“Öp beni!” diye fısıldayan adamın sesi tanıdık değildi.
Titrek bir şekilde “Ama bu benim ilk öpücüğüm,” dedim. Beni öpmesinden korkuyordum.
Dudaklarımız arasında bir çekim vardı. Bir mıknatıs gibi birbirimize çekiliyorduk. Bu çekimden dolayı kendimi geri çekemiyordum. Hiç tanımadığım ama bütün vücudumun onun için delirdiği bu adam kimdi?
Dudaklarımız arasında az mesafe kala nefeslerimiz birbirine çarpıyordu. Bir santim daha yaklaşırsa dudaklarımız birbirine değecekti. Elini, enseme götürüp sertçe dudaklarımızı birleştirdi.
Öpüşü ne yavaş ne de hızlıydı, tadımı almak ister gibiydi. Dudakları etliydi. Benim ince ve hassas dudaklarımı eziyordu. Zevk almıyorum desem yalan olurdu. Ellerim istemsiz kollarından yukarıya çıktı. Kol kaslarına dokunurken içim bir hoş olmuştu.
Vücudu yapılıydı. Bu vücuda sahip olmak için çok fazla spor yaptığı belliydi. Geniş omuzlarına tutununca gözlerim kapandı. Her zaman hayalimde böyle bir adam vardı. Kendimi onun öpüşüne bıraktım. Dudaklarımı ezip geçen adam, alt dudağımı sertçe ısırdı.
Elleri, bütün vücudumu tararken inledim. Bunu yapmamla dudaklarım aralandı. Dili, ağzımın içine girdiğinde boğazından boğuk bir inleme sesi yükseldi. Geniş omuzlarındaki ellerimi sıkmaya başladım.
Tırnaklarım, onun ceketinden içeriye doğru batarken dilimi, dişlerinin arasına kıstırdı. Bunu yapınca acıyla karışık inledim. Sesim, odanın duvarlarına çarparken şu an nerede olduğumu da bilmiyordum. Sadece kendimi bu adama bırakmıştım. Dudaklarımız ayrılınca nefes nefeseydik.
“Senin ilklerinin sahibi benim!” diye tıslayıp son bir öpücük kondurdu.
Bu öpücük, diğerleri gibi değildi. Yumuşaktı. Dudaklarının dokusunu, ince dudaklarımda hissetmiştim. Gözlerimi kırpıştırarak açtığımda simsiyah gözlerle karşılaştım. Sadece gözlerini görebiliyordum. Gözleri geceden bile siyahtı. Benim gökyüzünden bile mavi gözlerimin yanında o kadar zıttı ki… Yüzünü göremiyordum. Etraf çok karanlıktı.
“Neden her yer karanlık?” diye sordum. Merakla çevreye bakındım ama hiçbir şey göremiyordum.
Nasırlı ve sert ellerini, ensemde gezdirirken “Çok konuşuyorsun!” dedi.
Sert sesini duyunca istemsiz içimi bir korku sardı ama onun gözlerine baktığım için aynı zamanda da bir huzur vardı. Duygu silsilesi içinde kaybolmuşken adını bile bilmediğim adam, dudaklarımızı birleştirdi. Bu sefer hızlı ve hoyrattı. Daha önce hiç öpüşmediğim için hiçbir şey yapamadım. Geri çekildi.
“Bana hemen karşılık ver, Melina!” diye tısladı.
O benim adımı biliyordu ama ben bilmiyordum. Sesindeki o tını, karşısındaki herkese diz çöktürecek cinsteydi. Sanki sesinde bir yaşanmışlığın sonucunda bunun olduğu belliydi.
“Ben, nasıl yaparım bilmiyorum ki,”
“Sadece kendini bana bırak,”
Söylediğini yaptım. Dudaklarımızı birleştirdiğinde yavaşça hareket etmeye başladım. Hareketimle beraber içten bir inleme sesi duydum. Elleri de ensemden aşağılara kaymaya başladı. Tam kalçamın üzerine gelince sertçe sıktı.
Bunu yapınca ben de istemsiz inledim. İniltimle beraber daha sertçe sıkıp geri geri yürütmeye başladı. Kendimi yatağın üzerinde bulunca dudaklarımız da ayrıldı. Takım elbiseli bu adamın vücudu bir Yunan tanrısı gibiydi.
Yüzünü hala görememiştim. Ceketini çıkartma sesini duydum. Yere düşünce parkeye çarpma sesi geldi. Bir yandan korkuyor diğer yandan da bütün vücuduma dokunmasını istiyordum. Bu nasıl bir histi? İlk defa yaşadığım bu hislerin asla bende cevabı yoktu.
Gömleğini çıkarınca göğsünün tam ortasında başlayıp kasıklarına kadar inen bir kılıç dövmesi gördüm. O kadar güzeldi ki… Ona dokunma isteğiyle yanıp tutuşurken kılıcın alt kısmında da bir ateş simgesi vardı. Bunun anlamı bana göre kılıcımla vurduğum her yeri ateşimle yakarım demekti.
Gömleği de yere düşünce tahmin ettiğim gibi bütün vücudu eşsiz bir güzelliğe sahipti. Ona hayranlıkla baktığımı fark ettim.
“Kazağını çıkart!” diye emir verdi.
Ben, bunu yapamazdım ki… Daha önce hiçkimsenin yanında soyunmamıştım. Yatakta oturur pozisyona geldiğimde kazağın ucundan tutup çıkarttım. Altımda sadece sutyenim vardı. Başımı yere eğdim. Ben, çok utanıyordum. Bu zamana kadar bütün vücudum, keşfedilmeyi bekleyen bir hazineydi.
Hazineyi keşfeden kişi de benim kocam olacaktı ama bu adını bile bilmediğim adama bütün mahremimi sunmuştum. Babam görse beni evlatlıktan reddederdi. Babam, gelenekselciydi. Flört, sevgili ona ters şeylerdi.
Mahallemiz de küçük olduğu için laf söz eden çok olur diye bize her şey yasaktı. Mesela akşam ezanından sonra benim dışarıda olmam kesinlikle yasaktı. Şimdi bütün her şeyi bu adamın yaptıklarıyla ezip geçiyordum.
Başım hala yerde olduğu için yanıma yaklaştı. Elini, çeneme götürüp kaldırdı. Yüzlerimiz çok yakındı ama onu göremiyordum.
“Seni görmek istiyorum,” dediğimde cıkladı. Onu görmemi istemiyordu.
“Seni neden göremiyorum?” diye sordum.
“Göreceksin, Melina ama zamanı gelmedi,” diye fısıldayıp dudaklarını, çenemden başlayıp aşağılara indirmeye başladı. Dudakları bir hat çizerek boynuma geldiğinde benim de bedenim yavaşça yatağa düşmüştü.
Dudaklarını öyle güzel kullanıyordu ki gözlerim kapanıp ağzım aralandı. Hazdan ölüyordum. Aslında hazzın ne olduğunu bile bilmiyordum. Dudakları, boynumda en huylandığım yere geldiğinde seslice inledim.
“Melina, öyle güzelsin ki…” dediğinde ellerim, çıplak omzuna doğru yol aldı.
Onun elleri ise çoktan kopçama gitmişti. Kopçam çıkınca sutyen artık onun elindeydi. Göğüslerim çıplak kalmıştı. Elleri, göğsüme geldiğinde yavaşça sıktı. Kafamı arkaya doğru atarak inledim.
“Ben, dayanamıyorum,” dediğimde alt bölgemde bir karıncalanma hissediyordum. İçimde bir yerlerde volkanlar patlıyordu. Patladıkça içimdeki alevler daha da artıyordu. Dudakları, boynumdan göğüslerime yol aldı. Sol göğüs ucumu, ağzının içine almadan önce diliyle yaladı.
Diliyle yaladığı yerde karnım içeriye battı. Sonra göğüs ucumu ağzının içine alıp emdi. Bunu yapması alt bölgemde hareketlemeyi artırırken elleri de oraya doğru yol aldı. Kadınlığımdan içeriye sızan elleriyle beni oldukça delirtiyordu.
Ellerini en hassas noktama bastırıp “Ne istiyorsun benden?” diye sordu. Ben, ne istediğimi bilmiyordum ki… Hayatımda ilk kez yaşadığım bu hislerin bir karşılığı yoktu.
Bacaklarım istemsiz ona doğru sürtülürken izin vermiyor, kendine daha fazla alan açıyordu. Dudakları hala göğüslerime o kadar yakındı ki çekemiyordum. Nefesi göğüslerime çarpıyordu.
“Bilmiyorum,” diye mırıldandım. Nefes alışverişi hızlanmaya başladı. Elleri, boynuma gitti. Sıktı. “Ne yapıyorsun?” diye sordum korkuyla. Bana zarar vermeye çalışıyordu. Ellerim, ellerine gitti. Boynumu fazla sıkmasa da rahatsız etmişti.
“Ne istediğini bana söyle küçük fahişe!” dediğinde sesindeki o tınıyla onu itmeye çalıştım.
“Uzaklaş!” diye bağırdım ama kafasını iki yana salladı.
“Sen, çoktan benim oldun, Melina! Bunun farkına varman gerek!” deyip beni kendine doğru çekti. Ondan kurtulmaya çalıştım ama asla izin vermedi.
“Neden bana bunu yapıyorsun? Ben, sana ne yaptım? Ne istiyorsun benden?”
“Benden çaldığınız hayatıma karşılık senden hayatını istiyorum, Melina.”
“Ama ben sana ne yaptım ki? Hem ben seni tanımıyorum,” dediğimde kendime olanca gücümle kızdım. Tanımadığım bir adama kendi bedenimi sunmuştum. Ben, bu değildim.
“Beni tanıyacaksın, Melina. Karşına çıktığımda, hayatını ateşin içine attığım zaman beni çok iyi tanıyacaksın!” deyip üzerimden kalktı.
Birden kendimi bir uçurumun kenarında buldum. O da oradaydı ama yine yüzü yoktu. Aşağıya baktığımda büyük bir ateş vardı. Düşmek üzereydim. Elimi uzattım.
“Lütfen, bana yardım et!” dediğimde elini uzattı. Elleri kan içindeydi. O kanlı ellere tutundum ama beni de kendisini de o ateşin içine doğru itti. Biz ateşin içinde yanan iki bedendik. Bu ateş, bize aşk mı olacaktı yoksa ölüm mü?
Gözlerimi nefes nefese açtım. Neredeyse bir senedir gördüğüm bu rüyanın etkisinden asla kurtulamıyordum. Rüyalarımda gördüğüm adam kimdi? Aşık olacağım adam mı yoksa Azrail’im mi?