Onu burada görmek bir anda yaşadığım her şeyi durdurmuştu. Onun soğuğu içimde yanan öfke ateşini söndürmüştü sanki. Şimdi bir tek hüzün vardı bende. Bir tek onu alamamıştı onun buz gibi bakan gözleri.
Beni gördüğünde yaslandığı arabasından doğruldu ve kapının önüne geldi. Ona bir adım daha yaklaştım. Aramızda kalın, demir kapı vardı şimdi. Gözlerimi gözlerinden çekemiyordum. Kalbim onu gördüğü ilk anda ona sığınmak için koşturmaya başlamıştı.
"Kapıyı açın."
Normalde bunu dememe bile gerek kalmadan, Sena'yı almaya geldiğimde açıldığı gibi açılması gerekiyordu kapının ama o karşımdayken açılmamıştı. Açılmıyordu. Neden?
"Yıldırım Beyden kesin emir aldık. Açamayız Ferra Hanım."
Gözlerimi ondan çekip yanımda duran güvenliklere baktım. Ne demek oluyordu bu? Neden açılmıyordu? Az önceki tartışmamız yüzünden miydi yoksa Asif'e karşı bir tepki miydi? Ben onu istiyordum. Ona sarıldığımda geçecekti sanki her şey.
"Açın dedim size."
Güvenliğin bakışları arkama kaydığında o tarafa döndüm. Elleri ceplerinde Asif'e bakan adamı gördüm. Az önce benimle konuşan adam gitmiş yerine bambaşka bir adam gelmiş gibiydi. Bakışları soğuk ve sertti. Üstten bakıyordu. Yüzü kaskatıydı. Benim bilmediğim bir şeyi Asif'e gözleriyle anlatıyordu sanki. Dik bakışlarını bir an olsun kesmiyor, gözünü dahi kırpmıyordu.
"Ferra," Asif'in yumuşak sesini duyduğumda hızla ona döndüm yeniden. "Seni çıkarmamı ister misin?"
Şu anda ona olan muhtaçlığım çölün ortasında aradığım su gibiydi. Beklemeden salladım başımı. Nasıl yapacaktı bilmiyorum ama buradan gitmek istiyordum. Arkamdaki adamı bugün daha fazla görmeye katlanamazdım. Sesini duymak istemiyordum. Annemi almıştı benden zaten. Daha ne istiyordu da peşimdeydi?
Asif elini kaldırdığında yanında en az on kişi belirdi birden. O takım elbiseli adamlar nereden gelmişlerdi bilmiyorum ama umurumda da değildi. Asif'in gözleri arkamdaki adama kaydı. O an onunla neredeyse aynı hislere sahip olduklarını fark etmiştim. Öyle ki bakışları bile yer yer aynı olabiliyordu. Şu anda olduğu gibi.
"Komik olma. Beni bir kaç çapulcuyla mı korkutacaksın?"
Arkamdaki adamın alaylı sesiyle Asif'in dudağının tek kenarı yukarı kıvrıldı. Başını hafifçe eğerken gözlerini ondan çekmemişti.
"Hayır, Yıldırım. Seni korkutacak olsam adamlarımla gelmem."
Asif'in konuşması saygıdan uzaktı. Cümlesinin altında başka bir anlam yatıyordu. Ben bilmiyordum ama o adam anlamış olacak ki kısa süre sonra yanımdaki güvenlik hareketlendi ve önümdeki kapı aralandı. Asif onun korkacağı bir şeyi biliyor ve hatta çekinmeden bunu tehdit olarak kullanabiliyordu.
Açılan kapıyla aramızdaki engel de kalkmış oldu. Ona adımladım. Karşısında durduğumda gözleri bana düştü. Ellerini yanaklarıma koyduğunda baş parmağı sol yanağımı okşadı. Gözlerimi inceledi ve sonra yüzümü.
"İyi misin?"
Ne ara bu kadar yakın olmuştuk onunla? Nasıl buradaydı? Neden hep en kötü anlarımda karşımda bitiyordu? Ona sarılmak istiyordum. Neden ona sarılmadan yapamıyordum ya da o bana dokunmadan? Ben onu nasıl kabullenebilmiştim?
"Ferra!"
Onun katı sesini duyduğumda gözlerimi sıkıca kapattım. Dayanamıyordum artık. Kendime zarar verme isteğim onun varlığını hissettikçe artıyordu. Yüzümü Asif'in elleri arasında çektim.
"Sorma. Gitsek sadece, olmaz mı?"
Cevap vermedi. Arabasına yürüdü ve benim için ön koltuğun kapısını açtı. Beklemeden arabaya bindim. Arabanın içinin sıcaklığıyla dışarıda üşüdüğümü yeni fark edebilmiştim. Kendini sıkan bedenim sıcaklıkla gevşemişti. Asif yanıma, sürücü koltuğuna oturduğunda arabanın motoru gürledi. Dönüp de bakmadım o adama. O eve. Gözlerim önümde uzayıp giden asfalt yoldaydı.
Araba hareket etti. Nereye gidiyoruz diye sormadım. Ben ona güvendim. Nereye olursa olsun beni güvenli bir yere götüreceğini biliyormuş gibi sessiz kaldım. Onun yanında güvende hissettim ben kendimi. Ona sığındım.
Bir tek anneciğimin kolları arasında güvende olurum sanmıştım ama şimdi bir de Asif çıkmıştı. Onun kollarında ağladığım anlarla baş başa kaldım ama yeniden ağlamadım. Tuttum kendimi. Her şeye rağmen, sadece o olsa bile yanımda.
Umutsuz vakaydım ben. O kadar saçmaydı ki şimdi yaşadıklarım. Güvenmemin imkanı olmayan bir yabancıya güveniyordum. Zoraki kabullendiğim bir sevgi de vardı. Bana yükten başka bir şey yapmıyordu bunlar. Külfetti. Adeta omuzlarımdaydı ve baskısı her geçen saniye artıyordu.
"Arabayı durdurur musun?"
Sessizliğin içinde kısık sesimle konuşmuştum. Beni duyduğuna emindim. Araba ilerlemeye devam ederken ona döndüm. Kısaca baktı bana. Ben de ona bakmayı bıraktım. Araba yavaşladı ve durdu.
Açık havayı solumak isteyen ciğerlerimi daha fazla bekletmeden indim arabadan. Her yer her şey üstüme üstüme geliyordu sanki. Derin nefes alsam da işe yaramadı. Arabadan destek alan elimi çektim. Yüzümü ovuşturdum. Yürümeye başlayacaktım ki bileğimden tutularak durduruldum.
"Ne yapıyorsun? Nereye gidiyorsun bu halde?"
Bileğimi elinden çektim. Zorluk çıkarmadan bırakmıştı ama bu defa önüme geçmişti. Gitmeme izin vermeyecekmiş gibi duruyordu. Ben gitmek istersem o dahi olsa durduramazdı kimse beni, o bunu bilmiyordu. Bana engel olamazdı.
"Ne varmış halimde?"
Sesim bitkin çıkmıştı. Konuşmak istemiyordum. Yorgunluktan bacaklarım tutmayıncaya dek yürümek istiyordum sadece. İçimde söndü bildiğim öfke bu sayede dinerdi belki? Kendime katlanamıyordum. İçimden çıkıp gitmek istiyordum. Savrulup gitmek, bir daha kendime gelemeyecek kadar çok gitmek istiyordum sadece.
"İyi görünmüyorsun Ferra. Üzerinde ince bir kazak var Allah aşkına hiç mi dönüp bakmıyorsun kendine?"
Sıkkın bir nefes verip alnımı kaşıdım. Yerimde duramıyordum. Gözlerimi sıkıca kapattım. Ben kendimden dahi gitmek istiyorken o dönüp kendime bakıp bakmadığımı soruyordu. Bakamıyordum. Ne yapacağımı da ne yaptığımı da bilemediğim bir andaydım.
En başta neye üzülecektim mesela? Annemin hastalığı o adamın bizi 'yeni evimize' getirmesiyle ikinci planda kalmıştı. Ben anneme sıkıca sarılmak hatta birlikte uyumak istiyorken onların ikisinin bir odası vardı. Annemi kucağımda uyutacak ve tüm gece onun güzel yüzünü izleyecektim ben. Saçlarını okşayacaktım. O adam yüzünden hiçbirini yapamamış hatta onunla birlikte annemden de kaçmak zorunda kalmıştım.
"Hava almaya ihtiyacım var. Çekilir misin önümden?"
Onun adım atmasını beklemeden yanından geçtim. Bekleyecek halde değildim. Sadece yürümek istiyordum. Adım attıkça ayak izimde dertlerimi bırakacak ve hafifleyecektim. Buna inandıracaktım kendimi.
"Tamam."
Hemen yanımdaydı. Benimle birlikte yürüyordu. Sesimi çıkarmadım. Zaten halim yoktu. Fakat yalan söylemeyecektim. Onun yanımdaki varlığı beni biraz olsun iyi hissettiriyordu. O olmasaydı bir kaldırım köşesine çöküp ağlayacaktım belki de.
Bir yandan da düşünüyordum. Ben ne ara bu hale gelmiştim? Böyle biri değildim ki ben. Zorluklara göğüs gerer aşmak için tüm gücümle savaşırdım. Şimdi yenilgilere doymuyordum. Korkuyor ve kaçıyordum. Ben böyle biri değildim. Bu zamana kadar geçirdiğim o büyük sinir krizi sayılmazsa doğru düzgün ağlamışlığım bile yoktur.
Ama şimdi ağlamak istiyordum. İçim dışıma çıkana kadar, ters yüz olana kadar çok ağlamak istiyordum. Ellerimi yumruk yapıp sıktım. Adımlarımı daha da hızlandırdım. Ağlayamıyordum. Bedenim kendini kasıyordu. Dişlerimi birbirine bastırdım. Fiziksel olarak da ruhsal olarak da acı çekiyordum. Dışa vuramıyordum. Dökülemeyen tüm duygularım içimde farklı yerlere çarpıyor, zarar veriyordu. Kafamın içi yüksek sesli bir alarmla birlikte kırmızı ışıklarını yakmıştı.
Çenem titredi. Birbirini takip eden adımlarım yavaşladı. Gözlerim yandı başta ve gözyaşlarım bir bir dökülmeye başladı. Ağladıkça yavaşladım ve sonra durdum. Sıkılığını kaybeden yumruklarım gevşedi ve avuç içlerim bugün defalarca kez olduğu gibi yine yüzümü kapattı. Hep olduğu gibi sessizce ağladım.
Sarsılan omuzlarıma iki büyük el kondu ve beni bedenine çekti. Onun kokusu burnumun direğini sızlattı. Kollarım beline sardım. Onun elleri sırtıma kaydı. Güçlü kolları beni sardı. Onun sıcaklığı şimdi bedenimin her yerindeydi. Annemin kollarında bile ağlamamıştım ben onun kollarında ağladığım kadar.
"Ben buradayım. Yanındayım."
Eli sırtımı sıvazlarken ağladım. Başta anneciğime. Kendi çaresizliğime. Korkularıma ağladım. O adamın yokluğuna ve varlığına. Nefretime ve öfkeme. Sonra kalbime, aklıma. Sevgime ve güvenime. Ama en çok kendime ağladım. Onun kollarında ağladım yine. O sessizce bekledi.
O adamı tanıyordu Asif. Benim onun kızı olduğumu biliyor muydu? Sormamıştı. O evden niye çıktığımı ya da niye ağladığımı. Neden böyle yaptığımı sorgulamamıştı. Beni tanımıyordu ve ben onun gözünde hep ağlayan bir kız olmuştum. Yine de yanımda olduğunu bilmemi istemişti. Yanımdaydı.
Gözyaşlarım dinene kadar ayakta, onun kolları arasındaydım. O gün onun zoruyla değiştirdiğim elimin sargısı yüzümü tahriş etmiş olacak ki yanağım gömleğinin kumaşına sürtündükçe acıyordu. Bende ona dair hep bir iz vardı. Onunla tanıştıktan sonra her şey onu bana hatırlatmak için var olmuş gibiydi. Kalbim yerinden çıkacakmışçasına atıyordu. Kollarımı belinden çekip kabanının içinden yeniden beline sarıldım. Bedeninin kasıldığını hissettim. Alnımı göğsüne yasladım.
"Teşekkür ederim."
Kırık ve pürüzlü sesim boğuk çıkmıştı. Yanımızdan hızla gelip geçen arabalardan beni duydu mu bilmiyordum. Hiçbir şey söylemedi. Ondan ayrıldım ve bir adım geriledim. Bacağım büküldü ve düşecek gibi oldum. Benden yeni ayrılan kolları yeniden belimde yerini almıştı. Refleksle ellerim kollarına tutunmuştu.
Anlık duygu boşalmasındandı sanırım kendimi çok bitkin hissediyordum. Bilincim açıktı ama bedenim yorgun düşmüştü. Ben başımı eğsem de onun gözleri üzerimdeydi. Hissedebiliyordum.
Geldiğimiz yolu gerisin geriye döndük ve az önce indiğim arabaya, aynı yere Asif'in yardımıyla oturdum. Üzerime eğilip emniyet kemerini taktı. Öyle yakındı ki bir ara az biraz kıpırdasam dudaklarım yanağına, hafif çıkmış sakallarına değecekti. Kalbim o anda düşünceyle deliye döndü.
O da yerine geçtiğinde araba yeniden hareket etti. Başımı koltuğa yaslayıp yanımızdan hızla geçen sokak lambalarının aydınlattığı kadarıyla görebildiğim dışarıyı izledim. Geneli karanlıktan ibaretti.
Doğru düzgün tanımadığım bir adamın yanında kapattım gözlerimi. Tanımadığım bir adama sadece kalbimi vermedim. Ben o adama güvendim. İnanılır gibi değildi. Daha düne kadar güvenmeyeceğime yeminler ediyordum.
Bir süre sonra araba yavaşladı ve durdu. Kapattığım gözlerimi araladım. Loş bir ortamdaydık. Yanımızda ve önümüzde araba vardı. Sanırım bir otoparka gelmiştik. Sesli bir nefes verip doğruldum. Emniyet kemerini açtığım sırada kapım açıldı.
Kendimi o kadar halsiz hissediyordum ki kıpırdamakta zorlanıyordum. Arabadan inmek gözümde büyüyordu ama ondan daha fazla yardım almak istemiyordum. Böyle cılız, güçsüz biri değildim ben.
Kendimi ikna sürecim biraz zaman alınca bana eğildiğini geç fark ettim. Kolu belime sarıldı. Arabadan çıkmama yardım etti ve sonrasında bırakmadı beni. İtiraz etmedim. Asansörün önüne yürüdük. Onun desteği olmasaydı yürüyemeyeceğime emindim. Tüm ağırlığım onun üzerindeydi. Düğmeye bastığında başımı daha fazla dik tutamadım. Omzuna yasladım başımı. Bakışlarını üzerimde hissediyordum. Nitekim kapıları açılan asansörün içindeki aynadan da bana baktığını görmüştüm.
Asansöre bindik. Ben yorgunluktan konuşamıyordum. O da bana ayak uyduruyordu. Hiçbir şey sormamıştı. Ne düşündüğünü merak ediyordum aslında. O adamla anlaşamadıkları gün gibi ortadayken benim o adamın kızı olduğumu bilse bana böyle davranmaya devam eder miydi?
Asansörün kapıları yeniden açıldığında hareketlendi. Onunla birlikte ben de tanıdık koridorda adımladım. Onun evine gidiyorduk demek. Krem rengi duvarları, mermer zemini unutmamıştım. Oysa ki buraya bir kere gelmiştim.
Evinin kapısının önüne geldiğimizde cebinden anahtarını çıkarıp kapıyı açtı. Metal gemi deseni bir anahtarlığı vardı ve ucunda iki tane anahtar vardı.
Evine girdiğimizde hiç beklemeden salona geçti ve beni geniş, lacivert koltuğa oturttu. Ne yalan söyleyeyim kolları benden hiç ayrılmasın istemiştim. O bana sarılınca her şey daha kolaydı sanki. Sorunlarım gözümde küçülüyordu.
"Kahve ister misin?"
Başımı salladım. Boğazım o kadar çok acıyordu ki konuşmaya mecalim yoktu. O yanımdan ayrıldı. Görüş açımdan çıktığında gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Evi buram buram o kokuyordu.
Bakışlarım salonda gezindi. Salonu oldukça sade ve düzgündü. Eşyaların nizami bir şekilde yerleştirilmiş gibi duruyordu. Bu düzeni bozan tek şey orta sehpanın üzerindeki küllüktü. İçerisinde birkaç tane sigara söndürülmüştü. Demek sigara kullanıyordu. Hiç belli değildi. Onun kokusu burnuma ulaştığında sigara kokusunu almamıştım. Normalde salona sinmesi gerekiyordu sigaranın rahatsız edici kokusu ama sehpanın üzerinde görmesem evde sigara içildiğini söylemezdim.
Gözlerim salonda dolaşırken yavaşça kapanmaya başladı. Kendimi daha fazla tutamadım ve koltuğa uzandım. Asla yapmayacağım bir şeyi yapmıştım ama kendimi çok bitkin hissediyordum. Gözlerimi yeniden araladığımda yemek masasının arkasındaki geniş duvara asılı tablo dikkatimi çekti. Gözlerim uzun bir süre o tabloda kaldı. Beyaz üzerine mavinin tonlarının fırça darbeleriyle var edildiği tablo onun gözlerini anımsattı bana. Gözlerimi yeniden kapattım.
"Kahve olana kadar,"
Cümlesi yarım kaldı. İrkildim. Doğrulmayı bırak gözlerimi açamadım bile. Bilincim açıktı ama bedenim yorgunluktan iflas etmişti. Onu duyamadım. Neredeydi şimdi diye düşünürken sargılı elim uzun parmaklar tarafından tutuldu.
"Hayatında neler oluyor bilmiyorum Ferra," Elimde ıslaklık hissettim. Elimdeki sargı yavaşça çözüldü. "Kendini bu kadar aksatmaya değer mi?"
Sargının açılışını yaraya temas eden havayla hissetmiştim. Elimdeki geçmek bilmeyen yaraya bir şeyler sürerken onun sorusunu düşündüm. Değer miydi gerçekten? Konu annem olunca her şey ikinci hatta üçüncü plana düşüyordu bende. Ben bile olsam. Annemi öylesine çok seviyordum ki onun benden alınma düşüncesi bile kahrediyordu beni. Annemi paylaşamıyordum. Kıskançlıktan değildi. Sadece benim için bir annem vardı işte.
Elim bu defa bir sargıyla kaplanmadı. Uzun bir bant yapıştırdı. Demek ki iyileşme gösteriyordum yani ilgilenmesem de olurmuş değil mi? Kendime karşı vicdansız değildim fakat her şeyden önce kendim de gelmiyordum.
Avucu yanağımı kapladı. Baş parmağıyla okşadı. Eli yanağımda çok durmadı. Saçlarıma tırmandı. Parmakları saç tellerimin arasına karıştı. Nefesini yüzümde hissettim. Bana bir şeyler söyledi ama algılayamadım. Dokunuşlarını hissedemez oldum. Bilincimi yavaştan kaybettim.
O artık benden çok uzaktaydı. Karanlığın içine düştüm. Karanlık sadece göğe değil onun gözlerine de düşüyordu. Gecenin karanlığında bir ışık ona ulaştığında ancak okyanuslarını görebiliyordum.
Hapsolduğum karanlıkta adım atamadım. Bir adım sonram onun derinliğini bilmediğim okyanuslarıysa ne yapardım? Yüzme bilmiyordum ve boğulmaktan da korkardım. Fakat daha düne kadar hiç düşünmeden o okyanusa atlayacak olan da bendim.
Onunla olmak taze açmış bir gül kadar güzeldi ama onu tutmak dikenleri avuçlamak kadar zordu. Kendime zarar vermeden onu koparıp benim yapamazdım. Kendimi kanatmak istemiyordum. Onunla benim aramda hala engeller vardı. O istediği zaman beni tutabilirdi ama ben izni olmadan elimi bile uzatamazdım. Böyle hissettiriyordu bana. Aşılmayan buz dağlarını aramıza koyan oydu. Farkında mıydı?
*
Bacaklarımı kendime çektiğimde üzerimdeki şeyin kaydığını hissederek açtım gözlerimi. Gözlerim zemindeki beyaz pikeyi gördü. Sırtüstü döndüm. Yattığım yer akşamki koltuktan daha rahattı. Etrafıma bakınınca buranın yatak odası olduğunu fark etmiştim. Onun odasında mıydım?
Yattığım yerden doğruldum. Üzerimde dün akşam buraya geldiğim ince siyah kazağım ve altımda siyah eşofman altım vardı. Ayakkabılarım çıkarılmış ve siyah çoraplarımla kalmıştım.
Ayakkabılarımı ararken mobilyaların koyuluğu dikkatimi çekmişti. Komodinin üzerinde lacivert, kalın bir kayışa sahip kol saati vardı. Şüphesiz burası onun odasıydı. Ben nasıl gelmiştim buraya? Beni buraya kadar taşımış mıydı? Ne gerek vardı ki? Koltukta da uyuyabilirdim.
Ayaklandığımda ayakkabılarımın yatağın kenarına düzgünce bırakılmış olduğunu görmüştüm. Önce yere düşen pikeyi elime aldım ve katlayıp yatağa bıraktım. Ayakkabılarımı giydim ve sessiz olmaya özen göstererek odadan çıktım.
Kısa koridoru geçerken lavaboyu bulmaya çalışıyordum. Yüzümü yıkayıp kendime gelmeye ihtiyacım vardı. Salonun önünden geçerken onun akşam benim uzandığım koltukta uyuyor olduğunu gördüm. Ona yaklaşmak için attığım tek adımım duraksadı.
Annem aklıma yeni gelmişti. Ona bir şey demeden ayrılmış ve gece boyunca eve dönmemiştim. Telefonum yanımda değildi ki beni arayabilsin. Kesin benim için endişelenmişti. Ona duyduğum endişe bir anda her şeyi unutturmuştu.
Geri odaya döndüm ve cam çalışma masasının üzerindeki beyaz kağıtlardan birinin kenarını yırtıp yanında bulunan kurşun kalemi elime aldım. Teşekkürümün bulunduğu bir not yazdım. Odadan çıktım ve salona girdim. Orta sehpanın üzerine onun görebileceği bir şekilde notu bırakıp beklemeden çıktım salondan ve sonra evden.
Özellikle bakmamıştım ona. Uyurken nasıl göründüğünü görememiştim. Gözlerim ona kaysa yüz hatlarında kalırdı. Belki o uyanan kadar kendimi alamazdım ondan. Asif'i bir daha uyurken göreceğimi zannetmiyordum. Yüzü her zaman olduğu gibi katı mıydı bilemeyecektim. Ya da belki bir gün görürdüm kim bilir?