Kendimi sakinleştirmek amacıyla derin nefesler alıyordum fakat fayda etmiyordu. Titrek ellerimle cebimdeki anahtarı çıkartıp kapının kilidine girdirmek neredeyse yarım dakikamı almıştı ve sonunda kapıyı açabilmiştim. Derin bir nefes alarak geri çekildim ve annemin içeri girmesine öncelik verdim.
Sessizlik.
Hayatımın en zor zamanlarında -küçükcük bir çocukken- kulaklarımı kapattığımda tüm o gürültünün, karmaşanın kaybolacağına olan inancım...
Çocukluk işte(!) Çocuk gibi davranmak, kendimi kandırmak. Sessizliğin hakim olmasıyla her şey geçti sanardım. En büyük hatalardan biri. Ellerimi kulaklarımdan çektiğindeyse tüm o gürültü, kargaşa geri dönerdi. Kendi kendimi dahi kandıramazdım.
Anneciğim kapıdan girdiğinde onu takip ederek peşinden ben de evimizin kapısından içeri girdim. İkimiz de tek kelime etmeden atkımızı, beremizi, montumuzu çıkartıp portmantoya astık ve yine tek kelime etmeden odalarımıza çekildiğimizde yatağımın üzerine oturup kaldım.
Şimdi ellerimi kulaklarıma kapatsam, zihnimde yankılanan kelimeleri susturabilecek miydim? Üstelik dışarıdan gelen sesler de değildi. Nasıl susardı bu yankı?
Akciğer kanseri.
Üstelik kötü huylu.
Ve son evre.
'Neden?' Defalarca soruyorum.
'Neden annem?'
Yaşadıklarından sonra yetmemiş miydi çektiği acıları?
Neden?
Güzel yüreği acı çekmeye doymayacak mıydı?
Neden?
Peki ne yapacaktık? Nasıl olacaktı?
Neden?
Basit, rutin bir kontrol için götürmüştüm oysaki onu. İyi olduğuna o kadar emindim ki en fazla grip olacağını düşünmüştüm. Annemdi çünkü o benim. Anneler hep iyi olurdu, değil mi?
Tahlilleri inceleyen doktor, bu hastalıkta uzman birinin annemin sonuçlarını incelemesini istemişti.
Nereden bulacaktım o doktoru? Nasıl emin olacaktım iyi olduğuna? Nasıl güvenip annemi emanet edecektim? İyileştirebilecek miydi o doktor annemi?
Ne yapacaktım? Kimim kimsem yoktu ki benim. Nasıl bulacaktım öyle iyi doktoru?
Çaresizlik. Defalarca yaşadığım fakat en derinini yaşadığım, tarif edemeyeceğim şekilde canı acıtan tek kelime.
Gözlerime dolan yaşlara karşı verdiğim savaşı kaybederken yatağıma attım acıdan cayır cayır yanan bedenimi. Durduramadığım, sessizce akan gözyaşlarıma hıçkırıklarım eklendiğinde yüzümü yatağıma bastırdım.
Çığlık çığlığa haykırmak istiyordum. Ağlamak fayda etmiyordu. İçimdeki bu kötü hisleri atamıyordum. Annemin yerine ben hasta olmak istiyordum. O en güzel şekilde yaşamayı hak ediyorken bunlar olmamalıydı.
Gözyaşlarım içimin yangınını söndürmeye yetmiyordu. Hiçbir şey yetmezdi bu yangının dinmesine.
Pantolonumun cebinden sesi yükselen telefonumu bir süre kulak ardı etsem de sonunda dayanamayarak kimin aradığına bakmadan açıp kulağıma götürdüm.
"Naber bebek?"
Kulağıma dolan Sena'nın sesiyle gözyaşlarım daha da arttı. Hani olur ya kendinizi sıkarsınız güçlü durmak için. Birçok zorluğa göğüs gerersiniz ama öyle biri olur ki hayatınızda onu gördüğünüz anda tüm yelkenleri suya indirirsiniz, duvarlarınız yıkılıverir. Sena'nın da benim hayatımdaki yeri öyleydi. Sesini dahi duysam o an nasıl hissediyorsam onu yansıtırdım ona.
"Sena."
Kırık, cızırtılı, acı dolu sesimle yarım yamalak seslenmiştim ona. Kısa bir süre sadece arka fondaki gürültüyü ve ardından gelen hışırtıları dinlemiştim.
"Ferra? Ne oldu?! Sesin neden böyle?!"
Sena'nın endişesi sesinde bariz bir şekilde kendini belli ediyordu. Sesimi duyduğunda kalakalmıştı sanırım çünkü en son ne zaman bu kadar kötü olmuştum bilmiyordum. Genelde üzüntümü öfkeye dönüştüren biriydim fakat şimdi, öyle kötüydüm ki üzüntüm öfkeye dönüşemiyordu. Sadece yıkıntı hissi vardı.
"Ferra! Bir şey söyle Allah aşkına!"
Sakinleşmek amacıyla derin bir nefes aldım. Boğazımdaki yumruyu yok etmek için defalarca yutkundum. Az da olsa konuşabileceğime emin olduktan sonra dudaklarımı araladım.
"Sena ben hiç iyi değilim. Sena, annem," Devam edemedim. Annem çok kötü, düzgün bir tedavi süreci olmazsa yakın zamanda beni bırakacak, adını dahi anmaya korktuğun ölüm onu benden alacak diyemedim. "Korkuyorum Sena."
"Ne oldu?! Canan teyze iyi mi? Dur, tamam," Bir nefes sesi işittim. Ardından anlayamadığım bir şekilselinde kendine fısıldadı. "Neredesiniz? Geleyim."
Kuruluktan çatlamış dudaklarımı ıslatıp yeniden yutkundum. Odamın çatlak duvarlarına baktım. Ne kadar boya kullanırsak kullanalım fayda etmiyordu. Her seferinde oradaydı. Hayatımın kötü zamanları da bu çatlak gibiydi. Üstünü ne kadar ötmeye çabalarsam çabalayayım hep oradaydı.
"Evdeyiz."
Sena'nın sessizliği anahtar ve kapı sesiyle bozulmuştu. Muhtemeldir ki evden çıkış yapmıştı.
"Tamam, geliyorum hemen."
Evlerimiz arasında çok bir mesafe olmadığı için kısa sürede burada olacağını bildiğimden yatağımda doğruldum. Yanaklarımdan süzülmeye devam eden gözyaşlarımı kesmek için yanaklarımı elimin tersiyle sertçe sildim defalarca kez. Yanaklarıma yaptığım baskı ve şiddet kızarmalarına neden olacaktı, biliyordum ama umursamadım.
Odamın kapısını açmadan hemen önce derin bir nefes aldım. Kendimi bir an önce toparlamam gerekiyordu. Beni böyle görmemeliydi annem. Görürse çok üzülürdü. Hastalığı içinse hiç iyi olmazdı.
Ah anneciğim. Sen onca acıya nasıl göğüs gerebildin? Ben senin kızınım ama sen gibi olamıyorum. Sendeki dirayet bende neden yok?
Evimizin kapısının önüne geldiğim sırada kapı zilinin çalmasıyla açtım ve Sena'yı karşıladım. Onunla göz göze geldiğimiz an dindirdiğime inandığım gözyaşlarım anında akmaya başlamıştı.
"Ah benim canım."
Hiç beklemeden sıkı sıkı sarıldı bana. Sena ile olan dostluğumuzun kardeşliğe evrilmesinin en büyük nedenlerinden biri, en kötü anlarımızda birbirimizin yanında olmuş olmamızdı sanırım. Hem ben onun hem de o benim gözyaşlarımızın omzu olmuştuk.
Şimdi düşünüyorum da ne boş şeyler için ağlamışım. Bilseydim böyle olacağını hiç gözyaşı döker miydim?
"Ferra, kendini böyle bırakma n'olur," omuzlarımdan tutarak beni kendinden ayırdı ve yanaklarımdan süzülen yaşları sildi. "Canan teyzeye ne oldu anlat Allah aşkına! Sen böyle kötü olmazdın, ne oldu?"
Burnumu çekip derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştım. Gözlerimi kırpıştırarak birikmeye yüz tutmuş yaşları öteledim.
"Odama geçelim."
Sena atkısını ve kabanını çıkartıp portmantoya asarken etrafta dolaşan gözlerim annemi aradı fakat köşeleri küf turmuş geniş, kısa holde olmayışı odasından çıkmadığını gösteriyordu.
Koluma dokunan elle irkilerek elin sahibine baktım. Gözlerim her yerde annemi görmek istiyordu. Onu kaybetme korkusu yüreğimin en dip köşesine kadar ilişmişti. Korkuyu ilk defa böylesine derinden hissediyor, düşündükçe delirecek gibi oluyordum.
Sena ile birlikte odama geçtiğimizde yatağıma karşılıklı oturduk. Başörtüsünün uçlarını tuttu parmakları. Ne zaman bir şeyi çok merak etse böyle yapardı. Merakla parıldayan yeşil gözlerinden kaçındı gözlerim. Küçük bir avuntu kırıntısına muhtaç olan kalbim ona anlatmam için kendini paralıyor olsa da dudaklarım aralanmak için bir gayret göstermiyordu. En sonunda, derin bir nefesi ciğerlerime göndermek için aralanabildi dudaklarım.
"Bu sabah doktora gittik biliyorsun. Yani birkaç kişiye sordum, soruşturdum dün akşam. Bilgisine güvenilir bir doktordu gittiğimiz. Neyse işte, doktor önce annemin şikayetlerini dinledi. Ben de anlattım gözlemlediklerimi. Sonra muayene etti. Birkaç test istedi. En sonunda bir şeyden şüphe ettiğini söyledi," sesim boğuklaşmış, boğazım düğüm düğüm olmuştu. "Kanser. Akciğer kanseri. Son evre. Kötü huylu olabileceğini söyledi. Bu konuda bilgili, alanında iyi bir doktor bakmalıymış. Ne yapacağım ben Sena. Nereden bilirim ben? Hadi buldum diyelim, kesin özelde çalışıyordur. Binlerce lira demek. Banka bana gereken günde gereken miktarı verebilecek mi? Allah'ım kafayı yiyeceğim."
İnce parmaklarım önce saçlarımı çekiştirdi ve ardından ağlamaya devam eden gözlerimin üzerini örttü. Annemin haberini almasıyla onun da gözyaşları akmaya başlamıştı. Yeniden, birbirimize sıkıca sarıldık. Birlikte ağladık. Ta ki Sena benden ayrılana kadar. Gözyaşlarını silip burnunu çekti ve boğazını temizledi.
"Bana kızma Ferra ama acaba babana mı gitsen?"
Kalakaldım. Annemi bu hale getiren yegane kişi oyken yüzünü dahi görmek istemiyordum onun. Ama arada annemin hayatı vardı. En iyi doktoru da tedaviyi de o bulabilirdi, biliyorum. Benim günlerimin, aylarımın o doktoru bulma çabasıyla geçeceğini ama işin içine o girerse çabucak bulacağını da biliyordum. Koskoca Yıldırım Gümüş'tü o. Onu affetmezdim. Fakat belki, sadece gidip bunu isteyebilirdim.
Ama zordu. Onu yeniden görme düşüncesi bile gerim gerim gerilmeme sebep oluyordu. Ne yüzünü görmeye ne de sesini duymaya tahammülüm yoktu. Ondan bir şey istemekse benim için çok zordu ama ucunda annemin hayatı varken bunları düşünmeli miydim?
"Seni buna zorlayamam ama bunu bir düşün," gerilen dudakları zoraki gülümsediğini belli etse de o umursamayarak ayaklandı ve kollarımdan tutarak beni de ayaklandırdı. "Daha fazla düşünüp üzülmek yok. Canoşumuzun morali bizim için artık ekstra önemli. O yüzden ona bir şey çaktırmamalıyız. Artık hayatımızda mutsuzluk diye bir kavram yok! Hadi bakalım, birlikte en sevdiği yemekleri yapalım!"
İnce, uzun parmakları şefkatle koluma dolandı ve beni de peşisıra ayağa dikti. Kol kola odamdan çıkarken sırtımı sıvazladı. Haklıydı aslında. Annemin morale ihtiyacı vardı. Her ne olursa olsun, dünyanın sonu dahi gelse anneme yansıtmamalı, hep güldürmeliydik onu. Bir de benim yaptığıma bak!Karamsarlığın birikintisinde yüzüyordum.
Aptal Ferra!
Hiç akıl yoktu bende.
Birlikte mutfağa geçip annemin en sevdiği yemekleri yapmaya koyulduk. Sena'nın yanımda olması öylesine çok önemliydi ki benim için. Yemekleri yaparken iş yerinde yaptığı sakarlıkları, okuldaki hocalarını, derslerini anlatırken çok gülmüştüm. Hatta bir ara öyle çok gülmüştüm ki annemin hastalığını unutmuştum.
Sonra olanlar yeniden aklıma gelmiş, gülüşümün ardından gözyaşlarım gelmiş olsa da doğradığım soğanı bahane ederek gerçeği saklamıştım.
Masa tamamen hazır olduğunda Sena'nın avuçiçleri omuzlarımı buldu. En zor kısım gelmişti. Annemi masaya çağırmam gerekiyordu. Gözlerinin içine baktığımda nasıl ağlamadan duracaktım? Peki o ne haldeydi?
Derin bir nefes alıp Sena'ya zoraki bir gülümseme göndererek annemin odasına ilerledim.
Annem, canım annem... Babasının acısını atlatamadan kocasının ihanetiyle karşılaşan annem. Koca dünyada bir kızıyla yapayalnız kalan annem. Onca mücadeleye göğüs germiş, sonunda mutlu olacağı zamanda yeni bir acıyla karşılaşan biricik annem.
Bu evin kapılarını ilk araladığında havasız odalar, tozlu duvarlar ve rutubet dolu tavanla karşılaştığımızı anımsıyorum. Annemin sıcak sudan soğuk suya değmeyen narin elleri hiç çekinmeden tozlu, güneş ışığını gizleyen, bakımsızlıktan renk atmış perdeleri aralamakla başlamıştı yıpranmaya.
Ah o eller neler çekti canımın içiyle. Çoğu şeyi ona kıyamadığımda ben yapmaya çabalardım fakat izin vermezdi. Sanki bunları hak etmiş gibi kendine acımadı hiç.En çok da kendine insafı olmadı hiç.
Odasının kapısında durmayı bırakarak ne zaman yumruk yaptığımı bilmediğim elimi kaldırıp kapısına vurdum iki defa ve kısa bir süre bekledim. İçeriden herhangi bir yanıt alamayınca aklıma doluşanlarla yüreğim bir anda korkuyla çırpınmaya başlamış, daha fazla beklemeden kapıyı hızla açıp içeri atılmıştım.
Karşımda, pembe çarşafıyla renklenmiş yatağının ucunda oturmuş, gözyaşlarını telaşla silmeye çabalayan annemle karşılaştığımda güçlü durma çabam darmadağın oluvermişti.
Büyük adımlarla yanına ulaşmış, hemen önüne çökmüş, yanaklarına sertçe bastırdığı ellerini avuç içlerime alıp kucağına indirdim. Buğulu gözlerim gözlerini yakalamaya çabalasa da o güzel gözleri sürekli kaçmıştı.
"Anneciğim."
Boğuk sesimin peşi sıra gözleri gözlerimle buluşurken gözyaşlarım gözlerimden süzülüvermişti. Yüzümde oluşan zoraki gülümsemeyi yıkmamak için üstün bir çaba sarf ediyordum.
"Geçecek," Yüreğimin en derininden inandığım ve dilediğim tek şey. "Sen çok güçlü bir kadınsın! Nelere göğüs gerdin sen anne? Bunu da yeneceksin. Hemen yelkenleri suya indirme bakalım," ellerimi ellerinden çekip yanaklarından süzülen yaşları nazikçe sildikten sonra kendi yanaklarımı da kurulayıp derin bir nefes alarak ayaklandım. "Yemek hazır. Bundan sonra beslenmenden ben sorumluyum."
Başımı dikleştirip elimi uzattığımda yılların yıpranmışlığını gizleyemeyen nasır tutmuş sıcacık eli avuç içimi doldurdu ve hafifçe gülümsedi.
"Desene yandık!"
Dudaklarım iki yana kıvrılırken başımı hızla salladım. Yıllarca annem bana göz kulak olmuş, beni sarıp sarmalamıştı. Şimdi sıra bendeydi. Yarın okuldan erken çıkıp doktoru iyice sorguya çekecek ve yeni bir doktor için araştırmalara başlayacaktım.
Kararlıydım. Ne olursa olsun annem iyileşecekti. Tam mutluluğu, huzuru yakalamışken yaşamayı da beni de bırakamazdı. Ben onsuz yapamazdım. En çok bunun için çabalayacaktım.