Kader Üçlüsü

3640 Words
OTRAR Ebren Bana toplanmam ve işlerimi devretmem için verilen on günlük sürenin sonuna geldik. Tüm eşyalarımı topladıktan sonra Tanla ile paylaştığımız odadan usulca çıktım. Evimizin salonunda koltuklarda oturan aile üyelerimin bakışları bana döndüğünde durduğum yerde dikleştim. Üzüldüklerini görebiliyordum ama göreve çağrılan her Eski Kan gibi yalnızca emirlere itaat edebileceğimin herkes farkındaydı. “Barçkent’te asistan mı kalmamış?” diye homurdandı babam hüzünle karışık bir öfke ile. “Nerede görülmüş Otrar’dan özel asistan seçildiği?” Haklıydı. O her zaman başka diyardan geldiğine inandığım bilgeliği ve daima yanımızda dik duran halleri ile her zaman en çok hayran olduğum kişi olacaktı. Babama düşkünlüğüm hep başka olmuştu. Benzeri görülmemiş olan bu terfi ile doğup büyüdüğüm şehirden Barçkent’e gidecek olmam herkes için sarsıcı oldu. On dokuz yaşından beri aynı limanda çalışıyor, aynı işleri yapıyordum. Diğerlerinden farklı hiçbir yeteneğim ya da ayrıcalığım yoktu. Bir kere bile şu anda içinde bulunduğum durumu yaşayan birisini duymadım. Bu şüphe uyandırıcı bir terfiydi. Ailem bu yüzden korkuyordu. Ben de korkuyordum… İçimden bir ses oraya gittiğimde gerçekleri öğrenebileceğimi fısıldıyordu. Bu garip olayın detaylarını öğrenmek için bol bol vaktim olacaktı zaten. Çalışma standartlarımda elbette iyileştirilmiş olacaktı. O Soylu Şımarığı hafta sonu çalışmıyordu elbette. Ayrıca bir kalede yaşayacaktım. Koskoca bir toprak parçasını çevreleyen kalenin dağın yamacına kurulmuş malikânesine taşınıyordum. Yanlış tek söz edemez, harekette bulunamazdım. Bunların benim sonum olabileceğini çok iyi biliyordum. Artık çok daha dikkatli olmalıydım. Düşüncelerim beni darağacına götürebilirdi. Yazgan Aspar’ın beni öldürmek için silaha bile ihtiyacı olmazdı. Kanımı kaynatabilir, kurutabilirdi hatta bizim gibi basit insanların hiç bilmedikleri yeteneklerinden herhangi biriyle saniyeler içerisinde ölümüme sebep olabilirdi. “Kızımız iyi olacak, Bumin,” derken babama sıkıca sarıldı annem. Ne kadar üzgün olduğunu görmemek imkânsızken bile yine de içimizi ferahlatmak için görev bildiğini yapıyordu. Biz yine karanlığa gömülmüşken bize ışık tutuyordu, bir yıldız gibi… “Bizden uzakta,” derken alt dudağı titredi Tanla’nın. Ona sıkıca sarıldığımda gözlerim doldu. Ailemin sıcak kollarının arasından çıkacak, her zerresinden nefret ettiğim düzende tek başıma ayakta kalmaya çalışacaktım. Tek başıma savaşmak zorunda olduklarımdan korkuyordum. Çünkü onlarla savaşacak gücüm yoktu. Onlar yenilmezlerdi! Abim yerinden doğrulduğunda ona dikkatle baktım. Babamın desteği ve kendi çabası ile açtığı pastanede işler pek iyi gitmiyordu. Sevdiği kadın ile evlenmek için daha iyisini yapmak zorundaydı. Hayat şartları biz Eski Kanlar için yine hiç adil değildi anlayacağınız… Düşünceli ve içine kapanmış görünüyordu. Son zamanlar da onda ki değişimi görmemek zordu. Değişiyorduk, hayatımız bizim istediğimiz yerde durmuyordu. Bağımsız olmak istiyorduk ama bunun için feda etmeye cesaretimiz yoktu çünkü yenileceğimizi biliyorduk. Bizi bir kere yenmişlerdi yine yenelerdir. Güçlerinin ötesinde teknolojileri de vardı. Bizi yok etmek için bekledikleri fırsatı kendi ellerimizle sunmaktan korkuyorduk. “Ne olursa olsun,” diye fısıldadı kulağıma bana sıkıca sarıldığında. “Daima yanında olacağız. Ne yaparsan yap seni destekleyeceğiz.” “Erendiz!” dedim neredeyse ağlayacakken. Ona sinirlendiğim zamanlar adıyla hitap etmek bir huydu artık bende. “Bol bol haberleşelim.” “İstediğin her an…” dedi bir eliyle koyu kahve saçlarımı okşarken. “Her zaman doğru olanı yapacağını biliyoruz. Hiçbir zaman kendinden şüphe etme!” “Ağlatma kızımı!” diyerek araya girdi babam. Annem ve babama sarıldığım an artık kendimi tutamadım. Gözyaşlarım yüzümü ıslatırken sıkıca sarılmaktaydım hâlâ babama. Onlardan yirmi üç sene boyunca bir an bile ayrı kalmadım. Şimdi ise koca bir bilinmezliğe doğru gidiyordum. Ne yaşayacağım ise meçhuldü… Erendiz ve Tanlı valizlerimi dışarı çıkartırken annemden aç kalmamama ve kendime iyi bakmama dair nasihatler dinlemeye devam ediyordum. Beni almak için gelen siyah araca bakarken yüzüm ekşidi. Soyluların gösterişi bu kadar sevmelerinden nefret ediyordum. Var olanı paylaşmayı bilselerdi kötülük sokaklarda kol gezmedi! Gerçekten söyledikleri gibi adil olsalar defalarca direniş gruplarıyla, isyanlarla uğraşmak zorunda kalmazlardı ama biz insanlar tarihten ve geçmişten hiç ders alamıyorduk… Şoför valizlerimi bagaja yerleştirdikten sonra ailemle son kez sarılıp cronun kapısını kendim açtım. Kendi kanımdan birine bu şekilde hakaret edemezdim, bana hizmet ettirmezdim! Crona bindiğimde siyah film kaplı camlarından yan yana duran aileme baktım. İçim burkuldu. Annem, her zaman ki gibi babama yaslanmış ondan güç alırken kardeşlerim de üzgün bir şekilde bana bakıyordu. Tanla’nın ifadesinde korku yüreğimi hop ettiriyordu. Ne saklıyorsun bizden, Tanla? Cron hareketlendiğinde ve doğup büyüdüğüm sokaklardan uzaklaştığında artık yeni bir hayatın beni beklediğini biliyordum. Soylu Kanlar ile iç içe yaşamaya başlayacaktım, en nefret ettiğim insanlarla! Bilinmezliğe doğru çıktığım bu yolda en çok kendime dikkat edecektim. Kim olduğumu ve ne olduğumu asla unutmayacaktım! Benden beklenen saygıyı daima gösterecektim ama hiçbir zaman onlardan biri gibi davranmayacaktım. Zaten yerimi bildirmek için daima orada bekleyecek birileri vardır elbet. Ben Ebren Hıncal, hiçbir zaman soyluların kuklası olmayacaktım! Cron düzgün şehirlerarası yolda yağ gibi kayarken artık bomboş bir şekilde yolu izliyordum. Doğup büyüdüğüm Otrar Şehrinden ilk kez temelli ayrılıyordum. Daha önce Barçkent’i görme şerefine nail olamamıştım. Aspar Soylu Kanı yönetiminde, ülkenin nüfus bakımından en büyük ikinci şehriydi. Ülkenin en önemli ticaret limanlarının bulunduğu şehir olmasının yanı sıra değerli madenleriyle de ünlüydü. Müthiş üretim kapasitesi ile fabrikaların en yoğun olduğu şehirlerden birisiydi. Aspar Soylu Kanı gücünü yalnızca Kan Bükme yeteneğinden değil, sahip olduğu şehrin yer altı ve yer üstü zenginliklerinden de alıyordu. Kraliyete en yakın aile olmaları ile de bilinirlerdi. Talğar şehrinin yüksek ve karstik arazilerine yapılmış yollardan geçerken doğa harikası olan manzaranın keyfini çıkarıyordum. Juban Dağları’nın etrafından dolanırken Yaratıcının oluşturduğu manzarayı izlemek içimi huzur ile doldurmuştu. Koca bir boşluk açılmıştı sanki ruhumda. Ailemin özlemini daha birkaç saat geçmeden çekmeye başlamam haksızlıktı. Alışacak mıydım her şeye? Soyluların entrikalarına, yalnız kalmaya, dışlanmaya... Tek başıma varoluş savaşı verecek, Eski Kan denerek hor görülecektim. Ben bu kanlı savaşın içerisinde olmayı hiçbir zaman tercih etmezdim gerçekten. Zorunda bırakılmıştım! Dört buçuk saatin sonunda artık mide bulantım sebebiyle bayılacak gibi hissediyordum. Bu kadar uzun süre cron ile yolculuk yapmak eziyetten farksızdı. Soylu Şımarık bilerek bu eziyeti bana reva görmüş olabilirdi! Nihayet ufukta Aspar Soylu Kanı Ailesi için özenle en geniş ve verimli araziye yapılmış kaleyi gördüğümde neredeyse sevinçten ağlayacaktım. Midem resmen kaynıyordu. Kusmadan ve kendimi rezil etmeden bugünü atlatmak istiyordum. Umarım başarabilirdim! Sonunda artık cronlardan nefret etmemi sağlayan siyah büyük araçtan inebildiğimde yeri öpmemek için kendimi tutmak zorunda kaldım. Midem dönmeye devam ediyordu. Vron ile daha rahat gelirdim ben! Ah, doğru! O zaman Soylu Kanlar sahip olduklarını nasıl gözümüze sokacaklardı? Üstümü düzelttikten sonra çantamı koluma taktım. Görevlilerden biri valizlerimi alırken oldukça tatlı olan bir diğeri bana yolu göstermek için eşlik ediyordu. “Aspar Kalesine hoş geldiniz,” derken oldukça sevimli görünüyordu karşımdaki kadın. “Sormak istediğiniz ne varsa bana sorabilir, bir şey olursa benden yardım isteyebilirsiniz. Bu taraftan, lütfen beni takip edin Ebren Hanım.” Gösterişli malikâneden içeri girdik. Koridorlarında yürürken mimarisine hayran kalmamak elde değildi. Soylu Kanın sahip olduğu hiçbir şeye hayran olmak istemiyordum fakat elimde değildi. Onlar ve biz düşmandık, ezelden beri. Önce onları yok etmeye çalışan bizler olduk. Aradaki dengeyi bozarak doğaya karşı suç işledik ve onları yaşanabilir topraklardan uzaklaştırdık. Fakat yıllar sonra fazlasıyla güçlü bir şekilde geri döndüler. Bize bunun bedelini yüzyıllardır ödetiyorlardı. Nefret, nesilden nesle aktarılıyordu. Birbiriyle anlaşamayan kardeşler gibiydik. Bir kıyametten kurtulmuştuk. Bu bile insan ırkının barışçıl bir şekilde yaşamasını sağlayamamıştı. Daima gücün ve onun getirilerinin peşinde koşacaktı insan evladı. “Bu taraftan, Ebren Hanım.” Yön gösteren kadına baktım. Benim yaşlarımda gözüküyordu. Kırsal kesimde büyüdüğü için ona sunulan tek fırsata sarılmış olmalıydı. Soylu ailelere hizmet etmek için yetiştirilen bir Eski Kandı. “Teşekkürler,” dedim minnetle ona gülümserken. Yeni odamın kapısının önüne geldiğimizde birbirimize döndük. Kız tatlı tatlı gülümsedikten sonra iyi dileklerini ve tebriklerini ileterek gözden kayboldu. Ben de odama girdim. Valizim benden önce bırakılmıştı. Tuvalete koşar adımlarla ilerledim. Artık boğazıma kadar yükselen safrayı tutmam mümkün değildi. Bedenim kasılırken lavaboya doğru eğildim. Neyse ki midemin boş olması sebebi ile çok uzun sürmedi. İşim bittikten sonra beti benzi atan yüzümü yıkayıp odaya döndüm. Odamı incelemeye ancak vaktim oldu. Geniş odanın duvar kâğıtları gri rengindeydi, üstü gümüş dal figürleri ile süslü ve göz alıcı görünüyordu. Koridordaki gösterişli freskler odada bulunmuyordu. Yatağımın beyaz nevresim takımları vardı. Etrafını saran gri cibinliğine hayranlıkla bakakaldım. Onu alabilmek için ömrümün sonuna kadar çalışmam gerekirdi! Çalışma masam ve aynamda çok güzeldi. Soylu Şımarık hiçbir masraftan kaçınmamış görünüyordu hatta özeni beni şaşırttı. Özel asistanlık işi için biraz fazla olduğunu düşünsem de şikâyet edemezdim. Usulca yerden tavana kadar uzanan üstten oval gelip dikdörtgen biten pencereme doğru ilerledim. Gri güneşlikleri açtığım an içeriye muazzam bir güneş ışığı doldu. Muazzam manzara beni gafil avladı. Nefesimin kesilmesi işten bile değildi. Kalenin bahçelerinden birini görüyordu. Bahçenin bitişini belirleyen yapay bir sınır yoktu, oldukça gür ağaçlarla dolu bir ormana uzanıyordu. Yamacın kenarında olduğumuz için bu görüntü beni şaşırttı. Bahçenin tam ortasınca kocaman bir süs havuzu bulunuyordu. Hayatımda daha büyüğünü görmediğime emindim. Mermerin muazzam bir şekilde oyulmasından yapılan süs havuzunun çevresini pembe güller süslüyordu. Büyüleyiciydi! Bahçedekileri izlediğim esnada gözüme çarpan kişi ile soluklarım hızlandı. Ormana uzanan patikanın hemen kıyısında, insanlardan uzak bir köşede kılıç talimi yapıyordu. Cama biraz daha yaklaştım. Ellerimi cama yaslayıp gözlerimi hafif kısıp net görmeye çalıştığımda onun kim olduğundan emin oldum. Yazgan Aspar… Kuzguni siyah bukleli saçları rüzgâra meydan okuyordu. Elindeki kılıcı usta bir biçimde savuruşunu hayranlıkla izledim. Çevik ve hızlıydı. Karşısındaki adamı zorladığı aşikârdı. Kan gücünü kullanmıyordu. Oldukça tehlikeli bir yeteneği bulunduğundan yanlarında şifacılar bulunmadan onu kullanabileceğini düşünmüyordum. Başımı iki yana salladıktan sonra camdan uzaklaştım. Tüm gün orada durup onu izleyemezdim! Yerleşmek için harekete geçtim. Hafta başı işe başlayacaktım. Yakında öğrenirdim Soylu Şımarığın benden tam olarak ne istediğini! *** Yazgan Kılıç taliminde kan ter içinde kaldığım için yemeğe inmeden önce odama gidip duş aldım. Üstüme siyah düğmesiz bir gömlek giydikten sonra pantolonumu giyip eteklerini içine soktum. Bugün O’nun buraya getirildiğini biliyordum. Onu tanımak ve görmek için can attığımı inkâr edemezdim. Bana söyleneni yaptım ve onu buldum. Şimdi ise ne yapacağımı bilmiyordum. Burada, benim himayemde olması büyük bir huzur veriyordu. Geldiğini öğrendiğim andan beri daha az endişeliydim. Kaderin benim için çizdiği yolun gerçekliğine daha fazla inanmamı sağlıyordu bu his. Çünkü onun güvende, benim çatımın altında olduğunu bilmenin verdiği rahatlığı kelimelerle ifade edemezdim! Beynimin içine sürekli onun tehlikede olduğunu fısıldayan seste nihayet kesilmişti. Her şey iyiye gidiyor gibiydi. Kahinler rüyalarımda bana musallat olmaya devam ettiler. Sürekli onu bulmamı istediler ve onu bulduğum, ilk gördüğüm andan sonra müthiş bir sessizliğe gömüldüler. Onu bulmak değildi tek görevim, hissediyordum. Tüm bedenimi ateşe veren bir koruma içgüdüsü ile cezalandırıldım! Her şey özenle planlanmış gibiydi. Onu bu ülkede bulmayı bile ummazken, burnumun dibinde olduğunu öğrendim. Otrar Limanında çalıştığını duyduğumda talihin benden yana olduğunu biliyordum. Kahinlerin beni kutsadıkları o meşhur gece de bir kişi daha aynı teşhis konulamaz durumla hastaneye kaldırılıp tedavi altına alınmış. O kişinin günlerce peşinde olduğumla aynı insan olduğunu öğrendiğimde bizi bir şey için seçtiklerine emin oldum. Asistanım hamile olduğu için işinden ayrılmak istediğini ilettiğinde artık emindim, bu işte Yaratıcının parmağı vardı. Ebren’in dört yıllık çalışma hayatında onu diğerlerinden ayıran bir başarısı vardı. Onu seçmem Yançı hariç kimseyi şüphelendirmedi. Benim bu konuda ne kadar titiz ve uyuz olduğumu bilen anne ve babam kurcalamadılar bile fakat Yançı bir şeyler karıştırdığıma böylelikle emin oldu. Babamı ikna etmem yine de kolay olmadı. Bu iş için Barçkent’te de binlerce kişi olduğunu söylediğinde sert kayaya tosladım fakat birkaç gün sonra bir şekilde ikna olup ne yapmak istiyorsam yapmamı söyledi. En kolayı Kraliyetten terfi için resmî belgeyi almak oldu. Kraliyete en yakın aileydik, babam Kralla konuşmuş ve işi beklediğimden bile hızlı halletmişti. Eşine ve benzerine rastlanmamış olmasına rağmen bu işi tereyağından kıl çeker gibi kolayca halledebildim. Freskler ile kaplı koridorda yürüyor, işlemeli kolonların etrafında dolaşıyordum. Keyifle ıslık çalıyordum. Keyfim görülmeye değerdi doğrusu. Kafamın içindeki o lanet seslerden kurtulabildiğim için kendimi şanslı sayıyordum. Bakışlarım etrafımda dolaşırken onu gördüm. Koridorun sonunda duvardaki fresklere büyülenmiş bir biçimde bakıyordu. Elini duvardaki resimde hayranlıkla gezdirişinden sanata olan ilgisini anlayabilirdiniz. Öylesine odaklanmıştı ki fresklere, ıslık çaldığım halde varlığımın farkına varamamıştı. Üstünde mavinin en kötü tonundaki elbisesine rağmen oldukça güzel gözüküyordu. Çattığı kaşları sebebiyle bir şey düşündüğü çok aşikârdı. Sürekli onu düşünmekten kendimi alamadığımın farkındaydım. Konu o olduğunda beklenenden fazla hassaslaşıyordum. Kader, ikimiz için kusursuz planlanmış bir kurguydu. Rollerimiz seçilmiş, oynamamız bekleniyordu. Onu gördüğüm ilk andan beri kalbim daha önce hiç atmadığı kadar hızlı atıyordu. Sanki yıllardır onu bekliyormuş gibi… “Ebren Hıncal,” diye fısıldadım tam arkasında durduğum an. Korkuyla sıçradı ve hışımla bana döndü. Gözlerinde ateşin en kızıl hali vardı. Ağzını açtı fakat hemen sonra gerisin geri kapattı. Karşısında kimin olduğunu fark ettiğinde gözleri büyüdü. Kafasını hafifçe eğerek beni selamladı. Bundan nefret ettiğini anladım! Bizden nefret ediyordu. “Soylu Kan Yazgan,” derken tükürürcesine söylemişti adımı. (Soylu Kan ifadesi; Lord, Efendi anlamlarında kullanılmaktadır.) “Yerleşebildin mi?” diye sordum samimi bir merakla. Bakışlarını geçen günkü gibi bana çevirmiyordu. Direkt gözlerime bakmaktan kaçınıyordu diğer tüm Eski Kanlar gibi… “Evet, yerleşebildim.” Dedi usulca. Sesi dümdüzdü. Nefretini görebilirdim şayet kızıl gözleri bana bakıyor olsaydı. Baksın isterdim! Her ifadesini dikkatle incelemekten kendimi alıkoyamıyordum. Söylemek istediklerini birden fazla kez düşünüyor, onları kafasında tartıyor ve bir filtreden geçiriyordu. “Sevindim,” derken bakışlarını anlık gözlerime kaldırdı. Direkt olarak ona baktığımı gördüğü gibi yeniden gözlerini kaçırdı ve yere döndü. Dibinde duruyor olmam onu oldukça rahatsız etmişti. “Teşekkür ederim,” derken sesi dümdüzdü. Nefretin kızıl gözlerinde parladığını az önce görebildim. “Freskler ilgini çekiyor sanırım.” Dedim tamamen onunla konuşmaya devam etmek için. “Resimleri severim.” Dedi oldukça basitçe. “Çizebiliyor musun?” Sorum onu dumura uğrattı. Bakışlarını şaşkınlıkla kaldırıp gözlerimin içine baktı. Gözlerini hızlıca kırpıştırırken gür kirpikleri dikkatimi çekti. Çok güzel görünüyordu! Boğazını temizledikten sonra dikleşti ve beni selamladı. “İyi günler.” Dedi yalnızca. “Yemeğe gidiyorum, eşlik etmek istemez misin? Ailem oldukça merak ediyor Otrar’dan seçtiğim asistanımı.” Diye sorarken ne düşündüğümü ben de bilmiyordum. Gözleri irileşirken gerçekten şaşırdı. Ardından yüzünün hafifçe kızarmaya başladığını fark ettim. Gözlerini hızla benden kaçırdı. Oysaki direkt gözlerime bakamıyor olması gerekirdi… “Eşlik etmek ister misin?” diye sorumu yeniledim ama aslında yapmamalıydım. “Eski Kanlar ile yiyeceğim, teşekkür ederim.” Derken şaşkın bir ifade ile yüzüme bakmayı sürdürdü. Bu teklifi yapmama şaşkındı, ben gibi. Eski Kan ve Soylu Kan aynı masada görülmeye değer bir tablo olurdu doğrusu. Ben bu tarz şeyleri çok yadırgamaz hatta normal karşılardım açıkçası fakat toplumsal algılardan ötürü bu onu zor duruma sokardı. O anlar da babamın surat ifadesini de görmek isterdim. “Eto tvoy vybor*...” (Senin tercihin.) “Bu bir tercih değil,” dediğini duyduğumda şaşkına döndüm. Nasıl bilebilirdi? “Eski dili biliyorum, efendim.” İşte bu daha da şaşırtıcıydı. Eski dil yalnızca Soylu Kanlara öğretilen bir dildi ve bunu birinden öğrenmesinin imkânı yoktu. “Nasıl bilebilirsin?” derken şaşkınlıkla sordum. “Ya ne znayu.” (Bilmiyorum.) O an işlerin beklediğimden daha fena olduğunu kavrayabildim. Onda farklı ve açıklanamaz şeyler olduğunu zaten biliyordum fakat durum giderek garipleşiyordu. Eski dili bilmesini açıklayamıyordu bile. Hem anlıyor hem de konuşabiliyordu! Bu iş bizim boyumuzu aşacakmış gibi hissediyordum. Fakat her ikimizde bu denklemin bir parçasıydık. O an kafamda şimşekler çaktı. Onda farklı ve açıklanamaz şeyler olduğunu biliyordum fakat durum giderek garipleşiyordu. Eski dili bilmesinin imkânı yoktu ama hem anlıyor hem de konuşuyordu. Bu iş benim bile boyumu aşacakmış gibi hissediyordum fakat kendimi bu denklemde bulmaktan başka bir şey yapamıyordum. “Priyatnogo appetita, Ebren.” (Afiyet olsun, Ebren.) “Vy tozhe ser.” (Size de efendim.) *** SARAYŞIK PARS SOYLU KANI, KRALİYET AİLESİ İlter Başkentin üzerinde batan güneşi şahsi balkonumdan izlemeyi çok severdim, özellikle de kendi şekillendirdiğim biçimde! Onu zihnimde canlandırdığım güzellikte görebilmek için gözlerimi kırpıştırdım ve bunu yaptığım an gerçeklik bükülmeye başladı. Işıklar artık daha canlı ve parlaktı. Şimdi daha göz alıcıydı. Her şeyi mükemmelleştirebiliyordum, kendim hariç! Ellerim iki yanımda hareket ettiğinde ortamın değişmeye başladığına şahit oldum. En huzurlu hissettiğim yerlerden birisi olan şelalenin en tepesinde kendimi bulduğumda dudaklarımda bir gülümseme oluştu. Burası annemin memleketi olan Maçin’deki bir doğa harikasıydı. Çocukluğumuzda sık sık gelirdik. Babam ve annemin evliliği Maçin ve Barshan Ülkelerindeki barışı taçlandırmıştı. Yazları buraya gelmemize o zamanlar ses edilmezdi. Şimdi ise yalnızca bir çıkar söz konusuysa giderdik. Ellerim hareket etmeye devam etti. Yaptığım illüzyonlar o kadar gerçekçiydi ki bazen ben bile gerçeklik algımı yitiriyor gibi hissediyordum. İnsanın kendi anılarına ve zihnine hapsolmasından daha beter bir şey yoktu. Güneş ufukta kaybolmaya başladığında durdum ve gerçeğe döndüm. Gerçek hapsolduğum odamın balkonuydu. Odama geri döndüm. Yatağıma uzanıp gözlerimi yumdum. Yine önüme aynı siluetin gelmesiyle titredim ve gözlerimi hışımla açtım. Neden aynı yüzü görüp duruyordum? Parmaklarımı kaldırıp o silueti yeniden gözlerimin önünde canlandırdım. Kahve kızıl saçları rüzgârda savruluyordu. Işıldayan çehresine öfke hâkimdi. Bir savaşın tam ortasında, kinle gözlerimin içine bakıyordu. Bakışlarındaki nefret sanki özenle bir ressam tarafından çizilmişti. Dudaklarını oynatıyor, bir şey fısıldıyordu. Ne söylediğini hiçbir zaman anlayamamıştım. Daha önce bu kadını görmediğime emindim fakat rüyalarımda peşimi asla bırakmıyordu. Geçen gece asla bir kadından beklemediğim bir güçle parmakları boğazımı sarıp sıktığında nefes nefese ve öksürerek uyandım. Aynı ürperti tenimden geçtiğinde gerildiğimi hissettim. Kimdi ve benden ne istiyordu? Kapımın tıklatıldığını duyduğumda yatakta doğruldum. Odabaşı gelenin Tilun olduğunu söylediğinde gerildiğimi hissettim. O yalnızca etrafındaki nesnelerin değil, ses titreşimlerinin dahi gerçekliğini bükebilen nadir Gerçeğin Hâkimlerinden birisiydi. Babamın hayal ettiği erkek evladın sahip olması gereken her şeye sahipti fakat Barshan Ülkesinde hâlâ başa bir kraliçenin geçmesine izin verilmiyordu. “Yine ne yapıyorsun bu odada?” diye söylenerek girdi. Sesine yaptığı o illüzyondan nefret ediyordum. Beynimi uyuşturuyordu resmen. “Canım neyi isterse onu, sana da mı hesap vermem bekleniyor?” derken sesim olabildiğine ilgisizdi. “İlter!” dedi uyarı dolu bir tonla. “Cevaplarımdan memnun kalmıyorsan gerçekle bu sefer de kendin için oynayabilirsin, sevgili kardeşim.” Derken yalancı bir gülümseme oturttum dudaklarıma. “Büyü artık!” dedi tükürürcesine. “Darhan Soylu Kanı burada, konsey toplandı. Babam derhal oraya gitmemizi bekliyor.” Derken sözlerimden zerre etkilenmiş görünmüyor ya da böyle görünmek için gerçeklik ile oynuyordu. Gerçeğin Hâkimi iseniz kimseye güvenemezdiniz! “Gidelim.” Dedim üstümü düzelttikten sonra. Birlikte odamdan çıktığımızda kapıdaki muhafızlar eğilerek bizi selamladılar. Bu seremoni biz konsey salonuna gidene kadar devam etti elbette. Konsey salonunun kapısından içeri girdiğimiz an orada bulunan tüm Soylu Kanlar bizi selamladı. Kan Çağı Devriminin öncü ailesi bizdik. Büyük büyük büyükbabam ve ailesi kovulduktan sonra Soylu Kanları birleştirerek Eski Kanlar ile savaşmalarını sağlayan yegâne komutanlardı. İlk kurulduğunda topyekûn bir ülkeyken de onu yöneten Pars Soylu Kanıymış. Sonrasında parçalanarak birden fazla ülkeye dönüşsek bile düzen her ülkede aynı şekilde devam ediyordu. Salondan içeri girdiğimiz esnada “Bir kehanet gördük,” diyordu Darhan Soylu Kanı Kültem. “İki hafta önce tüm Darhan Soylu Kanlarının zihnine sızan bir fısıltı bize, zamanın geldiğini, söyledi.” “Bunu söylemiştiniz zaten, Kültem. Beni aynı şey için ikinci kez görmek istiyor olamazsınız!” derken öfkeliydi babam. “Fakat Kan Çağı Kehanetine inanmadığınızı belirttiniz.” “İnanmıyorum!” derken sesi bir Kraldan beklenildiği gibiydi. “Bu toprakları kan dökerek kazandık, hak ettik. Hiçbir güç hakkımız olanı bizden alamaz, bu saçmalığa inanmayacağım!” Bir kralda olması gereken tüm özelliklere doğuştan sahipti, benim aksime! “Tomris,” dedi usulca Kültem. Merakla ne olacağını izlerken öne çıkan kadını gördüm. Sarı saçlarını savurarak ilerledi ve babamın önünde durarak onu selamladı. “Majesteleri, izniniz olursa Tomris, prensimizin geleceğine bakmak istiyor.” Bakışlarım dehşetle onlara döndü. Bundan ve her şeyden nefret ediyordum! “Neden?” derken irkildim. Gelecekte ne yaşanacağını görmek falan istemiyordum. Geleceğimi bileceksem yaşamanın ne anlamı vardı ki? “İsminiz Majesteleri,” diye konuşan kadın ile bakışlarım ona döndü. “Her gece zihnime isminiz fısıldanıyor.” Berrak mavi gözlerini üstüme diktiği an tüm bedenim kasıldı. Bunu yapmak istemiyordum. Kimsenin, özellikle kendimin geleceğimi bilmesini istemiyordum. “Majesteleri,” derken babama dönmüştüm. “Bunu istemiyorum.” Babamın gözleri üstüme döndüğünde oradaki aleni alayı görebildim. Zayıflığımı dillendirmeden de haykırıyordu bana. Her zaman ki gibi büyük bir zevkle! “Onların gördükleri değişkendir, İlter.” Derken alayı sesindeydi bu sefer. Onca insanın, kullarımızın önünde prenslerini aşağılamaktan geri durmuyordu. “Şovu izlemek istiyorum.” İtiraz hakkımın olmadığını biliyordum. Adımlarım geri geri gitmek isterken dişlerimi sıktım ve Tomris’e doğru ilerledim. O an Yazgan ile göz göze geldik. Büyük bir merak ve endişe ile gözlerime baktı. Avuçlarını bana doğru uzatan kadın ile irkildim ama korkusuz görünmek için elimi ona uzattım. Elini elimin üstüne örttüğü an bedenim müthiş bir güçle itilmeye başladı. Başım arkama doğru savruldu. İrislerim gözümün arkasına kayıp geriye sadece gözlerimin akını bıraktı. Bedenimde geçip giden o muhteşem gücün kaynağının Tomris olmadığına emindim. Bunun normal olmadığını biliyorlardı ama durdurmadılar. Dudaklarım benim arzum dışında aralandı. “Dengeyi ve adaleti sağlayacak olan yeryüzüne gelecek.” Diye mırıldandım bilinçsizce. Gözümün önünden geçen vizyonlar benim yansıtma gücümle herkes tarafından görülür kılındı. Gücümü kullanmak istemedim fakat bir güç tümlüğümü ele geçirdi. Göğsümün üstünden anbean zihnimde oluşan görüntüleri yansıttı. “Gücünü kanından alanlar da hesap verecek. Ucu göğe uzanan kalelerinin dibine gömülecek.” Dudağımdan dökülen sözler ile herkesin canının sıkılacağına emindim. Artık ciddiye almak zorundaydılar. Böylesi bir güç daha önce görülmüş değildi. Bilincimin içine hapsoluşu, hareketlerimde kısıtlanışımı hissettim. Hiçbir şey yapamıyordum. “Dengeyi ve adaleti en güçlü olan duygu sağlayacak.” Tomris, ellerini benden kurtarmak istercesine hızla çektiğinde geriye doğru birkaç adım atarak dik durmayı başardım. O an tüm yetki yeniden bana geçti. Gözlerimi yumup kendime gelmeye çalıştığım an aynı tanıdık siluet canlandı. “Seni yeneceğim!” diye fısıldadı sesi zihnime. Nihayet ne dediğini artık biliyordum… “Bu nasıl bir oyundur?” derken hiddetle yerinden doğruldu babam. “Ne demek oluyor bu?” Darhan Soylu Kanından olan Kültem suratındaki kendini beğenmiş sırıtışla babama döndü. Ona bakarken haklı çıkmanın gurunu yaşıyordu. Onun gururlu gülüşünün bedeli olarak parçalanmıştım! “Majesteleri, bu Kan Çağı Kehanetinin ta kendisi!” derken çokbilmiş çıkıyordu sesi. “Az önce gördüğünüzü yapabilecek güç bildiğimiz hiçbir Soylu Kanda yok fakat Fısıltı Kahinlerinin neler yapabileceğini bilmiyoruz. Şu an buradayız, bu anı yaşıyoruz çünkü bunu istiyorlar.” Babamın seğiren çenesini gördüğümde durum hoşuma gitmeye başladı. Geleceğe dair gördükleri vizyonlarda kan, dehşet ve vahşet vardı. Yine bir savaşın iki tarafıydı insan ırkı ve yine kaybetmek için kazanmak istiyordu. “Dünya bir kıyametten kurtuldu,” diye mırıldandı Tomris. “İnsan ırkı tekrar o kadar şanslı olabilecek mi?” Sarsılmış görünüyordu. Gördüğümüz vahşet herkesi korkuttu. Çünkü onlar yalnızca benim değil hepimizin geleceğiydi! “Gördükleriniz değişkendir.” Derken bir adım atmıştı Aspar Soylu Kanı Kutan. Hemen arkasında duran Yazgan ise sıktığı yumrukları ile olanları izliyordu. Memnun görünmüyordu. Gözümün önünde canlanan yeni vizyon ile bedenim kasıldı. Bir ses zihnime fısıldadı, “Vadedilmiş olanın zamanı geldi!” Kasılmalar ile seğiren bedenim un çuvalı gibi yere devrildiğinde benim yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Parmağımı bile kıpırdatamıyordum ama dudaklarımdan o sözler döküldü. “Vadedilmiş olan denge ve adaleti sağlayacak!”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD