Babamın haberinden sonra telefonu kapatıp ilk uçakta yer ayırtmıştım. Ardından tatile kaçan kardeşimi aradım.
“Yağız Bey kısacık tatiliniz şu an son bulmuş durumda. Hemen kıçını kaldırıyorsun ve buraya geliyorsun.”
“Bu kadar acil olan nedir?” Sormasa, bir kere de tamam derse şaşardım zaten. Kardeşler konusunda çok bahtsızdım. Kız kardeşim tam bir Akasya aşığı, erkek kardeşim ise vurdumduymazın tekiydi. İkisi de Akasya konusunda bana karşı olmuştu. Yağız evlenmeme itiraz etmiş, Yeliz ise Akasya’yı tek bıraktığım için bana cephe almıştı. İkiz değiller miydi? İllaki farklı fikirlerde olacaklar. Hiçbir zaman ikisinin aynı düşünceyi savunduğunu görmemiştim. Biri ak dese, diğeri kara diye inat ederdi.
“Harun, yengeni kaçırmış. Benim acil Trabzon’a gitmem gerekiyor.”
“Hangi yengemi?” diye sorması ben de etrafı dağıtma isteği uyandırdı.
“Kaç yengen var oğlum?”
“Amcamın karısı Nazmiye, dayımın karısı Feride var bildiğim kadarıyla. Ula Harun’un koca kadınlarla ne işi vardür?”
“Akasya’dan bahsediyorum,” dedim dişlerimi sıkarken. Biliyordum, bana inadına yapıyordu.
“He şu mesele… Tamam sen bugünkü işleri halletmişsindir. Yarın sabah orada olurum. Ciddi bir şeyse ben de geleyim?”
“Ben bir gideyim de bakarız. Hadi görüşürüz.”
Telefonu kapattıktan sonra yarım saat içinde tüm işleri halledip havaalanına geçtim. Birkaç defa babamı arasam da telefonlarına bakmamıştı. Yeliz desen, karşı köyde olduğu için olanlar kulağına gitmemiş gibiydi. Bir şeyden haberi olmadığını fark edince ben de telaşa vermek istemiştim.
Harun denen nebriyi yakaladığımda elimden çekeceği vardı. Milletin karısıyla ne işi olurdu? Acaba polise haber vermişler miydi? Harun salak adamdır, kesin telefonu yanındadır. Polise haber verilmişse çabuk bulunurdu. Ne kadar sakin kalmaya çalışsam da ister istemez merak ediyordum. Akasya gözümde hep babasına yalvardığı haliyle dönüp duruyordu. Onun o çaresizliği bana o kadar dokunmuştu ki uzun süre aklımdan çıkmamıştı. Biraz da bu yüzden onu istemediği yere getirmek istememiştim. Kendisine ait bir evde yaşarsa, kimse karışmazsa rahat eder diye düşünmüştüm ama sanırım yanılmıştım. Harun’un evlendikten sonra bir daha Akasya ile uğraşmayacağını düşünerek sanırım hata etmiştim.
Akasya’yı sağ salim bulur bulmaz, bu kez ne düşüneceğini umursamadan İstanbul’a getirecektim. Hem böylece babamın ve Dinçer’in dediği köylüler artık onun hakkında konuşamazdı. Harun’dan da tümüyle kurtulmuş olurduk. Düşüncelerimle cebelleşirken Trabzon’a varmıştım. Araç kiralama şirketinden hemen bir araç kiralayıp köye doğru yola çıktım. Babamı bir kez daha aradım.
“Efendum! Geldun mü?”
“Geldim baba. Polise haber verdiniz mi? Neredesiniz? Herhangi bir iz var mı?”
“Akasya’nın evindeyuk. Polis, jandarma iki koldan uğraşii. Harun’ların yayla evini de kontrole gittiler. Sen buraya cel sonra duruma göre bakaruz ne edeceğümüze.”
“Tamam havalimanından çıktım şimdi. Bir gelişme olursa haber ver.”
“Eyii eyii veririm.”
Bir saatlik yol bana bir asır gibi gelmişti. Evin bulunduğu köy yoluna girdiğimde araç çamura saplandı. Yolların asfalt olmamasına küfrettim. Dakikalarca cebelleşmeme rağmen aracı çıkarmasını başaramadım. Arabadan bir sinirle indiğim sırada günümün daha da kötü olabileceğini kanıtlar şekilde ayağım kaydı ve yeri boyladım. Her yerim çamura bulanmış şekilde, içimden yegane küfürleri saydıra saydıra yürümeye başladım. Önce eve ulaşmalıydım, arabayı sonra düşünecektim.
Nihayet evin önüne ulaştığımda etraftaki sakinlik kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Bu kadar fazla sakinlik normal değildi. Dış kapıyı açıp içeriye girdim. Polis neredeydi? Polisi bir kenara bıraksam babam hangi cehennemdeydi? Telefonu çıkardım ve babamı aradım. Telefonu açmaması meraklanmama sebep oldu. Yeni bir gelişme mi olmuştu acaba?
Bir an önce yıkanıp üstümü değiştirip ortalıkta olmayan milletin nerede olduğunu öğrenmeliydim. Kapıyı birkaç kez çalmama rağmen elbette açan olmadı. Telefonu açmayan kapıyı mı açacaktı?
Her zaman buraya geldiğimde anahtar sakladığım bir yer vardı. Eğer Akasya keşfedip anahtarı almadıysa aynı yerinde bulma ihtimalim yüksekti. Evin kapısını arkamda bırakıp ahıra yöneldim. Ahır kapısının iç kısmının üstünde elimi gezdirdim ve anahtara ulaştım. Üstümdeki pislikten bir an önce kurtulma umuduyla eve yöneldim. Gün daha ne kadar kötü gidebilirdi bilmiyorum.
Evde kimse yoktu. Etraf kaçırılan biri olmasına rağmen fazla sessizdi. Hem babamlar nereye gitmişti? Cevapları bir an önce bulma umuduyla kendimi banyoya attım. Çamur içinde kalan kıyafetlerimi çıkarıp makinenin yanına koydum ve duşa girdim. On dakika içinde hızlıca temizlendim. Yanıma kıyafet almadığım için havluyu belime sarıp banyonun kapısına yöneldim. Akasya burada olan kıyafetlerimi çöpe atmamıştır umarım.
Kafamda düşüncelerle banyodan çıktığımda kafama odun yemeği beklememiştim. Hem de kaçırılmış olan karım tarafından. Yine bir oyuna geldiğimi anlamak saniyeler sürmemişti. Babam her zamanki gibi yapacağını yapmıştı. Adam altmış yaşından sonra oyun çevirir olmuştu.
Canımın acısı bir yana, Akasya’nın beni Harun sanması ise bambaşka bir olaydı. Demek ki Harun gerçekten de rahat durmamıştı. Akasya benimle atışırken, bir yandan da kafama pansuman yapıyordu. Pansuman bittiğinde aklımdaki tek sorun Harun'du.
Akasya’nın çimen gözleriyse beni süzüyor ve bir taraftan söyleniyordu. Al al olmuş yanaklarının ona ne kadar çok yakıştığını ancak kendime itiraf edebiliyordum.
Akasya giyinmekten bahsederken ben Harun denen itten konuşmak istiyordum. Giyinmek kolay meseleydi. Önce Harun'un karımın etrafında ne aradığını öğrenmeliydim. Aylar sonra Akasya’nın karşısında olmak ben de farklı hisler uyandırıyordu. Evli olduğum gerçeği sanki yeniden balyozla beynime beynime işliyordu. Evliyken de sekse hasret kalmak tuhaf bir şeydi. Günüm daha ne kadar kötü geçebilir diyordum değil mi? Bundan daha kötü ne olabilirdi? Karşımda aylar sonra gördüğüm karım vardı ama konumuz evime giren başka bir herifti. Ne güzel!
“Ben giyinirim giyinmesine de sen şu Harun denen zırtapozun karımın evinde ne işi vardı onu anlat,” dedim sakin kalmaya çalışarak.
Akasya tavrımdan memnun kalmamış olacak ki suratını buruşturdu. Çimen gözleri yeniden baştan ayağa beni süzdü. Elimi tutup beni çekiştirirken bir yandan da homurdanıyordu. Yatak odasına girdiğimizde suratımdaki gevşek sırıtmanın farkındaydım. “Aklını başına topla,” diye fısıldadım kendime. Sekiz aylık evli olsak da ilk kez bu kadar yakın ve ilk kez bu kadar yalnızdık.
Dolaba yönelip biraz arandıktan sonra bana bir tişört ile eşofman altı uzattı.
“Böyle çıplak çıplak Harun'u mu konuşuk edeceğuk? Tövbe tövbe...”
“Başka şeyler de konuşuruz canım istersen. Harun’u sonra hallederiz,” dedim sırıtarak. Ben niye böyle gevşek davranıyordum şu an düşünmek istemiyorum.
“Ne konuşacakmışız?” Dolabın kapısını kapatıp beni süzdü. Bu kez ben de onu incelemekten geri kalmadım. O beni dilediği gibi süzerken ben gözlerimi kaçıracak değildim.
Başından kaymış ince eşarbı, basma eteği ve üstüne giydiği bluzla bahçeden geldiği belliydi. Yanağında gördüğüm otu almak için elimi uzattım. Yanakları daha ne kadar kızarabilirdi merak ettim.
“Ne yapaysun?” diye sordu kısık bir sesle. Ben de ne yaptığımdan emin değildim. Akasya güzel kadındı vesselam. Hele o çimen gözleri yok muydu, ilk gördüğüm anda bile aklımı başımdan almıştı. Uzun ve ince bir boynu vardı ve insanda o kuytuya girip öpme isteği uyandırıyordu. Yanağındaki elim bir çizgi oluşturup boynuna gitti. Akasya’nın aldığı nefesse dudaklarına çekilmeme neden oldu.
“Karımla özlem gideriyorum.”
“Maşallah beyimize, bir karisi oldiğini hatirladi.”
“Sen bana kızgın mısın?”
“Niye kızgın olayım canım? Sen baa başından dedin saa kocalık yapmıcam diyii. Hakkım var mi kızmaya?”
Dedikleri kaşlarımın çatılmasına, sorularsa beynimde dönmeye başladı.
“Sen beni o yüzden mi hiç aramadın? Hesap sormadın?”
“Ben kimim ki? Babanın zoruylan kurtarmak için evlendiğin biri. Nikâh olur olmaz çektin gettin. Neyin hesabını sorayim?”
“Sen benim karımsın!” Üstüne basa basa aramızda asılı olan gerçeği dile getirdim. Zorla veya değil. O benim karımdı. Evlenmiştik sonuçta.
“Öyle mi Toprak Bey? Karınım he mi? Baa hiç öyle gelmii? Önüne gelenle kol kola girerken karin neredeydi acaba? Adımı iki paralık ettin. Beni ha bu köylüye maskara ettin. Bir kocaya sahip çıkamayi dediler. O koca benimle bu eve bir kez bile girmedi ki sahip çıkayim di mi? Ama kimse bunu düşünmeyi.”
“Bu kadar öfkeli olduğunu bilmiyordum gerçekten. Ben sen İstanbul’a gelmek istemediğini duyduğum için burada kalmamı istedim. Ayrıca o haberlerin hiçbiri doğru değil. İş için görüştüğüm her kişiyle adımı yazmaları benim suçum değil.”
Hâlâ birbirimize çok yakındık ve Akasya öfkesinden bunun farkında değil gibiydi. Oysa ben... Fazlasıyla farkındaydım.
“Ama hiçbirini düzeltme ihtiyacı da hissetmedin. Ben saa neden inanayım? Nereden bileyim onlarla aşna fişne yapmadığını?”
“Ben sana evet dedikten sonra hiçbir kadınla ilişkim olmadı. Sana, kendime saygım var. Ne şartlar altında olursa olsun biz evliyiz ve ben geniş bir adam değilim. Kalıpsız adam mıyım ben?”
“Bilemeyrum artık. Gözümle görmedim. Sen ayrı konuşaysun, hakkında çıkan haberler ayrı. Kalıbının adamı mısın onu da tanidukça anlaycum. Şimdilik bilemeyrum. Artık giyinsen iyi olacii. Çıplak çıplak ettuğumuze bak.”
“Ben senin kocanım. Çıplak görmen neden sorun oluyormuş?”
“Az uzaklaş daa. Gireysun dibime dibime!” Elimi tutup kendinden uzaklaştırdı. Elbette izin vermedim. Bu kez belinden çekip tamamen bedenime hapsettim.
“Yakın olmak daha iyi değil mi?”
“Dellenme Toprak akşam vakti tövbe tövbe. Giyin hadi ben çıkayım.” Kollarım arasından kaçmaya çalıştı ama izin vermedim. Boşta olan elimle çenesini tutup gözlerine baktım.
“Hoş geldin öpücüğü bile vermiyorsun. Ama ben almasını bilirim.”
Dudaklarım hayalini kurduğum dudaklarla okşarcasına buluştu. Niyetim istila etmek değil tepeden tırnağa fethetmekti.