\ Ae Cha'nın Ağzından /////
Gecenin köründe telefon sesiyle gözlerimi açtım. Bu saatte mesaj atanın ya aklından zoru var ya da geri beyinlinin teki!
Bir haftadır gelen aşk dolu mesajlara bir yenisi daha eklendi. Mesaj çeken numarayı tanımıyorum bile!
Aşkmış! Bu devir de duy da inanma! Günümüz erkekleri aşktan ziyade gözüne kestirdiği kızı yatağa atma derdinde. Babam gibi gerçekten seven birini bulmak, bir oda dolusu hediye paketinin olduğu odada içinde yüzük olan kutuyu bulmak kadar zor.
Bu mesajı atanın kim olduğunu bulursam elimden çekeceği var. Dua etsin babam yada çapkın ikizim bulursa sadece elinden çekmekle kalmaz. Babam kemiklerini kırar, ikizim derisini yüzer. Öfkeyle taşa tekme atarsan, kendi ayağını yaralarsın deyimini bilseler de iş uygulamaya gelince pek başarılı olamıyorlardı.
Her ne kadar Nam Sung bana belli etmese de okulda dövmediği adam kalmadı. Özellikle benim bölümüm de erkekler cüzzamlı biriymişim gibi köşe bucak kaçıyorlar. Bizim çapkın öküz nasıl korkuttuysa artık! Kaçmaları benim için sorun teşkil etmiyordu. Çünkü gerçekten seven dayaktan yada ikizimden korkmazdı. İkizimin tehdidiyle benden uzak duruyorlarsa bu sevmediklerini, niyetlerinin farklı olduklarını gösterirdi.
Gelen mesajı her zaman yaptığım gibi silerek bölünen uykuma geri dönmeyi denedim. Sapık herif gece gece rüyasında görüyor sanki. Hayır, yani anlamadığım kim olduğunu söylemeden her gün mesaj atmasının amacı neydi? Sanki mesajından onu tanıyacak mıydım? Kim olmadığını söylemeden daha ne kadar böyle mesajla rahatsız edecekti merak ediyordum.
Yeni güne gözlerimi evdeki gürültüyle açtım. Her ne kadar buna alıştığımı düşünsem de hala yataktan sıçrayarak kalkıyorum. Annemin evin bütün odalarına ulaşan sesi bütün uykumu yerle bir etti. Nasıl olurda kırk beş yaşında bir kadın bu kadar enerjiye sahip olabilir? Bu kadar ses neresinden çıkıyor cidden merak ediyorum. Annemin dilinin altına balta girmemişti. Eğer gitmiş olsaydı az ve öz konuşurdu ama benim annem çok ve boş konuşuyordu. Babam boşuna ona laflar kraliçesi demiyordu. Annemi anlamak için dünya ansiklopedisi gerekiyordu.
Yataktan kalkarak banyoya yöneldim. Hızlıca kısa bir duş aldım. Sabahları ayılmamı sağlayan iki şey vardı. Biri annemin sesi, ikincisi duş. Annemin sesinden sonra duş almak tüm günümü uyanık geçirmem için ihtiyacım olan tek şeydi. Annem ve duş ikilisi en sert kahveden bile daha ayıltıcıydı.
Saçlarımı kuruttuktan sonra üzerimi giyindim, ardından soluğu kahvaltı masasında aldım. Nam Sung hariç herkes yerindeydi, neden hiç şaşırmadım acaba!
Eminim ki beyefendi annemin deyimi ile bebek gibi benim deyimimle öküz gibi uyumakla meşguldür. Bu kadının erken yaşta gözleri bozuldu. Bir seksen boyunda bir öküz nasıl bebek olabilirdi ki! Ya erken yaşta bunamaya başladı yada öyle görmek istiyor. Şahsen ikincisini tercih ederim. Annemin normal hali çekilmiyorken deli halini inanın görmek bile istemiyorum.
Anneme ne zaman bunu söylesem bizi hala bebekleri olarak gördüğünü, asla büyümeyeceğimizi söylerdi. Esasen işine gelince bebek, işine gelmeyince eşek gibiydik. Bu tuhaf terimleri de bana öğreten kişi annemden başkası değil! Her ne kadar çenemi tutmayı denesem de bazen fırlıyor ağzımdan.
Annemin nereden duyduğunu bilmediğim sözünde de dediği gibi, körle yatan şaşı kalkar hesabı! Sanırım öyle bir şeydi.
"Herkese günaydın," diyerek babama bir öpücük kondurup yerime oturdum. Annemin tuhaf bakışlarını üstümde hissetsem de dönüp bakmadım. Kendimi bildim bileli alıştım bu bakışlara…
“Beni neden öpmüyorsun?” diye sordu. Beni mi yoksa babamı mı kıskanıyor sorusunu hiç düşünmeyin. Bir yastıkta kocamışlar ama annem hala kocasını dişi sinekten bile kıskanıyor.
“Çok istiyorsan öpeyim güzel annem,” diyerek kalkıp annemi de yanağından öptüm. Her zaman sormazdı hani bana diye…
Kahvaltı sessiz sakin geçerken annemle babamın üstünde bariz bir gerginlik vardı. Yine neyin kavgasını yaptılar acaba?
Sang Ryung vedalaşarak okula gitmek için evden çıkarken Nam Sung hala sofraya teşrif etmemişti. Babamın genelde yumuşak olan bakışları giderek sertleşmiş buz gibi bir hal almıştı.
Babamın bu halini gördükçe annemin neden ona buzlar lordu dediğini daha iyi anlıyorum. Bu isim babamın üstüne bu bakışlarıyla birleşince tam oturuyordu. Hoş, ben kırk yıl değil yüz yıl düşünsem böyle bir isim aklımın kenarından, kıyısından geçmezdi.
"Miya git şu oğlunu kaldır! İki dakika içinde sofrada olsun!" demesiyle annem kaşlarını çatarak babama ters bir bakış attı.
"Oğlum? Haklısın buzlar lordu, benim oğlum! Yapım aşamasında senin hiçbir katkın yoktu zaten! Ana rahmine de gökten inmişti ya bu çocuk! Nasıl unuttum ben!"
Bir şey söylemek için ağzımı açmayı denesem de fayda etmedi. Çoktan onlar kendi dünyalarının içine girmiş gibiydiler.
"Saçmalama Miya! Sabah sabah sıkma benim canımı. Kırk beş yaşında üç çocuk annesi oldun hala lafları evirip çevirip istediğin şekle sokuyorsun. Ama bil diye söylüyorum ben bu laf oyunlarından çok sıkıldım."
Annem tam bir şey söylerken Nam Sung'un bedeninden önce sesi doldu odaya.
"Ae Cha! Neredesin lanet olasıca!" diye kükreyen sesi duyunca bütün vücudum kaskatı kesildi. Son bir haftayı gözden geçirip Nam Sung'u bu kadar deli edecek ne yapmış olabileceğimi düşündüm. Hiçbir şey aklıma gelmeyince korkulacak bir durum olmadığı kanaatine vararak rahat bir nefes aldım. Fakat masanın önüne kadar gelen Nam Sung'un elinde bana ait telefonu görmemle birlikte oturduğum koltuğa daha çok gömüldüm.
Sapık herif kim bilir gene nasıl bir mesaj attı.
"Al baba al! Al da çok sevgili kızının marifetini gör!" demesiyle daha da korkmaya başladım. Anne ve babamın kavgalarının soğuk rüzgarları hala ortamda eserken kabak bana patlayacak gibiydi.
Babam telefonu eline aldığında Nam Sung öfkeyle yanıma gelerek kolumdan çekiştirip ayağa kalkmamı sağladı. Kolumun acısıyla suratımı buruşturdum fakat babamın bana olan bakışlarında gördüğüm hayal kırıklığı kolumdaki acıyı unutturdu. Ben bu kadar kızacakları ne olduğunu düşünürken babam iki adımda yanıma gelerek elini kaldırdı.
Ben hala neler olduğunu çözmeye çalışırken annem babamın kalkan elini havada yakalayıp önüme geçti.
"Sakın pişman olacağın bir şey yapma Song! Seni buna pişman ederim."
Babamın öfke saçan bakışları anneme yöneldi.
"Miya," diye bağırmasıyla annemin arkasına daha çok sindim.
Ne olur biri neler olduğunu bana da anlatsın.
"Bana bak Song efendi! Sen yıllar öncesinden alışık olabilirsin anlayıp dinlemeden yargılamaya! Ama ben aynı hatayı yapmana sonra da köpek gibi kıvranmana izin vermeyeceğim." Yıllar önce ne olduğunu bilmiyordum ama annem dışında bu işte bir terslik olduğunu düşünen olmaması beni hayal kırıklığına uğrattı. Hele babamın bir anda üstüme yürümesi tamamen kalbimin kırılmasına neden oldu. Annem engel olmasaydı o el suratımla buluşacaktı eminim.
"Miya kızımla arama girme!" demesiyle annem sinirle bağırdı.
"Sakın buzlar lordu sakın! Beni çileden çıkartma. İşine gelmeyince senin çocukların, işine gelince benim çocuklarım diyemezsin. Hele bir o elin adresini şaşırıp çocuklarımı bulsun inan bana seni boşarım," diyerek bakışlarını bu sefer Nam Sung'a çevirdi.
"Sana gelince arsız velet! Sakın bir daha kardeşine bu şekilde davranmaya kalkışma. Senin onu koruman gerekli, anlayıp dinlemeden kabadayı gibi hesap sorman değil! Bu evde ikinizi de şuan görmek istemiyorum. Şimdi bizi yalnız bırakın!" Benim laflar kraliçesi olan annem, ah sende olmasan… Beni iki erkeğin de gazabından korumuştu.
Tanrım! Şuan neler dönüyor burada bir de ben anlasam!
"Anne ben hiçbir şey anlamadım."
Annem evden sinirle çıkan babama ters bir bakış attı. Evden çıkan Nam Sung'un da ardından bana döndü.
"Emin ol şuan bende neler olduğunu anlamıyorum tatlım. Ama anladığım bir şey varsa dün gece gelen telefondan sonra bizi zor günler bekliyor. Hem de çok zor!"
Annem duvardaki aile resmimize bakarak konuşurken benden daha çok kendi ile konuşuyor gibiydi.
Tanrım! Ne olur yardım et. Annemi hiç bu kadar üzgün ve bitkin görmemiştim.
***
>
Nam Sung babasının peşinden evden çıktı. Gözleri hiçbir şey anlamamış olmasının verdiği şaşkınlıkla babasına döndü. Annesi ne demek istemişti, yıllar öncesini kastederek merak ediyordu. Genelde annesi hep oğlunu savunurdu ama bu kez durum tam tersiydi.
"Bu neydi şimdi? Annem savaş oklarını eline aldı."
Song oğluna ters bir bakış atarak sinirle söylendi.
"Sus Nam Sung! Annenden çıkaramadığım sinirimi şimdi senden alacağım. "
Gözlerinde eskisi gibi soğuk bakışlar dolaşıyor, bütün vücudu öfkeden fokur fokur kaynıyordu.
"O resimdeki iti tanıyor musun?"
Nam Sung babasının korkutucu gözlerinden ürkmüş, iki üç adım uzaklaşmıştı.
"Yok tanımıyorum. Tanımış olsaydım sana bırakmazdım zaten!"
"İyi o zaman şimdi okula gidiyorsun. Ha bu arada dün sanat öğretmeninin aradı, hani şu kel ve göbekli olan. Bir daha derslerde devamsızlık yaptığını duyarsam..."
Babası tehdidini can alıcı noktasında bırakarak işaret parmağını üstüne çevirmişti. Nefret ettiği kel hocasına bildiği bütün küfürleri saygıyla iletti. Bu adam her defasında ne bok yemeye işlerine o koca burnunu sokuyordu ki!
"Tamam. Tamam."
Miya doğru dürüst ağız tadıyla kahvaltı yapılamayan sofraya oturdu. Millet bir lokma pirinç bulamazken bunların böyle masada kalması her seferinde canını sıkıyordu. Yokluğun ne olduğunu iyi biliyor, bu yüzden de double dikkatli davranıyordu.
Ae Cha'yı yanına çağırarak telefonu eline aldı..
"Bu resimdeki iti tanımasam da dudaklarına hoyratça asıldığı kız sen olamazsın! Hangi beyinsiz nasıl bir planla bizi alabora etmek istediyse saç rengini tutturamamış," diyerek resmi kızına uzattı.
Evin iki erkeğini de ayağa kaldıran telefona gelen bir erkekle kızın dudak dudağa resmiydi. Gönderen kimse altına da bu öpücükten bugün de istiyorum sevgilim! yazısını not düşmeyi ihmal etmemişti.
Öpülen kızın yüzü ustaca gizlenmiş olsa da saçları tamamen meydandaydı.
"Ama bu ben değilim ki! Bir erkekle bu kadar yakın temasa geçmem için kıyametin kopması gerekiyor."
Miya bütün sıkıntısına rağmen bir kahkaha patlattı.
"Ah tatlım inan bana bende öyle diyordum. Tabi karşıma lanet baban çıkmadan önce. Onu ilk gördüğüm gün o dudaklara koşmamak için oldukça yoğun güç harcadım," deyip bir süre Song'u ilk gördüğü güne gitti.
***
Miya yüzünde bin iki yüz waatlık gülümsemesiyle arkasına döndü. Adamla göz göze gelir gelmez bir anda ürktü ve kendine engel olamayarak "aman Tanrım" dediği anda elini ağzına kapattı. Çenesine engel olmak istemişti ama yine geç kalmıştı.
Uzun boylu, geniş omuzları, üstüne tam oturmuş takımı ile karşısındaki adam yüksek binalarda çalışan Ceo’lara benziyordu. Bu izbe mahallede ne aradığını gerçekten merak etti. Tamam, mahalleleri oldukça nezihti, sessiz ve sakin bir muhitti. Yeni yapılan birkaç villa mahalleye ayrı hava katmıştı ama yine de izbeydi işte! Öyle lüks rezidanslar yoktu. Çok işlek bir yer olduğu söylenemezdi. Böyle bir adam Euljiro gibi lüks yerlerin adamıydı. Şekillendirilmiş saçları ben havalıyım diye bağırıyordu.
Song karşısındaki kadına bakarken gülme isteğini zorlukla bastırdı. Sahi kaç sene olmuştu yüz kaslarının gülümsemeyle gerilmediği, yüzündeki gamzesinin gün yüzüne çıkmadığı? Bunu hatırlamak için çok eskilere gitmesi gerekiyordu ve doğrusu o kadar vakti de yoktu.
"Bayan ben bir iş konuşmak için gelmiştim ama konuşmanız devam edecekse meşgul etmeyeyim," diyerek çenesine atıfta bulundu.
Bizim laf cambazı oldum olası laf altında ezilmekten nefret ettiği için cevabı gecikmedi.
"Bayım çeneniz tutulacak kasmaktan, tutmayın kendinizi," dedi ve kahkahaya boğuldu. Gülümsemek iyiydi. İnsanın içindeki kötü enerjiyi atmasını sağlıyordu.
Song'un her zaman hazırda bekleyen sinirleri yine yay gibi gerildi ve sözler ok gibi ağzından fırladı. Eğer bir geri dönüş tuşu olsaydı mutlaka ağzına geri zımbalardı o lafları.
"Sokak kadınlarını aratmıyorsunuz kahkahalarınızla," diyerek buz gibi bakışlarını genç kadına dikti.
Miya yüzünde gülücük dona kalmışken, gözlerindeki bakış karşısındakini küle çevirecek cinstendi. Song belki de ömründe ilk defa bu kadar laf yemişti.
Miya ateş saçan gözleriyle adama cevabını verdi.
"Sokak kadınları bu semtte bulunmaz bayım, geldiğiniz yerde kalmış olmalı. Ve ne için geldiniz? Daha fazla uzatmasanız da konuya girseniz!"
Miya hem lafı sokmanın verdiği zafer, hem de konuyu kaleden auta çevirmenin tatlı gururunu yaşıyordu. Hani her şeyin iyi bir yönü vardır ya. Çenesi de bu atasözünü doğrular nitelikte lafları bekletmeden sıralıyordu.
Song lafa mı cevap versin, konuya mı girsin ne diyeceğini şaşırdı. Zira karşısında hazır cevap, ufacık tefecik bir kız vardı.
"Ah erkek olsaydın gösterirdim ben sana," diyerek masalardan birine yönelip oturdu. Gömleğinin kollarını geriye doğru kıvırdı ve konuya giriş yaptı.
"İşlerimi her zaman kendim yaparım. Karşıdaki villayı bir hafta önce aldım ve orada bir iş yapacağım. Açılış iki gün sonra,” derken Miya adamın lafını kesti.
"Eee sonra," diye sazan misali konuya atladı. Song artık sinirlerine engel olamadı ve çileden çıkmış bir şekilde masaya sertçe vurdu. Yoksa bu kızın gırtlağına çökebilirdi. Miya beklemediği bu tavır karşısında olduğu yere sinerken Song artık konuya girdiği gibi sakin konuşmuyordu.
"Tanrı aşkına kadın! Siz hiç konuşmadan duramıyor musunuz? Yeter artık dinleyeceksen dinle." Miya titrek bir sesle adamın konuşmasını yeniden kesip; "peki, peki devam et," diyerek elini ağzına kapattı.
Song bir of çekip hızlı bir şekilde anlatmaya başladı. Zira bu kadın elinde kalacaktı yoksa. "Açılış için aparatif bir şeyler hazırlatmak istiyorum ve dükkanı görünce konuşmak istedim. Ne kadar hata yapmış olsam da! İki gün sonraya iki yüz kişilik kanepe ve tatlılar hazırlayabilir misiniz?"
Miya bir yandan adamı dinliyor bir taraftan da adamı incelemeyi ihmal etmiyordu. Soğuk ve katı insanları sevmezdi ama bu adam dükkana girdiği ilk anda bünyesine zarar vermeye başlamıştı. Buz gibi bakışlar bile ateş misali içini yakıyordu.
"Buzlar lordu," diye geçirdi içinden. Miya kaşlarını yukarı kaldırmış, dudaklarını büzmüş -sanki dünyanın en önemli icadını bulacak misali- düşünüyordu.
Song hayatında ilk defa bir kadının dudaklarını inceliyordu. O dudaklara yapışma isteğini zorlukla bastırıp, başını yukarı kaldırdı ve Miya ile göz göze geldiler.
Miya hafif bir öksürük sesi çıkarıp hemen konuya girmek istedi. Adamın bakışları o kadar tuhaftı ki bir an kendini çıplak hissetmişti.
***
Derin bir iç çektikten sonra kızına döndü.
"Bu resmi gönderen her kimse tek sorunu seninle olamaz! Okulda peşine takılan kuyruk var mı?"
Ae Cha yüzünde soru dolu ifade ile annesine döndü.
"Kuyruk?"
Miya gözlerini devirip, "Tanrım! Sizi ben yetiştirdim ben! Bu kadar embesil olmamanız gerekiyordu.. Kuyruk yani erkek yani bizim karşı cinsimiz? Hani çoğunun öküz soyundan geldiği yegane toplum." diye cevap verdi..
Ae Cha aklı biraz önceki olaylardan dolayı karışık olsa da annesinin sözleri ile katıla katıla gülmeye başladı.. Bir süre sonra kahkahalarını geldikleri yere geri postaladı.
"Şimdi embesil ne demek merak etsem de söylemedi farz et anneciğim. Hayır yok zaten olması da imkansız! Oğlun hepsinin icabına daha bana yaklaşamadan bakıyor."
Miya'nın suratı düşünceli ifadelere büründü. Dün geceki telefon ve bugün olanların mutlaka birbiri ile bağlantısı olmalıydı. Arayan kişi nasıl olduysa Song'un telefonunu bulmuş ve çok yakında yanında önemli biriyle geleceğini söylemişti. Bu kişinin buzlar lordunun eski kırığı olması canını sıkan en önemli etkendi. Miya içinden; "geleceği varsa gösterecek birşeyler buluruz." diye düşünüp kenara kıyıya bıraktığı eski savaş kılıçlarını kuşandı. Ne de olsa zamanın da çapkın buzlar lordu yüzünden böyle olaylarda en ön cepheler de savaşmıştı.
"Neyse kızım ben bu salakça işi akşama çözüme kavuşturacağım. Sende daha fazla okuluna geç kalma." diyerek kızını evden postaladı. Kendi de üstünü değiştirip buzlar lordunu biraz önce kovmuş olmasına rağmen yanına gitmek için evden çıktı. Kocası ile kimsenin olmadığı bir yerde görülecek hesabı vardı. Sabahki lafları midesi henüz sindirmeden iade etmesi gerekiyordu değil mi?
"Hazırlan buzlar lordu sana sıkılmak nasıl oluyor göstereceğim."
***
Nam Sung okula gelmiş mini etekli, uzun bacaklı ve güzel kalçaları olan kızları izlemek yerine ilk defa ne kadar sap varsa onların yüzlerine bakıyordu. Sabahki gerginliğinin hala üstünde olması vücudunda olumsuz etkiler yaratıyordu. Lanet olası bir resim bütün gününü daha şimdiden çekilmez hale getirmişti. Yetmiyormuş gibi bir de erkeklerinin yüzlerine bakmak boş olan midesini bulandırıyordu.
"Selam!"
Jung ve Won Chul'a ters bir bakış atıp erkekleri dikizlemeye devam etti. Bu kadar dikkatli bakmaya devam ederse adı bir skandala karışabilirdi.. Dedikodular şimdiden kulakların da yankılanıyor, galipten sesler duyuyordu.
"Okulun uslanmaz yakışıklı çapkını gay olmuş."