Kadın gücüne boyun eğmek zorunda kalan kovboy, tombulumun isteği, daha doğrusu verdiği emir üzerine, benimle birlikte, kimi zaman sessiz sessiz, kimi zaman fısıltı halinde söylene söylene ahşap zemini fırçalamaya başladı.
Mis gibi limon aramolı sabun kokusu, artık tüm holün, hatta tüm evin içini doldurmaya başlamıştı ve o bu kokudan kelimenin tek anlamıyla nefret etti.
Hiç ona bakmadan bile, yüzünün aldığı o kızgın ifadeyi görebiliyordum ve gizli gizli gülüyordum. Odaların önünden başlayarak, dış kapının önüne kadar, yerde dizlerimizin üstünde emekler gibi geri geri hareket ederken arada bir bana bakıyor, ters ters "oluyor mu?" diye soruyordu ve bende sırf onu daha çok sinir etmek için her defasında, "eh işte... idare eder.. ilk deneme için fena sayılmaz." gibi cevaplar veriyordum. Duydukları karşısında bir şey demezken, iyice sinir olup somurtmaya başlıyordu.
Son kez, "tamam mı oldu mu, bitti mi?" diye adeta bıkmış olarak sorduğunda ise, "evet oldu.. hemde çok güzel oldu...ben gittikten sonrada hiç olmazsa ayda bir defa fırçalarsınız işte böyle," dedim.
Zeminin fırçalanma işi bitipte artık yerden kalktığımız ve karşılıklı durduğumuz sırada bana bakarken, söylediğim son sözler karşısında sessizliğini korudu ve hiçbir şey demedi ama yüzünden tuhaf bir gölge, anlam veremediğim bir karartı geçtiğini fark ettim. Sanki az önce söyledilerimi hiç duymamışçasına, "cila işi ne olacak?" diye sorduğunda ve hatta bunu gerçekten umrundaymış gibi sorduğunda bir an şaşırdım. "önce zeminin kuruması lazım iyice.. sanırım bugün olmaz artık yattı o iş, ben yarın yaparım ve teşekkürler bay Stewarth!" dedim, ve hee nerden geldiyse aklıma birde saçma sapan bir şekilde nedense içimden gelerek, tıpkı o eski zaman filmlerinde prenseslerin yaptığı gibi dizlerimin üstünde hafif çömelerek ve ellerimi iki yana açarken başımıda hafif yana yatırarak öne eğdim ve küçük bir reverans verdim, sonrada doğrulup, yine engel olamadığım bir istekle gülümsedim.
Engel olamadığım bir istekle son defa gözlerinin içine sahip olduğum tüm aşkımla baktım ve bunu gördüğünde eli bir anda başına gitti ve kafasını kaşımaya başladı.
Gözlerini, gözlerimden telaşla çekerken, sanki utanmıştı.. niye utanıyor onu da anlamadım.. onun bu halini gören biri, kırklı yaşların başında olan bu adamı benim yaşıtım sanabilirdi. Öyle tatlıydı ki, bir an içimden ona sarılmak geldi, hemde sımsıkı sarılmak ve hiç bırakmamak ama biliyordum ki asla böyle bir şey yapamazdım ve çok emindim ki yine fırsatı hiç kaçırmazdı, beni azarlardı. Buna hiç gerek yoktu.. daha fazla onun tarafından kırılmaya gücüm yoktu, kalmamıştı.
Eğilip kovaları ve diğer temizlik malzemelerini almak istediğimde, hiç beklemediğim bir hamle yaptı bir anda. Tam kovaların kulplarını tutacaktım ki, bana engel oldu ve bunu yaparkende elimden tuttu.. çok şaşırdım.
"Bırak sen.. git hazırlan artık... Peggy'e bunları ne yapacağımı sorarım," dedi bana ve elimi bıraktı.
Yüzünde de, "git hadi," diyen sesinde de hüzün vardı.. oysa az öncesinde fısıltıyla bana ve tombuluma söylenmesini hep duymuş, ama oralı olmamıştım. Kimbilir belki de yine sessizleşmiş olmam onu etkilemiştir. "peki, görüşürüz," dedim ve onu kovalarla holde bırakıp, merdivenlere yöneldim. Zaten son günlerde her ne kadar belli etmesemde duygusallaşmıştım, onun bana böyle biraz olsun sıcak davranması tüm duygularımı yine alt üst etti. Artık gerçekten hazırlanmam gerektiğini biliyordum ama işte, yeni bir hüzün denizine çoktan ve son hızla dalışa geçmiştim.
Odama çıktığımda deli gibi ağlamaya başladım.. Aklıma yine bu evden birkaç gün sonra gideceğim gerçeği gelip, tüm soğukluğu ile yapışıp kaldı, eh bu akşam gerçekleşecek olan yemekten sonra artık beni burda tutacak hiçbir şey kalmamıştı. Hem ne demişti o bana?
"yemekten sonra defolup gidiyorsun.. bu evde varlığına dayanamıyorum."
Acımasız bir tokat gibi yüzüme bile isteye söylediği o sözler, tüm yakıcılığı ile yine kalbimi yakıp, canımı acıtırken banyoya girdim ve hızla üstümdekilerden kurtulup, duşun altına bıraktım kendimi.
İlk kez ama ilk kez, o başımdan aşağıya akan sıcak suyun altında, deli gibi bağıra bağıra ağlamaya başladım. Öyle çaresiz, öyle yalnız hissediyordum ki... annemin arada sırada da olsa bana sarılan kollarını çok özledim birden... keşke şimdi evimde olabilseydim... keşke annem bana sarılıp, "şiiişştt sakin ol, tamam hepsi bitti, gitti geçecek, unutacaksın," diyebilseydi... suyun sıcaklığı tüm bedenimi kuşatırken, rahatladığımı hissediyordum.. ve biliyordum ki artık duştan çıkıp hazırlanmalıydım ama yaşadığım bu inişli çıkışlı duygu bombardımanı tüm dayanma gücümü söküp aldı benden... artık canım hiç bu yemeğe katılmak istemiyordu ama mecburum..
Andy ve Pamela adına çok mutluyum ama, onlar birbirine kavuşmuşken, ben hiçbir zaman beni sevmeyecek olan, asla kavuşamayacağım bir adamı seviyorum ve artık bu canımı çok fazla yakmaya başladı.
Düşünmeyi, ve tüm o düşünceler yüzünden daha fazla acı çekmek istemiyordum ve o düşüncelerden kurtulmaya çabalarken, musluğu kapattım ve aynı anda odamın kapısının çalındığını duydum. Bir an duşta öylece kaldım. Şaşırmıştım. Aklım başıma grldiğinde aceleyle bornozumu giyindim ve soluğu odamın kapısında aldım.
"Evet!" diye seslendiğimde, kapının ardından onun sesini duydum ve ah kahrolası bu kalp, anında deli gibi çarpmaya başladı.
"İki dakikanı ayırabilir misin?" dediğinde, nefesimi tuttum. Ben ona iki dakikamı değil, tüm hayatımı verebilirdim ama o bunu istememişti ki. Gözyaşım hemen firar etti yine ve buna çok sinir olurken, aklımı ele geçiren bu düşünceyle yine ağlamaya başladım. Hıçkırıyordum üstelik. Kapıyı açma konusunda öyle kararsızdım ki, ne yapacağımı bilemiyordum. Burnumu bir çocuk gibi çekerken, sesimin titremesine engel olmaya çalışarak, sahte bir tavırla, "acil mi Roy babacık!" derken aslında sakinleşebilmek adına zaman kazanmaya çalışıyordum. Ağladığımı anlamasını, bilmesini hiç istemiyordum. Oynamaya devam etmem gerekiyordu. "Yani aslında değil ama birazda acil sanki," dediğinde bir an nefesimi tuttum ve ister istemez şaşırırken, öte yandan merak etmeye başladım.
Hemen yanaklarımı sildim ve bir an önce sakinleşmek için derin derin nefesler alıp verdim ve açtığım kapımı yavaşça araladım. Beni bornozumla görünce, "söyleseydin ya.. sonrada gelirdim," dedi. Utanmıştı yine.
"Senin gibi yaşlı adamdan ne rahatsız olacağım be! derdin ne ki geldin kapıma?" diye kızmış numarası yaptım.Son zamanlarda sürekli oynar olmuştum.
Elindekini uzattı bana ve ben artık dahs çok şaşkındım.
"Yine mi ya?" diye samimi bir şaşkınlıkla sorduğumda yine," dedi ve elindekini uzattı bana.
"İyide ben gidince ne yapacaksın.. Peggy bilmiyor mu ya?" diye aklımdan geçen o düşünceler, istemsizce kelimelere dönüştü ve dudaklarımdan döküldü bir anda. Bunu duyduğumda yüzünde sanki tokat yemiş gibi bir ifade oluştu ama hemen toparlandı. "bilmiyor, bilsede hayatta yapmaz... çünkü nefret eder!" diye cevap verdiğinde, tıpkı az önce aşağıda yaptığı gibi sanki sorumun bir kısmını duymamış gibi davrandı yine.
Bana uzattığı hiç takılmamış yep yeni gravata baktım. Ona düğüm atmamı istiyordu. Daha öncede, hemde o Sarah denen kadınla çok özel bir yere yemeğe gittiğinde ilk kez takım elbise giyinmiş, takacağı gravata da yine ben düğümünü atmıştım ve ben o haliyle ona ikinci kez aşık olmuştum. İşte yine gravat takmayı düşünmüş olacak ki elinde tuttuğu o şeyle bana bakıyor ve yine düğüm atmamı istiyordu, çünkü gravata düğüm atmayı bilmiyordu, daha doğrusu beceremiyordu.
Annemi babamın gravatlarına düğümlerini atarken izlemişliğim vardı ve o gün deneme yanılma yoluyla sonunda bu kovboyun gravatına düğüm atmayı başardığımı bildiği için kapımdaydı şimdi. Elinden aldığım gravatla biraz uğraştıktan sonra düğümünü atmayı başardım ve ona geri uzattım."Tamamdır... artık, boynuna göre sen ayarlarsın," dediğimde gülümsedi bana..
Ah o gülümsemesi öyle güzel ki.. ne çok özleyeceğim ben bu tebessümü, bu yüzü.. ne çok özleyeceğim ya!
"Pekala... var mı başka bir şey?" diye sorduğumda, eli kot pantalonunun arka cebine gitti ve gözlerime yine utanarak bakarken, iki parmağının arasında tuttuğu bir yüzüğü bana doğru uzattı ve, "var,"' dediğinde beni şoka uğrattı.
Bu yüzükte nerden çıktı ve niye bana uzatıyor? diye düşünürken, şaşkın bakışlarım onun ormanlarında tura çıktı.
"Annemindi bu... Elanor'a hediye etmişti ve uzun zamandır sahipsizdi. Her ikisi de eğer hayatta olsalardı, senin bu evi böyle temizlediğini, kendi evinmiş gibi sahiplendiğini görselerdi çok mutlu olurlardı ve çok eminimki bunu sana vermek isterlerdi. Bende onların adına bunu sana veriyorum. Bizden bir hatıra olsun sana," dediğinde tutamadım, engel olamadım gözyaşlarıma.. bir kalp içinde küçük incisi olan bir yüzüktü bu ve ben çok duygulanmıştım.
Yüzüğü ondan alırken, ellerim titriyordu ve hiç beklemeden sağ elimin yüzük parmağına taktım. "Çok güzel durdu parmağında.. artık yeni sahibini buldu," dedi ve gülümsedi yine.
Bunu gerçekten niye yaptı bilmiyorum ama ilk kez yaptığı bir şeyle kendimi mutlu, çok mutlu hissediyordum.
Ona sarılmayı çok istiyorum ama yine bu isteğimi bastırmak zorunda kaldım. Bir an gözlerimiz buluştu ve onun bana gülümsediğini gördüğümde, bende gülümsedim. "Beni bu yüzüğe layık gördüğün için çok teşekkür ederim. Çok kıymetli bir yüzük bu ve benim için çok şey ifade ediyor... ona çok iyi bakacağım," dediğimde, ormanlarını hüzünlü bir sisin ele geçirdiğini fark ettim.
"Tekrar teşekkür ederim," dedim ve uzanıp yanağına küçük bir öpücük bıraktım. Nedense bunu beklediğini o bana çok derin bakan gözlerinde gördüm.
"Rica ederim," dedi ve ekledi. "Gravat için bende teşekkür ederim. Pekala.. seni yeterince oyaladım. Aşağıda görüşürüz," dedi ve döndü, kendi odasına doğru koridorda adımlamaya başladı.
Kısa bir an ardından öylece baktım ve sonunda odamın kapısını kapadım. Parmağımdaki yüzüğe bakarken yine ağlıyordum. Bunu bana verdiğine inanamıyordum. Çok mutluyum çook... * * *
Verandada oturdum ve bu gecenin belkide son sigaralarını içiyorum. İster istemez düşünüyorum sürekli. Bugün kaç defa bana gideceğini ama öyle ama böyle hatırlatıp durdu. Evet bir yanımla buna çok seviniyorum ama bir yanımı ise bunu düşündüğümde hüzün basıyor.
Alıştım, çok alıştım ona aslında ve ben bunu ancak şimdi daha iyi anlıyorum. Üzgünüm, üzgün hissediyorum kendimi şimdi. Oysa tüm akşam boyunca çok keyifliydim. Tüm aile çok keyifliydik. Bütün akşam boyunca, tam bir ev sahibesi gibi davrandı. Misafirlerimizi hemen benimle kapıda karşıladı, tek tek hepsiyle tüm sıcaklığı ile ilgilendi ve o güzel yüzünden, o tatlı tebessümü hiç eksik olmadı.
Merdivenlerden inerken onu ilk gördüğüm an öyle çok şaşırdım ki. İlk kez bie elbise giyinmişti ve bu haliyle sanki şimdi olduğumuz zamana ait değildi. Sonradan Peggy'e söylemiş. Annesininmiş bu elbise ve on yıl öncesinin modasıymış. Niyeyse bunu giymeyi uygun görmüş. Retro Vintage diyorlarmış bu tür kıyafetlere. Oda artık her neyse. Bu evde böyle giyinen birini görmeyeli öyle uzun zaman oldu ki ve fark ettim ki Elenorum'un bile ne tür kıyafetler giydiğini unutmuşum ve de ne çok yalnız kaldığımı fark ettim yine.
Bütün akşam o elbisesinin içinde, bir peri kızı gibi dolaştı, koşturdu. Peggy'i hiç yalnıx bırakmadı. Pamela ve ailesiyle tek tek ilgilendi, konuştu, yaptığı tatlı espirilerle, arada Andy'e, Peggy'e hatta babama takılmalarıyla herkesi güldürdü ama zaman zaman bana da gülümseyerek bakmış olsa bile, hiç uğraşmadı benimle... hep mesafeliydi... dışlanmış gibi hissettim bir an ve bu sanki kalbime bir acı olarak yuvalanıp, kaldı. Yine de çok güzel bir gece geçirdik. İstediği zaman ne kadar uysal, olgun olabildiğini gösterdi sanki bize ama ben yine yeni fark ediyorum ki, onun o deli dolu hallerini daha çok sever olmuşum. Daha sıcak, daha samimi, daha Megan gibi o halleri.. umarım hayatı boyunca o neşeli, deli dolu halleri onunhiç terk etmez.
Çok yorgun hissediyorum kendimi ama bu bedensel bir yorgunluk değil. Aklım, ruhum, benliğim çok yorgun. Artık uyumalıyım. Herkes çoktan odalarına çekildi bile. Misafirler gittikten sonra, Megan hemen odasına koştu ve çok geçmeden yine aşağıya indi. Üstünü değiştirmiş, yine artık bedeninin bir parçası haline gelen o geniş paçalı kot pantalonunu ve üstüne ince bir kazak geçirmişti. Üç aylığına başıma tam bir bela olarak gelen kız, nerdeyse beş aydır bizimle ve mevsim değişince onunda kıyafetleri değişti. Koca yazı yine kot pantalon ve üstüne tişörtlerle geçirirken, şimdi değişen mevsim gibi kıyafetleri hatta kendisi de değişti
Peggy'nin tüm ısrarlarına rağmen, yine dik başlılığı tuttu ve ne kadar bulaşık çıkmışsa, hepsini yıkadı, kuruladı, ait oldukları yerlere kaldırdı ve en son hepimize iyi geceler dileğinde bulunup, yine odasına çıktı. Eskiden olsa bunu ona silah zoruyla yaptırırdım. Şimdilerde bazı konularda çok ama çok değişti.
Fark etmediğimi sanıyor ama günlerdir bana, bize tıpkı eski Megan'mış gibi oynadığını biliyorum. Adeta buna zorluyor kendisini.. ve ben üzülüyorum.. keşke hiç bana aşık olmamış olsaydı.. bu kötülüğü kendisine yapmamış olsaydı... zaman zaman aklımı karıştırmış, kendimi garip hissetmiş olmama neden olsada ona asla istediğini vermeyeceğimi biliyorum. İstesemde yapamam... doğru değil bu.
İyice uykum geldi ama uyumakta istemiyorum. Çok karışığım, karmakarışığım hemde. Bu gece dolunay çok ama çok güzel. Birazda çitlerde oturup, son bir sigara daha içsem nolur ki?
Oturduğum yerden kalktım ve tek tek basamakları inip, yorgun adımlarımla çitlerin yolunu tuttum. Başımı kaldırıp onun odasına baktığımda ışığının kapalı olduğunu gördüm. Yorulmuştu ve uymuştur tabii benim başımın belası..
atladım her zamanki gibi çitlere ve hiç beklemeden yaktım son sigaramı ve içerken aklımda tek bir şey var artık... buralar o gittikten sonra nasıl olacak ki ve ben, biz buna alışabilecek miyiz?
Offff Tanrım! Bana neler düşündürüyor bu kız? Çekip, gitsin artık bir an önce... * * *
BEŞ GÜN SONRA...
10 EKİM SABAHI...
Mutfakta herkes yerini aldı ama Andy ve Megan, hala ortalıkta görünmüyor. Uzun bir aradan sonra dün kasabaya inmiş, Pamela'yı da alıp, çılgın üçlü olarak şehire inmişlerdi ve Megan'ın yine deliliği tutmuş, lunaparka gidip Andy'i ödünü koparan o devasa oyuncaklara bindirmişti ve nerdeyse bütün günü şehirde geçirdikten sonra akşsm geç saatlerde eve gelmişlerdi.
Akşam yemeği boyunca, Andy ile dalga geçip durmuş, çok gülmüş bizi de güldürmüştü.
Şimdi o iki deli çocuğu beklerken, bir yerde hala uyanmamış olmalarına hiç şaşırmıyorum. Peggy, "bunların kalkmaya hiç niyeti yok galiba," diye sızlanırken, ben gülüyordum.
"ehh dünkü lunapark çılgınlığından sonra bu çok normal... bırakalımda uyusunlar," dediğimde, çayından yeni bir yudum almak üzere olan babam, "bencede," dedi ve gülümsedi.
Hiç alışık olmadığımız üzere mutfağımızda tam bir sessizlik hakimdi ve fark ettim ki Megan eskisi gibi davranmaya bsşladığından beri bu mutfak ilk kez bu kadar sessiz, çok sessiz. Koca mutfakta duyulan tek ses çatal bıçak sesleri ve ben bunu hiç sevmediğimi, hatta bundan nefret ettiğimi fark ettim.
Uyansalar ya artık bunlar!
Dışarda bizim pikapın motor sesini duyunca çok şaşırdım. Babama ve Peggy'e baktım. Onlarında bu sesi duyduklarını fark ettiğimde, bu sesin hayali olmadığını anladım ve onlarda en az benim kadar şaşırmışlardı.
Uyandığımdan beri hiç evden çıkmamıştım, doğal olarak aracın çiftlliğimizde olmadığının hiç farkında değildim ve şimdi duyduğum bu motor sesi, pikapın bir yerlerden geldiğini haber veriyordu.
Neler oluyor diye düşünürken, çoktan evden ayrılıp soluğu dışarda aldım.
Veranda da durdum ve pikapı park edip, bana doğru yaklaşmakta olan Andy'i görünce şaşkınlığım iyice arttı, hatta çok tedirdin oldum.
Andy yanıma geldiğinde onun ağlamış olduğunu fark ettim. Ne olmuştu ki ve oğlum neden bu kadar üzgündü ki?
Acaba Pamela ile tartıştılar mı ya?
"Oğlum nedir bu halin, kötü bir şey mi oldu?" diye sorduğumda, o kıpkırmızı olmuş gözleriyle bana baktı.
Dişlerini ve hatta yumruklarını sıkıyordu. Kesin Pamela ile yolunda gitmeyen bir şeyler vardı.
"Nerden geliyorsun sen?" diye sorduğumda, gözlerime diktiği o gözlerinde, hüznün yanında sanki sebebini anlayamadığım bir kızgınlıkta vardı ve bir anda,
"havaalanından geliyorum baba!" dedi ve beni yeni bir şaşkınlığa uğrattı.
"Havaalanında ne işin vardı oğlum?" diye sorduğumda hemen atladı ve, "havaalanındaydım çünkü Megan gitti, bir daha hiç dönmemek üzere gitti," dediğinde sanki mideme yumruk yemiş gibi oldum.
Nasıl yani ya? Bir veda etmeden öylece çekip gitti mi ya? * * * * *