Defne’den
Ethan’ın kararlı ve bir o kadar sakin sesi, odadaki havayı doldurmuştu. Karşımdaki adamın bakışlarındaki yoğunluk beni içime işlese de kaçamak bir şekilde onu incelemekten kendimi alıkoyamıyordum. Siyah gözleri, yüzündeki yorgunluğun izlerine rağmen güçlü bir ifadesi vardı. O an, onun beni ikna etmeden kolay kolay beni göndermeyeceğini anlamıştım.
"Defne Hanım, İzninle sana Defne diyebilir miyim? Fazla resmiyetten hoşlanmıyorum." demesiyle başımı olumlarcasına salladım. Bende pek resmiyetten hoşlanmıyordum. Benim onun hoşuna gitmiş olacak ki yüzünde memnun bir ifade belirdi. "Bana öyle bir anda yardım etmen ki, şu an buradaysam senin sayende. Üstelik hemşiresin ve bende bir hemşireye ihtiyaç duyuyorum. Kaburgalarım kırık ve bir ayağım çatlak. Yardım almadan kaşık bile kaldırmak zulüm gibi geliyor." Ethan, sesi alçak ama kararlı bir şekilde çıkarken.
Başımı iki yana salladım, bakışlarımı yere indirerek. "Bay Hunt!” dediğimde Ethan araya girip “Ethan! Lütfen bana Ethan de.” dedi.
“Ethan lütfen bunu kişisel algılama. Ama ben burada kendimle baş başa kalmaya geldim. Kendi hayatımda yüzleşmem gereken şeyler var. Eminim benden daha iyi bir hemşire bulabilirsin." dedim.
Ethan derin bir nefes aldı. Gözleri bir anlığına pencereden dışarı kaydı. Güneş ışığı, yüzünün kaza sonrası morlukları hafifçe aydınlatarak gün yüzüne çıkarıyordu. Parmaklarını yatağın kenarında yavaşça hareket ettirdi, sanki düşündüklerini toparlamaya çalışıyordu. Sonra gözlerini yeniden bana çevirdi.
"Ben başka bir hemşire istemiyorum." dedi, ses tonu daha yumuşak bir hal almıştı. "Bazen hayat bize, yolculuğumuzda başka insanlara yardım etme ve onlardan yardım alma fırsatı verir. Seninle aynı odada olmam bile, belki tesadüf değil kaderin ta kendisidir. Ha ne dersin?"
Sözleri beni beklenmedik bir şekilde etkilemişti. İçimde bir yerde, onun söylediklerine hak vermeye başladığımı hissediyordum. Ancak yine de gardımı indirmemek için kendimi zorluyordum. "Ethan söylediklerin çok anlamlı, ama lütfen beni anla. Benim burada kendi yolculuğumu tamamlamam gerekiyor."
Ethan gülümsedi, yüzünde hafif bir inat ifadesi belirmişti. "O halde bir anlaşma yapalım." dedi. Yatağın kenarında hafifçe doğrulduğunda yüzü acıyla buruşurken yüzüme daha yakın bir şekilde bakarak. "Bana sadece bir ay ver. Bu sürede bana yardım et, eğer bu süreç sonunda senin için hala hiçbir şey değişmemişse, istediğin her şeyi yapabilirsin. Ama sana garanti ediyorum, bu sadece bana değil, sana da iyi gelecek."
Sözlerinde öyle bir kesinlik vardı ki, ne diyeceğimi bilemedim. Gözlerim onun kararlı bakışlarıyla karşılaştı. İçimde bir şeyler çatırdamaya başlamıştı. Kendime verdiğim sözler, onun bu kararlı duruşuyla çatışıyordu. Ona bakarken, “Bu kadar eminsin yani?” diye sormaktan kendimi alamadım.
Ethan, dudaklarının köşesinde bir tebessümle başını hafifçe yana eğdi. "Evet!" dedi, sesi sakin ama güven vericiydi. "Bana hayatımı geri verdin, Defne. Şimdi ben de sana bambaşka bir hayatın var olabileceğini göstermek istiyorum."
Derin bir nefes aldım. Ellerim farkında olmadan dizlerimin üzerinde birbirine kenetlenmişti. "Tamam," dedim sonunda, başımı hafifçe sallayarak. "Ama birkaç koşulum var. Bir sözleşme imzalamak istiyorum. Ben herhangi bir ayrıcalık istemiyorum. Bir ay sonra eğer hala gitmek istersem kendi yoluma devam edeceğim. Anlaştık mı?"
Ethan’ın yüzünde geniş bir gülümseme belirdi. "Kesinlikle anlaştık," dedi. Gözlerinde beliren memnuniyet parıltıları, beni biraz tedirgin etmiş olsada kararımdan pişman değildim.
"En kısa sürede anlaşma metni elinde olacak. Bir hemşire olarak sana gereken tüm koşulları sağlayacağız." diye ekledi. "Ancak iyileşme sürecim boyunca benimle Amerika’daki evimde kalman gerekecek. Biliyorsun ki hala yönetmem gereken bir şirket var ve maalesef oradan ne kadar uzak olursam o kadar işler karışıyor."
Bu sözleri duyduğumda tüm bedenim bir an için kasıldı. "Amerika mı?" dedim, sesim bir oktav yükselmişti. "Ethan, benim Amerika'ya gitmem mümkün değil. Vizem bile yok. Bu kadar kısa sürede nasıl olur?"
Ethan, bu itirazımı önceden tahmin etmiş gibi sakince omuz silkti. "Bunun için endişelenmene gerek yok. Bu işi çözmek benim için çok kolay. Özel bir davetiye hazırlayacağız ve tüm prosedürleri hızlandıracağız. Sadece senin kabul etmen yeterli."
Şaşkınlıkla ona baktım. "Bu kadar kolay mı?" dedim, inanamıyormuş gibi. "Ben yıllardır Amerika'ya gitmeyi düşünmüştüm ama vize alamayacağımı bildiğim için hiç başvurmamıştım."
Ethan, hafifçe güldü. "Benimle çalışmayı kabul ettiğin sürece her şey mümkün. Sadece bana güven."
Bir an için duraksadım. Bu teklif, hayatımda büyük bir değişiklik anlamına geliyordu. Daha önce hayalini bile kuramadığım bir fırsat ayağıma gelmişti. Ama bu fırsatın arkasında, bilmediğim bir dünyanın beni beklediğini hissediyordum. Derin bir nefes alarak gözlerimi ona çevirdim. "Tamam, sana güvenmeyi deneyeceğim." dedim sonunda, sesim kararlıydı.
Ethan, başını sallayarak gülümsedi. "Anlaştık," dedi. "Seni yarın saat 10’da aldıracağım. Hazırlıklarını yap. Senin için yeni bir yolculuk başlıyor, Defne."
Onun bu sözleri, içimde karmaşık duyguların kıpırdanmasına neden oldu. Dudaklarının arasından dökülen bu sözler beni hem korkutuyor hem de neler olacağını merak ettiriyordu. Bu karar, benim için sadece bir iş anlaşması değildi. Aynı zamanda kendimle yüzleşmek için bir fırsat olacaktı. Ayağa kalkıp kapıya yönelmeden önce"Yarın görüşürüz," dedim. Odadan çıkarken içimde bir şeylerin değişmeye başladığını hissediyordum.
************
Ethan’dan
Oda sessizdi, Defne'nin çıkışının ardından bir süre daha onu düşünerek uzaklara daldım. O küçük bedenin bu kadar güçlü olabilmesine hayret ediyordum. Bu kadın yorgundu ve ben onu sarıp sarmalamak istiyordum. Hayatımda ilk defa bir kadına bu kadar şevkatle yaklaşmak istiyordum. Gözlerimi pencereden dışarı, tropikal palmiye ağaçlarına dikerken bir yandan bunları düşünüyordum. Dışarıda her şey sakin görünüyordu, ama içimdeki fırtına dinmek bilmiyordu. Defne'yle olan konuşmamız beni farklı bir şekilde etkilemişti. Onun sıcak, kararlı ama aynı zamanda kırılgan duruşu… beni derinden etkilemişti.
Kapının hafifçe aralanmasıyla düşüncelerim dağıldı. Carter, elinde tabletle içeri girdi. Yüzündeki ciddiyet, hemen dikkatimi çekti. Onun bu halini bilirdim; kötü bir haber getiriyordu.
"Ethan," dedi Carter, kapıyı kapatırken. Sesinde bir ağırlık vardı. "Sana anlatmam gereken bazı şeyler var."
"Ne oldu Carter?" dedim, sesim sabırsızdı. "Seni dinliyorum."
Carter, birkaç saniyeliğine duraksadı. Bu, onun kendini toparlamaya çalıştığının bir işaretiydi. Sonra derin bir nefes alarak, "Sen uyandıktan sonra hatırlıyor musun kazanın şüpheli olduğuyla ilgili sana bir şeyler söylemiştim" dedi.
Başımı evet dercesine salladığımda tüm bedenim bir anda gerildi. "Devam et!" dedim, sesimdeki soğukluğu gizlemeye çalışarak.
"Güvenlik ekibimiz detaylı bir araştırma yaptı ve bazı şeyler… şüpheli görünüyor." diye devam etti Carter, tabletine hızlıca bakarak. "Çarpan araç hızını artırmadan önce yaklaşık üç dakika boyunca seni takip etmiş. Ayrıca, kazadan hemen sonra sürücü kaçmış. Araç da çalıntıymış."
Derin bir nefes aldım, içimdeki öfke yavaşça yükseliyordu. "Yani bu, düşündüğümüz gibi planlı bir saldırıydı?"
Carter, başını sallayarak onayladı. "Evet. Adamı polisten önce bulup konuşturduk. Adamın verdiği bilgiler ve paranın geldiği adresleri eşleştirerek kimin yaptırdığını bulduk. Blackstone Group… yaptırmış."
Blackstone. İsmi duyduğum anda dişlerimi sıktım. Onların kirli oyunlarını duymuş ama hiç bu kadar doğrudan bir tehdit beklememiştim. "Yani bu, onların işi diyorsun."
"Evet," dedi Carter, sesi kararlıydı. "Geçen hafta olan büyük anlaşmayı hatırlıyorsun, değil mi? Nakamura'yla yaptığımız? İşte o anlaşma yüzünden bazı rakiplerimiz oldukça rahatsız olmuştu. Blackstone’un son birkaç haftadaki hareketlerini izledik. Görünüşe göre, seninle rekabet etmek yerine farklı bir yol seçmişler. Seni oyundan çıkarmak gibi..."
Bu sözler, içimdeki öfkenin volkan gibi patlamasına neden oldu. Yatağımda doğrulmaya çalıştım, ama vücudumun ağrısı beni bir an durdurdu. "Haa demek beni öldürmeye çalıştılar? Güvenliği arttırdın mı?" dedim, sesim biraz daha yükselmişti.
"Güvenlik önlemlerini artırdık." dedi Carter. "Hastanenin çevresinde ek korumalar yerleştirdik. Ayrıca, Kaliforniya’daki evin ve ofisin güvenlik sistemlerini yeniden yapılandırıyoruz. Ama Ethan, bunun sadece bir başlangıç olduğunu biliyorsun değil mi?"
"Elbette!" dedim, gözlerimi kısarak. "Oynamak istedikleri oyunu bozacağım. Blackstone'u finansal olarak mahvetmek için elimden gelen her şeyi yapacağım.Bana bulaştıklarına bin pişman olacaklar."
Carter, notlarını alırken yüzünde hafif bir endişe ifadesi belirdi. "Planın tam olarak ne?" diye sordu.
"Blackstone’un zayıf noktalarını bul." dedim, sesim kararlıydı. "Finansal verilerini incele. Piyasa değerlerini düşürmek için stratejik adımlar atacağız. Onların iş yapmasını imkansız hale getireceğiz. Ve bunu yaparken, bir daha bana veya şirketime bulaşmamaları gerektiğini açıkça göstereceğiz."
Carter, başını sallayarak, "Hemen ekibi yönlendireceğim." dedi. "Ama Ethan, şunu da unutmamalısın. Bu tür bir savaş, çok iyi bir strateji gerektirir. Blackstone, geri adım atmayacak kadar kibirli bir şirket. Ve kirli oynamaktan çekinmiyorlar."
"Onların ne kadar kibirli olduğunu umursamıyorum." dedim, sesimdeki öfkeyi kontrol edemiyordum. "Beni öldürmeye çalıştılar. Bunun bedelini ödeyecekler."
Bir süre sessizlik oldu. Carter, tabletine bir şeyler yazarken ben düşüncelerime daldım. Blackstone’u yok etmek, onların yaptıklarının bedelini ödetmek benim için bir zorunluluk haline gelmişti. Ama aynı zamanda bu durum, Defne'yi korumam gerektiğini de hatırlattı. Onu bu kaosun ortasına çekmek istemiyordum ama onsuz olmakta istemiyordum.
"Carter," dedim, sesim biraz daha sakinleşmişti. "Vize işlemleri ve Defne'nin seyahati için hazırlıkları yarına kadar tamamlayın. Ayrıca, uçakta tüm tıbbi ekipmanların ve bir doktorun hazır olmasını istiyorum. Bu süreçte hiçbir aksaklık istemiyorum. Anladın mı?"
Carter, başını salladı. "Anladım, Ethan. Her şey zamanında hazır olacak."
Ona doğru eğildim, gözlerimi doğrudan onun gözlerine diktim. “Carter, bu kez hiç bir hata istemiyorum. Her adımı titizlikle kontrol et. Blackstone'un başka bir hamle yapmasına asla izin verilmeyecek."
"Elimden gelenin en iyisini yapacağım." dedi Carter. Yüzündeki endişeyi gizlemeye çalışsa da, benim kararlılığımı anladığını görebiliyordum.
Carter, odadan ayrıldığında yalnız kaldım. Gözlerimi yeniden pencereden dışarı diktim. Okyanus manzarası sakin görünse de içimdeki fırtına hâlâ dinmemişti. Blackstone’un bu saldırısı, bana hem gücümü hem de zayıflıklarımı hatırlatmıştı. Ama asıl mesele, bu savaşı kazanmakla ilgiliydi. Sadece kendim için değil, bana inanan ve benimle çalışan insanlar için de.
Defne’nin yüzü, zihnimin bir köşesine kazınmıştı. Onun bu karmaşanın ortasına dahil olması, hem onu koruma isteğimi hem de onunla bir bağ kurma arzumun gerçekliğini bir kez daha yüzüme vuruyordu. Defne’yi koruma düşüncesi benim için adeta bir içgüdüydü. Bu kadın farkında olmadan içime nüfuz etmişti ve onun o ela gözlerini her düşündüğümde buz tutmuş yüreğimi ısıtıyordu.