Geçmiş

2451 Words
3 Saat Sonra /// "Konuş şerefsiz herif konuş! Seni hangi beyinsiz tuttu? Ne istediniz o çocuklardan?" diyerek yüzü gözü kan içinde kalmış adama bir yumruk daha attı. Yıllar geçtikçe eski formunu kaybetse de Song delirdiği zaman yine eski buz kütlesi haline dönüyordu. Kang ve Bay Park birkaç adım geride kalmışlardı, manzarayı izlerken ikisinin de gözlerinde endişe vardı. Yıllar sonra kim hangi cesaretle onlara bulaşmıştı? Song endişeliydi. Öfke bir fare gibi içini kemiriyor ama aynı zamanda bir kedi kadar korkuyordu. Çocukları, sevdiği kadın… İnsanın hayatında koruması gereken insan sayısı arttıkça korkusu da artıyordu. Eski yaşantısını geride bıraktığında ilk yıllar birçok olay olmuştu ama son on beş yıldır ortalık durulmuştu. Şimdi onca zamanın üstüne birileri intikam peşindeydi. Yine neyin intikamıydı bu anlamıyordu. Bir türlü bitmek bilmiyorlardı. "Seni öldürürüm it herif! Cesedini kimse bulamaz. Canını seviyorsan konuşursun," diyen Song adamın kafasına silahı dayadığı anda adam pes ederek tek bir isim söyledi. "Bayan Yuki," demesiyle Song'un ellerindeki silah betonla birleşirken Bay Park ise nefesini tutmuştu. Yıllar önce Song'u ayartmak için yanına gönderdiği kadının yıllar sonra ismini duymak nefesini kesmişti. Miya ortaya çıkmadan çok önce yaşanan bu olayların şimdi yeniden gündeme gelmesi iki adamı da huzursuz etmişti.  Song bu Yuki belasından asla kurtulamayacak mıydı? Yıllar önce ona gerekenleri tek tek, tane tane anlatmamış mıydı? Bir kez daha başlarına bela olarak ne amaçlıyordu? Bu işin içinde başka bir iş olmalıydı. Yuki adam tutmaya, gencecik çocukları vurdurmaya cesaret edemezdi. Yoksa yıllar Song’u yumuşatırken Yuki’yi bir canavara mı dönüştürmüştü? "Siz iki eski mafya babasından intikamını alacak. İkiniz de onu tanımış olduğunuza çok yakın zamanda pişman olacaksınız." Bu sözler ne Song'a ne de Bay Park'a hiç etki etmemişti. Ama dışarıda kulağını açmış içeriyi dinleyen genç adam olduğu yerde donup kalmıştı. Ne yani yıllar önce dedesinden korkuyla dinlediği mafya masalları gerçek miydi? Ve bu mafya hayran olduğu babası ve biricik dedesi miydi? İçinde patlamaya hazır öfkesiyle önündeki kapıyı tekmeyle yere indirdi. Song gördüğü oğluna şaşkınlıkla bakarken duydukları kalbinde bir sızıya sebep olmuştu. Karısının öngörülerinin bir kez daha doğru çıktığını anlamış, derin bir nefes almıştı. Karısının yanında olmasını diledi bir an için. Miya her zaman mantıklı gerekçeler buluyordu öyle değil mi? "Sen. Lanet olsun baba o adamı öldürecek misin? Hem de gözünü kırpmadan!" Song oğluna bir adım atacağı anda Nam Sung babasından aldığı gözleriyle buz gibi bir bakış attı. "Benim dostum senin yüzünden yaşam mücadelesi veriyor öyle mi! Kahretsin! Sen kimsin Bay Song? Önüne geleni öldüren eski bir mafya mı? Pis işlerin içinde olduğuna inanamıyorum. Sen benim saygı duyduğum babam olamazsın."  "Sen. Nam Sung babanla düzgün konuşmayı öğrenmelisin! Her zaman pişman olduktan sonra çalışan beynine doğru zamanda konuşmayı öğretmen gerekiyor. Yoksa bu işi zevkle ben yaparım. Ayrıca dostluğundan şüphe duyduğun dostun gayet iyi. Eğer ajan gibi babanın kıçına takılmak yerine hastanede kalsaydın bunu duyduklarını istediği gibi yargılayan kulaklarında duymuş olurdu. Ayrıca senin baban yani benim mükemmel kocam azılı bir katil ya da pis işlerin adamı değil! Seni babanla bu şekilde konuşmaktan men ederim. Ve babanın yapmaya yüreği el vermediği işi ben yapar seni ayağımın altına alırım. Şimdi derhal babandan özür dile!" diyerek içeriye rüzgâr gibi giren Miya oğluna ters bir bakış atmış, kocasının yanına giderek kimseyi umursamadan dudaklarına bir öpücük bırakmıştı. Song, Miya'yı kollarının arasına alıp kokusunu içine çekerken yavaşça kulağına yaklaştı. "Ben seni hak etmek için ne yaptım?" Nam Sung’un bunları öğrenmesi iyi olmamıştı ama ortalık zaten yeterince karışmıştı. Hem tehlikeleri bilirlerse ona göre davranırlardı. Miya müdahale etmeseydi, oğlu ile nasıl bir konuşma yapardı kendisi de bilmiyordu. Evet eskiden pis işlerin içindeydi, hatta katil olmuşluğu da vardı ama bunu yirmi yaşındaki oğluna anlatmak kolay bir iş değildi. Karısı da tam olarak doğruları söylememişti. Sebebi anlıyordu. Çocukları ile bu saatten sonra geçmişteki hataları konuşmak oldukça zordu. Miya kocasına bir şey söylemek yerine tebessüm ederek aşkla parlayan gözlerini kocasına dikti. Oğlunun saydıklarına nasıl da öfkelenmişti. Bir de babasının gerçekten yaptıklarını bilse tepkisi ne olurdu acaba? Neyse düşünmek istemiyordu. Nam Sung annesinin sözleriyle ne denli büyük bir ahmaklık yaptığını anlamış, başını utançla önüne eğmişti. Karşısındaki babasıydı. Ne olursa olsun böyle aptalca konuşmamalıydı. Biraz önceki deli halinden eser kalmayan genç adam babasının önüne gelerek derin bir nefes aldı. "Şey… Ben özür dilerim baba!" Song oğlunu kendine çekerek elini omzuna attı. Yıllar ona öfkesini kontrol etmesini biraz da olsa öğretmişti. Derin bir nefes aldı, artık bir şeyleri konuşmak gerekiyordu. Yoksa çok geç kalabilirlerdi. Çocuklarının da bilmesi ve ona göre dikkatli olması gerekiyordu. "Önemli değil evlat! Şimdi bunları sende duyduğuna göre sana anlatmak gereken şeyler var," diyerek bir eli karısının belinde diğer eli oğlunun omzunda yürümeye başladı. Kapıdan çıkmadan önce Bay Park'a döndü. "Siz bu adamlardan öğrenmeniz gereken her şeyi öğrenin. Biz gidiyoruz." Depodan çıktılar. Miya düşünceler içindeydi. Olanları diğer çocuklarına anlatmak da gerekiyor muydu acaba? Nam Sung kardeşlerini koruyamaz mıydı? Kızının ve küçük oğlunun da olaya dahil olacağını düşünmek nedensizce canını sıkıyordu. Ae Cha narindi, olanları kaldıramazdı. Sang Ryung ise daha küçücüktü. Miya düşüncelerini bir kenara bırakıp kocasının kan bulaşmış gömleğine suratını buruşturarak sinirli bir bakış attı. "Pasaklı herifin tekisin buzlar lordu! Ayrıca Bayan Yuki midir Yumiyum mudur her ne haltsa sana hesabını sonra soracağım." Arabanın yanında geldiklerinde kocasına bir kez daha bakmadan arka koltuğa geçip oturdu. Kollarını göğsünde bağlayıp başını camdan dışarıya çevirdi. Song karısının hareketiyle iç geçirdi. Miya hiç değişmiyordu. Karısına hak vermiyor değildi, elbette veriyordu. Kim yıllar sonra kocasının eski sevgilisiyle uğraşmak isterdi ki? Yine de kendi suçu yoktu ve karısının tüm suçu üzerine yıkmasına dayanamıyordu. Miya ile aralarının kötü olmasından nefret ediyordu. Song oğlunun şaşkın suratına bakıp karısına döndü. "Anlaşılan kıçıma ajan gibi takılan tek kişi oğlum değilmiş!" demesiyle Miya suratını asarken iki adam kahkahayı patlatmıştı. Arabayla bir restorana geldiler. Önce yemek siparişi verdiler ufak tefek sohbetlerle geçen yemeğin ardından birer kahve söyleyip geçmişi konuşmaya başladılar. Nam Sung duydukları ile dumura uğramıştı. Sanki babası ve annesi kendi hayatlarını değil aksiyon filminden sahneler anlatıyordu. Babasının o kadar yıldan sonra mesleğini bırakıp sırf annesi için başka bir mesleğe yönelmesi hayranlık uyandırıcıydı. Aklının almadığı birçok şey vardı ama sormaya çekiniyordu. Çünkü babası ne zaman geçmişten konuşsa gözleri birer buz parçasına dönüşüyordu. Onu daha fazla kızdırmamak için aklına takılanlar olsa da soramadı. Zaten dedesinden dinlediği masallar tamamen geçmişleri olduğu için o masalları hatırlaması yeterliydi. Tüm cevaplar sanki o masalların içindeymiş gibi hissediyordu. Uzun süren konuşmadan sonra Nam Sung annesine döndü. "Won Chul iyi dedin ama Seok Young için bir şey söylemedin! O nasıl?" diyen ogluna Miya üzgün gözlerle karşılık verip tek kelime edemedi. İyi dese iyi değildi, kötü dese tam kötü değildi. Doktorlar onun durumu hakkında hiçbir şey söylememişlerdi. Hastanede kalan Ae Cha yanında oturan kardeşine bir bakış attı. Sabahtan beri hastanenin içindeydiler. Won Chul’un durumu nasıldı merak ediyordu. Doktorlar kötü bir şey söylememişlerdi ama yanına girip görmeden de içi tam olarak rahat etmiyordu. "Sang Ryung nerede kaldı bunlar!" diye sordu daha fazla dayanamayıp. Giden geri gelmiyordu. Önce babası ve ikizi, ardından annesi… Sang Ryung yaşına rağmen olgun olan bir çocuktu. Neler döndüğünü anlayamasa da bu olanların babasının eski işiyle alakalı olmasından korkuyordu. Ablası ve abisi bilmese de Sang Ryung gerçekleri uzun zamandır biliyordu. Bundan üç yıl önce anne ve babasının konuşmalarına şahit olmuş, annesine olan hayranlığı öğrendikleriyle daha da artmıştı. Babasının önceden çok korkulan biri olduğuna inanamamıştı. Daha on iki yaşında bir çocuk olmasına rağmen babasından asla korkmuyordu. Babası hiç de öyle korku duyulacak biri değildi ki!  Ama bugün babasının bakışlarından ilk defa korktuğunu hissetmişti. Her ne kadar o bakışlar kendine dönmemiş olsa da babasının istediği an da korkulacak birine dönebileceğini bugün anlamıştı. "O adamları konuşturmak için gitmiş olabilirler abla! Sonuçta evimizin önünde oldu." Ae Cha'nın anlamsız bakışları kardeşine döndü. "Saçmalama Sang Ryung! Annemin ve babamın adamlara işkence yapıp konuşturacak halleri yok," diyen ablasına sadece bakmakla yetindi. Annesi elbette işkence yapmazdı ama babası için aynı şeyi söyleyemiyordu. Yanlarına gelen doktor tebessüm ederek söze girdi. Ae Cha hemen ayağa kalktı. Doktorun ağzından çıkacaklar sanki hayatının devam etmesi için en gerekli kelimelermiş gibi hissediyordu. "Won Chul Beyi normal odaya aldık. Kendisi uyuyor ama görmek isterseniz beş dakika yanına uğrayabilirsiniz. " Ae Cha heyecanla doktorun söylediği odaya yöneldi. Sessizce odanın kapısını açıp aralık kapıdan içeriye süzüldü. Kapıyı yine yavaş hareketlerle kapatıp arkasına döndü. Yatakta kolunda serum minik bir çocuk gibi uyuyan Won Chul'a bakakaldı. O kızın kim olduğunu hala öğrenememiş olması canını sıkıyordu. Her ne kadar kız abisinin sevgilisi olduğunu söylese de sabahın erken saatinde neden beraber olduklarına mantıklı bir açıklama bulamamıştı.  Sessiz ve küçük adımlarla yataktaki genç adama doğru yürümeye başladı. Attığı her adımla kalbinin ritmi artarken eli yine kalbine gitti. Genç adamın dibine kadar gelmiş eli kendinden bağımsız bir şekilde genç adamın yüzüne uzanmıştı. Bir süre ne yaptığını idrak edemedi. Gözleri genç adamın yüzündeki eline kenetlenirken genç adamın yüzünü okşamaya başladı.  Bir eli hala inatla hızlı hızlı atan kalbinde diğer eli genç adamın yüzünde. O an Won Chul'un dudaklarından dökülen isimle elini hızla genç adamdan çekti. Elini kalbine bastırarak acısını dindirmeyi denedi. "Seok Young!"  Won Chul'un tekrar aynı ismi telaffuz etmesiyle gözlerinden bir damla düştü. Geldiğinin aksine hızla odadan dışarı attı bedenini. Gözlerinden ardı ardına yaşlar düşerken kendine bakan ailesini umursamadan hızla çıkışa yöneldi. Ailesi tam da gelecek zamanı bulmuş gibi görünüyordu. Hastanenin bahçesine çıktığı an da derin derin nefesler alan genç kız gökyüzüne bakarak iç geçirdi. "Sen bana ne yapıyorsun Won Chul?" Nam Sung önünde durduğu yoğun bakım yazısına bir bakış attı. Gizlediği hüzünlü bakışlar gözlerindeki yerini alırken camın arkasında melekler gibi görünen kızı izlemeye başladı. Kalbi yine bir türlü anlamadığı göçüğün altındaki yerini almış, sıkışıp kalmıştı. Elini cama dayayıp kaşlarını çattı. Şu an Seok Young’un iyi olmasından başka önemsediği bir şey yoktu. Won Chul’un normal odaya alındığını biliyordu. Sıra Seok Young’daydı. "Bana bak Kızıl! O yataktan kalkmazsan seni asla affetmeyeceğim." Nam Sung'un sözlerini duyan Hye sinirle hastaneyi terk etti. Bütün öfkesini ayağının altındaki yerden çıkarmak ister gibi hızlı hızlı yürümeye başladı. Hiçbir şey umduğu gibi gitmiyordu. Seul’a dönerken görmek istediği manzara kesinlikle bu değildi. Her şeyin suçlusu olarak o kızı görüyordu. Çünkü o kız olmasaydı Nam Sung dayanamaz ve kendisini affederdi. "Seni asla bu saatten sonra bırakamam Nam Sung bunu sende göreceksin!" \ 3 Gün Sonra //// Nam Sung öfkeyle odanın içerisin de volta atmaya başladı. Sinirle bir kahkaha attı. "Buna inanamıyorum. Sen. Sen. Kahretsin! Bunu yapmış olamazsın. Lanet olsun." Nam Sung'un Bakış Açısı /// Şuan o kadar çok öfkeliyim ki dünyanın tersini düze çevirmek istiyorum. Bir poligona gidip elime bir silah alıp sağa sola ateş açmak istiyorum. Tanrım! Ben günlerdir kızılla yatakta neler yaptık diye kendi kendimi yiyip hatırlamaya çalışırken bir de öğreniyorum ki hiçbir bok yapmamış, kıçımızı yatağa monteleyip fosur fosur uyumuşuz. Şimdi sorarım size "Where is the adalet?" Bununla kalsa gene iyi! Bir de en yakın arkadaşımla onun kızıl şam şeytanı kardeşi beni az daha büyük bir komplonun baş karakteri yapacaklarmış da haberim yokmuş! Lanet olsun! Ben bunun hesabını sizlere sormaz mıyım? İkinizi bir çuvala koyup basket topu yerine potalara atmaz mıyım? Korkun bundan sonra benden adi kardeşler. Şuan bizim evin salonunda bütün ahali toplanmış, devlet meselesi misali yeni bir siyaset oturumu açmıştık. Üç günde neler oldu derseniz iki kardeş, kedi misali dokuz canlı olduklarını kanıtlamak ister gibi sağ salim aramıza döndü. Üç gün önce ağlayan Ae Cha'nın bile şebek suratı çiçek bahçesi misali güller açıyor. O gün niye ağladığını tam olarak anlamasam da bunun kıl kuyruk Won Chul ile alakalı olduğuna eminim. Kıl kuyruk diyorum zira iki gündür yani ayağa kalktığından beri kendini affettirmek için kıçımdan ayrılmıyor. Korkarım yakında adımız aşk skandallarına karışacak. Lanet olsun adam bana kırdığı sevgilisinden af dileyen ucubeler gibi davranıyor. Gören elbette yanlış anlar! Şahsen bu duruma maruz kalan ben olmamış olsam, ben de öyle düşünürdüm.  Evde Kang dayımdan tutun da yer altı mafyası dedeme kadar herkes burada! Yüzü şeytanca parlayan Hye'de dahil! Bu kız giderek canımı sıkıyor. Özellikle kızıla bakışları hiç hoş değil! Bütün aileye rezil olduğuma mı yanayım, yeni yetme ergenler gibi bir şekere kaldırıldığıma mı? Nasıl bir vahim durumun ortasında kaldığımı varın siz düşünün! Benim beynim yine çalışmayacak durumda. "Yeter Nam Sung başım döndü!" Annemin sesiyle volta atmayı kesip ona döndüm. Tüm gözler üzerimdeydi. Bu durum beni hoşnut etmek yerine, sinirlerimin gerilmesine sebep oluyordu. Tüm aile Seok Young ile aramızda bir şey olmadığını öğrenmişti. Bu benim çapkınlık defterim için vurucu bir darbeydi. Eh be kızıl ben sana bunu milletin içinde açıklamanın hesabını sormaz mıyım? Kork benden! "Benim de nevrim döndü ama bak susuyorum," diye tersledim annemi. Annem çekik gözlerini devirip ters bir bakış attı. O nasıl oluyor diye sormaya kalkmayın sakin! İnanın bende bilmiyorum. Babam derin bir düşünceden uyanıp Won Chul'a döndü. "Peki bu Yuki'nin niyeti ne? Eminim bir şeyler biliyorsunuzdur," demesiyle oturum yeniden açıldı. Bende kalktığım koltuğa yeniden oturarak bu ilginç olayı dinlemeye başladım. Sanırım mafyacılık oynamaya merak saldım zira bu mafya işi okuldaki derslerden daha çekici. Bilmem kaç yıl önce yazılan edebi tarihi incelemek yerine ailemin geçmiş soy ağacını incelemek daha zevkli. Küf kokan tarih durduğu yerde kokmaya devam etsin.  "Bize çok şey anlatmadı açıkçası! Sadece tek bildiğimiz kocasının intikamını almak. Oğlunu bile uzak tuttu bu olaylardan. Biz onun için daha uygun maşalardık sanırım." Won Chul'un oğlu demesi ile dedemin babama bakışları gözümden kaçmadı. Bir an da beynime gönderilen sinyallerle anneme döndüm. Düşünceli bir ifadeye bürünmüş, dik gözlerle babama bakıyordu. "Bu çocuk ölen kocasından öyle değil mi?"  Annemin sözleri ortaya derin bir sessizlik getirmişti. Yok artık! Babamdan olacak değil herhalde. Yani umarım. Bu sefer lafa karışan kızıl oldu. Konuş konuş! Bunlar iyi günlerin Kızıl! Sana benimle oynamak nasıl oluyor göstereceğim. "Bizim bildiğimiz ölen kocasından. Ama ne kadar doğru bilemiyorum." "Ben bu kadının kocasını hiç görmedim bile! Neyin intikamı bu?"  Babamın söyledikleri koca intikamı tezini çürütüyordu. Annem oturduğu yerden ayağa kalktı. Sanırım fırça zamanı geldi. "Neyse sıkıldım ben Yumiyum Hanım konusundan! O ortaya çıkana kadar o kadının adını duymak istemiyorum. Siz çocuklar bir süre, bu kadın sorunu tamamen ortadan kalkana kadar bizim misafirimiz olacaksınız. Bu ikiniz içinde daha iyi olacak. Siz çocuklarda evden korumasız çıkmayacaksınız! Özellikle Nam Sung sen geceleri artık dışarıda fink atmayı unut! Hadi yemek de yendiğine göre herkes evinin yolunu tutulabilir." Kang dayım bir kahkaha patlattı. Komik bir şey mi kaçırdım? "En azından kibarca kovmayı deneyebilirdin Miya!" "Ne fark ediyor? Sonuçta ikisi de aynı kapıya çıkmıyor mu? " Annem yine herkesi güldürmeyi başarmıştı, her zaman yaptığı gibi. Bu kadın olmasa bizim sonumuz ne olurdu hiç bilmiyorum. Hye annemin yanına gelerek koluna girdi. Kim bilir yine ne geçiyor o küçük beyninden. "Ben burada kalabilir miyim Miya teyze?" demesi dişlerimi sıkmama sebep oldu. Bakışlarımı anneme çevirdim. Buna asla izin verme demeye çalışıyordum. Hye’nin ne yapmaya çalıştığını umarım benim gibi annemde anlamıştır. Hye’ye karşı tek başıma savaşmak istemiyordum. Bu kız ne zaman bu kadar arsız oldu aklım almıyor. Eskiden birlikte oyunlar oynadığım kişiyle aynı kişi değildi kesinlikse. Evlenip ayrılmak Hye’ye iyi gelmemişti. Annem bir süre boş bakışlarla Hye'yi izledi. "Bunun doğru olacağını sanmıyorum tatlım! Her şeyden önce Nam Sung'la kimsenin hatırlamak istemediği bir geçmişiniz var! Özellikle ben o anları hatırlamak hiç istemiyorum. Birbirinizden uzak olmanız sizin yararınıza olacaktır. Sana da iyiliğin için bir tavsiye tatlı yeğenim! Lütfen geçmişi artık kurcalama."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD