Melina
“Ne istiyorsun benden?” diye sordum.
“Çok basit, Melina. Abini bu şekilde affederim ve kan dökülmez ama bunun bedelini de sen ödersin!” dediğinde yutkundum.
Birinin ölmesinden iyiydi. Bir bedel ödeyecek olan ben olduğum için kötüydü ama ailem içindi.
“Tamam, ne istersen yapmaya hazırım,” diye fısıldadım. Benimle sevişmek istese bile yapardım. Mecburdum.
“Benimle evleneceksin ve oğluma annelik yapacaksın! Bu şartla abini öldürmem!”
1 Sene Önce
“Maalesef, uygun ilik bulunmazsa yakın zamanda Çağla hayatını kaybeder,” diyen doktorla adeta yıkılmıştık.
Çağla, daha beş yaşındaydı. Metanetli olmaya çalışmak çok zordu. Küçücük bedenine ne acılar sığdırmıştı. Geçen ay vücudundaki morluklar ve geçirdiği baygınlıktan sonra acilen doktora getirmiştik. Acı gerçekle o an karşılaştık. Kan kanseri…
Hiçbirimizin iliği onunla uyumlu değildi. En acısı da insanın elinden hiçbir şey gelmemesiydi. Abim ve Buket’in daha çocukları olmuyordu. İlk doğumunda yaşadığı bazı komplike durumlar sonucunda rahminde hasarlar olmuştu. Bundan dolayı Buket sürekli kendini suçlu buluyordu.
Abim “İliği bulmamız için ne yapmamız gerek?” diye sordu acı bir şekilde.
“Söylediğimiz gibi Selçuk Bey, ilik için ya bebek sahibi olmalısınız ya da sırayı beklemeniz gerek. O sırayı beklerseniz de maalesef Çağla buna dayanamaz,” dediğinde gözlerimden yaşlar akmaya başladı.
Onun küçücük bedeni zaten tüm bunları kaldıracak düzeyde değildi ki…
Şimdiden güçsüz düşmeye başlamıştı. Elimi, ağzımın üstüne koydum. Annem ellerini açıp dua etmeye başladı. Abim ve yengem ise birbirine sarılmış ağlıyorlardı. Ben ise tek başıma bir duvara yaslanmış olanların rüya olmasını diliyordum ama gerçekler yüzüme tokat gibi çarpıyordu.
Nefes almak için bahçeye çıktım. Babam da arkamdan geldiğinde gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
“Şimdi ne yapacağız?” diye sordum.
“Bilmiyorum ama torunumun yaşaması için her şeyi yapmaya hazırım,” dediğinde iç çektim.
Babam, emekli işçiydi. Abim de bir fabrikada çalışıyordu. Maaşı belliydi. İlik bulunması için çok paraya ihtiyacımız vardı. Ben, henüz çalışmadığım için aileme bu süreçte katkıda bulunmam çok zordu. Üniversite son sınıftaydım. Yakında anaokulu öğretmeni olacaktım.
Babam ayaklandı. Ona seslensem de bana cevap vermedi. O gece hastanede kaldık. Diğer gün hastaneden çıktığımızda Çağla’yla ilgilenmek bana düşmüştü. Abimler bu süreçte çok fazla masraf yaptıkları için bizim eve taşınmışlardı.
Çağla “Hala, ben ölecek miyim?” diye sordu.
“Hayır, tabii ki. Sen, iyileşip çok güzel bir kız olacaksın. Nereden çıktı o?” diye sordum ama içim adeta kan ağlıyordu.
Ona karşı belli etmemek çok zordu.
“Dün gece ben uyumuyordum. Annem ve babam konuşurken duydum,” dediğinde oan sarıldım.
O güzelim saçları, artık yoktu. Başında bone vardı. Ben de onun yanındayken saçlarıma annemin tülbentlerinden takıyordum.
İçeriden bağırma sesleri geldiğinde Çağla korkuyla bana baktı. Hemen odamdan dizüstü bilgisayarımı getirip ona çizgi film açtım.
“Baba, bunu yapamazsın!” diye bağıran abimin sesini duydum.
Babamla abim tartışıyordu. Çağla’ya yansıtmamak için daha fazla sesini açtım. O, çizgi filme dalınca içeriye geçtim. Annem ve Buket’in ağladığını gördüm. Abim ise çok sinirliydi. Ne olduğunu anlamıyordum.
“Baba, ben evlenmek istemiyorum!” diye bağırdı.
Babamın bulduğu çözümü şu an anlamıştım. Abimin dini nikahla evlenip çocuk yapmasını istiyordu.
“Ne halt edeceksin? Kızın ölmek üzere!” diye bağırdı.
“Çözüm eve damızlık gibi birini getirip ondan bebek yapmam mı? Asla Buket’in üzerine birini getirmem! Sana ben halledeceğim diyorum!” diye karşılık verdi.
Olaya karışmak bizim haddimize değildi yoksa babam bize de haddimizi bildirirdi. Annem bile yerine sinmiş kavganın bitmesini bekliyordu. Abim ne çözümü bulmuştu ki? Bu sıra zaten eve de geç geliyordu. Bir şeyler karıştırdığı belliydi. Tehlikeli işlere karışmasından korkuyordum.
“Nasıl halledeceksin? İliğin öne çekilmesi imkânsız, Selçuk!” diye bağırdı.
Kafasını yere eğdi.
“Patronumdan avans isteyeceğim,” diye ağzında gevelerken babam, çenesini sertçe kaldırdı. Çok sinirliydi.
“Oğlum, ne avansından bahsediyorsun? Beş bin lira değil, beş yüz bin lira. Neden versin sana?” diye sordu.
Babam çok haklıydı. Bu devirde kimse bu parayı vermezdi.
“Büyük patronumuzun vakıfları var. Çok yardımsever biri bana da yardım edecek,” dediğinde babamın da aklına yatmışa benziyordu. Kafasını salladı.
“Öyle olsun,” deyip evden çıktı. Camiye gittiğini anladım. Buket ayağa kalktı. Abimin kolunu kavradı.
“Babana yalan söylediğini biliyorum. Eğer çözüm yolu buysa evlen!” dediğinde abim, başına küçük bir öpücük kondurdu.
“Hayır! Öyle bir şey olmayacak! Ben, hallettim dedim ya! Yakında uygun ilik bulunacak ve kızımız ameliyat olacak. Sen, sadece bana güven,” deyip alnını öptü.
Abim bu kadar kesin konuşuyorsa kesin bir şey olmuştu.
Ben de ona güveniyordum. Abim de babamın arkasından çıkarken kolundan tuttum.
“Abi, ne işler karıştırıyorsun? Başın belada mı?” diye sordum. Göz devirdi.
“Ne saçmalıyorsun, Melina? Öyle bir şey yok! Kızımın iliği için büyük patrona resmen yalvardım. Gelmiş, neler saçmalıyorsun? Sen, bu işe karışma! Üniversiteye gittin diye başımıza dikdatör kesildin. Hareketlerine dikkat et,” diye uyardı.
Bizim ailede kadına verilen değer bu kadardı. Üniversite sınavını kazandığımda babam son anda fikrini değiştirip izin vermişti. Yoksa gitmeme izin vermiyordu. Abim giderken arkasından öylece baktım.
****
Diğer gün okula gittiğimde hala çok kötüydüm. Dün gece hiç uyumamıştım. Aklım sürekli Çağla’daydı. Gamze’nin neşeli bir şekilde yanıma geldiğini gördüm. Hayatımda onun kadar neşeli birini görmemiştim.
İkimizin de gözleri masmaviydi ama onun gözlerinde parıldayan bir ışık vardı. Benim ışığımı söndürmüşlerdi.
“Selam,” deyip sandalyeyi çekip yanıma oturdu. İçtiğim kahveye bakıp o da kahve aldı.
Dün olanları ona anlattığımda üzülmüştü. Elimi tuttu.
“Umarım, yakın zamanda ilik bulunur. Merak etme, her şeyin bir çaresi vardır. Sen, canını sıkma. Söyle bakalım, yine ateşli rüyalar gördün mü?” diye sordu.
Kafamı dağıtmam için yapıyordu. Göz devirdim. “Sen, geç dalganı. Sana anlattığıma beni pişman etme,” dediğimde elimin üstüne vurdu.
“Başka kime anlatacaksın? Valla döverim seni,” dediğinde tebessüm ettim. Gerçekten de hayatıma enerji veren bir insandı.
“Ya, Gamze. O rüyalardan sonra kendimi çok tuhaf hissediyorum. Bu sırada her gün görmeye başladım,” dediğimde sırıtmaya başladı.
“Cenabet gezmiyorsun, değil mi?” diye sordu.
Yok artık ya! Ona saçmalama bakışları atarken omuz silkti.
“Bunda utanılacak bir şey yok, güzelim. Doğanın kanunu bu. Annen ve baban sevişmeseydi sen nasıl doğacaktın?” diye sordu.
Konuyu yine bir şekilde cinselliğe getirmeyi başarmıştı.
“Konuyu her gün şu yöne çekmeyi bir şekilde başarıyorsun,” dediğimde saçlarını savurdu.
Dalgalı saçları en sevdiğim yeriydi. Benim saçlarım doğuştan pırasa gibiydi. Ben de dalgalı saçları çok seviyordum.
Yanımızdan bizim sınıftan Tolga geçerken durdu. Direkt bana bakarak “Nasılsın, Melina?” diye sordu.
Bana asıldığını bu kadar belli etmese iyiydi.
Soğuk bir şekilde “İyidir,” deyip onun nasıl olduğunu sormadım.
Tolga bozuldu. “Ben de iyiyim. Son ders notlarını soracaktım. Bana gönderebilir misin?” diye sordu.
Gamze alttan ayağıma vururken ne var bakışı attım. Beni gözleriyle uyardı. Defterimi çıkarttım. Notların olduğu yerleri gösterdim. Fotoğraflarını çekerken bana fazla yaklaştı.
“Kokun çok farklı,” dediğinde hemen geri çekildim.
Rahatsız olmuştum. Aklıma birden rüyalarımı süsleyen adam geldi. Sanki o bana aitmiş gibi hissettiğim için herkesi reddediyordum.
Gamze sırıtarak bana bakarken “Teşekkürler,” deyip defterimi önüme çektim.
Tolga da ağzındaki gerçek baklayı çıkarttı. “Melina, haftaya bir kahve mi içsek? İster misin?” diye sordu.
Direkt olarak “Tolga benim çok işim var. Kahve içmeye vaktim yok. Sen, bence başkasını bul,” deyip direkt aramıza duvar ördüm.
Yüzünde bir çöküş olurken yanımızdan ayrıldı.
Gamze kolumu cimcikledi. “Kızım, sen salak mısın? Sınıfın en yakışıklısı sana gelmiş, teklif etmiş. Onu reddettin! Rüyanda o geri zekalıya güveniyorsun ama adam seni ateşin içine atıyor. Ya kötü biriyse,” dediğinde kafamı iki yana salladım.
“Gamze, beni anlamıyorsun. Kendimi ona ait hissediyorum. Evet, beni ateşe atıyor ama belki de aşk ateşidir. Onu bulmam gerek,” dediğimde ofladı.
“Sen, cidden çok dizi izliyorsun.”
İçimdeki hisleri bilemezdi. Bu konunun kapanması için saatime baktım. “Ders başlamak üzere,” dediğimde “Ders yok,” dedi.
Nasıl yoktu? Sınıf grubunu gösterince telefona bakmadığım için kendime kızdım. “Emira Ilgaz bugün konferansa gelecek,” dediğinde onun kim olduğunu bilmiyordum.
“Kim ki o?” diye sordum.
Gerçekten de kimseyi tanımıyordum. Kesin, okulun getirdiği sosyetik annelerden biriydi. Genelde onları buraya çağırıp bizimle söyleşi düzenlemesini sağlıyorlardı.
“Off, kızım ya. Sen, hiç mi magazin izlemiyorsun? Ateş Ilgaz’ın karısı işte. Arnavut asıllı biri ve kendi ülkesinde çocuk gelişimi alanında yüksek lisans falan yapmış. Anlayacağın bu alanda çok başarılı ama kendini eşine ve oğluna adamış. Buraya da gelmesi için çok dil dökmüşler,” dediğinde bunları nasıl öğrendiğini artık sormuyordum.
“Gerçekten salakmış. Bu kadar başarılıysa devam etseymiş,” dediğimde gözlerini kıstı.
“Seni de göreceğim. Daha az önce kılıç dövmeli diye birini reddettin. Aşık olursan ve işi bıraksan sana bu lafları yedireceğim,” dediğinde ofladım. Gamze bazen çok konuşuyordu.
Telefonundan kadının fotoğraflarını gösterdi. Gerçekten de güzel kadındı.
“Kadın, bu dünyadaki en şanslı kadın. Eşiyle tanışma hikayeleri bile destansı nitelikte. Bir ara anlatırım. Bu kadının eşi var ya bir yakışıklı ki sorma,” deyip onun da profiline girdi.
Ben, başkalarının eşleriyle igilenmediğim için kahvemi yudumladım. Devam etti.
“Aslında bu adamın Akın adında bir kuzeni var. Her gece, olumlama yapıyorum. Benim olsun diye,” deyip hülyalı hülyalı elini, yanağına koydu.
“Bana diyene bak sen! En azından ben rüyamdaki adamı bekliyorum. Sen, olmayacak duaya amin diyorsun,” dediğimde dudağını büktü.
“Neden öyle diyorsun ya? Bence ikimiz çok iyi oluruz,” dediğinde onun yaptığı gibi “Rüyanda anca,” dedim.
O da artık bu sözlerime alınmıyordu. O da çok iyi biliyordu ki bunun olma olasılığı biraz zordu.
Tam eşinin fotoğraflarını da gösterecekken konferansın başladığını söylediler. Beraber salona geçtiğimizde Emira Ilgaz sahneye çıkıp deneyimlerinden bahsetmeye başladı.
Kadının üstünde giydikleri, konuşması ne kadar asil olduğunu gösteriyordu. Eşi gerçekten de çok şanslıydı.
“Merhaba, herkese. Ben, Emira Ilgaz,” diye kendini tanıttıktan sonra konuşmaya devam etti.
Kadının her sözünden ne kadar bilgili olduğunu anlıyordum. Gerçekten de çok verim almıştım. İlgiyle dinlemeye devam ederken notlar aldım. Kendi oğluyla ilgili örnekler veriyordu. Oğlu ve eşiyle arasındaki uyuma imrenmiştim.
Verimli geçen bir konferansın ardından bitmişti. Ben de eve giderken Emira Ilgaz’ı almaya gelen kişiyi görmemle başımdan aşağıya kaynar sular döküldü.
Rüyalarımı süsleyen adam gibi göğsünün başında başlayan bir kılıç dövmesi vardı. Ucu gözüküyordu ama onun gibiydi. Bütün vücudum titremeye başladı. Tıpkı rüyalarımdaki gibiydi. Yine yüzünü görememiştim. Onun o olduğuna emindim.
Hislerim onun olduğunu bana anlatıyordu. Gamze “Ne oldu?” diye sordu.
Gözümün önündeki çift giderken arkalarından bakakaldım. Gamze beni sarsmaya devam ederken irkildim. “Oydu,” diye fısıldadım.
Neredeyse son bir aydır her akşam gördüğüm rüyanın sahibi oydu. “Evet, Ateş Ilgaz oydu,” dediğinde kafamı iki yana salladım. Ateş Ilgaz falan umurumda bile değildi.
“Rüyamda gördüğüm adam oydu,” dediğimde gülmeye başladı.
Öyle gülüyordu ki ona kaşlarımı çatarak baktım. “Neden gülüyorsun ki?” diye sordum.
“Kızım, sen iyi misin? Adam evli, senin erotik rüyalarını anca gördüğün gibi rüyanda süsler,” dese de içimdeki ses tam tersi olduğunu söylüyordu ama Gamze haklıydı.
Evli adamla benim ne işim olurdu?
“Taktın, kılıç dövmesine. Herkesi reddediyorsun. Rüyaların tersi çıkarmış. Çok kaptırdın kendini,” deyip koluma girdi.
Beraber ilerlerken Gamze, evleneceği adamın özelliklerini anlatıp duruyordu. Her günkü gibi… Otobüse bindik ama benim aklım hala o adamdaydı. Yüzünü bir türlü göremediğim o adam…
Her gece beni cayır cayır yakan kişi…
Beni kanlı elleriyle tuttuktan sonra kendiyle beraber ateşe atan adam…
Gamze “Sen, beni dinliyor musun?” diye sordu. İrkilerek ona baktım. Küsmüş gibi kollarını kavuşturunca omzuna dokundum.
“Kusura bakma, dün gece hiç uyuyamadım. Sabaha karşı uyudum sonra da yine aynı rüyayı görüp uyanmışım,” diye açıkladım.
O rüyanın bana bir mesaj verdiğini biliyordum. Sadece Gamze’ye anlatmıştım. O da çok abarttığımı söyleyip beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Hatta dalgaya alıp nasıl seviştiğini falan soruyordu. Onun içinde bir tutku vardı.
Eve geldiğimde abim her zamanki gibi yoktu. Ben, gecenin yarılarına kadar ders çalışırken evin kapısının açıldığını duydum. Odam çıktığımda karşımda abimi buldum. Nefes nefeseydi. Kaşlarımı çattım.
“Abi, ne oluyor sana? Ne bu halin?” diye sordum. Üstü başına bakarken bir yandan da korkmuştum. Yaklaştığımda gördüğüm kan lekesiyle telaşlandım. Ses çıkartmamam için elini, ağzımın üstüne koydu.
“Ses çıkartma! Kan lekesi de fabrikada biri elini kesti. Onunla hastaneye gittim. Yaygara kopartma,” deyip elini çekti. Niyeyse pek inanasım gelmemişti. Kaşlarımı çattım.
“Abi, buna anca çocuklar inanır,” dediğimde dişlerini sıktı.
“Ne ima ediyorsun, Melina? Sen, sadece işine bak! Ek mesai yapıyorum. Görmüyor musun?” diye sordu. Ondan şüphelenmekte haklıydım. Çok tuhaf hareketler sergiliyordu. Özellikle de son birkaç haftadır.
“Öyle olsun,” dediğimde göz devirip banyoya gitti.
Diğer gün olduğunda Çağla’nın durumu artık gittikçe daha kötüye gidiyordu. Hemen ameliyata alınmazsa onun için çok geç olabilirdi. Hepimiz perişandık. Hastanede iyi haberler beklerken doktor çıktı.
“Uygun ilik bulundu. Çağla’yı ameliyata alacağız,” dediğinde bizim için adeta bayram olmuştu.
Bu arada abim ortalıkta yoktu. Buket devamlı onu arıyordu ama açmıyordu. Nerede olduğunu düşünürken Çağla’nın yanına gittik.
Gözlerinde bir umut ışığı vardı.
“Hala ben iyileşeceğim,” dedinde yanağını öptüm.
Çok şükür iyileşecekti. Buket onu öpüp koklarken onun da gözlerinde büyük bir mutluluk vardı. Sonunda aylardır çektikleri eziyet sona eriyordu.
Birden iliğin nasıl bulunduğu beni biraz meraklandırmıştı. Çağla ameliyata alınacakken koşarak abim geldi. Abimin yüzü bembeyazdı ve dehşete düşmüş gibiydi. Ne olduğunu anlamasam da kızını öpüp kokladı. Benim şüphelerim doğru olabilir miydi?
Çağla’nın ameliyatı devam ederken dinlenme odasında beklemeye başladık. Annem ve babam Kur’an okurken ben de bildiğim duaları okuyordum. Buket ve abim ise birbirine sarılmış, bir şeyler konuşuyordu.
“Abi, bu ilik nasıl bulundu?” diye sordum.
“Dedim ya patronum verdi,” dediğinde pek inanmamıştım. Bu devirde kimse kimseye yardım etmezken bu adam neden bize yardım etmişti?
Abim olayı bu şekilde kapatırken annem “Allah ondan razı olsun. Ne dileği varsa versin,” dedi.
Abimin yüzü gerildi. Abim ayaklanınca arkasından gittim. Kolundan yakaladım.
“Abi, ne oluyor sana? Yüzün bembeyaz kesildi,” dediğimde kolunu hırsla çekti.
“Melina, neden bu kadar taktın? Çağla ameliyatta ve bundan sonra mutlu olacağız,” deyip lavaboya gitti. Birden ortalık karıştı.
“Yardım edin!” diye bağıran birinin sesini duydum. Kaşlarım çatıldı. Kanlar içinde bir kadın vardı. Bir adamın kucağındaydı. Kadının eli, aşağıya doğru yatmışken yüzü, adamın göğsüne doğru yatmıştı.
Hemen sedyeler gelirken adam da kadınla beraber gitti. Gerçekten üzücü şeyler olabiliyordu. Biz iyi bir şey için buradayken o adamın gözlerindeki acı, hastanenin gerçeğiydi. O kadının da ameliyata alındığını öğrenmiştim.
Adamın yanına bir sürü kişi gidip gelirken elini devamlı olarak duvara vuruyordu. Adam bana bir yerden tanıdık gelse de çıkartamadım. Annemlerin yanına döndüğümde az önce gördüklerim beni baya etkilemişti.
Ameliyathanenin önüne geldiğimizde o adamda oradaydı. Bizim doktorumuz çıktı. Yüzünde sevinçli bir ifade vardı.
“Çağla çok iyi,” dediğinde hepimiz birbirimize sarıldık. Allah’a şükürler olsun ki artık hayatımız iyiye gidecekti.
Karanlık, aydınlık olmuştu. Babam ve abim sarılıp mutluluktan ağlarken ben de Buket’e sarıldım. Onun içindeki yangının daha fazla olduğunu biliyordum.
Annem “Ne zaman görebiliriz?” diye sordu.
“Narkozun etkisi geçsin, görebilirsiniz,” dediğinde onayladık. Bizim için bahar şimdi gelmişti.
Diğer bekleyenlerin de doktoru çıktı ama yüzünde iyi bir ifade yoktu. Kesin kadına bir şey olmuştu.
Adam, doktorun yanına gitti. “Karım nasıl?” diye sordu.
Sesindeki o ton bana yine birini hatırlattı. Sanki çok iyi tanıdığım biriydi. İçimi de titretmişti. Kim olduğunu çıkartmaya çalışırken bulamadım ama gözümün önüne farklı kesitler geldi. Birleştiremedim.
“Maalesef eşinizi kaybettik,” dediğinde içim acımıştı. Biz sevinirken onlar şu an üzülüyordu. Hayat ne garipti? Annem bana sarılıp şükürler ederken benim bakışlarım o adamdaydı. Ona çok üzülmüştüm. Abim de o adamı izliyordu.
Adam dondu sonra da yere çöktü. “Hayır!” diye haykırdı.
Herkes onu kolundan tutup sakinleştirmeye çalışırken o dizlerinin üzerine çöktü. Adamın haykırışları hala devam ederken “Kardeşim, kendine gel!” diyeni duymuyordu.
O an olan şeyle dondum, kaldım.
Oydu…
Rüyalarımı süsleyen adam şu an karşımda karısı için ağlayan adamdı. Gömleğini çekiştirmeye başlayınca düğmeleri etrafa sıçradı ve göğsündeki kılıç dövmesi ortaya çıktı. Kılıç dövmesinin ucunda da ateş simgesi vardı.
Elleri de kanlıydı. Tıpkı rüyamdaki gibiydi...