Hayatımın bir gün babamın bir telefonuyla değişeceğini hiç düşünmemiştim. Çabuk gel diyerek beni meraklar içinde bırakan bir telefondan sonra soluğu Trabzon'da almıştım. Aklıma hastalıktan tutun da binlerce şey gelmişti. Aklıma gelenler içinde babamın, “evleneceksun,” demesi yoktu tabi ki...
Hangi devirdeyiz muhabbetine hiç girmemiştim. Çünkü biliyordum ki babam hala kendi çağındaydı ve ben ne dersem diyeyim ona işlemeyecekti.
Babam oldum olası net kararlar veren bir adamdı. Kafasında bir şeye olur verdiyse o iş olacaktı. İstanbul’a gitmesi de bu şekilde olmuştu. Herkese ben yaparım demiş, yapmıştı da... Babama itiraz etmemin boşa olduğunu biliyordum ama yine de denedim.
Evlilik çocuk oyuncağı değildi, hele insanın hiç tanımadığı biriyle evlenmeyi kabul etmesi olacak iş değildi.
“Ne evlenmesi?”
“Bak bileyrum damdan düşer gibi oluyi. Akasya’yı hatirlar misin bilmem. Babasi oni Harun denen endavala vereciii. Harun olmaz, külliyen olmaz. Akasya kizim baaa anasinin emaneti. Babasina gittim vazgeçirmeye calistim ama adam nuh diyi peygamber demii. Ben de anasi benim oğluma söz verdiydi dedim mecbur o zaman da oğlun ile evlendir o zaman dedi. O kizi korumam lazim anlay misin?”
“Olacak iş değil!” diye reddettim önce bağırmalarım babamın kalbini tutmasına sebep olunca sesimi düşürmüştüm. Geceyi hastanede sonlandırmıştık. Doktorun babam ile ilgili verdiği bilgiler beni sona ulaştırmıştı. Stresten uzak durması gereken adamı stresin ortasında bırakamazdım. Mecbur kabul etmiştim ama sadece onu Harun’dan ve babasından kurtaracaktım.
Nikâh günü hemen alınmıştı. Ne isteme ne tanışma. Akasya’nın babası madem anası söz vermiş istemeye hacet yok demişti. Aynı hastanede birbirimizle karşılaşmadan gerekli evrakları hazır etmiştik. Babası ne hikmetse kızı görmeme bile izin vermemişti.
Nikahtan önce Akasya’nın neye benzediğini görmek umuduyla gelin odasına gitmiş ve babası ile konuşmasına şahit olmuştum. Benimle gelmek istemiyordu. Başka şehre gitmekten korkuyordu. O da benim gibi mecbur bırakılmıştı ve bu nedense hiç hoşuma gitmemişti.
Harun'u tanırdım ipe sapa gelmez bir adamdı. Akasya’nın mecbur bırakıldığı durum benimkinden daha kötüydü. Ya benimle evlenecekti ya Harun’la. Kaçışı yoktu. Babasının bu akıl almaz tavrından nefret etmiştim. Hayatta bir tane kızı vardı onu da nelere mecbur bırakıyordu. Babamın neden onu kurtarmak istediğini anlıyordum ama çözüm benimle evlenmesi miydi? Bir başka gelecek verilemez miydi?
Kararımı o gün, o odanın kapısının önünde vermiştim. Akasya benimle gelmek istemiyor, ben de onunla olmak istemiyorum. Madem bir imza her şeyi halledecekti, öyle olsundu.
Babası yalvarmalarına cevap vermeyip oradan çıktığında içeriye girmiştim.
Çimen gözlerini sen kimsin dercesine dikmişti üstüme. Bir göz bu kadar canlı bir yeşil olabilir miydi? Oluyormuş.
“Ben Toprak. Gördüğüm üzere sen de benim gibi bir mecburiyetin ortasındasın. Ben bu evliliği istemiyorum, sen de istemiyorsun. Özgür olmak istediğini söyledin. Bir imza ile özgür olacaksın. Eğer şartımı kabul edersen ikimizde sıkıntı çekmeyiz. Ne senin baban, ne benim babam ikisi de bizi dinlemiyor. İmza atıldıktan sonra kimse sana bir söz söyleyemez. Sana tek şartım benim köydeki evimde yaşaman ve benden kocalık beklememen. Diğer türlü istediğin özgürlük, özgürlük olmaz. Kendi hayatını kur. Ne diyorsun?”
“İki şart oldu,” demiş ve ardından beni başıyla onaylamıştı.
İlişkimiz bu şekilde başlamış, seçimlerimizden dolayı başladığı yerde kalmaya devam etmişti.
***
Yorucu toplantının ardından soluğu odamda aldım. Yeni bir ihaleye girecektik. Köklü bir firmanın yaz kreasyonunu almak için uğraşıyorduk. Bu kadar işin içinde erkek kardeşim iki günlük tatile kaçmıştı. Bilgisayarımı açıp işlerime döneceğim sırada kapım gürültüyle açıldı. Arkadan Nesrin'in itiraz cümleleri geliyordu.
“Beyefendi bu şekilde giremezsiniz.” Ayaklandım. Karşımda Dinçer’i görmemle suratıma yumruğu yemem bir oldu.
“Sen ne yaptığını sanıyorsun?” diye kükredim. Ardından Nesrin'e döndüm. “Kapıyı kapat ve çık.”
Öfkeli bir şekilde Dinçer’e bakıyor, bir yandan da gözümü tutuyordum.
“Dingonun ahırına mı giriyorsun sen? Ne yaptığını sanıyorsun?”
“Sen artık fazla oldun. Yaptıkların bini aştı. Akasya’yı küçük düşürmene izin vermeyeceğim.”
Öfkeyle dişlerimi sıktım. Akasya ve ben haricinde herkes hakkımızda konuşmayı ve karar vermeyi kendinde hak görüyordu.
“Madem bu kadar delirecektin zamanında kuzenine sahip çıksaydın.”
“Haberim olsaydı çıkarırdım. Yangından mal kaçırır gibi aldınız kızı. Babam bile son dakika sonra öğrendi. Ben öğrendiğimde ise Akasya evli ve köyde bir başına. Kocası burada her naneyi yiyor. Akasya'ya buraya getireceğim ve sen ondan boşanacaksın.”
Bu bir seçenek olabilirdi elbette ama bizim adımıza başkalarının karar vermesinden bıkmıştım. Boşanmayı istersek ikimizde bunu becerebilecek kadar aklı başında insanlardık.
“Bu işlerin içinde birisin aptal magazin haberlerine mi inanıyorsun? Akasya bile bir kez sormamışken sana ne oluyor?”
“Bana bak!” diyerek üzerime yürüyen Dinçer’e dik dik bakmakla yetindim. Magazin haberleri benden çok onun başına gelirdi, anlaması lazımdı. Ama nedense anlamamakta direniyordu.
“Magazin haberlerine inanmamı istemiyorsan en azından evli olduğunu söyleyebilirdin. Yangından mal kaçırır gibi evlenmek yerine burada bir düğün yapabilirdin. Bana maval okuma.”
“Aptal magazinle ilgilenmiyorum.”
“Ama onlar seninle oldukça ilgileniyor. Köy yerinde insanlar ne düşünüyor haberin var mı? Akasya’yı düşürdüğün durumun farkında bile değilsin dimi?”
Sakin olmayı denemek adına derin bir nefes aldım. Bunları düşündüğüm söylenemezdi çünkü Akasya o kadar hayatımda yoktu ki ben bile varlığını unutacak duruma gelmiştim.
İlk zamanlar Akasya’nın vereceği tepkileri merakla beklemiş, tepki vermeyeceğini anladığımda ben de boş vermiştim.
“Çay, kahve bir şey içer misin?” diye sordum yerime otururken. Nesrin'i arayıp buz torbası istedim.
“Çay olsun bari,” diyerek karşıma oturan Dinçer’i anlamaya çalışıyordum. Kuzeni bu kadar değerliyse neden zamanında kıza destek olmamışlardı? O babanın elinde hırpalamasına neden izin vermişlerdi?
“İki de çay getir,” diyerek telefonu kapattım.
“Bak Dinçer, benim kitabımda aldatmak diye bir şey olamaz. Her ne kadar bizimki normal bir evlilik olmasa da Akasya benden uzak yasıyor olsa da evli olduğumuz sürece onu aldatmam. Ben babam istediği için evlendim. Normalde kabul etmezdim ama sağlığının bozulmasından endişelendim. Akasya kendi babasına yalvarıyordu beni bilmediğim yere gönderme diye. Ben de evlenmeyi düşünmediğim için aramızda anlaştık. O orada benim evimde kalacak ve özgür olacak, ben de hayatıma devam edecektim. Trabzon’dan gelir gelmez sevdiğim kadından ayrıldım ben. Neden? Babamın evlenmemi istediği kadınla evlendiğim ve ona sevgi olmasa da en azından saygı duyduğum için. Haberlere engel olamıyorum çünkü evli olduğumu söylemek de birçok soruyu beraberinde getirecek. Neden yanımda değil, neden gizli evlendik falan filan. Bu sorularla uğraşmak istemediğim için açıklama yapmıyorum. Akasya hayatıma dahil olmak isteseydi dahil olurdu. Bunu kendisi istemedi. Ben ondan hep telefon bekledim. Ya hesap sorar, ya buraya gelmek ister diye ama hiçbirini yapmadı. Demek ki hayatından memnun.”
Beni anlıyor muydu bilmiyorum ama anlamasını umuyordum. İlk kez kendimi birine açıklamak zorunda hissetmiştim ve bu nedense iyi gelmişti. Akasya’nın kesmesi gereken hesabı Dinçer kesmişti.
“Böyle olmaz,” diye mırıldandı. O sırada Nesrin çaylarımızı ve buzu getirdi. Buzu alıp gözümün altına tuttum.
“Ben kendimi anlattım sen de anladın umuyorum. Bırak da gerisine biz karar verelim.”
“Akasya’yı senden boşanmaya ikna edeceğim. Eğer karşına boşanma isteğiyle gelirse karşı çıkmayacaksın.”
“Ona da öyle bir şey olursa o zaman karar veririz.”
“Öyle olsun bakalım,” diyen Dinçer çayını içtikten sonra çok oyalanmadan ayrıldı.
Dinçer ne derse desin Akasya kolay kolay boşanmaz, boşanmayı kabul etmezdi. Babasından yeni kurtulmuşken onunla yeni bir savaşa girmek istemezdi. Ben ona o istediği özgürlüğü vermiştim.
Çizim sayfasını açıp yeni tasarımlar çizmek istesem de ağrıyan gözüm buna izin vermemişti. Daha fazla oyalanmadan şirketten ayrıldım.
***
Geçen iki gün içinde Dinçer’in olaylı gelişinden sonra Akasya'dan bir atak beklemiştim ama her zamanki gibi yine yanılmıştım. Akasya bana karşı bir duvar kadar umursamazdı.
Acaba babamdan önce davranıp Nesrin ile evlenseydim hayatım nasıl olurdu merak ediyordum. Mutlu mu olurduk yoksa sevgiliyken yaşadığımız kıskançlık krizlerine yenileri mi eklenirdi? Ayrılmamızdan sonra birkaç defa arayıp görüşmek istemiş ama ben reddetmiştim. Hakkımda çıkan haberlerin hiçbiri doğru değildi ama Nesrin ile dostça bile görüşsek hakkımızda çıkan haber doğru olurdu çünkü onunla iki yıllık bir geçmişimiz vardı. Doğru olmayan haberler beni ilgilendirmiyordu ama Nesrin ile ilgili çıkacak bir haber Akasya'ya haksızlık olurdu.
Ne kadar vurdumduymaz bir kadındı. Dinçer bile hesap sormak için gelmişken nasıl olur da bir kez olsun aramazdı. Bu kadar umursamaz olması can sıkıcıydı. O beni aramazken onu aramayı gururuma yediremiyordum. Ben ona saygı duyarken o bana saygı bile duymuyordu. Bana saygı duymayan bir kadın için mi vazgeçmiştim tüm geleceğimden? Dinçer’in dediğini yapmak bazen çok mantıklı geliyordu. Eğer boşanmak isterse yılları ayırmak en doğrusuydu. Yine de bu düşünce beni rahatsız ediyordu. Babasına yalvaran o perişan hali gözlerimin önüne geliyor ve bir kez daha o duruma düşmesine neden olmak istemiyordum.
Çalan telefonla düşüncelerimden sıyrıldım.
“Efendim,” dememle babamın panik dolu sesi kulaklarımı doldurdu.
“Toprak yetiş, Harun karini kaçirdi.”