CENAZE

2801 Words
Ateş Tüm gün içmiştim. Sarhoş olup her şeyi unutmak istiyorum. Yaşadıklarıma hala inanamıyordum. Rojdayla birlikte zaman geçirmiştim. Ona yanında olduğumu söylemiştim. Gelir derdini anlatır, dedim. Ama çok geçti. O intihar etmeyi tercih etmişti. Neden? Her zaman yanındaydım. Her koşulda yanında olurdum. Gerekirse ağalığı bırakır onu ve bebeğini korurdum. Şimdi elimden sadece intikam almak geliyordu. Onun için çabalayamıyordum. Bu beni kahrediyor. Rojdam aklıma geldikçe tüm Diyarbakır'ı ateşe vermek istiyorum. O soysuza kolay ölüm yoktu. Her gün öldürmem için yalvaracaktı. Bir bulayım dünyayı dar edecektim. Zaten onun yüzünden kardeşi başıma bela olmuştu. Yerinde durmuyordu. Fırsatını buldukça kaçıyordu. Sinirlerim bozuluyordu. Ben değil sanki onlar benden intikam alıyordu. Ürkek kuşun peşinde koşmaktan yorulmuştum. Odaya gittiğinde de rahat durmamıştı. Annemle son fotoğrafımı bulmuştu. Oraya koyduğumu bile unutmuştum. Rojda'nın ölümüyle annemin acısını daha çok hissediyordum. Suçluluk duyuyordum. Küçük bir çocuk olsam da annemin ölümünden dolayı kendimi suçluyordum. Psikolojik bunalım demişlerdi. Belki daha çok yanında olsaydım, her şey farklı olabilirdi. Annem yaşıyor olurdu. Fotoğrafa bakıyordum. Eskiden mutluydum. Annem varken ben çok mutluydum. O benim her şeyimdi. Sonra o gitti. Yanında benim çocukluğumu mutluluğumu da alıp götürdü. Baktığım kişi ben değildim. Artık eskisi gibi o mutlu çocuk yoktu. Annemi kaybettiğim gün o mutlu çocuk ölmüştü. Korkağın tekiydim. Rojdamı göremeyecek kadar korkaktım. Yüzü parçalanmış demişti Aziz. Canı kim bilir ne kadar yandı. Onun o halini görmedim ama onu düşündükçe annemi gördüm. Nefes alamadım. Daha çok içtim. Tüm gece anneme bakarak içtim. Rojda'yı düşünerek içtim. Hayatımdaki kadınlar hep beni terk ediyordu. Lanetimdi. Yanımda tutamıyordum. Korktuğum başıma gelmişti. Rojdam... Gözlerim doldu. - Kardeşime sahip çıkamadım anne , dedim acı dolu sesimle. Göremedim onu anne. Acı çektiğini göremedim. Seni de görememiştim. Kardeşimi de göremedim. İkinize yetemedim. O yüzden beni terk ettiniz. Özür dilerim. En son hatırladığım buydu. Ağlayarak içmiştim. Annem aklıma geldiğinde gözlerim dolardı. Susardım. Artık yanına Rojda'm da eklenmişti. İçerek uyumuşum. Tüm gece Rojda'nın ölüm haberini ve o kara günü yine rüyalarımda görmüştüm. Huzursuz bir şekilde uyanmıştım. Kalktığımda ürkek kuşu bulamadım. Ayağından dolayı kaçmayacağına emindim. Bu yüzden sarmamıştım. Yine de beni şaşırtmıştı. Ürkek kuşun kaçmasıyla öfkeden deliye döndüm. Tüm evi dağıtmıştım. Kimseyi elimde tutamıyordum. Öfkem ürkek kuşa değildi. Kendimeydi. Ben içip uyumasam kaçamazdı. Aptal Ateş. Aptal. Sonra aklıma buraya geceleri gelen domuzlar geldi. Nereye gideceğini az çok tahmin ettim. Hızla yola çıktım. Nihayet onu gördüm. Çok uzakta değildi. Gece kaçmak için yanlış zamandı. Özellikle ürkek bir kuşsan. Ürkek kuş lakabının hakkını veriyordu. Kuşlarda kafeste tutulmasına rağmen fırsatını bulduğu ilk dakika da kaçıyordu. O da fırsatını bulup kaçmıştı. Onu öyle yaralanmış ve çaresiz görünce susmuştum. Tüm öfkemi ondan çıkaramayacak kadar yorulmuştum. Tüm öfkemi evi dağıtarak eşyalardan çıkarmıştım. Bu yüzden ona karşı sesim çıkmamıştı. Zaten halim yoktu. Cenazeye gelmiştim. Rojda'mın bugün cenazesi vardı. İçim yanıyordu. Annemin yanına gömülecekti. Ben öyle istemiştim. İki melek yan yana olmalıydı. Annem ve Rojda'yı düşününce mahzunlaşmıştım. Hem yetim hem öksüz kalmıştım. Sırtımı yaslayacak bir dayağım yoktu. Babam kalmıştı. O da zaten annemden sonra hep susuyordu. Hiç benimle konuşmamıştı. Rojdayla ilgilenirdi. Ama bana karşı soğuktu. Bende içime atıp sustum. Rojda'mın sevilmesi beni mutlu etti. Kendimi geri plana attım. Rojda'nın ölümünden sonra babam hiç konuşmamıştı. Bir kez konuşsun istedim. Annemin öldüğü gün babamda çoktan ölmüştü. Bir umut yaşamıştım. O umut Rojdaydı. Şimdi o da yoktu. Cenazesi vardı. Ağıtlar yakılıyordu. Gözlerimde yaş kalmamıştı. Durgundum. Amcam, Aslan, yengem, diğer kuzenlerim hepsi baş sağlığı diledi. Lakin ses etmedim. Kabullenmek ne kadar zordu. İçim yanıyordu. Kimseye bir şey diyemiyordum. Hiçbir zaman da dert yanmamıştım. Dedemin gözleri ara ara üzerimdeydi. Yaktım bir sigara. İçime çektiğim duman beni yavaş yavaş zehirlesin istedim. Sigara elimdem düştü. Toprak kuruydu. İzmariti ayağımla ezdim. Önündeki kalabalığı izlerken gözlerim soğuktu. Dolmuş gözlerimi güneş gözlüğü saklıyordu. Ağlamak bile yasaktı. Ağa olduğum için her şey yasaktı. Rojda’nın cenazesi hâlâ ağıtlarla yankılanıyordu. Herkesin yüzünde acının izleri vardı, ama benim içimde başka bir fırtına kopuyordu. Sadece acı değil, öfke. Yüzümde belli etmese de kalbim intikam için yanıp tutuşuyordu. Cenazenin kokusu insanın ruhuna işliyordu. Ellerime aldım doğduğu gün gibi. O ağlamadı. Ben ağlıyordum. İndirdim soğuk toprağa. Sarılıp hüngür hüngür ağlamak istedim. Yapamadım. Alnına bir öpücük kondurdum. - Seni koruyamadığım için özür dilerim Rojdam. Çok özür dilerim, dedim acı dolu sesimle fısıldayarak. O artık beni duymayacak kadar uzaktaydı. İndirip çıktım ve ilk toprağı attıktan sonra elim varmadı. Kardeşimi oraya gömmeye elim varmadı. Rojda'mın teni toprakla buluşurken, her şey daha karanlık bir hal aldı. Daha zorlaştı. Yapmayın diyemedim. Kardeşim küçüktü diyemedim. Sustum. Rojdam ölmüştü. Küçük kardeşim ölmüştü. Bana geriye kalan sadece onun intikamını almaktı. Seni koyduğumuz toprağa and olsun Rojdam. Kanını yerde bırakmayacağım. Herkes o soysuzu ve ürkek kuşu arıyordu. Soysuzu bende arıyordum. Bulacaktım. Ne de olsa kardeşi elimdeydi. Aziz ve karısı Gülnaz dağ evinde ürkek kuşun başındaydı. Ürkek kuşu kimse bulamazdı. Benim onun kaçtığını duyduğumu kimse bilmiyordu. Bunu yalnızca ben biliyordum. O kız, şimdi dağ evindeydi. Ellerimle götürdüğüm yerde. Herkesin bilmediği bir yerde, yalnız ve sessiz. Herkes onu İstanbul'da arıyordu. Lakin benim yanımdaydı. O soysuz ortaya çıkana kadar da kardeşini bırakmayacaktım. Kalabalığın dağılmasını bekledim. Dedem ve aşiretin ağaları mezarın biraz ilerisinde konuşmaya başladı. Onları dinlemek için biraz daha yaklaştım, seslerini duyabildiğim mesafeye geldim. -Kız hâlâ bulunamadı, dedi dedem, alçak ama sert bir sesle. - O soysuz yakalanmadı. Ya kızı bulup getirirler ya da oğullarının canını alırız. Ateşi daha fazla tutamam deyince dudaklarım kıvrıldı. Biliyordu. Öldürecektim. O soysuzu ellerimle öldürecektim. Bir diğer ağa, kaşlarını çatarak başını salladı. - Bu iş Mehmet’le başladı. Onun kanını dökmeden bırakmak yok. Rojda’nın da intikamı alınacasa, birinin bedel ödemesi şart. Gözlerimi yerdeki toprakta tuttum. Dedem, ürkek kuştan bahsediyordu. Ama onun nerede olduğunu yalnızca ben biliyordum. Kız şu anda dağ evindeydi, Mehmet’in intikamını almak için yaptığım planın bir parçasıydı. Bu kalabalık bilse, her şey bir anda değişirdi. Onlar benim için ararken kız çoktan benim yanımdaydı. Ağalar öğrenmeden bir an önce soysuzu bulup o ürkek kuştan kurtulmlıydım. Abisinden intikamımı alırsam onu istediği hayatı yaşaması için serbest bırakacaktım. Başka benden kurtulamazdı. Tek şartım abisinin canıydı. Cenaze töreni sona erdiğinde, hâlâ sessizdim. Hiçbir şey belli etmiyordum. Ama içimde bir volkan gibi patlamaya hazır bir öfke vardı. Gece mezarlıkta kalmayı tercih ettim, bir bahaneyle orada sabahladım. Aslan yanımda kalmak istemişti. Reddetmiştim. Rojda’nın mezarının başında tek olmak istiyordum. Kendi içimde konuşmaya devam ettim. - Rahat uyu, Rojda. Seni alanların canını yakacağım.Bedelini ödeyecekler. Huzurla uyu Rojdam. Düşündükçe zihnim sürekli ürkek kuşa kayıyordu. Onu dağ evine götürdüğümde gözlerinde gördüğüm korku hâlâ aklımdaydı. Korkmuş, ürkek bir kuş gibi bakıyordu. Ama aynı zamanda bana karşı isyan etmeye çalışan o sert bakış da oradaydı. Kendi ellerimle kaçırdığım kızı düşündükçe öfkem katlanıyor, ama bir yandan da içimdeki suçluluk büyüyordu. Elimi mezar taşına koydum, içten gelen bir fısıltıyla konuştum: - Beni affet Rojda… Seni koruyamadım. Şimdi seni alanların canını almazsam, beni de yanına bu mezara gömsünler. O gece mezarlıkta uyudum. Toprağın soğuğu kemiklerime işlerken Rojda’nın gülümseyen yüzünü düşündüm. Eskiden. Çocukluğumuz, annemin yaşadığı zamanlar. Her şey ne kadar da uzakta kalmıştı. Şimdi kurduğumuz aile yok olmuştu. Annem, Rojda ve babam... Hepsi gitmişti. Babam Rojda'nın ölümüne dayanamayıp yurt dışına çıkacatı. Vedalaşmadık. Eve gittiğimde çoktan gitmiş olacağını biliyordum.Ses çıkarmadım. Onun zaten tek çocuğu vardı, Rojda. Benim önemim yoktu. O da burada mutsuz olsun istemedim. Tüm ailemi kaybettim. Şimdi ailemi elimden alanların canını yakma zamanıydı. Sabah, mezarlıktan ayrıldığımda eve doğru yürümeye başladım. Ama dedem her zamanki gibi hızlı davranmıştı. Avluda birkaç ağa ile birlikte bekliyordu. Uzaktan onların dikkatli bakışlarını gördüm. Sakinliğimden şüpheleniyorlardı. Eve girdiğimde dedem, bana sert bir bakış fırlattı. -Nerede kaldın Ateş? diye sordu , sesi otoriterdi. -Mezarlıkta kaldım, dedim yalanımı belli etmemek için bakışlarımı kaçırdım. Dedem gözlerimden anlardı. Bu yüzden gözlerime bakmaması daha iyiydi. Bana birkaç saniye baktı, sonra yanındaki adamlara döndü. -Herkes dikkat etsin, dedi. Bu iş bir oyun değil. Eğer kız bulunmazsa, çok daha fazlası bedel öder. Kan davası başlayabilir! Dedemin bu sözlerini sindirmeye çalıştım. Ama kafamın içinde yalnızca ürkek kuş vardı. Onun dağ evinde olduğunu biliyordum. Şu anda tek başına, çaresiz. Rojda'mın intikamı için yapılan bu planın ağırlığı omuzlarıma binmişti. Ama dedem ve aşiret, bu işin peşini bırakmayacaktı. Gözlerimi kapadım. Zelal’in korku dolu gözlerini hatırladım. O korku dolu gözleri Rojda'mla da görmüştük. Araba'nın önüne bir anda çıkmıştı. Korkuyla fren yapmıştım. Camı açıp kızacaktım ki Rojdam durdurmuştu. - Abi o da korkmuş baksana. Daha fazla ürkütmeyelim ürkek kuşu demişti. Ürkek kuştu. Kalbimde anlamsız bir sızı olmuştu. - Tanıdık gibi demiştim Rojdaya . - İlkokuldan Zelal demişti o da. Zelal. İsim, gözler hepsi tanıdık gibiydi . Başımı iki yana sallamıştım. Rojda'yı okuldan alırken falan görmüş olmalıydım . Geçmişi çok hatırlamıyordum . Belirli aralıklarla kriz geçiriyordum. O yüzden hatırlamamam normaldi. Sonra zaten tanışmak zorunda kalmıştık. Dağ evinde beni bekliyordu. -Onu oraya götürmek doğru muydu? Yoksa her şey kontrolden çıkmaya mı başlıyordu? Bilmiyorum. Düşüncelerimi telefonumun sesi böldü. Telefonum çalınca ortamdan uzaklaştım. Arayan Azizdi. Kimsenin duymasını istemezdim. Ürkek kuş yine neler karıştırıyordu. Azizin araması normal değildi. - Efendim Aziz, dedim kaşlarımı çatarak meraklı bir şekilde. - Ağam, Zelal hanım ağam kaçmış, deyince öfkeyle kükredim. Ulan ürkek kuş. Çiğ çiğ yedim seni. Yeter ama. Bir insan sürekli kaçmaz. Korku nedir bilmiyordu. Kendini güçsüz sanıyordu. Tam tersi gördüğüm en güçlü kadındı. Hiç vazgeçmiyordu. Yine de korksun istedim. Sürekli benden kaçması sinirlerimi bozuyordu. - Aziz hemen bulun onu , dedim öfkeyle. - Emredersiniz ağam. Sonra telefonu kapattım. Hızlıca çıkacaktım. - Nereye Ateş? diyen , dedeme bıkkın bir şekilde döndüm. Saygıda kusur etmek istemiyordum. Lakin böyle devam edip her şeyi sorması sinirlerimi bozuyordu. Ben Ateş Miroğlu kimseye hesap vermezdim. Dedem bunu bile bile damarıma basıyordu. - İşim var , dedim keskin sesimle ve çıktım. Arabaya atladığım gibi önce yakın arkadaşım Serdar'ı aradım. İrtibatları yüksekti. Eski askerdi. - Serdar işim düştü, dedim direk konuya girerek. - Sana da merhaba Miroğlu, dedi dalga geçerek. - Serdar acil işim var halledelim anlatacağım kardeşim, dedim aceleyle. Ciddi olduğumu anlar anlamaz hemen ciddileşti . - Söyle! dedi, merakla. - Zelal Kalender bana acil onun yerini bulman gerekiyor, dedim telaşla. - Yenge mi? dedi. Ağzımda annem ve kardeşimden başka kadın adı duymadığı için sormasına şaşırmadım. - Sayılır kardeşim. Nedense hayır diyemedim. Kimsenin yanında küçük düşürmek istememiştim. Ancak yakaladığım dakika bu sefer cezası olacaktı. - Tamam kardeşim hemen bulup atıyorum. - Bekliyorum , deyip kapattım. Serdar’dan haber beklerken direksiyon başında bir an bile duramadım. Bu şehirde kim varsa, ne biliyorsa öğrenmek zorundaydım. Kafamın içinde Rojda’nın kırılmış yüzü, Zelal’in ürkek gözleri, annemin mezarı... Bütün bu karanlık beni yutarken bir yandan kendi ruhumdan kaçıyorum. Ruhum da ürkek kuş gibi bir dağ evine kapanmış, bir yolunu bulup kaçmak istiyor. Ama gidemiyor. Telefon çaldı. Serdar. - Bulduk. Şehre inmiş, eski bir fabrikanın yakınında görülmüş. Telefonu kapattım, sesimi çıkaramadım. O an hissettiğim şeyi tarif etmem zordu. Hem derin bir öfke, hem de saçma bir rahatlama. Çünkü Zelal’in kaçışı bir yenilgiydi, ama bir yandan da onun ne kadar cesur olduğunu bir kez daha görmekti. Cesaret, öfkemden daha ağır basan bir şey. Arabayı fabrikanın bulunduğu yere sürdüm. Oraya vardığımda Serdar'ın arkadaşıyla buluştuk. Eski fabrika binası karanlık ve terk edilmişti. Adam dışarda kaldı. İçeri girdiğimde her adımım yankılandı. Zihnimdeki sesler birer birer dışarı taşmaya başladı. -Rojda’nın yüzü parçalanmış. Bu senin suçun, Ateş. Annene ne oldu hatırlıyor musun? Zelal de onlar gibi olacak. Zihnim susmuyordu. Sürekli beni suçlu buluyordu. Sonra onu gördüm. Karanlıkta saklanmış bir kuş gibi sessizdi, ama bakışları sertti. Oradaydı, köşede, sanki beni bekliyordu. Göz göze geldik. - Beni bulacağını biliyordum, dedi, sesi titrek ama kararlıydı. Bilmesine rağmen kaçması cesurluğundandı. Ona doğru bir adım attım. Gözlerim delice öfkeyle parlıyordu, ama dudaklarımda bir kelime bile yoktu. Zelal konuşmaya devam etti. - Ne istiyorsun benden, Ateş? Yeterince canımı acıtmadın mı? Rojda’nın acısını bana mı yükleyeceksin? Mehmet’in hatasıyla mı sınayacaksın beni?" Sesi çatladı. Gözleri doldu, ama yere bakmadı. Bana baktı, doğrudan gözlerimin içine. O ürkek kuş, şimdi cesur bir savaşçıya dönüşmüştü. Ama onun her cümlesi, benim içimdeki karanlığı daha da körükledi. - Senin acıman umurumda değil, dedim sonunda. Sesim soğuktu. Korkması gerekiyordu. -Ben senden intikam almak istemiyorum, Zelal. Ben, beni bu hâle getirenlerden hesap soruyorum, dedim. Beni anlamalı ve artık benden kaçmamalıydı. Onun yüzündeki ifade değişti. Öfke, korku, çaresizlik… Tüm duygular bir an için yer değiştirdi. Yaklaştım, tam önünde durdum. Ellerimi cebime soktum, çünkü dokunmak istemiyordum. Yakınlaştığım ve dokunduğum zaman daha tanıdık geliyordu. Bu yüzden uzak durmak en iyisiydi. Onu tanımak istemiyordum. O sadece soysuz abisini yakalamam için bir aracıydı. - Rojda benim her şeyimdi, dedim. Sesim bir fısıltı gibi çıktı. -Onun ölümüyle, benim de kalan son parçam öldü. Ve sen, Zelal… Sen o soysuzun kardeşisin. Seni burada tutmamın tek nedeni bu: Kardeşimin intikamı. Anka ürkek kuş. Neyin içinde olduğunu anla! Sustu. O ürkek kuş, şimdi gerçekten sessizdi. Yüzündeki ifadeyi çözemedim. Ama gözlerindeki yaşı gördüm. O anda, ondan daha çok kendimden nefret ettim. Bu yüzden kan istiyordum. Kardeşimi benden alan adamı öldürmek istiyorum. Onun kardeşiyle evlenmek istemiyorum. Bunu anlamalıydı. Berdele karşı çıkarsa ben ağaları ikna ederdim.Bu intikamın bir parçası olmamalıydı. Yoksa canı çok yanacaktı. Kendimi kontrol edemiyordum. İyi biri değildim. - Ateş, dedi fısıltıyla. Beni burada bırak. Yoksa sadece beni değil, kendini de kaybedeceksin. İntikam kötü bir duygu, deyince bir adım daha attım, o da geri çekildi. Şimdi duvara dayanmıştı. Ellerimi duvara koydum, tam onun yanına. Aramızda neredeyse hiçbir mesafe kalmadı. Aldığım koku öfkemi dindirmeme sebep oldu. Bir kokuyla öfkem yerle bir olmuştu. Nefesimiz birbirine karışıyordu. İşte o tanıdık his kalbimi sarmaya başladı.Başımı iki yana salladım etkiden kurtulmak için. - Kaçmana izin veremem, Zelal. Ama haklısın. Seni burada tutmak da benim sonum olacak. Ben kan istiyorum ve eğer evlenirsek seninle birlikte kendi sonumu da getirmiş olacağım. - Evlenme o zaman, dedi çaresiz bir şekilde. - Bir şartım var. Kabul edersen evlenmem, dedim kendimden emin sert bir tonla. - Kabul, dedi daha duymadan. Dudaklarım kıvrıldı. Benden kurtulmak için bu kadar hevesli olduğunu bilmiyordum. Gerçi kim benim gibi bir delinin yanında kalmak isterdi. Kimse kalmamıştı yanımda. Onun istememesine şaşırmadım. Kalbim tam tersini söylese de onu yok saydım. Kırılmaya hakkım yoktu. - Eğer kaçmaz ve yerinde oturursan abin yakalandığı evrede seni arattığımda berdel kabulüm değildir. Abim yaptığı hatanın bedelini ödesin demen gerekiyor. İstediğimi yaparsan kimse sana dokunamaz! Allah şahidim olsun istediğin hayatı yaşaman için elimden geleni yaparım, dedim söz vererek. Sözlerim bittiğinde durdu. Derin bir nefes aldı. Başını kaldırıp koyu mavileriyle ürkek ve titrek bir şekilde bana baktı. Böyle baktıkça içimdeki insanlık kendini belli ediyordu. - Abim... Şey ona ne yapacaksın? dedi, ürkek bir şekilde. Hala o soysuzu düşünmesine bozulsam da şartları açık açık konuşmak gerekiyordu. - Töre ne derse o Ürkek kuş, dedim merakla cevabını bekleyerek. Töre'nin kararı belliydi. Eğer berdel yapılacak kişi yoksa karar ölümdü. Gözlerini yumdu. Mavi gözlerini açmasını istedim. Ama söyleyemedim. Gözlerinden tüm duygular okunuyordu. Kapatınca yerimde rahatsızca kıpırdandım. - Ölecek yani, dedi masum bir şekilde. Başımla onayladım. Mavilerini açtı ve kahvelerime merhamet dilenir gibi baktı. Lakin sonra ondan beklemediğim bir cesaretle gözlerime baktı. Bakışları cesurcaydı. - Ölmesini istemem. Benim yüzümden hiç istemem. Lakin ben tüm ömrüm boyunca onun yüzünden öldüm. Bugün sen olmasan yarın başkası öldürecek. Abim durmayacak. Kabul. Şartını kabul ediyorum , dedi zorla. Şaşkın bir şekilde ona baktım. Hiç beklemiyordum. Zor bir karardı. Lakin abisi ona ne yaşattıysa kabul etmişti. Rahatlamam gerekirken neden rahatsız olmuştum. Kabul etmesi hoşuma gitmeliydi. Onun için zor bir karar olduğu belliydi lakin doğru bir karar vermişti. Doğru bir bakış açısıyla bakmıştı. Ben olmasam da abisi sıkıntılıydı. Ben değil başkası da öldürebilirdi. Töre kararı buydu. Şimdi mutlu olmam gerekiyordu? Lakin içimde bir huzursuzluk vardı. Yakında çıkardı kokusu... . . . Zelal İçim yana yana kabul etmiştim. Biliyordum. Abim durmayacaktı. Beni öldürmek için her zaman bekliyordu. Benden nefret ediyordu. Hiçbir zaman anlamamıştım. Benden nefret etme sebebini lakin artık anlamak için çabalamıyordum. Benden vazgeçerek kendi sonlarını hazırlamışlardı. Artık bende vazgeçiyordum. Zorla kendimi bir yere kabul ettiremezdim. Her kadın sevilmek isterdi. Bende istemiştim. Olmamıştı. Şimdi yine abimin yükünü yüklenmek istemedim. Kaçmıştım. Ateş Miroğludan kaçmıştım. Kaçarken beni yakalayacağını bilmeme rağmen kaçmıştım. Yakalardı. O Ateş Miroğlu'ydu . Ondan uçan kuş dahi kaçamazdı. Hatırlıyorum da ben onu hakkında çok şey duymuştum. Annem ve arkadaşları sohbet ederken kızları arasında bu konular geçerdi. Ben de hep kapı arkasından dinlerdim. Aralarına almazlardı. Ateş Miroğlu karizmasından bahsederlerdi. Öyleydi. Anlattıklarından iyiydi. Tek sorunu acımasızdı. Ben ne ailemden ne ondan kurtulabilirdim. Ailem beni göz göre göre ona sunmuştu. Artık kimseyi değil kendimi düşünmek istiyorum. Bu yüzden kabul ettim. Ben gittikten sonra babam onun için bir yol bulurdu. Emindim. Bildiğim tek bir şey varsa gördüğüm kahveler sözünü tutardı. Bu yüzden onunla anlaşmıştım. Onun sayesinde İstanbul'da rahat bir şekilde okuyabilirdim. Şaşırmıştı. Lakin bilmiyordu. Ben o evde zaten yoktum. Şimdi de yok olmam sorun olmazdı. Mutlu günlerinde yoksam üzüldüğü ve başları belaya girdiği zaman da olmazdım. Bir kez daha abimin suçunu üstlenmeyecektim. Bir kadının ölmesine sebep olmuştu. Hemde karnında kendi çocuğu olan bir kadının. Üstelik kendi çocuğunun ölümüne sebep olup o kadın hakkında ileri geri konuşmuştu. Buna hakkı yoktu. Kendi abim de olsa artık şiddete karşı susmak istemiyordum. Kadınlar birbirlerine destek olmalıydı. Köstek değil. Bu yüzden kabul etmiştim. Kadın dayanışması için kendi abimi bile bile ateşe atmaya razıydım. Kendi çocuğuna acımayan kimseye acımazdı. Daha fazla gereksiz insanlar için üzülmeye ve hayatımızı geri plana atmaya gerek yoktu. Bu can bize emanetti. Herkes kendinden sorumluydu. Vazgeçtim herkesten ödülü de kendimi kazanmam olacaktı. Boyumdan büyük karar verdiğimi er ya da geç yine acıyla öğrenecektim. Kaderi acıyla yoğrulmuş biri acı çekmekten kurtulabilir miydi?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD