ÖLMEDEN ÖNCE YAPILACAKLAR LİSTESİ

1770 Words
Akşamın kasveti üzerime çökmüş, içimdeki ağırlığı iki katına çıkarmıştı. Taksinin camından yansıyan suretime baktım; gözlerimde belirsiz bir boşluk, kaşlarımda ise derin bir çatık vardı. Evin önüne geldiğimizde, taksi şoförüne bir teşekkür bile edemeden kapıyı sertçe kapatıp indim. Çantamı omzuma attım, eski ahşap kapının anahtarını elime aldım. O an bir anlığına duraksadım. Bu evde geçirdiğin iyisiyle kötüsüyle bütün anları düşündüm. Bütün bu anılardan sonra 27. yaşımda gözlerimi sonsuzluğa kapatacağım aklıma geldi. İçimden geçen bu düşünce yüreğime soğuk bir taş gibi oturdu. Küçük, eski tek katlı müstakil bir evdi burası. Evin içine girdiğimde, beni karşılayan şey rutubet kokusu sinmiş beton duvarların yaydığı soğukluktu. Elektrik düğmesine bastım. Sarı ışık, karanlığı ağır ağır delip odayı doldurdu, ama eve aydınlık yerine hüzün yayıldı. Oturma odası, mutfak ve yatak odası iç içe geçmiş gibiydi. Eşyalar eskiydi ama her biri bir hikâye taşıyordu. Annemin gençliğinde kullandığı dikiş makinesi, babamın çocukken yaptığı el yapımı kitaplık, üzerinde birkaç solmuş çiçek deseninin olduğu eski kanepe… Bu ev, beni hayatta tutan anılarla doluydu. Bu dört duvar, bir zamanlar ailemle dolup taşan kahkahaları barındırıyordu. Şimdi ise geçmişin hayaletlerini içinde saklayan soğuk bir yerdi. Beni boğan bu evin, bu anıların yükünü taşıyacak halim kalmamıştı. Pencereden içeri süzülen sokak lambasının ışıkları odayı altın rengine boyamıştı. Masanın üzerindeki tozlar bile bu ışıkta dans ediyordu. Derin bir nefes aldım, kendime bir çay koymak için mutfağa geçtim. Ocaktaki çaydanlık, yılların yorgunluğunu taşıyan metalik bir hırıltıyla suyu kaynatmaya başladı. Sanki hissiz bir robot gibiydim. Başka biri ağlayıp isyan edebilirdi, belkide savaşmayı tercih edebilirdi fakat ben bunların ikisini de yapmamıştım. Hayatım mücadele etmekle geçmişti. Artık her şeyi oluruna bırakmak istiyordum. Yıllardır çektiğim baş ağrıları benim için erken teşhis için fırsatmış meğerse. Ama hayatım bana kendime dönüp bakma fırsatı vermediğinden kendime bir kez olsun iyi davranamamıştım. Artık geriye kalan zamanımı en güzel şekilde değerlendirmek istiyordum. Mutfak bankosuna kollarımı dayayıp çay suyunun kaynamasını beklerken aklıma çocukluğumdan kalma hayallerim geldi. Hemen yatak odama gidip eski dolabımın kapağını açtım ve en alt raflardan, neredeyse unuttuğum kırmızı kapaklı defteri buldum. Babamın bana çocukken aldığı, her sayfası çizgisiz ve bir zamanlar beyaz olan bu defter zamanın zalimliğinden payına düşeni almış sararmış yapraklarla doluydu… Hayallerimi yazardım eskiden defterime. İlk sayfasından ortalarına kadar "Bir gün..." diye başlayan cümlelerle doluydu. Taki ben hayallerimden vazgeçene kadar yazmaya devam etmiştim ama kader tekrar bu sayfaları açmam için beni zorlamıştı adeta. Defteri masaya koyup hazırladığım çayımı yudumlarken gözlerim duvardaki eski bir fotoğrafa kaydı. Annemle babamın düğün fotoğrafı… Bu ev ve içindekiler onlardan kalan tek şeydi. Ama ev, artık akrabalarımın için benim ölümümle paylaşacakları bir mülkten ibaret olacaktı. Beni yetimhaneye terk eden insanlar, şimdi bu evin peşine düşebilirlerdi. Bunu düşündükçe içim öfkeyle doldu. "Evi satmalıyım," dedim kendi kendime. "Baba yadigarı bu eve ellerini uzatmamalılar." Ama bu evi satmak, aynı zamanda geçmişimle de vedalaşmak demekti. Göğsümde bir ağırlık hissettim, ama bunu yapmam gerektiğini biliyordum. Masanın üzerindeki plastik örtünün köşelerinde kahve lekeleri vardı. Parmaklarımı defterin kapağında gezdirdim, bir an tereddüt ettim. "Hayatımın özeti olacak bu defter." diye mırıldandım kendi kendime. Kalemi elime aldım. Ellerim titriyordu, ama bir karar vermiştim ve yazmaya başladım. “Ölmeden Önce Yapılacaklar Listesi” Bu cümleyi yazdıktan sonra kalem elimde duraksadı. Tavanın köşesine, sararmış duvar çatlaklarına baktım. İçimde bir öfke yükseldi. Hayalini kurduğum hayatla şu an yaşadığım hayat arasında uçurum vardı. Ama bu öfke beni durdurmayacak, beni harekete geçirecekti. ‘1. İşten istifa et ve sana haksızlık edenlere gerçekleri haykır.’ diye yazdım. İşe devam etmem artık mümkün değildi. Ayrıca durumumu bildirdiğimde bir tazminatta alacaktım. Gerçi ne kadar olduğunu bilmiyordum ama paraya ihtiyacım olacaktı. Ama istifa ettikten sonra şimdiye kadar bana yapılan her kötülüğe sustuğum insanlara karşı artık kendimi tutmayacaktım. … Kalemi öyle sert bastırıyordum ki neredeyse sayfayı yırtacaktım. Hepsinin yüzüne gerçeği haykıracaktım. ‘2. Bu evi sat ve faydasız akrabalarını mirasından mahrum bırak.’ diye yazım.Etrafa bakındım. Babamın oturduğu köşe, annemin yemek yaptığı tezgâh... Hepsi birer gölge gibiydi. Ama bu ev artık beni boğan bir zincirden başka bir şey değildi. "Bu evi satacağım." dedim kararlı bir şekilde. "Yanıma sadece anılarımı alacağım." ‘3. Arkadaşlarına gerçekleri anlat.’ Bu maddeyi yazarken duraksadım. Zamanında bir şeyler i paylaştığım dostlarım vardı ama hiçbirine tam anlamıyla açılmamıştım. "Onların bilmeye hakkı var." diye düşündüm. "Gerçekleri bilmeleri gerekiyor. Yanımda kalmak isterlerse kalırlar, istemezlerse giderler." Kalemim bu satırda biraz hafiflettim. Alacağım tepkiler beni korkutuyordu ama artık gerçeklerden kaçamazdım. ‘4. Son nefesine kadar gez.’ “Bu şehir… Hep aynı sokaklar, aynı insanlar, aynı acılar.” diye mırıldandım. "Başka yerler görmek istiyorum. Hiç tatmadığım yemekler yemek, hiç görmediğim memleketler, bir daha göremeyeceğim manzaralar görmek istiyordum…" Gözlerimi kapattım ve hayal ettim. "Bu sefer yaşadığımı hissedeceğim." ‘5. Aşık ol.’ Bu maddeyi yazarken boğazım düğümlendi. Kalemi sayfaya bastırırken, ilk defa gözlerim dolmuştu. Yıllardır kendimi o kadar dışarıya kapatmıştım ki hayatımda tek bir kişi bile girememişti. Ölmeden bir kez olsun aşık olmak istiyordum. Bu cümlenin altını bir kez daha çizerdim. ‘Şimdilik bu kadar!’ diyerek defteri kapattım ve arkamda yaslandım. Kalp atışlarım kulaklarımda yankılanıyordu. Bu liste, belki de benim yeni hayatımın başlangıcıydı. Pencereden dışarı baktım. Sokak lambalarının zayıf ışığı, gecenin karanlığını deliyordu. İstanbul’un Kasım ayı soğuğu camı buğulandırmıştı. İçimde bir kıvılcım yanıyordu, tıpkı karanlık gökyüzünde beliren tek bir yıldız gibi. Ayağa kalktım, odanın soğukluğunu önemsemeden bir fincan çay daha koydum. Çayın sıcak buharını avuçlarımda hissederken, içimden "Ölüm o kadar da korkutucu değil aslında. Korkutucu olan yaşarken ölü olmakmış." dedim. ####### Sabahın ilk ışıklarıyla odama dolduğunda gece boyu uymadığım için gözlerim tavana dikiliydi. Uyku bana küsmüş gibiydi. İçimde hem bir boşluk, hem de tanımlayamadığım bir huzur vardı. Başucumdaki saate baktım: 06:30. Alarmımın çalmasına daha on beş dakika vardı, ama uyumak için hiçbir çaba göstermeden doğruldum. Eski ahşap zeminin soğukluğu ayak tabanlarımı üşüttü. Yatakta oturup bir süre düşündüm. "Bugün," diye mırıldandım. "Bugün her şey değişecek." Başucumdaki masadan saç tokamı alıp saçlarımı gelişi güzel topladım. Aynanın karşısına geçtiğimde bir an duraksadım. Gözlerim, çerçevesi kararmış, kenarları ince çatlaklarla dolu eski aynada kendi yansımama takıldı. İlk defa yüzüme bu kadar derin bakarken aklımdan ‘Bu yüz... benim yüzüm mü?’ diye gerçirdim. Gözlerimin altındaki koyu halkalar, geçen yılların yükünü birer mühür gibi taşırken, yüzümde canlılığa dair eser yoktu. Ela gözlerim... Onlar bile değişmişti. Bir zamanlar içinde yaşam kıvılcımlar taşıyan o gözler, şimdi yorgun ama yine de bir umut arar gibi bana bakıyordu. Sanki bir şeylere tutunmaya çalışan birinin penceresiydi o gözler. Hafifçe yüzümü yana çevirdim, buğday tenimin o tanıdık tonu eskiden bir canlılık taşırdı. Şimdi ise, üzerinde bir gri örtü vardı, tüm sıcaklığını alıp götürmüş gibiydi. Yanaklarım… Ne zamandır pembeliğini kaybetmişti, hatırlamıyorum. Dudaklarım dolgun orsadan çatlamıştı; ne gülümseyen ne de tamamen kaybolan bir ifade taşıyorlardı yüzüm. Sanki yaşam ve ölümün arasında araftaydım. Elim saçlarıma gitti ve saçlarımdaki tokayı çekerek omuzlarıma dökülmesini sağladım. Koyu kestane dalgalarım omuzlarıma dökülüyordu. Saçlarıma karışan parmaklarım arasında beyaz bir tel fark ettim. Şaşırmadım. Ne zaman oraya yerleştiklerini bilmiyorum ama her bir tel, yaşadığım sıkıntıların kanıtı gibi duruyordu. Uzun zamandır aynı şekilde kestiğim saçlarımın cansızlığını hissettim. Parmaklarımla hafifçe geriye attım. Kaşlarıma baktım, hafifçe çatılmışlardı. Alnımda beliren ince çizgiler, sadece yaşanmış yılların değil, düşüncelerle boğuştuğum gecelerin mirasıydı. "Neden bu kadar düşünmüşüm?" diye geçirdim içimden. "Geleceğim için ne kadar da boşa endişe etmişim… neye yaradı tüm yaşadıklarım?" Boynuma kaydı bakışlarım. Zarif ama inceydi, sanki başımı taşımaktan yorulmuş gibiydi. Göğsümün hemen üzerindeki beyaz bluz, solgun cildimi daha da belirginleştiriyordu. Bir an geri çekildim, gözlerimi sıkıca kapattım. Kendimi toparlamam gerekiyordu. Yüzümü soğuk suyla yıkayıp tekrar kendime baktım. Defterime bir madde daha eklemeliydim. Kendi bedenime daha iyi davranmalıydım. En kısa sürede bir cilt bakımı randevusu alıp bu aynadaki yansımaya son vermeliydim. Mutfağı es geçerek yatak odama gittim. Bugün kahvaltıyı atlayacaktım. Elbise dolabım asılı olan hemşire üniformamı değilde lacivert bir pantolon ve beyaz gömleğimi çıkarıp giyindim. İşe giderken her zamanki hemşire üniformam dışında bir şey giymek beni tuhaf hissettirmişti. Bu kıyafetler, mesleğime bir veda gibi göründü gözüme. Çantamı omzuma takıp evden çıktım. İstanbul’un Kasım soğuğu yüzüme sert bir tokat gibi çarptı. Ellerimi cebime sokarak metro durağına yürüdüm. Sokaklar karanlık ve sessizdi, sadece birkaç dükkan sahibi kepenk açıyordu. Metroya bindiğimde kalabalığın arasında bir köşeye çekildim. İnsanların yüzlerine bakarken "Ne garip, sabahın kör karanlığında çıkıp yine akşam eve dönmeyi yaşamak sanmışım şimdiye kadar. Tıpkı bu insanlar gibi… Şimdiyse ölümün keskin soğuğu ensemdeyken yaşamanın ne olduğunu anlıyorum " diye düşündüm. Hastaneye vardığımda ana giriş kapısından geçerken tanıdık yüzlere selam verdim sanki hiç bir şey olmamış sanki hasta değilmişim gibi. Her zamanki gibi gülümsemeye çalıştım, ama içimde bir yerler kırık döküktü. Hemşireler odasına girip dolabıma çantamı ve montumu koydum. dolapta kişisel eşyalarımı sakladığım bir kutum vardı. Kutuyu açarken elim, içinde duran küçük bir çerçeveye gitti. Annem ve babamla çekildiğim eski bir fotoğraf… Bir an gözlerim doldu ama hemen kendimi toparladım. Çerçeveyi çantama koydum ve kutuyu kapattım. Dolap kapağını kapatırken kendimi aynada bir kez daha gördüm. "Hazırım." dedim kendime. İçimde derin kararlılıkla istifa dilekçemi elime alıp başhemşirenin odasına doğru yürüdüm. Başhemşirenin odasına doğru yürürken koridorlarda yankılanan ayak seslerim bana hiç bu kadar gürültülü gelmemişti. Her adım, bir sonraki için daha zorlaşıyordu. Nihayet kapının önünde durdum, derin bir nefes aldım ve kapıyı tıklattım. İçeriden gelen "Girin!" sesiyle içeriye adım attım. Başhemşire Ayten Hanım, beni görünce gülümseyerek ayağa kalktı. "Defne! Günaydın canım. Hayırdır? Sabah sabah gelmeni beklemiyordum." dedi yüzünde bir tebessümle Gülümsemeye çalışarak masasına doğru yaklaştım ve elindeki dosyayı yerine koymasını bekledim. Derin bir nefes alıp konuşmaya başladım. "Merhaba Ayten Hanım. Ben… bir konuda sizinle konuşmak istiyordum." Kaşlarını hafifçe kaldırarak oturdu. "Tabii ki, dinliyorum. Nedir mesele?" Arka cebimden çıkardığım istifa dilekçesini masanın üzerine koydum. "Bugün itibarıyla görevimden ayrılmak istiyorum." dedim. Sesim, düşündüğümden daha kararlı çıkmıştı. Ayten Hanım, kağıdı alıp hızlıca okudu. Gözlerindeki şaşkınlık kısa sürede yerini ciddiyete bıraktı. "Defne… Bunu neden yaptığını öğrenebilir miyim?" diye sordu. "Burada hepimiz seni çok seviyoruz. İşini bırakmanı gerektirecek bir şey mi oldu?" İşte o an, kelimeler boğazıma dizildi. Yutkundum. Gözlerimi kaçırarak pencereden dışarı baktım. "Evet!" dedim sonunda. "Kişisel bir mesele. Sağlık durumum nedeniyle devam edemeyeceğim." Ayten Hanım, bir süre sessiz kaldı. Bakışlarını üzerimde hissettim. "Sağlık durumun mu?" dedi endişeli bir sesle. "Ciddi bir şey mi? Bunu daha önce hiç konuşmamıştık." Artık saklayamazdım. Gözlerimi ona çevirdim. "Adenokarsinom teşhisi aldım dün." dedim. Sesim soğuk ve düz bir tondaydı, ama içimde fırtınalar kopuyordu. "İleri evrede. Maalesef yaşayacak çok zamanım yok. Bu yüzden işe devam edemeyeceğim." O an Ayten Hanım’ın yüzünde beliren ifade, hayatım boyunca unutamayacağım bir şeydi. Gözlerinde şaşkınlık, üzüntü ve çaresizlik vardı. Ellerini masanın üzerine koyup sessizce bana baktı. "Defne…" dedi sonunda. "Çok üzgünüm. Gerçekten çok üzgünüm. Senin için yapabileceğim bir şey varsa söylemen yeterli." Kafamı salladım. "Teşekkür ederim ama maalesef yok… bu kararı vermek zorundaydım. Yapmam gereken şeyler var ve zamanım oldukça sınırlı." Bir süre sessizlik oldu. Ayten Hanım derin bir nefes aldı ve gözlerini bana dikti. "Bu durumda, sigorta poliçeni incelememiz gerekiyor. Hatırlarsan, hastanemizde işe giren her personel için özel bir hayat sigortası yapılıyor. Bu sigorta özellikle kritik hastalıklarda yüksek oranlı bir ödeme sağlıyor. " Sözleri zihnimde yankılandı. "Hayat sigortası mı?" dedim şaşkınlıkla.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD