1.Bölüm (Akasya)

1457 Words
AKASYA “Bu daha ne kadar böyle devam edecek Akasya?” Çığlık atmamak için kendimi zor tutup ofladım. Kuzenim Dinçer adeta burnundan soluyordu. Öfkesini telefonun ucundan bile hissedebiliyordum. “Ne yapmamı isteysiniz anlamayrum. Basmayun damaruma damaruma. Evleneceksun dediler evlendum. Adam beni unuttu getti bir siz unutmadınız. Benim rahatım burada çok yerinde daa. O Toprak denen mendeburu da şeytan görsün.” “Bana sinirlenme!” “Sinirlenmedum. Sakinum ama biraz daha bana kükremeye devam edersen hiç iyi şeyler olmicii!” “Sinirlendin şiven yine çıktı ortaya. Senin gibi eli maşalı kız nasıl böyle durabilir anlamıyorum. O herifi gördüğüm yerde alacağum ayağımın altuna!” “Ne fışkı yersenuz yeyun.” “Herif seni aldatıyor Akasya. Her hafta başka biriyle. Buna nasıl dayanıyorsun kızım? Senin yerine Burçak kuduruyor burada. Toprak eline geçerse bir kaşık suda boğacak.” İçimde kaynayıp duran öfkeye rağmen tebessüm ettim. Burçak abla kesinlikle yapardı. Hayatımda onun kadar cazgır bir kadın tanımamıştım. Dinçer abiye cevap verebilmek için söylediklerini sindirmeyi denedim. Kolay değildi. İçimde yangınlar varken sükunetle cevap verebilmek, umursamıyor görünmek hiç kolay değildi. “Bunu babama anlat abi. Bana anlatma. O görmüyor mu? Duymuyor mu? Düğünden sonra şu koca evde tek başıma kaldığımı bildiği halde bir kere çalmadı kapımı. Aynen söylediği gibi o eve ancak giderse cenazem gider.” “Dayımın da Allah cezasını versin. Annem boşuna küs değildi onunla. Ne bacısına huzur verdi, ne karısına, ne kızına. Babam konuşmayı denedi ama söz verdim diyor başka bir şey demiyor. Evlendi gitti siz karışmayın diyor. Bu nasıl evlilik Akasya?” Bunu bana mı soruyordu? Gerçekten mi? Ben bilmiyordum ki nasıl bir evlilik olduğunu? Babam ve söyledikleri artık umurumda değildi. O benim için ona yalvardığım ve onun beni görmezden geldiği nikah günümde tamamen bitmişti. Ne gözyaşlarımı umursamıştı ne de sözlerimi. Bana reva gördüğü hayat işte tam olarak buydu. Koca bir ev ve kimsesizlik. Toprak sanki bir yabancının şahitliğine katılmış gibi evet demiş, tören bittikten sonra beni konağa getirdiği gibi arabasına atlayıp çok sevdiği İstanbul’un yolunu tutmuştu. Ogün bugündür kocamı magazinlerden takip ediyordum. Bir kez aramamış, bir kez ne yaptığımı sormamıştı. Haftada bir yanıma gelen kayınpederim ve görümcem olmasa arayıp soranım yoktu. Kayınpederimin yaptığı dahiyane planı elinde patlamıştı. Bana karşı mahcup, oğluna karşı öfkeliydi. Fakat yaşadığım altı ayda anlamıştım ki onun öfkesi oğluna tesir etmiyordu. Bu kadar dik başlı bir adam bu saçma evliliği neden kabul etmişti anlamıyordum. Dinçer abinin telefonda olduğunu hatırlayıp düşüncelerimden sıyrıldım. “Ben neyin ne olduğunu bilmiyorum artık. Burada babamın evinde olduğumdan rahatım. Karışan yok eden yok. Canım ne isteyse yapayrum. Gerisi de umurumda değil. Toprak da ne halt yerse yesun. Beni düşünmeyen adami ben heç düşünmem.” “Sinirlendin. Yine şiveli konuşuyorsun.” “Başlatma şivesine daa... Vır vır vır bir susmadın. Herkes hayatından memnun. Sen de boş ver artık abi.” “Boş veremem. O herifi gördüğüm yerde ağzını burnunu kıracağım. Sen de artık kendine gel. Ezdirme kendini kimseye. Umurunda değil ise boşa gitsin. Gel yanıma. Kimse hiçbir şey söyleyemez. Bu yaptıklarıyla tek celsede boşanırsınız.” “Benim bildiğim tek yer bura idur. Neyse abi sonra konuşuruz olur mu? Şimdilik dokunma bana daa...” “Öyle olsun bakalım küçük hanım. Görüşürüz.” “Görüşürüz abi.” Sonunda telefonu kapatıp derin bir nefes aldım. Sabahki saçma sapan rüyanın üstüne bu telefon canımı sıkmıştı. Dinçer abinin dediği gibi her hafta olmasa da arada bir Toprak’ın magazinde haberleri çıkıyordu. Her defasında farklı bir kadınla görünüyor olması içten içe beni üzüyor olsa da umursamamaya çalışıyordum. O da benim kadar kurbandı. Sevmediği ve hatta istemediği bir kadınla evli olmak onun için de kolay değildi. Yine de anlayış besleyemiyordum. Ben onun adına leke sürmüyorsam o da benim adıma leke süremezdi. Köydeki insanlar hariç kimse evli olduğumuzu bilmediği için magazin haberlerinde adı gözde bekar diye geçiyordu. Bazen şeytan ortalığı birbirine kat diye fısıldıyordu ama kendi rahatım da kaçacağı için cesaret edemiyordum. Çocukluğumuz birlikte geçmişti. Toprak benden dört yaş büyük olmasına rağmen köy okulunda fazla çocuk olmadığı için birbirimizi tanıyorduk ve teneffüslerde hep birlikte oyunlar oynuyorduk. Toprak’ın babası Rasim amca İstanbul’da şirket açtığında onlar da buradan taşınıp gitmişti. O zamanlar Toprak on beş, ben on bir yaşındaydım. Rasim amca eşi vefat edince işleri oğluna devretmiş ve köye dönmüştü. Keşke dönmeseydi. Belki o zaman ben şu anki durumun içinde olmazdım. Toprak’ı köyden gittikten sonra yüz yüze ilk kez nikah masasında görmüştüm. Oldukça komik olan bu durum, yaşayan ben olduğum için gözüme hiç de komik gelmiyordu. Acınası bir durumdu. Artık görücü usulü evlilik kalmadı diyenler halt etmişti. Bizimkisi görücü usulü olmaktan da çıkmıştı. En azından görücü usulünde kız hiç olmadı isteme merasiminde damadı görür ya da öncesinde bir buluşma ayarlanırdı. Biz de bunların hiçbiri olmamıştı. “Akasyaaaa!” diye bağıran sesle daldığım düşüncelerden sıyrılıp cama çıktım. Yan komşum olan Fadime yenge bahçeden bana bakıyordu. “Kızzz senin inek kaçtı evde ne edersun?” Telaşla eşarbımı düzeltip avluya koştum. Aha size yemin olsun bu kurbanda bu ineği kesecektim. Haftanın iki günü köy yerinden uzaklaşıp beni peşinden sürüklüyordu. “Ne tarafa kaçtı?” Fadime yenge köyün şehre giden çıkışını tarif edince hızlı adımlarla o tarafa yöneldim. “Bu ineğin senin kocanla akrabaliği var idur. İkisi de senden kaçayii.” Fadime yenge arkamdan bağırmış, ardından komik bir şey söylemiş gibi gülmüştü. Köyün maskarası olmuştum. Kimi fesatlar bir herifi elinde tutamadı diye arkamdan söyleniyordu. Bir adam elde nasıl tutulurdu bilmiyordum ama en azından tutmak için biraz zaman geçirmek gerekiyordu. Sorun bende değil nikah kıyılır kıyılmaz defolup giden kocanın kendisindeydi. Sabah gördüğüm rüya aklıma gelince ister istemez sinirlendim. Sadece nikahta yüzünü gördüğüm kocam erotik bir şekilde rüyalarıma giriyordu. Çok lazımmış gibi... “Zeytin kızım çık ortaya. Zeytin!” Hem sesleniyor hem de etrafı kolaçan ediyordum. Anayoldan ayrılıp patika yoldan aşağı inmeye başladım. Zeytin’in kaçtığı belirli başlı yerler vardı. Köyün çıkışına doğru gidiyorsa derenin kenarındaki çimenlikte oluyordu genelde. Evlerin olduğu tarafa gitmişse milletin çitine dadanmaya yer arıyordu. “Hayrolsun Akasya?” Duyduğum beklenmedik sesle yerimden sıçradım. “Zeytin kaçtı,” dedim kısaca. Şu köyde en sevmediğim kişi Harun ile bacısı Hatice'ydi. Harun benim kuyruğumdan ayrılmazdı, bacısı Hatice de Toprak’ın hayaliyle yatar kalkardı. “Yardım lazim midur?” “Değuldur,” dedim ondan uzaklaşırken. “Var git işine Harun abi.” “Abi deme lazim olur,” dedi salakça sırıtırken. Umursamadım. Derenin kenarına ulaştığımda Zeytin’i yayılırken buldum. Köydeki otlar az geliyordu sanki. “Yine koşturdun beni peşinde Zeytin. Bir daha kaç bak ben seni kurbanda kesmiyor muyum!” Zeytin ile eve dönene kadar ikindi olmuştu. Zeytin’i ahıra sokup önüne dün biçtiğim otlardan koydum. Ahırdan çıkıp tavuk ve horozları da kümese soktum. Eve girerken bacağıma yapışan köpeğimin başını okşadım. Köy yerinde yaşıyorsanız ve hele tek başınaysanız koruyucu bir köpek lazımdı. Cinsi Alman Kurdu olan Duman sadık bir dost ve koruyucuydu. Kocama bin basardı sadakat konusunda. Bir gün daha köy isleri ve hayvanlarla uğraşırken bitip gitmişti. Yemeğimi hazırlayıp sofraya oturduğum sırada kapı çaldı. “Hoş geldin baba,” dedim kayınpederime. Suratı sirke satıyordu. Kesin bugün Dinçer abimin bahsettiği haberleri o da görmüştü. Ben görmek istemediğim için bakmamıştım. “Hoş bulduk kızım nasılsın? Var mı bir sıkıntın?” “Yok çok şükür, gel yemek yiyelim.” Sofraya geçtik, ona da yemeklerden koyup yerime oturdum. “Boyu devrilesice telefonlarımi açmayii. Sen bir arasan belki açar.” “Ben onu aramayrum baba, bileysun.” Toprak konuşun her açıldığında içimde bir sinir peyda oluyor ve şivem her seferinde ortaya çıkıyordu. “Bilimm bilimm de sen arayı ver hele!” “Yemeğunu ye baba. Ben aramam senin oğluni daa. Çok isteyse o beni arasun.” “Sen inat o senden inat. Sizi baaa sayıyla mı verdiler.” “Heç sayıyla olur mu? Beni zorla verdiler ya!” “Bileydum böyle olacağini sizi heç evlendurur muydum! Ah akilsiz kafa ah! Girdik senin günahına. Ama bileysun ben kizim gibi seveyrum seni! Ben araya girmesem baban Harun olacak ite verecektü seni. O adam senin kıymetini bilmezdu kizim. Eziyet ederdi anası, bacısı, kendisi. Ben senin anana söz verdiydim kızını koruyacağim diye. Aklıma başka türlüsü gelmedi babana karşı ne edeyum, sen de hele? Anca ananı ortaya koyup kizinin sözünü bana verdi diyebildum. Niyetim Harun'dan kurtarmaktı ama baban tutturdi o zaman yapin düğünü diye. Toprak halden anlar dediydim ama İstanbul yaramadi benim oğlana. Kurtulmana yardimci oldi ama köy yerinde tek başina bıraktı seni.” Bunların hepsini biliyordum ama Rasim amca çektiği vicdan azabından dolayı her geldiğinde bu konuyu açıyordu. Beni kurtarmıştı. Gerçekten ona minnettardım. Hatta Toprak’a bile minnet duyduğum anlar olmuştu. Harun ile evli olmaktansa bu evde tek başıma yaşamaya razıydım. “Biliyorum baba, sen üzülme. Dert etme kendine bak üzülüyorum. Ben bu evde babamın yanında olduğumdan daha rahatım inan bana.” “Bizimle yaşa diyeyrum oni da kabul etmeysin.” “Böyle daha iyiyim baba. Hem Toprak ile öyle anlaştık.” “Oğlum diye demeyrum iyi bir dayağı hak edii...” Kesinlikle hak ediyordu. Hele rüyalarıma sızarak çok daha beterini hak ediyordu. Bir sürü işle uğraşmama, kocamın yaptıklarına rağmen saçma rüya aklımdan çıkmıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD