MECNUN OLMA YOLUNDA

2754 Words
Yeni hayatının ilk aylarını gayet güzel bir şekilde atlatıyordu genç kız. Her sabah erkenden kalkıp hazırlanıp kafeye gidiyor, işleri rayına oturtmaya çalışıyordu. Artık hayatında bilgisayar kaçakçılığı olmadığı için daha rahat hissediyordu. Ruhu arınıyordu yavaştan. Yoğun bir cumartesi günü için çalan alarmını kapatıp hazırlanmaya başladı. İlk başta kısa bir duşa girdi, ardından siyah bir elbise giyindi. Elbisesine aynadan baktığı sırada kapı çaldığı için rotasını değiştirip kapıya doğru koşarak kapıya baktı, gelen kargocuydu. Paketi istemese de teslim alıp kapıyı kapattı. Merakla kutuyu açtığında şık, kırmızı bir elbise duruyordu. Kutunun içinde isim yazılı olan kağıdı aradı ama bulamadı. Anlaşılan son günlerde gönderen isimsiz şahıs yollamıştı bu kargoyu. 'Neyse' dedi içinden zaten bulacaktı o densizi. Şimdilik izini sürüyordu sadece. Zaten gönderen kişi çok da umrunda değildi sadece haddini bildirecekti. Neredeyse her gün evine böyle kargolar geliyordu ama genç kızın umurunda olmuyordu. İlk başta kapısında bir buket kırmızı gül bulmuştu sonrasındaysa sayılı üretilen biz çizme. Bu kadar pahalı ürünlerin kimin alabileceğini az çok tahmin ediyordu ama kesin olmadan hüküm vermek istemiyordu. Kızın amacı neden bu hediyelerin geldiğiydi. Gelen kargoyu portmantoya bırakıp geri odasına döndü. Saçlarını tepeden toplayıp serbest bıraktı. Hafif bir makyaj yaptı ve anahtarını alıp evden çıktı. Toprak bugün biraz geç gelecekti. Kendine yeni bir manita yapmıştı ve sabahları kız ile vakit geçiriyordu. O yüzden işe erken gel demiyordu kız. Zaten genç kız da bu durumdan memnundu. Yıllarca ikisi hayatlarını mahvederek yaşamışlardı. Şimdi hiç değilse Toprak yeni bir hayat kurabilirdi. Yürüyerek kafeye geldiğinde çantasından anahtarları çıkardı ve kepenkleri açtı. Bir güzel etrafın tozunu alıp masaları düzenledi. Mutfağa geçip malzeme listesi oluşturdu. Tam da o sıra şef geldi. Ufak bir sohbet edip işlerine geri koyuldular. Zaten müşteriler de gelmeye başlamıştı. Gülümseyerek herkesi içeri davet etti. Çok şükür kafenin işleri bereketli gidiyordu. Ege elindeki evrakları sıkıntı ile okuyordu. Günlerdir aklındaki o kızı düşünüyor ne yemek yiyor ne su içiyordu. Elinden bir sürü ateşli kadın geçmişti, her çiçekten bal çalmıştı ama bu çiçek hayatında gördüğü en nadide çiçekti. Ne güzel şarkı söylemişti. Dudaklarını dudaklarıyla kapatıp ömür boyu kimsenin o güzelim sesi duymasını istemedi. Bencilliğin kitabını yazıyordu ama halinden memnundu. 'Neyse' dedi içinden, işlere geri dönmeliydi. Evrakları alıp Eren'in odasına gitti. Onun da imzalaması gereken yerler vardı. Odaya bodoslama atlayıp masasında çalışan arkadaşının yanına gitti. Önüne kağıtları fırlatıp imzalamasını söyledi. O kağıtları imzalarken bizimki bu sefer kendini koltuğa fırlattı. Kravatını gevşetti ve tavanı izlemeye koyuldu. Birinin onun derdini çözmesini istiyordu. Ama derdinin ne olduğunu bilmiyordu. O kız mıydı sorun? Yoksa o kızı gördüğü an etrafındaki renklerin canlanıp o kızı görmediği her an daha da soluklaşması mıydı? Renkler çok acımasızdı. Orospu çocuğu renkler! Ege sorunuyla -o kızın bıraktığı düşünceyle- boğuşurken Eren çoktan evrakları okumuş ve imzalamıştı. Arkadaşının durumunun zaten farkındaydı. Tamam belki hep egoist, narsist olabilirdi ama o kızdan sonra içine kapanmıştı. Eren itiraf etmeliydi eski narsist Ege'yi çok özlemişti. Şimdi daha fazla korkutucu duruyordu. "Kabul etmedi mi hediyeyi?" dedi Eren. Gemileri batmışçasına oflayan Ege gözlerini arkadaşına döndürdü. Yayıldığı koltukta bacak bacak üstüne atarak oturuşunu düzeltti. "Henüz bir haber gelmedi. Bu sabah eline ulaşmış." "Durum kritik desene o zaman dostum." dediğinde Ege de karşılık olarak kafasını düşünceli bir şekilde salladı. Durum gerçekten de çok kritikti. Eren'in aklına o kızın mekanına gitme fikri geldi. Zaten bizimki dünden razıydı. Kabul edeceğini biliyordu. Hem biraz olsun morali yerine gelirdi. "Hadi kalk kızın mekanına gidelim. Belki bir haber alırız." demesiyle Ege kravatını koparırcasına boynundan çekip çıkardı ve seri adımlarla aşağı inmeye başladı. Birinin bu lafı demesini bekliyordu anlaşılan. Eren bir cümlesiyle çocuk gibi koşa koşa giden adama hayretler içerisinde baktı. Sanırım kabul ediyorum demekti bu. İçinden 'vay be!' dedi. 'Bizim kerataya bakın hele.' * * * Alnından sırtına kadar akan terlerle beraber müşterilerle ilgilenen Talya içinden küfürler ederek Toprak Bey' i bekliyordu. Hele bir gelsin etlerini koparacaktı onun. Saat kaç olmuş hala gelmemişti kızın yanından. Tamam git eğlen demişti de bu kadarı da fazlaydı. Tam o sırada da Ege ve Eren ikilisi mekandan içeri girmişlerdi. Genç kıza en yakın masayı kapmış oturuyorlardı. Bir garson gelip siparişlerini aldı. Ege'nin delici bakışları hala kızdaydı lakin kız hiç fark etmiyordu. Adının Toprak olduğunu öğrendiği dallama içeri girdi ve hoşlandığı kadına; "Talya bebeğim, özür dilerim hatun bırakmadı beni. Çok geciktim biliyorum." dedi. Bebeğim dedi... Sikecekti bu piçi! Adını zaten geçen günlerde Eren sayesinde öğrenmişti Ege. Dünyadaki en güzel isimdi bu. Talya... Sanırım onda tüm isimler mükemmel dururdu. O mükemmeldi zaten. Sesi, yüzü her yeri çok güzel ve özeldi. Ege'ye özel yaratılmıştı adeta. "Geç içeri ve işlere yardım et Toprak. Mekan çok dolu ve işlere yetişemiyoruz." dediğini duydu. Toprak bu sert çıkış yüzünden bozulsa da hemen işlere yöneldi. Kızı fazlasıyla oyalamıştı. Talya her zamanki gibi müşterilerle güler yüzle ilgilenirken Ege masasında sinir krizi geçiriyordu. Siktir! Bu kız herkesle muhatap olmak zorunda mıydı? Bacaklarını koparası geliyordu. Bir saatin sonunda yemeklerini sipariş etmişler ve hatta yemişlerdi. Eren bulduğu her fırsatta Ege'ye takılıyordu. Arkadaşının bu halini bir yandan sevmişti. Onunla bol bol şakalaşıyor bu aşık herifi deli ediyordu. Arada Ege'nin gazabına uğruyordu ama sorun değildi. "Biraz daha gözlerini kıza dikersen kızı delip geçeceksin Ege." dedi. Gözlerini kızdan ayırmadan cevapladı Ege. "Biraz daha konuşmaya devam edersen asıl senin karnını deşeceğim Eren." Korkmuş gibi yapan Eren ağzını bir fermuarmış gibi kapatıp sustu. Bu adam yapar mıydı yapardı. Fazla zorlamamak lazımdı. Toprak ve Talya masaları dolaşıp insanlarla sohbet ediyorlardı. Yine yeni bir masaya geçiyordu. Herkesle konuşuyordu bu kız, canını sıkmıştı Ege'nin. Bir süre sonra sıra bizimkilere gelmişti. "Merhabalar efendim, nasılsınız? Mekandan memnun musunuz?" dedi Toprak. Müşteri görüşlerine çok dikkat ediyorlardı. Eren de karşılık olarak selam verip mekandan memnun olduklarını söyledi. Özellikle Ege mekan sahibine hayran olmuştu. Fevkaladeydi, mükemmeldi... Hatta ve hatta ultra çekiciydi... Toprak gayet babacan bir tavırla Ege ve Eren'le tanışmış onlarla sohbete dalmıştı. Talya da aynı şekil kendini tanıtıp sohbete katılmıştı. Böylelikle müşterilerle aralarını yakın tutuyor ve ilgileri sayesinde de daimi müşteri kazanıyorlardı. Ege, hoşlandığı kızla resmi olarak tanıştığı için çok mutluydu. Azda olsa sohbet etmişti. Onun ağzından çıkan her bir söz Ege için en değerli şeydi. "Siz ne iş yapıyorsunuz Ege bey?" dedi Toprak. Kıyafetlerine bakılırsa çok zenginlerdi. Kaçtır bu mekana geliyorlardı. Altlarında lüks arabalar mekanın kalitesini arttırıyordu. Adamdaki deli bakışlar olmasa her şey daha mükemmel olacaktı. Ege ise narsistliğini konuşturarak "Prime holdingin sahipleriyiz." dedi. Ellerini kendinden emin bir şekilde masaya koydu. Şimdi gösteri zamanıydı. Kadınını kariyeri ile etkilemeye çalışacaktı. Sonuçta kadınlar varlığı severdi değil mi? "Türkiye'nin ender otomobil üretim şirketiyiz." dedi gerinerek. Eren de Ege'yi onayladı. Gerçekten de Türkiye'nin ileri gelen firmasına sahiplerdi. Birbirlerinin çocukluk arkadaşıydılar ve ailelerinden gelen mal varlığı ile bu işe girişmişlerdi. Zamanla işlerinde ilerlemiş ve sektörde en iyisi olmuşlardı. Şimdi ise ailelerine bakıyorlardı. Talya hiç konuşmuyordu. Daha doğrusu Ege ile konuşmuyordu. Adam onu öldürecek gibi bakıyordu ve cidden rahatsız olmuştu. Ege ne zaman bir şey dese Talya sağa sola bakıyor cevabı arkadaşının vermesini istiyordu. Tabii ki Ege pes etmeyip yeni sorular soruyordu. Kız kaçıyor Ege onu kovalıyordu. Asla kızın karakterine hitap eden biri değildi. Bir kere fazla yakışıklıydı. Bu adamı hayallerinize bile alamazdınız, güzelliği altında ezilirdiniz. O yüzden adama yüz vermemek lazımdı. Egoist piç! "Eee çocuklar kaç yaşındasınız?" diye sordu Eren. Talya 21, Toprak ise 27 cevabını vermişti. Buna karşılık Eren 28 Ege de 29 cevabını vermişti. 'Uh' dedi Talya içinden. 'Yaşlı ama hızlı...' 'Uh' dedi Ege. Şimdi de araya yaş girmişti. Tekrar siktir! "Siz sevgili misiniz?" dedi Ege kafasıyla iki arkadaşı göstererek. Daha fazla dayanamamıştı ve kemiği olmayan dili soruyu sormuştu. Talya hızlıca 'hayır' demiş ve kafasını önüne eğmişti. Açıkçası bizim oğlan baya bir rahatlamıştı. Diline hakim olamamıştı. "Yakın arkadaşız efendim biz." Bunu söyleyen Toprak'tı. Adamın sorusu yersizdi ama merak etmişti belli. Çok fazla kafaya takmadı. Orada baya sohbet ettiler ve Talya en sonunda yerinde kıpırdanmaya başladı. Artık kalksalar iyi olurdu ama Eren hep Talya'yı konuşturuyordu. Sohbet sıkmaya başlamıştı, birinin sohbeti kapatması gerekiyordu derken: "Sizi bir gün şirketimize bekleriz." dedi Ege. Bu kadın onun ofisine gelip ortalığı şenlendirmeliydi. Hatta yatağına girip kadını olmalıydı. Rüyalarını süslemeliydi. Sofrasına yakışır şarap olup yudum yudum içmeliydi. Talya ve Toprak - Talya onu cimcikleyip kalkalım mesajı vermişti- ayağa kalkacağı sırada duymuşlardı bu daveti. Talya, Ege'nin elini sıkarken; "Tabi uygun zamanda geliriz." dedi. Tabii ki gitmeyecekti, geçiştirmek için söylemişti. Bu adamdan negatif enerji almıştı. Kaçar adım vedalaşıp kasaya geçmişlerdi. Ege eline bakıp sırıtıyordu. Acaba elini yıkamadan kaç gün dayanabilirdi? Dayanır mıydı? Olmaz Ege duşta yapman gereken işler var... Toprak ortamın neden gergin olduğunu anlayamadı, aynı şekil ortağı da öyleydi. Kız resmen bir şeyden rahatsız olmuştu. Nedenini düşündü ama bulamadı. O yüzden Talya'nın yanına iyice yaklaştı ve kulağına fısıldadı. "Sorun ne?" Talya kafasını salladı; "Hiçbir şey!" Tek sorun o adamın mavi delici gözleriydi... Bir vakit sonra müşteriler mekanı terk ettiğinde Toprak, Talya'ya sevgilimle buluşacağım deyip mekandan ayrılmıştı. Acele ile arabasına atlayıp Altay'ın yanına gitmişti. Teslim etmesi gereken mallar vardı. Hızlı olmalıydı, hemen mekana geri dönecekti. Altay'ın evine geldiğinde kutu içindeki bilgisayarları almış teslimat adreslerine gitmişti. Aslında bu işi yaparken içi rahat değildi çünkü Talya'ya bu işi bıraktığını söylemişti lakin bırakmamıştı. Bırakamazdı. Altay hepsinin sonu olurdu ve buna mecburdu. Bu sırada malları Toprak'a teslim eden Altay kara kara ne yapacağını düşünüyordu. O kız işi bıraktıktan sonra işler durma noktasına gelmişti. Neredeyse her gün Talya'yı arıyor ona geri dönmesini söylüyordu. Ama nafile kız nuh diyor peygamber demiyordu. Toprak ise işine yaramıyordu. Altay'a Talya lazımdı. * * * Talya evinde dinlenirken kendi hayatını sorguluyordu. Tamam kötü işleri bırakmıştı ama kendini hikayenin baş kahramanı gibi hissetmiyordu. Ondan olsa olsa figüran olurdu, belki bir çakıl taşı. Hayatında bir boşluk vardı ve kız o boşluğun ne olduğunu tam olarak bilmiyordu. Sanki bir kitabın içinde acımasız bir yazar tarafından tutsak ediliyordu. Derin düşüncelerden kurtulmak için yerinden kalkıp kahve yapmaya koyuldu. Mutfağa geçti ve sıcak su hazırladı. Kahveyi bardağa döktüğü sırada kapı çaldı ve koşar adım kapıyı açtı. Karşısında Altay'ın sağ kolu duruyordu. "Rahatsız ettim bu saatte ama abi seni işe geri çağırmam için beni gönderdi." dedi kel ve uzun boylu adam. Kız kendini korumak için kapıyı bir tık kapatmıştı. Bu adamların sağı solu belli olmazdı. Mafyadan daha beterlerdi. Yılışıklardı, bir kere bulaşınca kurtulmak zaman alıyordu. "İstemiyorum, kaç kez dedim bunu abine. Neden anlamak istemiyorsunuz?" dedi yüksek bir sesle. Yetmişti canına artık. İri yarı adam da bunu biliyordu. Gel gör ki Altay her gün kızı arıyordu ve kız artık telefonlara çıkmadığı için Altay eve git ona söyle demişti. Patronu iflah olmazdı lakin emir büyük yerdendi. "Bana gelen emiri yerine getiriyorum ben. Yalnız sen sen ol abimi kızdırma." dedi ve binayı terk etti. Kız artık dayanamayarak kapıyı çarptı ve evde ayaklarını yere vurdu. Nerede denyo varsa bu kızı buluyordu. Ne yapacaktı şimdi? Altay kafayı ona takmıştı. Kurtulamıyordu bir türlü. Evini değiştirse iyi olacaktı. Yoksa bina sakinleri bu tekinsiz adamları sorun edebilirdi. Ağzının tadı kaçtığı için kahveyi lavaboya döküp yatağa girdi. Kendisini kaderinde göremezken herkes neden üstüne geliyordu. Altay ondan daha iyi bir adam bulabilirdi. Ama yok kafayı kıza takmıştı. Oflayarak bir sağa bir sola döndü. Oda sanki fazla daralmıştı. Kendini uyumaya zorladı, sabah ola hayrolaydı. Gece 03.48 Gecenin bir yarısı uykusu kaçmıştı ve biraz hava almak için odasındaki balkona çıkmak istemişti. Yavaşça yatağında doğruldu ve terliklerini ayağına geçirdi. Sakin adımlarla perdesini açıp balkona attı kendini. Serin havayı ciğerlerine çekip zihnini boşaltmaya çalıştı. O sırada arabasının arkasında birini gördüğünü düşündü. Gece karanlıkta net göremese de gözlerini kısarak baktığında emindi biri vardı. Eğer sabah kalktığında arabasına bir şey olursa tüm mahalleyi ayağa kaldırırdı. Hatta yakardı. Dua etti, umarım hırsız falan olmazdı. Emin olmak için aşağı inmek istedi. İşini şansa bırakmayı sevmezdi. Geri odasına geçip üstüne hırkasını aldı. Daha sonra anahtarını da yanına alarak merdivenlere yöneldi. Bu sırada Ege az kalsın yakalanacağı için kendini öldürmek istiyordu. Gece kızın evine gelmişti. Bir umut görmek istemişti ve de görmüştü. Kız da silüetini görmüştü lakin aldırmamıştı sanırım. Gece gece yakalanma duygusu bu hoşlantıya olan ilgisini iyice arttırmıştı. Sevdiği kadın odasına geri dönünce Ege de kendi evinin yolunu tutmuştu. Bu gecelik bu kadar nöbet yeterdi. Sevdiği kadını az da olsa görmüştü, risk almaya değmezdi gerisi. Sokağın başına geldiği an Talya da binanın dışına çıkıp arabasının yanına gelmişti. Arabasını kontrol ettiğinde hasarın olmadığını fark etti. Görünürde de kimse yoktu. Arabasında da bir hasar görünmüyordu. 'Vay şerefsiz.' dedi içinden ve sıcak bıraktığı yatağına geri gitti. Yarım kalan uykusunu tamamlaması gerekiyordu. Güneşin doğduğu vakit kalkıp pijamalarıyla bilgisayarın başına geçti Talya. Kaç zamandır kod yazmıyordu ve onu bekleyen işleri vardı. Bugün kafeyi Toprak açacaktı, o yüzden birkaç saat kod yazmaya çalıştı. Kendisi aynı zamanda bir programcıydı. Bilgisayar toplar satar, ticaretini yapardı. Altay'a da bu yüzden bulaşmıştı. Lakin adam hem parasını az veriyor hem kızı iş için zorluyordu. Lanet olsun yine aklına gelmişti ve kan beynine sıçrarken bilgisayarı kapattı. En iyisi sert bir kahve içmekti. Zaten dün de içememişti. Midesine biraz bir şeyler girmeliydi. Bu sayede de sinirleri biraz olsun yatışırdı. Mutfağa gitti ve kendine sert bir kahve yaptı. Kahveyi alıp koltuğuna oturup telefonu ile ilgilendi. Kendine şöyle bir zaman ayırmayalı uzun zaman olmuştu. Telefonundan maillerine baktı, tekrardan bir alışveriş listesi oluşturdu. Neredeyse tüm işlerini halletmişti. Tam bu sırada kapı çaldığında ayağa kalktı ve kapıyı açtı. Bir kurye gelmişti. Elindeki paket onun adınaydı ve paketi teslim aldı. Yine birisi ona hediyeler yolluyordu, bıkmıştı artık. Her gün aynı döngüye giriyordu. Hediye bir kurye tarafından yollanıyor ve Talya teslim alıp çöpe atıyordu. İçini açtığında zarif bir bileklik vardı. Su yolu şeklinde olan bilekliği altındaki kartı gördüğünde hızlıca kartı zarfından çıkardı. Zarfta yazılan yazıyı gördüğünde kargoların Kimden geldiğini anlamıştı. 'Bu griler her gün seni görmeli...' yazıyordu. İlk başta grinin ne olduğunu anlamamıştı lakin kafeye gelen gizemli adamın gözlerini düşündüğünde o adamın gözlerinin gri olduğunu hatırlamıştı. O ruhsuz gözlü adam yolluyor olmalıydı. Talya'nın fark etmediğini sanıyordu ama kör bile anlardı o adamın Talya için kafeye geldiğini. Özellikle Toprak'la yakınlaştığında adamın gözlerinden ateş çıkacak gibi oluyordu ve haliyle Talya anlıyordu. Hayatındaki her şey gibi bunu da siktir etti ve çöpe attı bilekliği. Hayatında kimseye tahammül edemezdi. Başında yeterince sorun varken bir de bununla ilgilenemezdi. Zaten adamdan hoşlanmamıştı. Adamla denk bile değildi. O prada elbiselerle büyümüş bir kadınla evlenmeliydi. Kendisi gibi pazardan giyinen bir kadınla değil! Toprak'a yeni bir hediye geldiğini mesaj atıp bir kaç dakika sonra tekrar bilgisayara geçti ve iki saate yakın kod yazdı. Aynı zamanda kafasını dağıtıyordu. Arada sırada insanların güvenlik sistemi ile ilgili kodlar yazıp satıyordu. Maddi olarak rahatlıyordu. İşsiz olmayı hiç sevmezdi, derken saate baktı öğlene gelmeye başlamıştı. Bu günlük bu kadar yeterdi. Kalkıp kafeye gitmeliydi. Öğlen saatlerinde hazırlanıp kafeye gitmişti. Toprak kafeyi açmış kahvaltıya gelen müşterilerle ilgileniyordu. Çantasını kasanın yanına bıraktı. "Selam millet." Sesini duyan tüm çalışanlar geri selam vermişti patronlarına. "Selam patron." dedi yeni çalışmaya başlayan garsonlardan biri. "Ooo öğlen güzeli, nerede kaldın?" diyerek salına salına gelen Toprak, bunu der demez Talya'dan bir yumruk yemişti. "Sen gözüme gözükme Toprak. Kızla buluşacağım diye hep ekiyorsun burayı." deyip karnına bir yumruk daha indirdi Talya. Karnına aldığı yumruk yüzünden canı acıyan Toprak karnını ovalarken söylendi. "Bugün ters tarafından kalkmışsın anlaşılan balım. Olsun buna da şükür." derken ona kıyamayan Talya gelip arkadaşına sarılmış ve gülüşmüşlerdi. Onlar bir dargın bir barışık yaşayıp gidiyorlardı. "Ne yaptın hediyeyi?" dedi Toprak konuyu değiştirerek. Bu olay daha ne kadar devam edecekti bilmiyordu. Arkadaşı mutlu olsun istiyordu sadece. "Ne yapacağım? Tabii ki çöpe attım. Uğraşamam kimseyle." Bıkkınlıkla dile getirdi bunu kız. "Kızım atma şunları çöpe diyorum. Ver satalım, hayrı dokunsun bize." dedi Toprak. Bari paraya çevirselerdi. "Saçmalama Toprak, alırım ayağımın altına seni. Hem artık kim yolluyor biliyorum." dedi. Toprak da merakla arkadaşına yaklaştı. "Kim yolluyormuş?" dedi merakla. "Ege Arslan!" Toprak aldığı cevapla kalakaldı. Doğru ya bunu nasıl düşünememişti. O sırada neşelerini bozmak için kapıdan içeri giren Altay, Talya'nın olduğu yere gelmişti. Amacı onu geri çağırmaktı. Toprak'a hiç bakmadan konuştu. "Bakıyorum da beni saymıyorsun artık. Aramalarıma cevap vermiyorsun." dedi kırgınlıkla. Kimse onu yok sayamazdı. Bıkkınca bir nefes verdi Talya. "Ne için aradığını biliyorum. Kaç kere söyledim hayır gelmeyeceğim." Sinirlenen adam müşterileri hiçe sayarak bağırdı. "Ne demek gelmeyeceğim! Sen buna mecbursun. İşler kesat. Gelip bana yardım edeceksin! Seni bataklıktan ben kurtardım, ben. Bana sırtını dönemezsin. Anladın mı lan!" Toprak hiç sesini çıkarmıyordu. Talya, ona ihanet ettiğini öğrenir diye ödü kopuyordu. O yüzden sessiz kalmayı seçmişti, elinden gelse yok olacaktı. Altay'ı bir köpek yavrusu gibi kovmaya hazırlandı Talya. Ayağını yere vura vura adamı kovmaya başladı. "Eh! Yetti artık! Defol iş yerimden. Mutluyum böyle diyorum. Bıktım senin pis işlerinden. Elimi verdim kolumu kaptırdım. Kaç kez son dediğin işleri yaptım. Kendi başını belaya sokmayıp benim başımı belaya sokuyorsun. Bitti dedim mi bitti. Şimdi defol git buradan! o lanı da bir yerine sokarım Altay. Kendine gel adamın asabını bozma." Bunu dediği gibi adamı mekandan yaka paça attı. Küplere binen Altay özel aracına bindiğinde telefonundan birileri aradı. Kaç kez arayıp konuşmuştu, yetmemiş adam göndermişti. O da yetmemiş ayağına kadar gelmişti ama bu sondu. Bir de küstahlaşıp adıyla hitap etmişti. Bu kadar şımarıklık yeterdi. "Laftan anlamıyor. Zorla dize getirin bu kızı. Yoksa dayanamayıp canını alacağım." dedi. Daha sonra da şoförüne emir verdi; ''Eve sür!''
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD