Barçkent
Yazgan
İki Hafta Sonra
Limandaki işleri hızlıca hallettim. İşimi olabildiğince çabuk bitirmeli ve daha mühim olana odaklanmalıydım. Kaderime bilmece diye giren bu olayı çözmeli, o kadını bulmalıydım! Bunu tek başıma gizlice yapamayacağım aşikârdı, bu yüzden yardım almaya karar verdim.
Hayatımda daha önce işten erken çıktığım bir gün olduğunu hatırlamıyordum. Sanırım bu ilk oluşundan kaynaklıydı. Çalışanlarımın da yadırgayacağını biliyordum ama umursamadım. Sanki başka bir iş için dışarı çıkmak zorunda kalmış gibi davrandım. Öğleden sonra kendimi nasıl dışarı attığımı anlayamadım bile.
Cronuma binip hızla yola koyuldum. Güvenebileceğim tek adamın, Mete'nin evine doğru sürdüm. İki haftadır fazlasıyla geniş kapsamlı bir araştırma yürütüyorduk. Mete, Yorgas Soylu Kanına mensup bir Doğru Söyletendi. Onun gözlerinin içine bakan kimse yalan söyleyemezdi. Ben adım ile her deliğe girip çıkarken Mete de bilgilerin doğruluğunu sorgulatıyordu.
Eli her yere uzandığı için bulmamız gereken birçok kayıta hızlıca ulaşabildik. Fısıltı Kahinlerine dair pek bir şey bulamadık. Sanki hiç var olmamışlar gibiydi. Bu yüzden onları aramaktan vazgeçtim ve asıl görevime odaklandım. Yaşanabilir Dünya üzerinde var olan tüm ülkeler çapında adı Ebren olan ve 7 Gorffennof (Temmuz) 409 da doğmuş olanların kayıtlarına ulaşmaya çalıştık. Barshan için işler kolayca hallolmuşsa da şu an soğuk savaşta olduğumuz Kutay'ın kayıtlarına hâlâ ulaşamıyorduk.
Bugün Suvar, Maçin ve Sogd Ülkelerine ait kayıtlar elimize ulaştı. Mete'nin haberi vermesi ile artık işe koyulma zamanının geldiğini anladık. Kayıtlar ne yazık ki yirmi üç sene önce yazılı bir şekilde tutulmuş ve dijital ortama hiç aktarılmamış olduğu için zaten zor olan işimiz daha da zorlaştı. Yine de bunu yapmamız gerekiyordu, Ebren'i bulmalıydım!
Durumu Mete'ye en ince ayrıntısına kadar anlattıktan sonra ondan yardım istedim. Çünkü bu hayatta daha fazla güvenebileceğim birisi yoktu. Bir Doğru Söyleten, yargıçtı. Ondan daha dürüsttü yoktu.
Arabayı Mete'nin evinin önüne park ettim. Yargıç olduktan sonra ailesinin sahip olduğu tüm ayrıcalıklardan kopup kendini tamamen işine adadı. Yorgas Soylu Kanının bir geleneğiydi bu. Bir Doğru Söyleten, yargıç olacaksan onu etkileyebilecek her türlü bağı koparırdın!
"Hoş geldin," diyerek açtı kapıyı Mete.
"Hoş bulacak mıyım gerçekten?" derken korkuyla ona baktım.
Dudaklarında beliren o dehşet verici gülümsemesi durumun beklediğimden bile kötü olduğunu gösteriyordu. Kapıdan çekilip eve girmemi işaret ettikten sonra uzun koridorda yürüyerek salona geçti. Onu takip ettim. Salona girdiğim an ise ne ima ettiğini anlayabildim. Oldukça kalın, onlarca defter mevcuttu.
"Bunca insanın ismi Ebren ve 7 Gorffennof 409 doğumlu olamazlar herhalde?" derken dehşet içerisindeydim. Aylarımızı alırdı onu bulmak!
"Kayıtları isme göre değil, yıla göre tutuyorlar dostum." Derken omuz silkti. "Üzgünüm."
Bir an yığılıp kalacağımı zannettim. Bu kadar çok kaydın içerisinde doğru olanı nasıl bulacaktık?
"Alfabetikler, her defterdeki E harfinin olduğu kısmı inceleyebiliriz. Ama bu işi gözünde küçültmesin, burada gördüğün kayıt defterleri yalnızca başlangıç. O dönemde birçok ülke nüfusu arttırma politikası izlediğinden belki de milyonlarca bebek doğmuş olabilir!" diyerek açıkladı Mete.
"Sağ ol," dedim derin bir nefes verirken. "İçimi rahatlatıyorsun."
"İşim içini rahatlatmak değil, bilirsin her zaman doğru olanı olduğu gibi söylerim." Diyerek bana göz kırptı.
"Maalesef böyle bir kötü huyun var!"
Mete kahkaha attıktan sonra bir kayıt defterini bana fırlattı. Fırlattığı defteri yakalayıp ona korku dolu gözlerle baktım. Ağırlığı ile kalınlığı orantılıydı!
İşe giriştikten sonra saatler hızla geçmeye başladı. Hava karardığında Mete artık yemek yememiz gerektiğini söyleyerek ara verdi. Bir an dahi gözlerimi ayırmadım kayıtlardan.
Mete, yememiz için bir şeyler hazırladıktan sonra yeniden salona döndüğünde elimdeki kayıt defterini ancak bitiriyordum. Bu kadar çok bebek nasıl doğmuş olabilirdi?
"Bir şeyler bulabildin mi?"
İsmi Ebren olan tek kişiye bile rastlamadım!" diye homurdandım.
Yemekten sonra yeniden işe giriştik. Geç saatlere kadar durmak bilmeden O'nu aradık.
Günler sonra bile O'na dair hiçbir ize rastlayamadık. Kaderimde olanı gerçekleşmek için böyle bir işe girişeceğimi kim bilebilirdi? Yirmi sekiz yaşına kadar var oluş amacını aramış ve pek bir şey bulamamış olanlardandım. Şimdi karşıma böylesi bir fırsat çıkmıştı. Yaratıcının bir mesajı olmalıydı bu fakat pek yardım sever davranmıyordu artık.
"Bulamayacağız!" dedim elimdeki defteri sehpanın üstüne fırlattıktan sonra geriye yaslanırken.
Başımı koltukta geriye doğru atarken kollarımı boynumun altına yerleştirdim. Günlerdir neredeyse uyumamaktan başım çatlıyordu artık. Pes etmemek için bu kadar direndikten sonra hâlâ Maçin kayıtlarında olduğumu fark ettiğim an yıkıldım resmen. Suvar kayıtlarını Mete inceliyordu. Ama yoktu!
Neredesin Ebren?
"Kaderinden bu kadar çabuk mu vazgeçiyorsun?" dedi alayla Mete.
"Kaderimse bir şekilde karşılaşırız, Mete. Bu kadar zahmete değecek mi bundan bile emin değilim." Derken sesim bıkkın çıkıyordu.
Onu bulmamamız için özenle seçilmiş gibiydi. Yaratıcının ne tür bir bilmece çözmemi istediğini bulmak için elimden gelen her şeyi yaptım ama olmuyorsa bir sebebi olmalıydı!
"Seçenekleri daraltıyoruz işte. Mesela Vadedilmiş olanın Suvar'da olmadığına eminiz artık." Diyerek elindeki son Suvar kayıt defterini bir köşeye fırlattı. "Suvar kayıtlarını yarın teslim edebiliriz."
Derin bir nefes aldım. Pes edemezdim, yapamazdım, duramazdım! Başladığım işi bitirmek zorundaydım. Ebren'i bulacaktım!
Son Maçin kayıtlarını bitirdim. Şimdiye dek başka ülkelerde bulma olasılığımın daha kuvvetli olduğunu düşündüm ama artık Barshan kayıtlarına bakmam gerektiğini düşünüyordum. Sanırım zamanı geldi!
"Barshan kayıtları nerede?" diye sordum başımı defterlerden kaldırıp Mete'ye döndüğümde.
Ağzından akan salyası eşliğinde sızdığını gördüğümde derin bir nefes alıp verdim. Yerimden söylene söylene kalktıktan sonra yemek masasındaki çöplerin arasında kayıt defterlerini kurcaladım bulana kadar. Bulduktan sonra defterleri alıp yeniden koltuğa oturdum.
Önümdeki sehpaya defterleri fırlatmama ve müthiş bir ses çıkartmasına rağmen Mete uyanmadı. Hatta ben bu hareketi yaptığım esnada burnundan garip bir horultu sesi çıkarttıktan sonra yerinde yayıldı.
Gecenin geç saatlerine kadar kayıtları incelemeyi sürdürdüm. Gözlerim yorgunluktan ve uykusuzluktan artık açık kalamayacak duruma geldi. Günlerdir mahvolmuştuk. Hiçbir şey bulamamakta cabasıydı!
İkinci Barshan kayıt defterine geçerken artık bayılacak gibi hissediyordum. Günlerdir Mete'de kalıyordum. Annem bu konuda fazlasıyla sitemliydi ama ona biraz kafa dinlediğimi söylemiştim. Yançı fazlasıyla şüpheciydi. Bir şeylerin peşinde olduğumu anladığına emindim ama umurumda değildi. Ona şimdilik güvenemezdim.
E harfinde gezdiğim esnada esnedim. Gözlerim sulanıyordu artık uykusuzluktan.
"Ebin, Ebrah, Ebren..."
Son okuduğum isim ile yerimden fırladım. Dehşetle gözlerim o ismin üzerinde dolandı.
"Ebren Hıncal!" diye gürledim evin içerisinde resmen. "7 Gorffennof 409 doğumlu!"
Mete sıçrayarak uyandığında ona heyecanla baktım. Mahmur bakışlarla bana delirmişim gibi baktı. Delirmiş olabilirdim!
"Buldum!" diye haykırdım. "Onu buldum!"
"Nerede?" diyerek zıpladı koltuktan ve hızlıca yanıma geldi.
"Burada!" derken heyecandan aklımı kaçırmak üzereydim. Ona elimdeki kayıtları gösterdim. "Otrar'da! Burnumuzun dibinde!"
"Bulduk!" diyerek sevinçle bana sarıldı Mete.
"Sen horlayarak uyuduğun esnada ben buldum!" dedim uyuz bir ses tonuyla.
"Kes sesini, dostum." Diyerek bana daha sıkı sarıldı. "Kaderini bulduk!"
***
OTRAR
Ebren
Günlerin nasıl geçtiğini anlayamadan normal düzenime döndüm. Nihayet çalışmaya başladım. Yeniden ailemi geçindirmek için para kazanıyordum. Adaletsiz bir düzende yaşadığımız için Eski Kanlar istem dışı işe gelemese bile maaşını ödemiyorlarken Soylu Kanlar keyfi bile gelmeseler her kuruşunu alıyorlardı.
Nefret ediyordum. İçimde bu düzene, yapılanlara ve Soylu Kanlara karşı müthiş bir nefret vardı. Kıyametten sonra Yaşanabilir Dünya'nın kara parçalarına yerleşmiş olan insanlardık. Medeniyet yüzyıllar sonra Soylu Kan Devrimi ile yeniden kurulmuş ve yeni kurallar getirilmişti. Biz Eski Kanlar dünyanın tamamından bihaber doğar, büyür, Soylu Kanlara olan borcumuzu ödemek için onlar için çalışır ve ölürdük. Yaşamamıza izin verdikleri için onlara minnettar olmamızı isterlerdi. Bizleri adına sözde yaşamak dedikleri bu adaletsiz düzende kalmaya, onlara hizmet etmeye zorlayarak bir de bunun için şükretmemizi beklerlerdi. Onlar için haşereden farksızdık!
Barshan Ülkesinin vatandaşlarının her biri gibi uzman olduğumuz alanlarda eğitilirdik. Eğitimimizi tamamladıktan sonra kendilerinin belirledikleri işlerde çalışmamıza izin verirlerdi. Neye yeteneğimiz olduğunu da çocukken onlar belirlerdi. Kendi işlerine yarayarak kölelerini yetiştirirlerdi kısacası. Küçük işlerini bizlere yaptırır, büyük mevkilerde Soylu Kanları çalıştırırlardı.
Biz toplum sınıfının en alt tabaka insanlarıydık. Soylu Kanların evcil hayvanları dahi bizden üstün tutulurdu. Ne asildik ne de zengin. Asker olmayacak kadar sıska ve ufak olduğum için ergenliğimde dışlanmışlığın yanı sıra reddedilme ile de başa çıkmam gerekmişti. Çünkü bu sistemde önemsiz olan tek tabakaydık.
Nasıl yaşadığımız umurlarında değildi. Tek dertleri fazla kazanmamamız, risk oluşturacak derecede çoğalmamamız ve refaha erişemememizdi. Daima onlara bağımlı olabilelim diye kurdukları düzene bizleri mahkûm etmişlerdi.
Eski kana sahip olan herkes yeni kanunla birlikte artık en fazla iki çocuk sahibi olabilirdi. Annem ve babamın zamanında bu kural üçmüş. Aile için sınırlandırılmış haftalık kotalı stokları aşmadan tüketebilir, haftada bir gün dinlenebilirdik. İnsani yaşam standartlarının çok altında, mantarlardan hallice yaşamamıza izin veriyorlardı ve bunun için bir de minnettar olmamızı bekliyorlardı!
Bizler büyük şehirlerde yaşayabilen şanslılardandık. Kırsal kesimin kanalizasyonu bile yoktu! Ama kendilerinin en değerli madenlerden yapılma kaleleri, onların duvarlarının arkasında varlık içinde yaşadıkları malikaneleri vardı. Kan Çağı Devrimi bir kanı yüceltirken diğerini saf dışı bırakmayı hedeflemişti. Hedeflerine de ulaşmışlardı.
İşlerini gördüğümüz sürece yaşamamıza izin veriyorlardı yalnızca...
Canları isterse kanımızı bükebilir, gerçekliğimizi silebilir hatta yerçekimi ile oynayarak yaşadığımız yerleri haritadan silebilirlerdi. Bu yüzden onlardan korkuyor ve biat ediyorduk! Onlar özeldiler, güçlüydüler. Yaratıcının özel olarak seçtikleriydi. Kendilerini kutsal görüyorlardı!
Onlardan nefret ediyordum!
"Ebren," diye seslenen iş arkadaşımı işittiğimde irkilerek ona döndüm. "Bu aşamadakilerin kontrolünü tamamladıktan sonra diğerlerini de kontrol etmemiz gerekiyor. Sen iyi misin?"
Başımı olumlu anlamda salladım. Limandan ihraç edilecek ürünlerin son kontrollerini yapmaya devam ettim. Kalite kontrol işinde iyi olduğumu kim uydurmuştu?
Koca bir yalandı!
İşimi tamamladığımda ve mesaimin bitmesine dakikalar kaldığında bir sandalyeye oturdum ve derin derin soluklandım. Tüm gün ayakta çalışmak zoruna kaldım. Kontrol edilecek o kadar fazla ürün vardı ki!
"Ebren."
Yumduğum gözlerimi açıp tam karşımda duran kadına baktım. Özlük Biriminde (İnsan Kaynakları) çalışan şanslı Eski Kanlardan birisiydi.
"Müdür Bey seni odasına çağırmamı söyledi. Mesain biter bitmez seni bekliyormuş."
"Niye?" dedim merakla. Hasta olduğum için geçmiş olsun dileklerini falan mı iletecekti?
"Geçmiş olsun, diyecektir." Diyerek yanıma geldi Çisem. "Fazla bekletme, Atıgay Beyi."
Son sözlerimi kulağıma fısıldayarak söyledi. Atıgay Bey bir Eski Kandı. Soylu Kanın hüküm sürdüğü bu düzende iyi bir yerlere gelmeyi başarmış bir Eski Kandı. Soylu Kanlar bizi nasıl görüyor ise o da kendinden olanları aynen öyle görüyordu.
Bana haber vermeye gelen kadını takip ettim. Elevyuma (Asansör) binip gideceğimiz katın düğmesine bastı. Elevyumun kısa bir an sarsılmasından sonra yükselmeye başladık. Sessizlik o kadar yoğundu ki stresli soluklarımın sesini işitebiliyordum.
Elevyumdan indikten sonra müdürümün asistanı Birçe ile göz göze geldim. Bakışlarında anlam veremediğim ifadeler vardı. Bana tebessüm ettiğinde başımla onu selamladım.
"Hoş geldiniz," diye mırıldandı bakışları benim üstümdeyken.
"Yoksa terfi mi aldım, Birçe?" dedim alayla karışık bir sesle.
"Umarım öyledir," derken samimi bir biçimde gülümsedi. "Atıgay Beyin bir misafiri de var. Birlikte seni bekliyorlar."
Son sözlerini endişe ile söyledi. Bakışlarında titreyen korkuyu gördüğümde karnıma yumruk yemiş gibi oldum. Burada neler dönüyordu?
"Misafiri kim?" dedim merakla.
"Atıgay Bey bekliyor," dedi hemen yanı başımızdaki kadın.
"Yazgan..." diye sözlerine başlayan Birçe bir anda durdu. Kimden bahsediyordu?
Kadının beni resmen çekelemesi ile Atıgay Beyin odasının kapısının önüne gittik. Kapıyı bir kez tereddütle tıklattıktan sonra yanımdaki kadına baktım. Benimle birlikte odaya girmeyeceğini o an anladım.
Beklediğim komutu işittiğimde derin bir soluk alarak odanın kapısını açtım. Bakışlarım her zaman ki yerinde oturan Atıgay Beye sabitlendi.
"Ebren," diyerek yerinden kalkan müdürümü gördüğüm an öcü görmüş gibi bembeyaz bir suratla baktığıma emindim ama kendisi beklentimin aksine fazlasıyla mutlu görünüyordu. "Hoş geldin."
Bakışlarım tereddütle arkası bana dönük bir şekilde oturan gizemli adama kaydı. Kuzguni siyah saçlarından başka görebildiğim ayırt edici bir özelliği yoktu.
"Beni çağırmışsınız, efendim." Dedim korkumu gizlemek için özel bir çaba sarf ederken.
"Evet, sana vereceğim çok güzel bir haberim var."
Bu mutluluğu ödümü kopartıyordu. İçimden bir ses kaçmam için çığlık atıyordu. Soylu Kan gördüğü an sünepe gibi oradan oraya koşan, kendi kanına ihanet eden ve Soylu Kanlar gibi davranan birinden iyi bir şey geleceğini düşünememem benim suçum değildi.
Bu hayatta daha çok nefret ettiğim bir şey yoktu ve karşımdaki adam onlara peşkeş çekmek konusunda bir numaraydı. Orada burada düzene karşı asıl fikirlerini açıkça belli eden birisi değildim. Fikirlerim yüzünden öldürülürdüm, hem de kim bilir ne tür işkencelerle. Atıgay Beyde bu tür bir olaydan sonra gammazladığı bir Eski Kan sayesinde şu anda müdürümdü. Ona zerre güvenemezdim!
"Sizi dinliyorum," dedim uzun bir sessizlikten sonra.
"Soylu Kan Yazgan Aspar," (Soylu Kan: Lord, Efendi anlamlarında kullanılır.) diyerek sözlerine başladığı an kafamdan vurulmuşa döndüm. Tüm bedenim kasılırken bana arkası dönük oturan adamın usulca ayaklandığını gördüm. Ellerini koltuğun iki yanına yerleştirerek bedenini havaya kaldırdı ve yerinden kalktı.
Yavaşça bize doğru döndüğü esnada ben canımı teslim ediyordum neredeyse korkudan. Simsiyah gözlerini bana sapladığında ciğerlerimde oksijen kalmamıştı. Yasak olduğunu bilmeme rağmen alenen yüzüne baktım. Kuzguni siyah gözleri ile bana baktığı an korkudan bayılabilirdim. Elim ayağım boşalmıştı.
Birebir Soylu Kan ile hiç tanışmamıştım. Onlardan öylesine nefret ediyordum ki uzaktan bile görmeye tahammül edemezdim. Şimdi gözlerinin içine bakıyordum. Sol gözünün siyah irisinde bir tuhaflık fark edecek kadar uzun süre baktım! Siyahlığın yutamadığı gri bir kısım vardı. Bu ona daha korkutucu bir hava katmıştı.
"Barçkent'ten buraya kadar seni görmek için gelmiş."
Neden?
Bakışlarımı yere indirmem gerektiğini biliyordum. Bunu yapmak zorundaydım ama başaramıyordum. Bakışlarım siyahlığı yaran gri harelere bakmaktan kendini alamıyordu.
"Ebren Hıncal..." diye mırıldandığı an o kadife ses tonu zihnimde yankılandı. Bana öyle bir baktı ki, yıllarca aranıp bulunamayan kıymetli bir şey gibi hissetmeme sebep oldu.
Kesin asılacaktım!
Bakışlarımı büyük bir hızla yere çevirip başımı eğerek onu selamladım. Soylu Kanlar ile birçok kez denk gelmiştim elbette ama onlardan birisine şahsi olarak ilk takdimimdi. Otrar yöneticisi Sayina Soylu Kanı Ailesinin fertlerinin çoğu limanın yönetiminin başındaydı. Onları uzaktan izlemeye nail olabilmiştik. Onlarla bile birebir tanışan Eski Kan bir elin parmaklarını geçmezdi.
"Size nasıl hizmet edebilirim, Soylu Kan Yazgan?" derken doğruldum. Bakışlarım istemsiz yeniden tam gözlerine yükseldi. Birebir göz temasından kaçınmak zorunda olduğumuzu elbette biliyordum ama kendime mâni olamıyordum.
"Soylu Kan Yazgan, Obar Limanı'nın yönetiminden sorumlu." Diyerek sözü yeniden ele aldı Atıgay Bey. "Ona hizmet etmekle onurlandırıldın."
Sözleri zihnimde birden fazla kez yankılandı. Müdürümün ağzının ortasına sesli bir şekilde vurmakla, kaçıp gitmek arasında kararsız kaldım. Yalakalığı şimdi daha çok batıyordu gözüme. Dizlerim titriyordu anın getirdiği gerginlikten.
"Bu şerefli göreve başlamadan önce seni görmek istemiş, Soylu Kan Yazgan."
Derin bir nefes aldım. Benimle alay ediliyor olmalıydı. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Bir Soylu Kan neden onca yolu beni görmek için gelmek istesindi ya da buna nasıl gerek görebilirdi? Bu ülkenin ve hatta dünyanın düzeni ne zaman değişmişti de benim haberim yoktu?
"Tam olarak anlayamadım, müdürüm." Derken bakışlarım Atıgay Beye döndü.
"Terfi aldın."
Cümle öylesine tok bir sesten duyuldu ki midem kasıldı. Sözlerinin her harfinde itaat beklediğini avaz avaz haykıran buyurgan bir sesti. İtiraz hakkımın olmadığını, ona hizmet etmek zorunda olduğumu haykıran o ses tonu...
Onlara hizmet etmekle görevli haşerelerdik biz...
"Otrar da yaşayan sıradan bir çalışanım ben yalnızca. Otrar ve Barçkent arası raylı sistem Vron (tren) ile üç saatten fazla sürüyor. Her gün nasıl gidip geleceğim, efendim? Uygun olan Barçkent'ten bir çalışanın bu göreve getirilmesi değil midir?" diye sorarken bakışlarım müdürümdeydi.
Ona bakamazdım. Dudaklarını saran çarpık gülümseyişini görerek öfkeden deliye dönmekten korkuyordum. Böylesine baskın olmaları sinirimi bozuyordu. Hayatım hakkında karar verebilme hakkımı elimden alıyor olmaları beni mahvediyordu. Ona itaat etmek zorunda olduğumu bilmek kahrolmama sebep oluyordu. Bu kadar çaresiz olmaktan nefret ediyordum!
"Ebren..." diye sözlerine başlayacağı esnada onu kesen artık tanıdık buyurgan sesti.
"Taşınacaksın!"
Yumruklarımı sıktım. Öfkem tüm bedenimi ele geçirirken doğru düşünmeye çalıştım. Bedenim öfkemle ısınıyor, ruhum nefretimle çağlıyordu. Onlara bunu ödetmek istiyordum. Biz, Eski Kanlara yaptıkları için öcümüzü almak istiyordum!
Bir anda gelen kırılma sesi ile gözlerimi dehşetle açtım. Koca sürahi tuzla buz olmuştu. Korkuyla o tarafa bakarken müdürüm hızla oraya yöneldi.
Tenim yanıyordu. Etrafımı saran sıcaklığın sebebi karşımda duran Kan Hâkimi ucubenin işi miydi?
"Zamanın geldi."
Ses zihnimde zararsız bir şekilde bir fısıltı gibi yankılandı. Aklımı dolduran anılar ile neredeyse yere düşüyordum. Bakışlarım yeniden O'nu bulduğunda bakışları bir şeyleri tartarcasına bana bakıyordu. İrkildiğimi fark ettiğini gözlerinde görebiliyordum. Bana benim bile anlamadığım bir şeye sahipmişim gibi bakıyordu.
Neden buradaydı? Asıl amacı neydi?
Müdürüm kırık camları topladığı esnada, "Aspar Soylu Kanı Kalesinde kalacağın yer hazırlandı. Kişisel asistanım olarak daima gölgem gibi peşimde dolaşacak ve gizli bilgileri sızdırmayacağından emin olabileceğim kadar yakınımda duracaksın!"
"Terfiyi kabul etmezsem?" derken ona meydan okurcasına baktım.
"Ebren!" diyen müdürüm elindeki camları bir köşeye fırlatmış olacak ki cam sesleri doldurdu kulaklarımı. "Böyle bir hakkın yok!"
"Görev yerimi belirleyen Kraliyettir." Derken sesim beklediğimden daha güçlü çıktı. Haklarımı biliyordum, her ne kadar az olsalar da! "Kraliyet mührü taşıyan resmi terfi belgesi almadım!"
Bunu durduramayacağımı biliyordum. Geciktirebilmeyi umuyordum en azından!
Karşımdaki adamın elini kabanının içine doğru uzattığını gördüğümde kaçış yollarının tamamının kapatıldığını anlamam zor olmadı. İç cebinden pahalı bir parşömen kâğıdı çıkarttı. İki ucundan tutup kâğıdı okuyabileceğim şekilde açarak bana doğru uzattı.
"Kraliyet Emri,
Ebren Hıncal'ın yeni görev yeri Aspar Soylu Kanı yönetimindeki Obar Limanı'nın yönetici Soylu Kan Yazgan Aspar'ın kişisel asistanlığı olarak değiştirilmiştir.
Aldığı terfi için onu tebrik eder, başarılar dilerim.
Kral Soylu Kan Gökmen Pars"
Bu resmi emir bana kaçacak delik bırakmıyordu. Nefret ettiğim bu düzende yapmak istemediğim bir şeye daha mecbur bırakılıyordum.
Barçkent'e gidecek, bu Soylu Şımarığa hizmet edecektim!