Sabah gözlerimi açtığımda arkamdaki bedenin yokluğunu hissettim önce. Sonra da yüzüme yayılan sıcaklığı... Gözlerimi kırpıştırıp açtığımda Lewis'i şöminenin başında buldum. "Günaydın."
Arkasını dönüp bana baktı. "Kar yağıyor. Bu havada dışarı çıkamayız."
Yataktan doğrulup uykulu sesimle konuştum. "Biz kurt değil miyiz? Soğuk hava bize işlemez."
"Öyle tabi Lora ama yine de biz de hasta olabiliriz. Özellikle sen bu haldeyken dışarı çıkmanı istemiyorum."
Ayağa kalkıp yanına oturdum. "Beni düşünmen gözlerimi yaşarttı doğrusu."
"Seni her saniye düşünüyorum." başımı çevirip ona baktım. Beni etkilemeye çalışıyorsa başarmıştı. Yalan yok.
"Bunu yatağına aldığın her kadına söylüyor musun?"
Gülüp başını eğdi. "Beni yakaladın."
"Çapkın olduğun her halinden belli."
"Çapkın demeyelim de kadın varlığını seviyorum diyelim."
En sevmediğim erkek tipi. Ve ben de onunla şu an baş başaydım. Tamam ben de bir çok erkekle beraber olmuştum ama onlar benim kapıma köleydi. Ben varken başka bir kadını tercih etmeyi akıllarından bile geçirmezlerdi.
"Ben acıktım." Ayaklanıp mutfağa yöneldim.
"Ne yemek istersin?"
Dolabı açıp bakındım. "Ne yiyebiliriz ki? Tabi ki tost."
"Yemek yapmayı bilmiyor musun?"
Bilmiyordum. Hiç yemek yapmak gibi bir ihtiyacım olmamıştı ki... Sarayda bu işler halledilir ve önüme yemeğim konulurdu. Ben de hiç denemedim yemek yapmayı.
"Pek sayılmaz. Yumurta kırabiliyorum sadece. Onu da hiç denemedim ama yapabilirim."
"Çekil de sana lezzetli bir şeyler yapayım."
"Sen?" yanıma gelip dolabın önüne geçti.
Başını çevirip yüzüme baktı. "Ben çok iyi bir aşçıyımdır. Lezzetini tattığım her yemeği çok iyi yaparım."
Doğruldum. "Bunu bildiğim iyi oldu. Artık yemekler senden."
Dolaptan bir kaç sebze çıkardı. "Mantar sever misin?"
"Bayılırım."
"O halde mantar sote."
Suyu açıp mantarları yıkamaya başladığında arkasına geçip onu izledim. "Domatesleri ince ince doğrayabilir misin?"
Başımı sallayıp tezgahtaki doğrama tahtasını alıp domatesleri doğramaya başladım. Lewis de o sırada mantar ve biberleri doğramıştı.
Tavayı ayarlayıp önce biberleri sonra domatesleri en son da mantarları atıp biraz da baharat eklemişti.
Piştikten sonra tavayı aramıza koyup ekmek çıkardı. "Bak bakalım tadına."
Çatalıma biraz alıp tadına baktım. Sıcaktı ama çok lezzetliydi. "Bayıldım."
Lewis sadece izlemeye devam ettiği için ona döndüm. "Sen neden yemiyorsun?"
"Aç değilim. Sen ye."
Sandalyeden kalkıp şömineye yaklaştı. İçine bir odun daha atıp ateşi harladı. Pencereye yönelip etrafa bakındı. "Kar yağışı durmuş. Yemeğini yedikten sonra çıkarız."
Tekrar gelip yanıma oturdu. "Sarayın bazı kuralları vardır. Onlara dikkat etsen iyi olur."
"Ne gibi kurallar?"
"Öncelikle babam. Onun sözünün dışına çıkma. İtiraz etme. Dün de dedim, o biraz serttir."
"Kolaymış."
"Onu tanıdığında hiç kolay olmadığını göreceksin."
"Başka?"
"Saraydan çıkarken en azından bana haber ver. Saray dışına pek çıkılmaz. Ben hariç tabi. Benimle beraberken istediğin yere gidebilirsin. Onun dışında yasak."
"Anladım."
"Sarayda yaşayanlar şehir dışına çıkmaz. Özellikle kimse vampir şehrine gitmez. Sen de çıkmayacaksın."
"Neden?"
Güldü. "Onlarla yedi düvel düşmanız. Bilmez misin?"
"Biliyorum tabi ama yıllardır süren bu çatışma ne zaman bitecek merak ediyorum."
"Bitmez. Hele babamın ellerinde vampirlerin tanrısının kanı varken."
"Ne?"
"Ben de çok bilmiyorum. Küçüktüm. Bir gün saray çalkalandı. Babam o adamı öldürdü. Hatta biraz daha fazlası. Tam bir vahşetti."
Haklıymışım. O kişi Lewis'in babasıymış. Babamı o öldürmüş. "Sonra ne oldu?"
"Ben pek hatırlamıyorum. Ama teyzem anlattı. Sarayda bir dolu şey oldu. Babam yüzünden savaş çıkacak sanmışlar ama bir şey olmamış."
Hikayenin bu kısmını ben biliyordum. Bir tane Freeman ailesinden kurt cesedi yollayıp kanınızın bedeli diyerek not yollamışlardı. O kurdun kim olduğunu hiçbir zaman bilmedik. O kurdun bir Freeman olduğunu ise annem anlamıştı. Nasıl oldu bilmiyorum ama intikam almaktan birden vazgeçmişlerdi.
"Sebebini biliyor musun peki?"
Başını salladı. "Bilmiyorum, kimse söylemedi. Zaten o dönem de çok acı bir şey oldu."
"Ne gibi?"
"Annem öldü." derin bir nefes aldı. "Kalbi dayanamamış sanırım olaylara."
Kalbi mi dayanamamış yoksa onu vampirlere kurban mı vermişlerdi? Burası büyük bir muammaydı. "Baban ne yaptı o zamanlar? Hatırlıyor musun?"
Güldü. "O üzülmedi pek. Hiçbir şeye üzülmez. Şimdi ben ölsem buna bile üzülmez."
"Annenin ölümünü kabullenmesi kolay olmuş demek ki."
"Tabi ki. Hatta bir sene önce tekrar evlendi. Çok daha genç bir kadınla."
"Üvey annen var yani."
Güldü. "Anne demek pek doğru olmaz. Benden bile küçük. Sanırım senin yaşlarında."
"Değişik biriymiş bu baban."
"Seninkiler nasıl?"
"Annemle babam mı?"
Başını salladı. "Evet."
"İyiler. İyiler işte." ona gerçek ailemden bahsetmek istememiştim, bu yüzden sadece iyiler diyip kestirip atmıştım. "Eee anlatsana başka kural var mı?"
"Genelde böyle. Kimsenin özel alanına girilmez. Aynı saatlerde yemek yenir gibi bla bla bir sürü ıvır zıvır."
"Anlıyorum."
"Yesene yemeğini."
"Doydum ben, artık gidelim mi?" Gidip bir an önce babamın katiliyle tanışmak istiyordum.
"İyi, peki. Üzerine bir şeyler giy de gidelim."
"Tişört iyi de alt kıyafetlerin çok bol. Olmaz bana."
"Gerekirse kemer takarız. Böyle üşürsün."
"Öyle yapalım."
Ayağa kalkıp dolaba yönelip siyah bir kot pantolon aldım. Aşağıdan da bir kemer alıp hızlıca giyindim. Dediğim gibi çok bol olmuştu ama kemerle bir şekilde hallettim. "Oldu sanırım."
"Çıkalım."
Şömineyi söndürüp elime bir ceket tutuşturdu. Ceketi de giydiğimde kapıyı açtı. Önden yer verdiğinde dışarı çıktım ve kapıyı kilitledi. Anahtarı saksının altına koyduğunda gözlerim kocaman oldu.
"Senin gibi bir adamın anahtarı saksının altına koyduğuna inanamıyorum."
"Bu eve girmeye kimsenin yüreği yetmez. O yüzden rahatım."
"Ben girdim ama. Ne oldu?"
Gururlu bir şekilde gülümsediğimde hevesimi anında kırmıştı. "Küçük kızların evime girmesi endişe edilecek bir şey değil."
"Küçük kız mı?" yürümeye başladığında peşine takıldım. "Sen bana küçük kız diyemezsin tamam mı?"
"Dersem ne olur?"
Sırtına yumruk attığımda bana döndü. "Bu ne şimdi? Acıttığını mı sanıyorsun?"
"Kas yığını olduğun için acıtmamıştır tabi." Bakışlarımı vücudunda gezdirdim. "Hayvan gibisin."
"Bu bir iltifat mı?"
"Hayır değil." Omzuna çarparak yanından geçip önden yürümeye devam ettim. Nereye gideceğimi bilmiyordum ama uzaktan da olsa saray göründüğü için saraya doğru ilerledim.
"Çiftleşme dönemi ne zaman başlayacak?"
"Bir hafta sonra."
"Bu bir hafta boyunca ne olacak peki?"
"Ben ne dersem o olacak."
Bir kez daha gözlerimi devirdim. Çok sinir bozucu bir adamdı ama sesimi çıkarmadan yürümeye devam ettim.
Saraya ulaştığımızda durup görkemli yapısını izledim bir süre. Lewis arkamdan gelip omzuma dokundu. "Korkmuyorsun değil mi?"
"Hayır, sadece şaşkınım. Burada kaç kişi yaşıyor?"
Gülüp önüme geçip yürümeye devam etti. "Biz, teyzemler, amcamlar ve halamlar... Biraz fazla kişi anlayacağın."
Onu takip ettim. "Anlaşabiliyor musunuz?"
"Ben sarayda yaşamadığım için pek bilmem. Kuzenlerimle anlaşırız ama genelde. En çok da teyzemi severim. O da beni sever. Gelmem için çok ısrar etti ama tek başıma yaşamak benim istediğim şeydi."
"Peki artık ne yapacaksın? Burada mı yaşayacaksın? Beni tek bırakıp gitmeyeceksin değil mi?"
"Hayır, burada kalmak istediğin süre boyunca seninle kalacağım. Ne zaman evime gelmek istersen o zaman da beraber gideriz. Saray biraz sıkıcıdır. Bunu yakında görürsün sen de."
En azından babamın katiline bunu ödetene kadar gitmeyecektim buradan.
Lewis elini uzattı. " İçeri girelim. "
Başımı sallayıp elini tuttum. Kocaman elinin üstünde elim küçücük kalmıştı. " Girelim. "
Gidelim bakalım neler yaşayacaktım? Kaçtığım yere pişman olup geri dönmek isteyecek miydim yoksa burada kendime güzel bir hayat kurabilecek miydim? Bunu öğrenecektim çok yakında.
Sarayın girişinde iki asker vardı. Bize baş selamı verdiklerinde içeri girdik. Koridor boyunca ilerlerken duvardaki resimlere baktım. Hepsi kanlı bir savaş sahnesinden fırlamış gibiydi adeta. Bu da ürkütücüydü haliyle.
Koridoru geçtikten sonra merdivenlere yöneldik. Merdivenlerin üstünde kırmızı bir halı vardı ve altın yaldızlarla süslenmişti. Oldukça gösterişliydi. "Şimdi nereye gidiyoruz?"
"Bizimkilerin yanına."
"Bu kılıkla mı? Giyebileceğim başka bir şey yok mu buralarda? Böyle görünmek istemiyorum."
Fazla zayıftı. Daha iyi görünmek ve onlara karşılarında hafife alınmayacak biri olduğunu göstermek istiyordum.
"İyi tamam, önce kalacağın odaya gidelim."
Dediğiyle başımı sallayıp onu takip ettim. Kapıyı açıp bir odaya girene kadar kimseyle karşılaşmamıştık. "Burası benim odam. Bundan sonra burada kalacaksın."
Bir şey demedim. Yalnız olmamak daha iyiydi sonuçta.
"Sana kıyafet getirmelerini söyleyeceğim. Biraz burada bekle."
"Tamam."
Lewis çıktıktan sonra bakışlarımı odasında gezdirdim. Sadelikten hoşlandığı belliydi. Ve siyah... Neden bütün erkekler siyah bir yatak odasına sahip olur ki? Ne bu başka renk kullanırlarsa erkeklikten mi çıkıyorlardı?
Yatağın üzerine oturup Lewis'i beklemeye başladım. Bir süre sonra kapı açıldığında önden iki kadın ellerinde kıyafetlerle girdi. Arkadan Lewis ve onun arkasından bir kadın daha girdi. Elinde de bir çanta vardı. "Siz şöyle bırakın, daha sonra gelip düzenlersiniz."
"Tabi efendim."
Kadınlar bütün eşyaları yatağa bırakıp çıktıktan sonra kıyafetlere dönüp baktım. Hepsi de oldukça lüks görünüyordu. Tıpkı kendi sarayımda giydiğim elbiseler gibiydi.
"Teşekkür ederim." kıyafetlerden birini elime aldım. Kırmızı. Kan renginde. Kurtlarla ilk buluşma için gayet ideal bir renkti. Üstelik iddialıydı da. Göğüs bölgesinde dekoltesi vardı ve sırtı da tamamen açıktı. Dizlerimin biraz üzerinde son buluyordu. Bunu giyecektim.
" Onu giymek istediğine emin misin?"
Başımı salladım. "Evet, bir sorun mu var?"
"Yok, babam buna bayılacak."
Kaşlarımı kaldırdım. "Bu bir kinaye değil mi?" "
Güldü. " Evet de hayır da cevap. Gerçekten hoşuna gider, sever. Ama aynı zamanda ilk görüşmeden iddialı olduğun için seni rahat bırakmaz. Güçlü görünen insanları sevmez. "
Güldüm. "Babanın sevgisine ihtiyacım yok neyse ki."
Elbiseyi bırakıp Lewis'e döndüm. "Banyo edebilir miyim?"
"Tabi tabi, hemen arkandaki kapı."
"Teşekkür ederim."
Arkamı dönüp banyoya doğru yürüdüm. Kapıyı açıp içeri girip kilitledim. Önce kendime bir havlu alıp sonra da suyu ayarlayıp kendimi suyun altına bıraktım. Güzelce yıkanıp saçlarımı taradıktan sonra suyu kapatıp çıktım. Havluyu vücuduma sarıp bir tane de saçlarımı kurulamak için aldım.
Kapının kilidini açıp dışarı çıktım. Lewis'in bir an odadan çıktığını düşünmüştüm ama diğer tarafta küçük buzdolabını açmış şarap dolduruyordu.
Yatağa ilerleyip çantayı açtım. İçinden siyah dantelli bir külot alıp Lewis'e döndüm. "Dışarı çıkabilir misin, üstümü giyineceğim?"
Şarabından bir yudum alıp konuştu. "Seni zaten çıplak gördüm. Bence bir sorun yok."
Aslında haklıydı, neden kasıyordum ki bu kadar?
Elimdeki havluyu bırakıp vücudumdaki havluyu çıkaracağım sırada gelip yatağa oturdu. Bardağını dudaklarına götürdüğünde üzerimdeki havluyu açıp bir kenara bıraktım. Külodu elime aldığımda bileğimi tuttu. "Hala canın yanıyor mu?"
Başımı olumsuzca sağa sola salladım. "Hayır, geçti. Neden sordun?"
Bakışlarını vücudumda gezdirdi. "Bu gece seni istiyorum çünkü. Ve hiçbir şeyin mani olmasını istemiyorum."
Bileğimi yavaşça kurtarıp güldüm. "Gece olsun da bakarız."
"Benden kaçamayacağını biliyorsun değil mi?"
Evet, bunu çok iyi biliyordum. Zaten istesem de ondan kaçamazdım. "Biliyorum ve kaçmıyorum da."
"Güzel."
Hızlıca külodumu giydiğimde ayağa kalktı. "Ben de gidip bir banyo yapayım. Akşam yemeğine gideriz."
"Tamamdır."
Elbiseyi giydiğimde o da banyoya girmişti. Kadınların getirdiği çantayı kurcalayıp çıkan makyaj malzemeleri ile kendime sade ama kırmızı rujla patlayan bir makyaj yapmıştım.
Aynanın karşısına geçip saçlarıma baktım. Dalgalı oldukları için şanslıydım, bu yüzden sadece ellerimle basitçe düzeltip ayağa kalkmıştım. Ben hazır olduğumda Lewis de banyodan çıkmıştı.
Beline sardığı havlu yüzünden yarı çıplaktı ve insan onun göğsüne bakmadan duramıyordu. O kadar kaslıydı ki, bazen istemsizce kendimden geçerken buluyordum kendimi.
Saçlarını kurularken dolabının karşısına geçip siyah bir gömlek ve siyah bir kot pantolon çıkardı. Bir tane de boxer alıp dolabını kapattı.
Saçını kuruladığı havluyu bırakıp belindeki havluyu bir kenara attı. Tamamen çıplak olduğunda önce bir kaç saniye gözlerimi kaçırdım. Sonra aklıma onunla seks yaptığım geldi. Neyden utanıyordum bu kadar?
Başımı çevirip vücudunu inceledim. Sıkı bir kalçası vardı. Spora önem verdiği belliydi ama onu yakından izlediğimde bunu daha iyi anladım.
Önüne döndüğünde penisi gözler önüne serilmişti. Bakışlarım sadece oraya odaklıyken konuştu. "Sen nereye bakıyorsun öyle?"
Başımı kaldırdığımda edepsizce gülüyordu. Niyetinin ne olduğunu anlayabiliyordum. "Hiçbir şeye bakmıyorum. Ne bakacağım?"
"Onu istiyor musun? Eğer istiyorsan sana küçük bir kıyak geçebilirim."
"Ne kıyağı?"
Oturduğum sandalyeye doğru yaklaştı dikleşen erkekliğiyle. Oturduğum için penisi yüzüme çok yakındı. "Yala onu Lora."
Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Makyajımı bozmayacağım şu an."
"Öyle mi? Pekala."
Arkasını dönüp yürüdüğünde çoktan pişman olmuştum bile. Lanet olsun ki kendime karşı koyamıyordum. Ona karşı koyamıyordum ve onu arzulamak beni deli ediyordu.
Lewis giyindikten sonra ayağa kalktım. Artık ikimiz de hazırdık ve akşam da olmuştu. "Salona girdiğimizde dikkatler üzerinde olacak. Seni tanımaya çalışacaklar muhtemelen. Onlara ters gitme. Özellikle de babama."
Başımı salladım. "Tamam biliyorum, yol boyunca aileni anlattın zaten."
Lewis dışarıdan bakınca umursamaz görünüyordu ama ailesi konusunda tedirgindi. Babası özellikle. Onu bu kadar korkutan şey neydi merak ediyorum doğrusu?
"İyi o zaman, çıkalım." kolunu uzattığında koluna girdim. Kapıyı açıp odadan çıktık ve koridor boyunca yürüdükten sonra devasa bir kapının önünde durduk. Kapının önündeki iki asker kapıyı ardına kadar araladıktan sonra derin bir nefes aldım. Lewis'e ayak uydurarak içeri doğru yürümeye başladık.
Büyük bir yemek masasında bir sürü kişi oturuyordu. En başta yüz hatları sert olan bir adam vardı ve bizim geldiğimizi anladığında bize döndü. Lewis sadece benim duyabileceğim şekilde konuştu. "Bu babam."
Babasının bakışları önce oğlunu daha sonra beni buldu. Bakışları üzerimde gezinirken aşırı rahatsız hissetmiştim ama kendimi tuttum. Bir saniye bile bakışlarımı kaçırmadım.
Babası tekrar önüne döndüğünde yanındaki genç kadına döndüm. O da dikkatle ikimizi de süzüyordu. Babasının yanında olduğuna göre bu bahsettiği üvey annesi olmalıydı. Ama Lewis'e hiç de iyi gözlerle bakmıyordu doğrusu.
"Bu da karısı."
Masaya yaklaştığımızda yaşlıca bir kadın ayağa kalktı. "Seni hayta! Neden geldiğini haber vermedin?" Lewis kolumu bırakıp yaşlı kadına doğru yürüdü.
"Güzeller güzeli teyzem, Çok özlemişim seni."
"Yalancı, özleyen insan arada bir gelir değil mi?"
"Öyle tabi ama biliyorsun durumları."
Teyzesi bahsettiği gibi cana yakın ve Lewis'i çok seviyordu. Bu gözlerinden bile belliydi. Belki de annesinin yokluğunu o kapattığı için Lewis de en çok onu seviyordur. " Bundan sonra buradasın değil mi? "
Lewis başını sallayıp kafasıyla beni işaret etti. "O istediği sürece evet."
Gülerek bana döndü. "Hoşgeldin güzel kızım."
"Hoşbulduk efendim."
Lewis'i bırakıp yanıma geldi. Ellerini omuzlarıma yerleştirip dikkatli bir şekilde süzdü beni. "Çok güzelsin."
Tebessüm ettim. "Teşekkür ederim efendim."
"Bana teyze de. Artık ben de senin teyzenim." Güldüm. Gerçekten de çok tatlı ve cana yakın bir kadındı.
"Tamamdır, artık teyze diyeceğim."
"Ee hadi oturun bakalım."
Teyzesi yerine geçtiğinde ben onun yanına oturdum. Lewis de babasının diğer tarafına yani diğer yanıma geçti. Yemekte teyzesi dışında kimse konuşmazken babasının soğuk sesi duyuldu.
"Aylar sonra seni buraya getiren şeyin bir kadın olmasına şaşırdım doğrusu."
Lewis alaycı bir şekilde güldü. "Başka ne olabilirdi ki zaten?"
Babası onu duymazdan gelip bana döndü. "Adın ne senin?"
"Lora efendim."
"Lora... Kimlerdensin?"
Kimlerdenim, güzel soru. Gerçek soyadımı söyleyemezdim. Bu yüzden aklıma gelen ilk soy ismi salladım. "Patterson. Patterson ailesindenim."
"Hiç duymadım. Burada yaşamıyor musun?"
"Hayır efendim. Ailem ve ben burada yaşamıyoruz."
"Peki nerede yaşıyorsunuz?"
Güldüm. "Akşam yemeğine davet edildiğimi sanıyordum ama sanırım sorgulanıyorum."
Arthur bey hafifçe gülümsedi. "Sorgu demeyelim de Lewis'in neden senin gibi birini seçtiğini anlamaya çalışıyorum diyelim."
"Benim gibi biri? Ne demek istiyorsunuz?"
"Üzerindeki elbise sana hiç yakışmamış. Fazlalık gibi duruyor. Kendini o kaliteli kumaş parçasıyla gizlemeye çalışıyorsun ama ben senin aslında içini görüyorum. Sen buraya ait değilsin."
Vampirlerin gelecekteki tanrıçası olduğumu bilse bunları konuşabilir miydi acaba? Ama bozuntuya vermedim. Lewis'in konuşacağını anladığımda uzanıp elini tuttum ve onu durdurdum. " Söylemlerinizi dikkate alacağım efendim ama uygulamayacağım. Zaten yaşlısınız, lütfen kendinizi boş yere yormayın. Sağlığınız için konuşuyorum, lütfen yanlış anlamayın."
İkimiz de yüzümüzdeki gülümsemeleri hiç silmeden birbirimize laf atarken karısı lafa girdi. "Bize nasıl tanıştığınızdan bahsetsene, hem de bu kasvetli hava dağılmış olur."
"Neden merak ediyorsun Jess. Seni ilgilendirmez."
Jess bozulduğunda babası lafa girdi. "Sana daha kaç kez karımla düzgün konuşman gerektiğini söyleyeceğim ben Lewis! Laftan anlamıyor musun?"
"Arthur, tatsızlık çıkmasın lütfen konuyu kapat." teyzesi rahatsız olmuştu. Bu yüzden konuyu kapattığında Jess denilen eşine döndüm.
"Bence nasıl tanıştığımızı anlatmak sorun değil. Biz Lewis ile ormanda tanıştık. Ben yeni geldiğim için kaybolmuştum. Sonra beni gördü ve yanıma geldi. Bana yardım edip evine götürdü. Böyle tanıştık ve şimdi de beraberiz."
Masanın üzerinde tuttuğu eline elimi yerleştirdim. Herkesin gözünde ideal bir çift gibi görünmek istiyordum çünkü.
"Ne güzel bir hikayeymiş bu böyle."
Lewis bastırarak konuştu. "Hikaye değil, gerçekler."
Jess gülüp başını eğdi ve yemeğine döndü. "O zaman hepinize afiyet olsun."
Yemeğe döndüğümde elimi Lewis'in elinden çektim. Yemekler çok güzel görünüyordu ama o kadar uzun zamandır yemek yememiş olduğum için tuhaf buluyordum hala bu durumu. Derinlerde bir yerde hala vampirdim ve şu an tek istediğim taze donmuş bir plazmaydı.
Yine de elime çatalı alıp dikkatli bir şekilde yemeğimi yemeye başladım. İtiraf etmeliydim ki Lewis'in yaptığı mantar sote bütün bu yemeklerden çok daha güzeldi.
"Eee Lewis, çiftleşme dönemi için eşini bulabildin mi?"
Ben yanındayken babası neden bu soruyu soruyordu ki?
"Yanımda oturuyor baba."
Babasının bakışları tekrar beni buldu. "Öyle mi? Ben takılıp atacağın kızlardan sanmıştım onu."
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Beni oğluna yakıştıramıyordu. Ama bunu şu an önemsemeyecektim.
"Hayır, takılıp atacağım biri değil. O benim eşim ve teyzemden sonra hayatımdaki en özel kadın."
Teyzesi gülümseyerek ona bakarken ben de onunla gurur duydum. Teyzesine olan değeri ve beni de babasına yem etmeyişi... En azından burada tek başıma olmadığımı bilmek içimi rahatlatmıştı.
" Güzel, umarım buna pişman olmazsın Lewis."
Derin bir nefes alıp lafa atladım. "Neden pişman olsun ki?"
"Çünkü Lora, sen oğluma göre biri değilsin."
"Bunu oturduğumuzdan beri sıkça belli ettiniz efendim. Ama baştan söyleyeyim. Laflarınıza alınmıyorum. İstediğinizi söyleyebilirsiniz."
İçeceğinden bir yudum aldı. "Pekala. Zaten bir ay sonra kullanılıp atılan bir kadınla daha fazla uğraşmayacağım. Ben sizi uyardım."
Ellerimi sıktım. Demek kullanılıp atılacak bir kadın. Ben de sana bu bir ayı zehir etmezsem adım Lora Allen değildir. Kullanılıp atılacak ha? Ben de bu sarayın içinde sen ölene kadar kalayım da gör sen.
" Herkese afiyet olsun. " babası ayağa " Herkese afiyet olsun. " babası ayağa kalkıp gittiğinde neredeyse masa boşalmıştı. Yan taraftan biri elime dokunduğunda o tarafa döndüm.
"Sen onun söylediklerine bakma. Mendebur herifin tekidir. Neyse ki güzel Lewis'im ona çekmemiş. Annesi gibi merhametli, sadık biri. Güvenilir ve dost canlısı."
Teyzesine gülümsedim. Burada anlaşabileceğimiz tek kişi oydu sanırım. "Teşekkür ederim teyze. Sen de olmasan... Ama merak etme, onun söylediklerini umursamıyorum."
"İyi yaparsın."
Lewis ayağa kalktı. "Hadi gidelim Lora."
Teyzesine döndüm. "Daha sonra görüşürüz teyze."
Gülümseyip ellerini yanağıma getirdi. "Görüşürüz güzel kızım."
"Teyze, sabah yanına uğrayacağım. Biraz yorgunum dinlenmek istiyorum."
"Tamam oğlum, sabah görüşürüz. Daha sana soracağım bir sürü şey var."
Lewis uzanıp teyzesinin yanağını öptükten sonra elimi tuttu. Salondan çıkarken sinir küpüydüm. Babasının söyledikleri sinirlerimi bozmaya yetmişti. Ama benim adım da Lora ise ben ona tüm laflarını yedirecektim.
Üstümdeki kumaş daha kaliteli demek? Ben de sana kalitenin kitabını yazacaktım.
Evet burada yaşamaktan başka şansım yoktu ve asla vampir olduğum belli olmamalıydı. Evet hâlâ çok gergindim ama madem bir ikinci şansım vardı bunu çok iyi kullanacaktım.
Lewis'in odasına geldiğimizi hiç fark etmemiştim. Kapıyı açıp beni içeri çektikten sonra kapıyı kapatıp beni kapıya yasladı. "Babamla zıtlaşma demiştim."
"Zıtlaşmadım. Duymak istediği şeyleri söyledim."
"Seninle uğraşacak."
Omuz silktim. "İstediğini yapsın. "
Güldü. "Tehlikeli sularda yüzüyorsun ama bu davranışın hoşuma gitti." Elini saçlarımdan geçirip arkaya atıp dudaklarıma yaklaştı.
Hızlıca başımı çevirdim. Özür dilerim ama ilk adımı burada atacaktım. Bu yüzden bu gece seks yoktu.
"Ne oldu?"
"İstemiyorum. Eğer beni öpmek istiyorsan bir şartım var."
Yavaşça uzaklaştığında ona döndüm. "Ne şartıymış o?"
"Benimle hemen yarın evleneceksin?"
Sırıttı. "Sen delirmişsin."
"Hayır, bu aklı başındaki halim. Eğer benimle evlenmezsen buradan gideceğim."
"Sen gerçekten delirmişsin Lora. Bir çiftleşme dönemi için evlilik mi düşünüyorsun gerçekten?"
"Sen bana şimdi cevap ver. Benimle evlenecek misin, evlenmeyecek misin?"
"Bunu gerçekten neden istiyorsun? Babamın söyledikleri yüzünden mi?"
"Evet o yüzden. Babana kim olduğumu göstereceğim. Beni hafife alamayacağını öğrenmiş olacak."
Güldü. "Şöyle desene en başından. Pekala. Yarın hemen evleneceğiz. Hem de çok görkemli bir düğünle."
Güzel. Sadece annemin tanrıçalığı son bulana kadar buraya gelmiştim ama burada da kendime güzel bir hayat kuracaktım. Hatta bu sarayın da bir gün kraliçesi olacaktım.
" Şimdi seni öpebilir miyim? "
Yatağa geçip oturdum. "Evlenmeden olmaz."
Kollarımı bağladığımda yanıma oturdu. "İşte bu gerçekten komik olmayan bir şaka."
Kendimi tutamayıp güldüm. "Peki, bence bu gece istediğimiz her şeyi yapabiliriz."