Hayat çok garipti.
Bir süre önce ilk kez gördüğüm, adını sanını bilmediğim bir adamı çıkarmıştı karşıma. İlk karşılaşmamız sonrasında, o hatırlamış mıydı bilmem, beni ağlarken görmüş ve iyi olup olmadığımı sormuş, yardım etmek istemişti. Hiç tanımadığı birine. Ve hiç tanımadığım bir adam gözyaşlarıma şahitlik etmişti.
Sonra onu hastaneye girerken görmüştüm. Gözlerimiz o an da birbirini bulmuştu. Var olduğumuz ortamlarda mıknatıs misali birbirlerini çekiyorlardı.
Şimdi ise tam karşımdaydı ve benim aksime gözlerinde herhangi bir şaşkınlık kırıntısını yakalayamamıştım. Yerler ve zaman değişmişti ama onu ne zaman görsem ortaya çıkan duygularım aynıydı. Yine aynı hisler bürümüştü bedenimi. Şaşkınlığın yanında kalbim yine hızla çarpmaya başlamıştı. Korku muydu endişe mi bu hissettiğim duygu hala anlayamıyordum. Peki neden?
"Merhaba Asif Bey," Hilal Hanım kendisinin aksine bende olan gözleri takip etmiş ve bana dönmüştü. "Ferra Hanım Tunahan'ın öğretmeni. Hasta olduğunu öğrenince ziyaret etmek istemiş."
İki çift gözün üzerime dönmesiyle daha çok gerilirken elimdeki poşete sarılı meyve sepetinin kulpunu biraz daha sıktım. Dudaklarımı birbirine bastırdım. 'Merhaba' gibi basit bir kelimeyi bile söyleyememiştim.
Adının Asif olduğunu öğrendiğim karşımdaki adam sessizce başını onaylarcasına salladı. Beni tanımış mıydı acaba? Tanımış olsa böyle tepkisiz kalır mıydı ki? En azından şaşırırdı değil mi? Belki de ben çok anlam yüklemiştim bu karşılaşmalarımıza, o beni fark etmemişti bile.
Bir adım gerileyerek kapı geçebileceğimiz şekilde açıldı. Hiç tanımadığım bir insanın evine girecek olmak beni fazlasıyla tedirgin ederken Hilal Hanım gelmeseydi yalnız başıma gelemeyeceğimi fark etmiştim.
"Ben bunu alayım, zahmet etmişsiniz."
Sıkı sıkıya tuttuğum meyve sepeti elimden kayıp giderken Hilal Hanım almış ve bu eve çok sık geldiğini belli ederek nereye gideceğini bilip gözden kaybolmuştu.
Onunla, evin antresinde öylece karşılıklı kalakalmıştık. Sessizlik beni rahatsız ederken konuşmak ve bu rahatsız edici sessizliği kırmak için dudaklarımı araladım.
"Kusura bakmayın. Rahatsızlık vermek istemezdim ama Han'ı merak ettim."
Kendimi açıklamak zorunda hissetmek bulunduğum durumu daha da hoşnutsuz hissettirmişti. Emrivakiliği sevmezken şimdi ben yapmıştım. Karşımdaki adamın ise çok da umurunda değil gibi sessizce başını aşağı yukarı sallamadı sadece.
Antrenin bitiminden duyduğum adım sesleriyle o tarafa döndüm. Odağım bir anda dağılmıştı. Han görüş açıma girdi. Onu gördüğüme sevindiğimi göstermek için gülümsediğimde tek gözünü ovuşturarak bize bakan küçük çocuk, benimle göz göze geldi. Başta yüzünde oluşan şaşkınlık kocaman bir gülümsemeyle renklendi.
"Öğretmenim!"
Kısa adımlarla koşturarak yanıma ulaşmaya çalışırken ben de eğildim. Hızla üzerime atıldı. Onu kollarım arasına alıp ayaklandığımda beklediğimden daha ağır gelen küçük ile bir adım geriye sendeledim.
Beklemediğim bir başka şey ise bir anda başka biri, tanımadığım bir insanın temasıydı. Tüm kaslarım bu dokunuşa anında kasılmakla tepki vermişti. Ancak sırtımda hissettiğim büyük avuç içinden aldığım destekle dengemi sağlayabilmiştim.
"Çocuklar," Bakışlarım etrafta gezinirken yanaklarımın yandığını hissedebiliyordum. Kucağımda Han olmasa başımı eğer, yüzüne bakamazdım bile. Bu tür temaslara özellikle bir yabancının temasına alışık değildim. "Beklediğimizden daha hızlı büyüyor."
Açıklama gereği duymuştum. Kaçamak bakışlarım çok kısa süreliğine onu bulduğunda gözlerinin benim üzerimde olduğunu ancak fark etmiştim.
Beni hatırlamış mıydı? Neden böyle dikkatli bakıyordu?
Adının Aras olduğunu yeni öğrendiğim adamın gözleri buz gibi bakıyordu yine. Ne düşündüğünü çıkaramıyordum. Gözlerindeki buz kütleleri o kadar soğuktu ki uzun zaman baksam yanacağım diye korkuyordum. Ama aynı zamanda o kadar da güzeldi. Göz alıcıydı. Güzel gözleri vardı. İnsan baktıkça bakmak istiyordu.
Düşüncelerimin farkına vararak bakışlarımı hızla çektim ondan. Daha yeni adını öğrendiğim bir adam için nasıl böyle şeyler düşünebilirdim? Çok ayıptı bu yaptığım. Yanlıştı. Tanımadığım bir adama karşı bu tür tehlikeli düşüncelerim olmamalıydı.
Benim için tehlikeliydi çünkü ben daha önce kimsenin gözleri hakkında böyle yorumlar yapmamış ve bu tür düşüncelere sahip olmamıştım. Biricik dostum Sena için bile!
Sonunda ne olduğunu bilmediğim yollara girmezdim ben. O yolları arşınlarken de sonuna geldiğimde de ne olacağını bilememek korkuturdu beni. Bu yüzden hep bildiğim sokaklardan geçer, aynı da olsa yolları teperdim. Ancak tanıdığım ve bildiğim yollar güvenliydi benim için.
Elim, kollarım arasındaki çocuğun saçlarına çıkarken sırtımdaki el yavaşça bedenimden uzaklaştı. Kasılan kaslarım bir anda gevşemişti.
"Hancığım, nasılsın canım?"
Hem hissettiklerimden hem de bulunduğumuz bu kasvetli ve sessiz ortamdan kurtulmak için konuşmuştum. Aynı zamanda nasıl olduğunu da merak ediyordum. Az önce bana seslenirken bile halsiz çıkmıştı sesi.
Han, omzuma yaslı olan kafasını kaldırıp kocaman gri gözleriyle gözlerimin içine baktı. Elim saçlarından yanağına indi ve yumuşacık yanağını okşadım. Göz kapakları gözlerini gizlerken yanağını avcuma yasladı ama hiçbir şey söylemedi.
Dayısı gibi sessiz kaldı.
Bu evde herkes sessizlik yemini mi edilmişti? Sınıfımda kıpır kıpır yerinde duramayan, sürekli konuşan çocuğa ne olmuştu? Bu kadar mı hastaydı yani?
Belli etmeden, saçlarını düzeltiyormuş gibi görünerek avucumu kısacık bir an alnına yasladım ve alnındaki saçlarını kaydırarak geriye iteledim. Ateşi yoktu.
"Ateşi yeni düştü. Hala halsiz. İsterseniz bana verin, yatağına götüreyim."
Geçen gün kulaklarımın işittiği aynı ses tonu yeniden buradaydı. Buz misali bakışları sesine eşlik ediyordu yine. Kalın, katı ve duygularını gizleyen bir tona sahipti.
Verdiği yanıtla afallamış ve ona dönmüştüm. Ateşini kontrol ettiğimi anlamış mıydı yoksa denk mi gelmişti? Zihnimi okuyamazdı ya.
"Hayır."
Tunahan boynumdaki kollarını sıkılaştırırken sesi yorgun çıkmıştı yine. Neden bu kadar çok hastalandığını anlamaya çalışıyordum ama bir sebep bulamıyordum. Onun hastalığına çok nadir rastlamıştım halbuki.
"Tamam," Kucağımdaki miniği yanıtlayıp yine o buzullara döndüm. "Odasını gösterirseniz ben yatırayım."
Asif Bey ya da Asif, nasıl hitap edeceğimi bilmiyorum. Yerinde kıpırdandı ve sırtını bana döndü. Ben de onun uzun adımlarını takip ettim.
Kafamın içi ikiye bölünmüştü sanki. Bir taraf davranışlarımın hadsizlik ve kabalık olup olmadığını düşündürürken diğer taraf sadece önümden yürüyen adama odaklanmıştı.
Yanlış bir tavır sergilemiş ya da konuşmuş olsaydım uyarılırdım. Kendi düşüncem böyleydi. Kitabı kapağına göre yargılıyor olabilirdim ama bu adam, uygun olmayan bir şeyle karşılaşsa kesin bir dille yanıtlayacak türden bir adamdı.
Gözlerim bir adım önümde olan adamdaydı.
Geniş omuzları vardı. Üzerindeki ince kazağa rağmen yapılı bir vücudu olduğunu anlayabiliyordum. Kendinden emin görünüşü duruşuna da yansımıştı sanki. Dimdik duruyordu. Kahve, dalga dalga saçları ensesinde sonlanıyordu.
Beyaz, sade bir oymacılığa sahip kapının önünde durdu ve beklemeden kapıyı aralayıp içeri adımladı. Bu hareketle onu incelemeye devam edişim bir anda sonlandı.
Hemen ardından ben de odaya giriş yaptım. Bulunduğumuz küçük, dar oda duvarlarına sürülen beyaz boyaya ve aydınlatmasıyla biraz ferahlatılmıştı. Zemini süpüren perdeler büyük pencerenin iki yanına çekilmişti. Duvar boyu olan pencere güzel bir şehir manzarası gözler önüne seriyordu. Pencerenin biraz ötesinde, çaprazında iki çekmeceli açık gri komodin ve yanında tek kişilik bir yatak vardı. Yatağın üzerindeki mavi yatak örtüsü dağınıktı. Bu da demek oluyor ki az önce Han bu odadan çıkmıştı.
Yürüdüğümüz koridor boyunca enseme çarpan nefeslerin yavaşça düzene girmeye başladığını fark etmiştim. Kucağımdaki küçük çocuk yakın zamanda uykuya dalacaktı. Yavaş hareketlerle onu yatağına yatırdıktan sonra üzerini örttüm ve son defa okşadım yumuşak saçlarını.
Onu hep gülerken görmeye alışık olduğum için böyle görmek beni de kötü hissettirmişti. Ah benim küçücük kalbine herkesi alan sevgi dolu çocuğum, bir annenin kalbine sığamamıştı. Ne acı.
Tunahan'ı alnından öptükten sonra dikleştim. Onun için çok üzülüyordum. Umarım büyüdüğünde daha kötü hale gelmezdi. Şimdi çok bir şey anlamıyordu, çevresinde onu seven insanlar vardı. Zamanla onlar azalacaktı, yaşadıklarının farkına varacaktı ve sonunda kendisiyle baş başa kaldığında aslında istediğinin anne, baba sevgisi olduğunu fark edecekti. Sonrasında kalbine öfke giriş yapacaktı ilk. Sonra nefret. İçten içe yiyip bitirecekti bu duygular onu.
Öngörülerimin her biri tecrübelerim sonucu ortaya çıkmıştı. Benim bir annem vardı. Her daim yanımda olup sevgisini üzerimden atmayan fakat babam için aynı şeyi söyleyemeyecektim. Ergenlik döneminde ona olan öfkemin kine dönüşümüne şahitti biricik anneciğim. O adamdan nefret ediyordum çünkü bizden vazgeçmişti. Gitmişti.
Aslında belki de bize hiç gelmemişti. Gelmek istemiş miydi? Kapımızın önünde yattığı o gecelerde henüz gidişinin farkında değildim ki ona inanmıştım. İnsan çok sevince bazı şeyleri göremiyor gözleri. Sonra biri geliyor ve gözüne sokuyor gerçekleri. Öyle yaptılar benim hayatımda. Onun sevgisinin var olmayışına öfkelenmiştim başlangıçta. İlerleyen zamanlarda onun sevgisizliğinden doğma bir nefretle baş başa kalmıştım.
Umut ediyordum ki kendisine büyük gelen yatakta savunmasızca uyuyan küçük çocuk böyle olmasın. Öyle olduğunda insanın bir kendine zararı oluyordu, başkasına değil.
Bulunduğum yerin farkına vararak daldığım düşüncelerimden bir anda sıyrıldım. Çoğu zaman olduğu gibi düşünce denizine daldığımda nerede olduğumu unutarak daha da dibe batmıştım ve sonra bir şey olduğum yeri hatırlatarak beni kurtarıyordu.
Bakışlarım çabucak küçük odayı taramış ve onun buzullarıyla karşılaşmıştı. Mahcupça bakıp ona, Asif'e döndüm. Gözlerini bir an olsun benden çekmiyordu. Bundan rahatsız olmuştum.
Ne zamandır bana bakıyordu? Buraya geldiğimizden beri mi? Sahi, ne kadar olmuştu? Kaç dakika?
Zaman kavramı zihnimde yanıp sönmeye başladığında bileğimdeki ince kordonlu saate baktım. Akşamın dokuzunu gösteren akreple bir anda telaşa kapıldım. Annemi arayıp haber de vermemiştim. O da beni aramamıştı. Neden? Bir şey mi olmuştu yoksa? Öyle bir şey olsa Mehmet aramaz mıydı?
"Ben artık gideyim," Bakışlarımı yeniden ona kaldırdığımda öylece bakmaya devam ettiğini gördüm. Neden hiçbir mimiği oynamıyordu ya da yanıt vermiyor? "Han'ı gördüğüm için endişem biraz yok olsa da tamamen iyileşene kadar aklım onda kalacak sanırım. Onu ilk defa böyle kötü görüyorum."
Umuyordum ki bu sözlerimden sonra biraz da olsa Han'ın neden hasta olduğunu bileyim ama öyle olmadı.
"İyi akşamlar."
Sadece bu kadardı. Tek yanıtı ilk cümleme olmuştu. Karışılmamam isteniyor demek ki. Bu ailede hep vardı bu şey. Ne zaman aile içi bir şey sormak için yola çıksam hemen engeller konuluyor ve u dönüşü yaptırılıyordum. Kimse içeride ne olduğu bilinsin istemiyordu anlaşılan. Bana saygı duyup susmak kalırdı.
Başımı aşağı yukarı sallayıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Sırtımı ona döndüm ve odadan çıktım. Kısa koridoru geçtiğim sırada Hilal Hanım elinde tepsiyle mutfak olduğunu düşündüğüm yerden çıktı ve benimle karşılaştı.
"Buraya gelirken beni de yoldaş olarak kabul ettiğiniz için teşekkür ederim, iyi akşamlar Hilal Hanım."
Yaşlı kadının tebessüm eden dudakları aşağı doğru bükülürken kaşları havalandı ve gözleri benim arkamda bir noktaya döndü.
"Ben de sizin için kahve yapmıştım," Gözleri tepsinin üzerinde olan kupalara ve yanına konulan kurabiyelere düştü ve sonra yeniden gözlerimi buldu. "Hemen mi gidiyorsunuz?"
Gitmeliydim. Beni bekleyen bir annem vardı. Endişelenmiş miydi acaba? Önceden olsa duramazdı arardı ama şimdi... Bu evden çıkar çıkmaz önce Mehmet'i aramalıydım. O neden beni aramamıştı ki sanki? Sinirlenmiştim ona!
"Evet, gitsem daha iyi olacak."
Söylediklerimde de hem fikirdim. Bu ev benim için çok kasvetli gelmişti. Her ne kadar evin antresi ve bir odasını görmüş olsam da evde var olan ölüm sessizliği beni çok rahatsız etmişti. Üstüne annem için endişeliydim.
Hilal Hanım başını yenilgiyle salladı ve elindeki tepsiyle birlikte o mutfağa ben de antreye yeniden döndüm. Kimsenin beni uğurlayacağı yoktu. Bana ters olan davranışların rahatsızlığıyla elimi kapı kulpuna atmıştım ki benden önce başka bir el orada belirdi.
O kadar hızlı olmuştu ki elimi durduramamıştım ve büyük elinin üzerine kapanmıştı elim. Anlık gerçekleşen temasımız sanki ondaki elektrik akımını elim aracılığıyla vücuduma göndermişti. Elimi hızla çekerken elin sahibine döndüm. Oydu. Asif.
O kadar yakınımdaydı ki aramızda bir karış var yoktu. Onu bu kadar yakından ilk kez görmüyordum ama ilk defa bakıyordum ona.
Alnına dökülen kahve saçları tepeden yayılan ışıkla yüzüne gölge yapıyordu. Buzulları mavinin koyu tonunda bir boyayla kaplıydı sanki. Çok güzel görünüyordu. Gözlerimin en içine bakıyorken bir şey arıyor gibiydi. İçten içe kaçmak isteyen tarafım çıkış yolu arıyordu. Geriye adım atacak yerim yoktu. Yanaklarımın ısınmaya başladığını hissediyordum yeniden.
O an hiç ummadığım bir soru sordu bana. Ondan duymayı beklemediğim soruyla öylece kalakaldım.
"Daha iyi misin?"