içimde yankılanan bir tehdit gibi büyüdü. -Abinin yerini biliyor musun? diye sordu Ağa, sesi tehlikeli bir sakinlikle. Dudaklarımı araladım ama kelimeler çıkmadı. Ağa'nın öfkesi, üzerime çöküyormuş gibi hissettim. -Cevap ver! diye haykırdı Ağa, bir adım daha yaklaşıp. Korkuyla irkildim. Gözyaşlarım istemsizce yanaklarımdan süzülmeye başladı. -Bilmiyorum, dedim boğuk bir sesle. Gerçekten bilmiyorum. Bilsem söylerdim. Kendimi tehlikeye atmazdım. Özellikle de tehlikeli bir Ağa'nın yanında tutsakken hiç tehlikeye atmazdım. Ağa'nın gözlerinde bir anlık tereddüt belirdi ama hemen kayboldu. -Bilmiyorsan öğren, dedi soğuk bir tonda. Tabi Ağam hemen öğrenirim. O kadar kolaydı. Sonuçta kendi hemen bulmuştu ya demek istedim ama alev alev bakıyordu. Korkudan yine sustum. Sonra devam etti. -Ailenden biri toprağa girmeden önce. Korkuyla irkildim. Abim olmazsa bizden birini öldüreceğini söylüyordu. Abimin hatasını hepimize ödetmeye çalışıyordu. Kalbim daha hızlı atmaya başladı. Ağa oğlunun bu intikam ateşi, bir yangın gibi büyüyordu ve o yangında yanmak üzere olduğumu hissediyordum. Ne kadar dirensem de, bu evdeki her saniye daha da çaresizleşiyordum. Ama içten içe biliyordum: Ateş Miroğlu’nun yarattığı bu karanlık, bir gün beni de yutacaktı. Ateş, odanın içinde bir aslan gibi dolanıyordu. Yumrukları sımsıkı, gözleri alev gibi yanıyordu. Nefes alışverişi bile tehditkârdı. Telefonu eline alıp numarayı çevirdiğinde, ne olacağını tahmin edebiliyordum. Abimi arıyordu. Mehmet, asla yerini söylemezdi. Beni sevmeyen, küçümseyen o adam, şimdi benim hayatımı hiçe sayacaktı. Ateş’in öfkesi, benim üstüme daha da yük olacaktı. Abim benim için gelmezdi. O arabada ailemin benim için çabalamayacağını zaten söylemiştim. Beni dinlemiyordu. Arasın bakalım. O da görsün ne kadar değersiz olduğumu. Ben söyledim anlamadı. Belki abim gösterirse anlardı. Telefon bağlandığında, Ateş bir an duraksadı. Nefesi sakinleşmiş gibi görünse de, gözlerindeki karanlık beni buz gibi etti. -Mehmet, dedi, sesi soğuk ama ölümcül. -Nerdesin? Ne hissettiğini anlayamıyordum. Kardeşini öldüren adamla konuşuyordu. Kendini tutmaya çalıştığı belliydi. Karşısında abim vardı. İlla ki onun sinirlerini bozacaktı. Abimin sesi duyuldu. Umursamazdı, hatta alaycı. Tam tahmin ettiğim gibi. Allah'ın cezası. Utanmadan bir de saygısızca konuşuyordu. - Ne oldu Ateş Ağa, beni mi özledin? dedi. Sesiyle bile nefreti tırmandırıyordu. Ben burda kriz geçiriyordum. Ateşi düşünemiyorum. Ateş’in yüz kasları gerildi. Yine de kendini tutuyordu. Son demleriydi. -Yerini söyle, diye tısladı. Eli yumruk olmuştu. - Yerimi mi? Sana mı? Hayırdır? İntikamını almak için mi? dedi abim, kahkahasını saklamadan. Sonra, o kelimeler döküldü ağzından. - Bak, senin şu kız kardeşin vardı ya… Belki de hak ettiğini buldu. Olacak şeydi. Bunu duyduğumda, Ateş’in öfkesi patladı. Gerçekten vicdansızın tekiydi. Nefret ediyordum. Abimden ölesiye nefret ediyordum. Bana karşı tek değil tüm kadınlara karşı böyleydi. İğreniyordum. Gözleri karardı, telefonun hoparlöründen yayılan abimin sesi bile odayı buz gibi yaptı. Ateş, telefonun üzerine bağırdı. Çok bile dayanmıştı. Öfkeden titriyordu. Kardeşine söylenen laflar benim zoruma gitmişti. Haklıydı. -Kapa çeneni! O dilini koparmazsam bana da Ateş demesinler! İnşAllah dedim içimden. İnşAllah o dili kopar. Bir daha hiçbir kadının arkasından böyle iğrenç konuşamaz. Abim hâlâ umursamazdı. Ateş öfkeyle onun canını yakmak için benim elinde olduğumu söyledi. - Sen ne yapacaksın? Kardeşin elimde diyorsun, bana ne? Ne yaparsan yap! Umrumda değil! Ateş’in eli titredi. Telefonu o kadar sıkı tuttu ki, kırılacak sandım. Bense abimin bir kez daha değersiz olduğumu söylemesiyle ağlamaya başladım. Kimden medet umuyordum. Beni kurtaracak bir Allah'ın kulu yoktu. -Bulacağım seni, Soysuz! Kaçabileceğin hiçbir yer yok! Zelal burada… Ve inan senden daha değerli! Bakalım aldığım ses kayıtlarını aşiret dinlediği zaman ne tepki verecek? Kız kardeşini elin oğlunun elinde pişkin bir şekilde bırakmanı nasıl karşılayacaklar dedi, sesi öyle keskin ve sertti ki, beni bile irkiltti. İşte şimdi güzel bir noktaya değinmişti. Abim aşirete nasıl oynayacaktı. Ateş yalan söylüyordu. Ses kaydı almamıştı. Almadığına pişman olduğu gözlerinden okunuyordu. Yine de tehdit için mantıklıydı. Abim kendini beğendirme peşindeydi. Abim, kısa bir sessizliğin ardından, korkuyla telefonu kapattı. Korkak. Ailenin yüz karası. Ateş telefonu yüzüne kapandığında bir an odada sessizlik oldu. Ama bu sessizlik beni daha çok ürküttü. Çünkü onun öfkesinin şimdi bana döneceğini biliyordum. Bana baktı. Bakışı öyle bir şeydi ki, nefesim kesildi. İçinde sadece acı ve öfke vardı. Sanki abimin işlediği suçların cezasını bana ödetmeye kararlıydı. Abimin konuşması onu daha çok sinirlendirmişti. -Aziz! diye bağırdı. Aziz odaya girdiğinde Ateş ona döndü. - Hemen gidip bul şu soysuzu! Her taşı kaldır, her deliği kontrol et. Bana Mehmet soysuzunu getir! Aziz başını eğip çıkarken, Ateş tekrar bana döndü. Bana doğru birkaç adım attı, adımları yankılanıyordu. Köşeye çekilmek istedim ama daha fazla kaçacak yer yoktu . O karanlık bakışları üzerimdeydi. - Gelme üzerime, dedim korkuyla. Ellerimi kaldırmış bana zarar vermemesi için kendimi korumaya çalıştım. O ise dövmek yerine laflarıyla beni öldürdü. - Abin seni umursamıyor bile , dedi alayla . Bir hiçsin onun gözünde. Ve benim gözümde… Sustu, gözlerini benden ayırmadan konuşmaya devam etti. - Ama bir faydan var. Onu getirmek için buradasın . Ve o gelene kadar benimle kalacaksın. Sana acımayacağım, Kalender. Sakın bunu bekleme. Ailen namusuna karşı abini bana teslim edecek. Sesi o kadar sertti ki, kelimeler bıçak gibi kalbime saplandı . Bilmiyordu. Ailem asla benim için abimi teslim etmezdi. Yapacakları tek şey beni kurban etmekti. Beni öldürse ailem kan davası bile gütmezdi. Bunu bilmiyordu . Ben çok acı şekilde öğrendim. Her Allah'ın günü çaresiz bir şekilde abimin yaşadığı hayatı izleyerek ve benim bir çöp kadar kıymetimin olmadığını yaşayarak öğrendim. Olsun . Yine yaşardım. Ne olsa herkesin günahının bedelini ben ödemeliydim. Gözlerimden yaşlar süzülse de sesimi çıkarmadım . Çünkü bu adamın öfkesine karşı koymanın faydasız olduğunu biliyordum. İlk defa ses çıkardım da ne oldu? Yine acıların içinde tek başımaydım. İçimden bir ses, bu acının bir gün sona ereceğini söylüyordu. O güne kadar , bu cehennemi yaşamaktan başka çarem yoktu . Yaşayacaktım. Zaten ya isteyerek ya da zorla bana bu acıyı yaşatacaklardı. Umudum tükenmişti. Benim hiçbir şeye hakkım yoktu. Aziz denen adam gitti. Ateş de midesi bulanır gibi bana bakıp mutfağa gitti . Üzülmüştüm. Ben ona bir şey yapmadım. Lakin yine ben tüm kaprisleri çekiyordum. Döndüğünde elinde içki şişeleri vardı. Bu sefer benim midem bulandı . Abim gibi miydi? İçkiden nefret ediyordum. - Ne oldu Kalender? Yüzün buruştu dedi, keyifle. Canımın sıkıldığını anlamıştı. - Soysuz dediğin adam da hep içer. Ortak noktanız çok dedim, acımasızca. Aslında korkuyordum . İçerse bana zarar verebilirdi. Bu yüzden acımasızca konuşmuştum. - Kes sesini! Beni sakın o soysuzla karşılaştırma dedi, kükreyerek. Korkuyla yerime sindim. - Ben sadec... - O iğrenç sesini duymak istemiyorum. Defol git odalardan birine. Gözlerim doldu. Ailemden ve o nefret ettiği abimden hiçbir farkı yoktu . Sesim iğrençse konuşmazdım. Kırgın ve üzgün bir şekilde kalktım. Bir sürü oda vardı. İlerleyip birini açtım ki arkamdan seslendi. - Eşyalarıma dokunma. Üstelik kaçmaya çalışma. Unutma benden kaçamazsın. Nereye gidersen git bulurum seni. Sesi tehditkardı. Lakin umrumda değildi . Kaçmak için bir yol bulmuşken mutlaka fırsatını değerlendirecektim. Beni bile bile yaralayan adamın yanında daha fazla kalmak istemiyordum. - Nereye kaçayım dedim, öfkeyle. Ayağımı burktum unuttun mu ? dedim, bende ağlayarak.Bilerek bunları söyledim. Kaçmayacağıma tamamiyle inanmalıydı. Böylece kaçmam daha kolay olurdu. - Umrumda değil Kalender. Kardeşimin canı daha çok yandı, dedi içkiyi kafasına dikerek. Canı yanıyordu. Söylemese de içi yanıyordu. Rojda nasıl ölmüştü bilmiyordum. Onun adına üzüldüm. Keşke intihar etmesiydi. Abisine söylese zaten abisi onun için bir çıkış yolu bulurdu. Anlamıyordum. Abimi bu kadar sevmiş olamazdı. İlkokulda bile abimin beni dövdüğü zamanı görünce abimden tiksinmişti. Küçücük çocuk olmasına rağmen abimden nefret etmişti. Nasıl abime aşık olmuştu? Nasıl ondan çocuk yapıp üstüne intihar etmişti? Abimi tanınmalıydı? Abisinin onu çok sevdiği belliydi. İstese Ağa kızıydı. Bizim aşiretimiz onların aşiretinin yanında bir hiçti. Seviyorsa abime söylese abim de evlenirdi. Sırf Miroğlu aşiretine damat geldim demek için bile evlendirdi. Şimdi aklım başıma geliyordu. Geçmişte ne yaşanmıştı? Abim ve Rojda arasında neler olmuştu? Elbet her şey ortaya çıkardı. Biraz zaman lazımdı. Gerisi kendiliğinden gelirdi. Bir Ateşin abiliğine bir de kendi abimin abiliğine bakıyordum. Benimki bile bile beni ateşe atıyordu. Kimsesizdim. Şimdi de esir olmuştum. Kurtarmaya gelmeyecekti. Ateş ise kardeşi için yanmaya da yakmaya da hazırdı. Ona son kez baktım. İçiyordu. Bende daha fazla durmamak için içeri girdim. Buradan hemen kaçmam lazımdı. Lakin önce iyice içmesini bekleyecektim. Hemen cama koştum. Gördüğüm demir parmaklıklarla alnıma yapıştırdım. - Offf... Yeter ama yaa , dedim öfkeyle. Cidden bir demir parmaklıklar eksikti. Mecbur bekleyecektim. O uyuduğu zaman anahtarları alıp kaçacaktım. Plan belliydi. Etrafı incelediğim de oda çok klasikti. Düz sade oda da ki kokuyu derin bir şekilde içime çektim. Bu o Ağa bozuntusunun kokusuydu. Demek onun odasıydı. Etrafı inceledim. Canım sıkılmıştı. Dolapları açıp baktığımda sadece kıyafetler vardı. Etrafta bir şey yoktu. Sıkıcıydı. Yatağa uzandım. Ayağım ağrımıştı. Vicdansız insan bir krem verir. Gözlerimi devirdim. Gerçekten canımı acıtan adamdan da krem bekliyorum. Bu saflık üzerimde kalmıştı. Banyo diye düşündüğüm odaya gittiğimde neyseki burada eşyalar vardı. Ayağımı temiz yıkayıp krem sürdüm. Bu biraz olsun ağrımı keserdi. Çıkıp odaya tekrar geldim. Yatağın üzerine oturdum.Yastığı düzelttim.Gördüğüm fotoğrafla şaşkın bir şekilde önce fotoğrafa sonra kapıya baktım. Gördüğüm kahveler canlıydı. Hemde hiç tahmin edemeyeceğim şekilde. Gülümseyen yüzü ve gamzeleri. Şaşkın bir şekilde hem fotoğrafa hem kapıya baktım. Böyle bir çocuk muydu? Mutlu bir çocuk. Şaşırmıştım. Bu çocuk bu kadar mutluyken kim onu bu hale getirmişti. Yanında ki kadına sıkıca sarılmıştı. Kadının gözleri de kahveydi. Yanaklarında gamze vardı. Annesi olmalıydı. Annesinin kopyasıydı. Bir zamanlar annesi ile mutlu olan bu çocuk nasıl bu hale geldi? Keşke hep öyle kalsaymış.Onun adına üzülmüştüm. Kimse mutsuz olmayı hak etmiyordu. Aniden kapı açılınca korkarak kapıya baktım. Elimdeki fotoğrafla kalakalmıştım. Ateş gelmişti. Bir bana bir elimdeki fotoğrafa baktı.Elimdeki fotoğrafı görünce öfkeyle üstüme gelmeye başladı.Lakin adımları düzensizdi. Sarhoş olmuştu. - Eşyalarıma.. derin bir nefes aldı. Sakın dokunma! Soysuzun kardeşi, dedi sinirle. Yavaş yavaş dinlene dinlene söylüyordu. İçkili nefesi ve sarhoşluğu beni korkutmuştu. İçkiden nefret ediyordum. Hemen gözlerim doldu. - Ben... diyebildim korkuyla. - Sen ne? Elini sürüp de kirletme eşyalarımı, dedi zalimce. Sustum. Sesim iğrençti. Kirliydim. Soysuzun kardeşiydim.Daha ne olacaktım? Gözlerim doldu.Etrafındaki herkes beni ağlatmaya yemin etmiş gibiydi. Fotoğrafı elimden aldı.Elini kaldırınca korkuyla yüzümü kapattım.Sonra korkuyla baktım. Vurmamış durmuştu.Dövecek sanmıştım.Oysa parmağını kaldırıp bir şey söyleyecek gibiydi. Bu halime bakıp öfkeyle tekrar gitti.Bense hüngür hüngür ağladım.Tüm gün ağladığım yetmezmiş gibi çaresiz halime de Öfkeyle kalkan tüm eller suratımda patlardı. Buna alışık olduğum için kendimi korumaya çalışmıştım. Çok çaresiz hissediyordum. Leş gibi içki kokuyordu. Bu yüzden daha çok korkuyordum. Yine de devrilmemişti.Hala ayakta olduğuna göre içkiye dayanıklıydı. Ağlaya ağlaya beklemeye koyuldum. Gitmeliydim. Buradan gitmeliydim. Önce uyumasını beklemeliydim.Sesizce onu beklemeye koyuldum.Daha fazla hakarete ve şiddete maruz kalmak istemiyordum.Ağlamakta istemiyordum.Söz vermiştim babaanneme. Okuyacaktım.Bir yolunu bulup kaçmalıydım. Bekliyordum.Sonra sesler kesilene kadar içeriyi dinledim.En son kapıyı açıp bakmaya karar verdim.Kapıyı açtım. Gizli iş çevirdiğim için kalbim hızlı hızlı atıyordu. Sessiz olmalıydım. Uyanıksa anlardı. Anlarsa da ölüm fermanımı kendim imzalamış olurdum.Kafamı uzatıp içeriye baktım. Ateş içmişti. Hemde baya içmişti. Masanın başında, koltuğa yaslanmış, gözleri kapanmak üzereydi. Sarhoş hali bile bir tehdit gibi geliyordu bana. Uzun boyu, geniş omuzları ve o karanlık kahve gözleri... Bir zamanlar belki başkalarını büyülemişti ama bana korkudan başka bir şey vermiyordu.Yine de şimdi o halinden faydalanmam gerekiyordu. Sessizce odadan çıkıp yaklaştım.Onun gibi biriyle aynı çatı altında nefes almak bile ağırdı.Ama şimdi bu evden kaçabilmek için onun cebindeki anahtarı almam gerekiyordu. Elleri hareketsiz , başı koltuğa düşmüştü. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki, kendi sesimi duyamıyordum. Ellerim titreyerek cebine doğru uzandı. Yaklaşık bir saniye boyunca nefesimi tuttum. Derin uykuda gibiydi. Anahtarı hissettiğimde içimde bir kıvılcım belirdi . Belki de başaracaktım. Ama tam çekerken, onun birden kıpırdanmasıyla irkildim. Gözlerini açacak sandım ama sadece mırıldandı ve tekrar derin bir nefes alıp uyudu. Ne kadar masum duruyordu. Uyurken o öfkeli halinden eser yoktu. Böyle kalsaydı keşke. En azından bağırıp çağırmaz öfkesini kusmazdı. Masumluğuna dalmıştım. Hemen kendime geldim. Anahtarı elime aldım. Anahtarı elime alır almaz, geriye bile bakmadan kapıya koştum. Uyurken masum olsa da uyanınca acımasız bir Ağaya dönüşüyordu. Kurtuldum. Sonunda özgürlük. Soğuk gece havası yüzüme vurduğunda içim bir nebze olsun rahatladı. Ay ışığı, karanlık ormanı biraz olsun aydınlatıyordu . Ayaklarım çıplak toprağa bastıkça, kendimi özgürlüğe biraz daha yakın hissettim. Ama bu his uzun sürmedi.Ormanın içinde ilerlerken, bir hışırtı duydum.Bir ses değil, bir hareket... Dönüp baktığımda,gözlerimle gördüğüm şeyin gerçek olduğuna inanamadım. Domuz sürüsüydü. Hepsi dişlerini gösteriyor, bana doğru yaklaşıyordu. Şansıma tüküreyim. Gerçekten anca benim başıma gelirdi. Kaçmaya çalıştım, ama bir ağaca takılıp yere düştüm.Burkulmuş ayağımı tekrar burktum. Canım o kadar yanıyordu ki , nefes almakta zorlandım. - Offf yeter ama yaa.. diye bağırdım öfkeyle. Kaçmam lazımdı. Kaçamayacak kadar ayağım ağrıyordu. Domuz sürüsüne de yem olmak istemiyordum. - Zorla kendini kızım. Sen ne acılara dayandın. Buna mı dayanamayacaksın! Önce domuzlardan kaçmam lazımdı. Kendimi toparlayıp yakınlardaki bir ağaca tırmandım. Elleri kanayan, ayağı acıyan bir halde, sabaha kadar dalların üzerinde kaldım. Aşağı da inemiyordum. Tüm planlarım suya düştü. Ayağım felaket derece de ağrıyordu. Kaçamamıştım. Gecenin sessizliği içimde yankılanırken, aklımda tek bir şey vardı: Buradan kurtulmalıydım.Ama Ateş Miroğlu'ndan kaçmak, bu dünyadan kaçmak gibiydi. O kadar güçlü, o kadar kararlıydı ki, insan onun nefesini ensesinde hissetmeden bile korkardı. Bu gece Ateş Miroğlunu tanımıştım. Şimdi o nefesi ensemde hissediyordum. Uyandığında beni yakalayacaktı. Öfkesiyle nasıl başa çıkacaktım? Beni lime lime doğrardı. Korkuyla bekliyordum. Tüm gece korku ve acıyla beklemiştim. Gece buz gibiydi. Kendime sarılmış bir yandan üşümemeye çalışıyordum. Diğer yandan ayağımın ağrısını dindirmeye ama hiçbir şey elimden gelmiyordu. Sabah olduğunda, ayak seslerini duydum. Derin, kararlı, bana doğru yaklaşan adımlar. Başımı çevirdiğimde, ağaçların arasında onu gördüm.Ateş Miroğlu... Gözleri, o kahve gözleri öfkeyle yanıyordu. Gömleği hafifçe açılmış, saçları karışıktı. Ama yorgunluğu bile bu adamın üzerindeki karizmayı eksiltmiyordu. Beni bulmuştu. Şimdi yandın işte Zelal. -Zelal! diye bağırdı.Sesinde hem öfke hem de başka bir şey vardı.Anlayamadığım bir kırılganlık... Sanki kızgınlığının ardında başka bir duygu saklanıyordu. Ama ben anlayamadım. Korkudan dilimi yutmuştum. Cevap veremedim. Dizlerimi ağacın dallarına çekip sessizce onu izledim. Gözleri beni bulduğunda, içimdeki tüm korku yeniden canlandı. - Orada ne arıyorsun? İn aşağı! dedi, sesi keskin bir emir gibi. Yandın kızım. Öfkesi gözlerinden okunuyor. -Ayağım... Burktum, diye korkuyla mırıldandım. Kaçamamıştım. Yine yakalanacağım belliydi. Beceriksizin tekiyim gerçekten. Bir işi de becer Zelal. Yüzündeki ifade değişti. Öfkesi hâlâ vardı, ama şimdi yerini başka bir şeye bırakmıştı. Belki endişeye. Yanıma geldi, ağacın altına doğru durdu. - Ya sana bir şey olsaydı, Zelal… dedi, sesi bu sefer daha düşük bir tondaydı. Şaşkın bir şekilde ona baktım. İçimden, Beni umursadığın için mi yoksa sadece oyununda bir piyon olduğum için mi? diye sormak geçti. Ama gözleri o kadar farklı bir şey anlatıyordu ki, kendimi sorgulamaktan alıkoyamadım. Sözleri içimi sımsıcak yapıyordu. - Kanma Zelal. Yakalarsa mahvolursun , dedim sessizce . Ateş beni kollarına alıp aşağı indirdiğinde, nefesim kesildi. Sert ama koruyucuydu. Beklemiyordum. Beni inlete inlete peşinden süründürür sanıyordum. Beklediğim gibi olmadı. Hiç konuşmadı, sadece beni o güçlü kollarında taşırken yüzünde tarifsiz bir ifade vardı. O an, bu adamın sadece öfke ve intikamdan ibaret olmadığını fark ettim. Ateş Miroğlu’nun içinde bir yerlerde gömdüğü bir şeyler vardı. Ama ne olduğunu anlamak için daha fazlasını yaşamak gerekiyordu. O küçük mutlu ve iyi çocuk hala bir yerlerde olmalıydı. Olmak zorundaydı. Eve getirildiğinde etraf adamlarla doluydu. Şaşkın ve korkmuş bir şekilde kucağında olduğum ateşe baktım. Elbisemin eteğini topladı. Sıkıca sardı. Güvende hissetmem ne kadar normaldi? - Ateş abi yengeyi bulmuşsun, diyen adama şaşkınca baktım. Yenge mi? Ateşten homurdanma sesi geldi. Onun da yenge demesinin hoşuna gitmediğini anladım. Benimde hoşuma gitmedi. Evlenmek istediğim son adam bile olamazdı. - Aslan kim sana buraya gel dedi, diye bıkkın bir şekilde soran ateşin hali komikti. - Aşk olsun Ateş abi. Kız kaçırmışsın.Herkes sizi yani kızı arıyor.Yerinizi öğrenince kimseye söylememek için geldim.Valla dilimi tutamam.Sende biliyorsun deyince dudaklarım kıvrıldı. Çok komik biriydi.Ele vermemek için kaçmıştı. Demekki ağzı gevşekti.Tenimde hissettiğim sert parmaklarla bakışlarım ateşe döndü.Sinirli bakışlarıyla hemen başımı eğdim. Gülümsemem anında silindi. Eğlenmenin sırası mıydı Zelal? - Gözüm seni görmesin Aslan, dedikten sonra içeri girdik.Aslanın sesini duymuştum. - Ele versem öldürürsün.Gelsem sinirlenirsin. Yak beni ateşim.Yak da külün olayım diyordu. Dudaklarımı sımsıkı bastırdım.Gerçekten ateşe cilve yapıyordu. Sesini bilerek cilveli çıkarıyordu. Çok komik biriydi. Konuşması ve hareketlerinden belliydi. El kol ve mimik olarak doğmuştu her halde. Yenge demişti bana.Herkesin her şeyden haberi vardı.Yine tek benim haberim yoktu. Şaşırmamıştım.Aslanın konuşmasını Ateş de duymuş olmalıydı. - Hayırdır.Hoşuna mı gitti kalender? dedi, meraklı bir şekilde.Sesinde hafif bir sinirde vardı. Eğlendiğim için beni suçluyordu. Kucağında olduğum için kendimi daha çok gergin hissediyordum.Her an beni yere atacak gibiydi. Eğlenmek hakkım değildi. Zaten hiç olmamıştı. - Hayır... Ben.. Şey... Sadece komik geldi, dedim korkuyla.O ise homurdanmaktan başka bir şey demedi. Korkuyordum çünkü.Cezamı da canımla ödemiştim.Az kalsın domuzlara yem olacaktım.Gerçekten bir türlü kaçmayı becerememiştim.Ya abim yakalasaydı. Düşünmek bile istemiyordum.Orada dövmeye başlamıştı.Zaten bir gün dövmekten beni komaya sokmuştu.Onun yüzünden aylarca hastane de kalmıştım.Bir yandan abimdense onun bulması iyi olsa da ateşi de tanımıyordum.Bilinmezlik korkutuyordu. Eğlenmem bile batıyordu. Yine de şuan kötü değildi. Sakin bir şekilde yaklaşmıştı. Geçmişte ne yaşamıştı? Onu bu hale ne getirmişti ? Annesinin ölümünden sonra mı böyle olmuştu acaba? Tam olarak bilmiyordum. Annesi nasıl ölmüştü? Ateş neler yaşamıştı? Yoksa onu çoktan bu dünyanın acımasızlıkları yutmuş muydu? Bilmiyordum. Ama içimde bir şey, bu adamın sadece düşmanım olmadığını söylüyordu. Herkesin içinde bir çatışma vardır; belki Ateş’in de içinde öfkesinin karanlığını yırtmaya çalışan bir ışık vardı. Beni tekrar eve getirdiğinde, her zamanki gibi sessizdi . Yüzü taş gibi ifadesizdi, ama hareketlerinde bir özen vardı. Ayağımı yere koymadan beni doğrudan kanepeye oturttu. Elindeki her şeyi bırakarak bir süre bana baktı. Bakışlarında hem kızgınlık hem de şaşkınlık vardı. -Sen neden bu kadar çaresizsin? dedi, sanki gerçekten bir cevap bekliyormuş gibi. -Ne yapabilirdim ki? dedim, gözlerim dolarak. -Hayatım boyunca hep birilerinin oyuncağı oldum. Şimdi de senin... Sözlerim ona dokunmuş gibi geldi.Aniden gözlerini kaçırdı ama kaşları çatılmıştı. Beni anlamaya çalışıyor gibiydi ama anlamaktan da korkuyordu.Yine de hayır oyuncağım değilsin demedi.Beklemedim söylemesini.Bir piyondum.Babamlar ona karşı kullanıyordu. O da beni babamlara karşı kullanıyordu. Benim hiçbir söz hakkım yoktu. -Kurtulabileceğini mi sandın? diye sordu, sesi hala sert ama eskisi kadar tehditkâr değildi. -Hayır, diye itiraf ettim. Ama denemem gerekiyordu. Kendim için bir şeyler yapmalıydım.O da biliyordu.Yerimde kim olsa aynısını yapardı. Bu kısa konuşmamızın ardından bir sessizlik oluştu. Sessizlik, sanki tüm hislerimizi yüzeye çıkarıyordu.Ateş bir süre öylece durdu, sonra dönüp dolabın içinden bir kutu çıkardı. Ayağımı dikkatlice kontrol etti, ardından buz koydu. Hareketleri özenliydi, ama yüzünde hala o duygusuz maske vardı. -Neden yardım ediyorsun? diye sordum alçak bir sesle. Durdu. Buz torbasını bırakırken gözleri bir an için benimkilere değdi.O kahve gözlerinde gördüğüm şey, içimde bir şeyleri yerinden oynattı. Öfke, üzüntü ve... başka bir şey . Ama asla söylemeyeceği bir şey. -Yardım etmiyorum, dedi soğuk bir şekilde. -Sadece oyunumun bozulmasını istemiyorum. Sağlıklı olman gerekiyor. Sözleri bıçak gibi kesti. Gerçekten ben ne bekliyordum. Hemen bir iyilikle her bana yapılan kötü şeyi silerek yaptığım şey kesinlikle ahmaklıktı. Yine de tuhaf görünüyordu. O anda bir şey fark ettim. Sözleri ne kadar sert olursa olsun, hareketleri tam tersi bir şey söylüyordu.Ateş Miroğlu, kalbinin derinliklerinde bir yerlerde hala insan olduğunu hatırlıyordu. Ama bunu kabul etmekten korkuyordu . Neden korkuyordu? Benim için mi, kendisi için mi? İşte bunu bilemiyordum. Ama bir şeyler değişiyordu. Hem onun içinde hem de benim içimde...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD