Gözlerimi açtığımda, başımda dalga dalga yayılan bir ağrı vardı. Beynimin en ufak kıvrımı bile zonkluyordu. Alnımda ter birikmiş, sanki başımın içine bir matkap dayanmış gibi hissediyordum. Ağrıdan gözlerimi bile tamamen açamıyordum. Derin bir nefes almayı denedim, ama ciğerlerime dolan hava göğüs kafesimde bir ağırlık yarattı. Uzun zamandır bu ağrılara alışmaya çalışıyordum ama her sabah aynı savaşı vermek, insanın ruhunu yiyip bitiriyordu.
"Aahh başım!" diye inledim. Ellerimi başıma götürüp şakaklarıma bastırarak ağrıyı hafifletmeye çalıştım. Odaya yayılan sessizlik içinde yalnızca kalbimin hızla atan ritmini duyuyordum. Gözlerimi tekrar kapatıp birkaç derin nefes aldım. Ağrı zamanla hafifliyor gibiydi ama tamamen geçeceğine dair bir umut taşımıyordum.
Kendi kendime sormadan edemiyordum: "Neden ben? Neden bu hastalık beni buldu?" Çocukluğumdan beri hep güçlü olmaya çalışmıştım. Ailem olmadan büyümek, hayata karşı durmayı erken öğrenmek zorunda kalmıştım. Ama bu hastalık… Bu benim başa çıkabileceğim bir şey değildi. Her sabah yeniden ayağa kalkmaya çalışmak, kaybettiğim her şeyin zaman ayarlı bir hatırlatıcısı gibiydi.
Tavanı izlerken düşündüğüm tek şey, buraya gelme amacımdı. Tayland, bir kaçış değil, bir sondu benim için. Son nefesimi verirken huzurlu bir yerde olmayı istemiştim. Ama şimdi, hayatını kurtardığım o adam yüzünden yeni bir karar almak zorunda kalacak gibi hissediyordum. Ethan Hunt. Adını hatırladığımda zihnimde bir anlığına yere yığılmış kanlı bedeni canlandı. O anda yaşamak için verdiği mücadele, benim içimde sessizce kaybolmuş yaşama isteğimi yeniden sorgulatıyordu. İçimden belki bende çabalamalıyım dedirtiyordu. Ama bu boşa çekilecek kürek gibiydi.
Aklımda bu düşünceler kaynarken zor da olsa yataktan kalkmam gerektiğini hatırladım. Bugün Ethan Hunt ile yüz yüze gelecektim. Ayağa kalkarken tüm vücudumun bu hareket halini protesto eder gibi sızlıyordu. Banyoya doğru yavaş adımlarla ilerledim. Banyoya girdiğimde, soğuk mermer zeminin çıplak ayaklarımı titrettiğini fark ettim. Lavabonun üzerinde asılı duran aynaya baktım ve gördüğüm şey beni bir an durdurdu.
Karşımda duran yansıma, eskiden tanıdığım kadın değildi. Göz altlarım morarmış, cildim soluk bir renge bürünmüştü. Omuzlarıma kadar uzanan dalgalı kestane rengi saçlarım, artık bana huzur veren bir detay değil, bir yük gibi görünüyordu. Gözlerim hala canlı ama o ışık, sanki derinlerde bir yerlere saklanmıştı. Kendime acımaktan nefret ediyordum. Ama o aynaya baktığımda, bir yabancıyla karşılaşmak her seferinde kalbimi sıkıştırıyordu.
Bir süre aynada kendimi izledikten sonra yüzümü soğuk suyla yıkadım. Bu beni biraz olsun kendime getirdi. Saçlarımı toplamaya çalışırken ellerim hafifçe titriyordu. Banyodan çıkıp üzerimi değiştirmek için odama döndüm. Dolabımı açtım ve birkaç saniye boyunca hangi kıyafeti giyeceğime karar veremedim. Bugün bir iş görüşmesine gitmiyordum, ama Ethan Hunt gibi biriyle tanışacağım düşüncesiyle üzerimde belli bir baskı hissediyordum. Dolabın köşesinden beyaz bir keten gömlek ve bej renkli rahat bir pantolon seçtim. Sade bir görünüm istiyordum. Sonra yüzümün bu dağılmışlığını ortadan kaldırmak için biraz makyaj yapmıştım. Son halime baktığımda biraz daha iyi görünüyordum. Ne çok abartılı ne çok pespaye… Karşımda oldukça sıradan bir kadın vardı. Saçlarımı alelade bir topuz yapmıştım. Dışarıda dehşet bir nem vardı.
Hazırlandıktan sonra otel odasındaki küçük masanın başına oturdum. Masanın üzerinde duran kırmızı kaplı defterime bir süre boş boş baktım. O defter, benim içimde kalan son umutların bir listesi gibiydi. Onu yanıma alıp çantama koydum.
Telefonumu elime aldım ve Carter’ın mesajını kontrol ettim. Ethan Hunt’ın kaldığı hastanenin adresi ve ziyaret saatleri hakkında bilgi vermişti. Derin bir nefes alıp, “Hadi bakalım, Defne. Bunu da yaparsın kızım.” diye kendi kendime mırıldandım.
Otelin dışına çıktığımda sabahın nemli havası yüzüme çarptı. Tropik kokular ve hafif bir rüzgar, bir an için tüm vücuduma nüfuz etmişti. Taksi çağırmak için yol kenarında durdum. Çevremdeki her şey benim aksime o kadar canlı ve hareketliydi ki, bu tezat beni bir kez daha kendimle yüzleştiriyordu. İnsanların aceleyle bir yerlere gitmesi, satıcıların seslenişleri, arabalardan yükselen hafif korna sesleri… Benim pes etmiş ruhumun tam tersiydi.
Taksiye bindiğimde şoföre hastanenin adresini gösterdim. Araba hareket ederken dışarıyı izlemeye başladım. Palmiye ağaçları, yerel pazarlar ve uzakta görünen dağların arasında yol alırken, zihnim bir yandan yolculuğun nereye varacağını düşünüyordu. Ethan Hunt’la gerçekten ne konuşacaktım? Onun iyileşmesine yardım etmeyi neden kabul etmemem gerektiğini bir kez daha kendi kendime hatırlatmaya çalışıyordum. Ölüm benim ensemdeyken zamanım kısıtlıydı ve bunu tanımadığım biri için çarçur etmek istemiyordum.
Hastanenin önüne geldiğimde, binanın modern mimarisi hemen dikkatimi çekti. Geniş cam pencereler, içeriye bol bol güneş ışığı yayılmasını sağlıyordu. Girişteki tropikal bitkiler ve özenle yerleştirilmiş çiçekler, burayı hastaneden çok bir otel lobisi gibi gösteriyordu.
İçeri girdiğimde steril bir hava beni hemşire olduğum zamanlara alıp götürdü. Danışmaya yöneldim ve Ethan Hunt’ın odasının yerini sordum. Görevli kadın, nazik bir şekilde bana oda numarasını söyleyip asansörlere doğru yönlendirdi. Asansördeki aynadan kendime baktım. Yüzümde hafif bir endişe ifadesi vardı. Kalbim hızla atıyor, neyle karşılaşacağımı bilmeden asansörün kat numarasını izliyordum.
Onun katına indiğimde koridor siyah takım elbise giymiş adamlarla doluydu. Bu beni tedirgin etsede yoluma devam ettim. Odanın önüne geldiğimde, Adamlardan biri beni durdurdu ve bana neden geldiğimi sorduğunda Bay Carter’ın misafiri olduğumu söylediğimde ancak yoluma devam edebilmiştim. Kapının önünde bir an durup derin bir nefes aldım. Kapıyı çalarken, kendimi toparlamaya çalışıyordum. Kapı yavaşça açıldı ve Carter yüzünde hafif bir tebessümle beni karşıladı.
“Defne Hanım, hoş geldiniz,” dedi nazik bir şekilde. "Bay Hunt sizi bekliyor. Lütfen buyrun."
İçeri girdiğimde, Ethan Hunt’ı yatağında oturmuş halde buldum. Yüzü biraz solgun ama gözlerinde bir tür kararlılık vardı. Kaza sonrası yüzünün sol tarafında morluklar olsada, bu morluklar o yakışıklı yüzünü gizlemekten çok uzaktı. Siyah gözlerinden bir parıltı geldi geçti. Belli ki beni gördüğüne memnun kalmıştı. Beni görünce hafifçe gülümsedi.
"Merhaba, Defne Hanım!" dedi, sesi kibar, karizmatik aynı zamanda yorgundu. "Sizi görmek çok güzel."
"Merhaba!" dedim kısaca, sesimde hafif bir çekingenlikle. "Beni buraya davet ettiğiniz için teşekkür ederim."
Ona doğru ilerledim ve karşısındaki sandalyeye oturdum. Ethan, derin bir nefes alıp konuşmaya başladı: "Öncelikle, hayatımı kurtardığınız için teşekkür ederim. Eğer o an orada olmasaydınız… büyük ihtimalle şu anda burada olayacaktım."
Sözlerinin ağırlığı içime otursa da aynı zamanda bunun benim için sadece bir görev olduğunu söyleyip bundan sıyrılmak istedim. "Bu, benim insanlık görevimdi." dedim. "Ayrıca ben bir hemşireyim ve bu meslek, böyle durumlarda müdahale etmeyi gerektiriyor."
Ethan, gözlerini benden ayırmadan devam etti: "Yapmayın Defne hanım. Yaptığınız şeyi bu kadar hafife almayın.” Bende biliyordum yaptığım şey kolay değildi. Özellikle de benim durumumda olan bir kadın için…
“Sizinle konuşmak istememin size teşekkür etmekten başka bir nedeni daha var. Şu anda iyileşme sürecindeyim ve bu süreçte bir hemşirenin yardımına ihtiyacım var. Carter size bununla ilgili bazı detaylardan bahsetmiştir."
Başımı sallayarak dinledim. Ethan’ın sesindeki içtenlik, beni bir şekilde etkiliyordu. Ama hâlâ bu teklifi kabul etmeye hazır değildim.
"Bay Hunt," dedim, sesimde kararlı bir tonla. "Beni yanlış anlamayın, sizinle ilgilenmek benim için bir onur olurdu. Ama ben buraya başka bir amaçla geldim. Kendimle barışmak ve huzur bulmak için. Daha fazlasını üstlenebileceğimi sanmıyorum."
Ethan, sözlerimi dikkatle dinledi. Sonra hafifçe gülümseyerek, "Anlıyorum," dedi. "Ama bir şans vermenizi istiyorum. Belki bu süreçte, siz de kendinizi bulabilirsiniz. Bana yardım ederek, belki de kendi yolculuğunuzda bir adım daha atabilirsiniz."
O an için ne diyeceğimi bilemedim. Ethan Hunt’ın sözleri, içimde bir yerlere dokunmuştu. Ama bu sorumluluğu almanın benim için doğru olup olmadığını hâlâ bilmiyordum. Onunla ilgili bir şey vardı… Sanki burada olmamın bir nedeni daha vardı. Ama bu nedeni henüz keşfedememiştim.