Veritya Krallığı
Orta Çağ Sonları
Mektubun Söyledikleri
Güneşli gökyüzünün altında Kara Bent Adaları'ndan çok uzaklarda ana kara üzerinde bir yerlerde saraya bir ulak giriş yaptı. Aynı saatlerde bunaltıcı sıcaklar talim yapan askerlerin içine işlerken kılıç sesleri yankılanıyordu. Çalışmalarına pür dikkat kesilmiş bir adam kendine seslenen yaverine gözlerini kısarak baktı.
Güneşin göz yakan parıltısından korunmak için ellerini gözlerine siper etti. Çalışmasının bölünmesi canını sıkmışa benziyordu. Ciddi bir mesele olmadıkça talimleri yarıda kesmekten hoşlanmazdı. Yaverine bakıp söyleyeceği şeyin hoşuna gitmemesi halinde vereceği cezayı düşünmeye başlamıştı bile.
"Umarım iyi bir bahanen vardır. Yoksa cezanı bile düşündüm. Kent meydanındaki hayranlarının seni özlemiş olabileceğini düşünüyorum." dedi muzipçe sırıtarak.
Gözlerini kaçıran yaver kastedilen cezayı anlamıştı. Yüzü kızararak olayı anımsayınca başını öne eğdi. Kent meydanında elleri ve boynu kaçmasını engelleyecek bir biçimde tahta bir oyuğun içine hapsedilmiş, sonrasında halk tarafından domates yağmuruna tutulmuştu. Tabii kendisi hem ellerini hem boynunu tahta prangadan kurtaramadığı için hatırı sayılır miktarda domatese maruz kalmıştı. Hafifçe öksürmeye başladı dikkatleri cezadan uzaklaştırmaya çalışarak.
"Söyle bakalım. Talimi neden böldün?" diye sorduğunda cezalar hâlâ aklındaydı. Terlemiş olduğu için başından aşağı küçük bir kap su boşalttı.
"Prensim, bir ulak geldi ve ağabeyiniz sizi görmek istiyor. Önemli sanırım." diyen yaver biraz endişeli gibiydi.
Başını sağa sola sallayıp suyu etrafa saçarken aniden duran genç adam gözlerini büyüttü. "Ağabeyim beni mi görmek istedi? Tanrım, bunu daha önce söyleyemez miydin? Geç haber verdiğin için cezalısın. Binici çizmelerimi cilala." derken silahlarını bırakıp hızla giderken arkasını dönüp "Hemen" diye ekledi. O aceleyle talimi bile devretmeyi unutmuştu.
Talim yapılan avluda ilerleyip saray girişine ulaştı. Merdivenleri hızla çıkarken bir yandan da yüzünü elleriyle kurulamaya çalıştı. Koridora geldiğinde üstüne başına baktı. Terden sırılsıklamdı ve tozdan dolayı üzerindeki beyaz tunik çamur olmuş gibi duruyordu. Sonra algıladığı sert bir koku üzerine etrafta kimse olmadığına emin olunca, koltuk altına doğru burnunu yaklaştırdı ve hızla başını arkasına çevirip burun kıvırdı. Bir eliyle alt üst olmuş midesini tutup diğeriyle ağzını kapadı. Öğürmemek için kendisini zorladı. Odasına gidip temizlense daha iyi olacaktı. Fakat söz konusu olan kişi ağabeyiydi ve bekletilmeye tahammülü yoktu. Hele de acele çağırdıysa. Sonunda odasına gitmekten vazgeçip ağabeyinin dairesine gitmek için tekrar merdivenlere yönelerek bir üst kattaki koridora çıktı.
Ağabeyine tahsis edilen koridorun girişindeki nöbetçiler baş eğerek selam verdi. Genç prens selamı alıp koridordaki toplantı salonuna ilerledi. Orada kimseyi bulamayınca ağabeyinin dairesine gitti. Daire içerisinde altı oda bulunuyordu ve ilk girildiğinde konuklar için bekleme salonu yer alıyordu. Ağabeyine haber verilmesine dahi gerek duymadan dairedeki çalışma odasına gitti. İçinde bulunduğu uygunsuz durumun maruz görüleceğini umarak kapıyı tıklattı. "Gel" sesini duyunca da içeri girdi.
Daire sarayın orta avluya bakan tarafında yer alıyordu ve pencereden sızan gün ışığı burada oldukça fazlaydı. Kapının tam karşısında pencereler ve pencerenin önünde bir çalışma masası mevcuttu. Çalışma masası evraklarla doluydu. Ama karışık değildi. Zevkle döşenmiş odanın bir duvarında boydan boya kitaplık vardı. Kitaplık ve pencerenin karşısında ise kraliyet armasının renklerine bürünmüş mor renkli koltuklar bulunmaktaydı. Pencereye bakan koltukta oturan ağabeyi başını kaldırmadan elindeki parşömen tomarını incelemekle meşguldü.
"Geciktin Jason." diyerek sitem etti.
Genç prens "Talimdeydim." dediğinde bile, daha önceden başına boca ettiği su terle karışarak yüzünden akmaktaydı.
Başını kaldırıp "Bir ulak geldi." diyerek kardeşini süzen prens elindeki parşömeni uzattı. Sonra kardeşinin görüntüsü hoşuna gitmemiş olacak ki vermekten vazgeçti. Kardeşi ise bu duruma aldırış etmeden parşömeni kaptı. Ayakta dikilerek parşömene göz gezdirdi.
"Veritya Krallığı Sarayına
Veliaht Prens Albert Ludwing'e
Kara Bent Adaları içerisinde cadılara rastlandı. Bir haftada iki ayrı takibat düzenlendi. Lakin başarısızlıkla sonuçlandı. Piyadaler ve süvariler hâlâ takibat bölgesindedir.
İz sürücüler sınıfından Komutan Davis son takibat esnasında kaybolmuştur. Bulunduğunda ise yaşıyordu. Fakat hiçbir yara emaresine rastlanmadığı halde günlerdir uyumaktadır. Durumun bir büyü neticesinde olduğu sanılmaktadır. Şifacılar Komutan'ın hareket etmesini uygun bulmuyor. Saraydan hekim talep ediyoruz.
Tanrı Veritya'yı korusun.
Saygılarımla R.W."
Şaşkınlığını gizleyemeyen Jason başını ağabeyine çevirdi ve bunun anlamını sorguladı. "Ne demek bu şimdi ağabey?"
Cevaplamak için bir süre düşünen Albert en sonunda "Artık uyanışa geçtiler." demekle yetindi.
"Ağabey ada karantinaya alınmalı. Hemen gemilerle adayı kuşatıp oradan çıkmalarını engel olmalıyız." dedi heyecanla. Ne dediğini kendisi de idrak edemiyordu.
Albert, "Jason." diyerek ayağa kalktı ve onu sakinleştirmeye çalıştı. "Mantıklı ol. Bütün Veritya'nın ve düşmanlarımızın dikkatini çekecek bir davranışta bulunamayız."
Sesi çatallanarak "Ne yani. Adayı kaderine mi terk edeceğiz. Uyanışa engel olmayacak mıyız?" diye sordu hiddetle.
"Öyle bir şey söz konusu değil Jason. Bir teftiş ile durumu gözden geçirsek iyi olacak."
"Gitmeme izin ver. Göze batmadan bunu yapacak tek kişi benim. Göz hapsinde tutuluyorsun. O yüzden ben gitmeliyim."
"Jason, adaya dikkat çekmeden gidebilecek tek kişisin, bu doğru. Sana izin vereceğim. Vekilim sıfatıyla teftişe gideceksin. Saraydan ayrıldığın an seni takip edeceklerdir. Bu yüzden gizlice gideceksin."
"Tamam, akşam yola çıkarım. Plan yapsak iyi olur."
"Tamam. Senin adaya ulaşana dek gittiğinden kimsenin haberi olmamalı. Ben planın detaylarını düşüneceğim. Akşam konuşuruz. Şimdi git dinlen."
"Tamam ağabey."
"Bu arada duş alsan iyi olur." diyerek kardeşini ikaz etti Albert.
"Emredersiniz Prensim." diyerek odadan çıktı. Veliaht Prens olan ağabeyine karşı birazcık rezil olduğunu anladı ve aceleyle odasına çekildi.
Prens yola çıkmak için hazırlanırken Kara Bent Adaları'nda ise güneş tüm yüzünü daha yoğun gösteriyordu. Adanın kıraç kayalıklarında yürüyen bir grup asker Lackustre Dağları'na doğru ilerliyordu. Burada bulabildikleri tek şey Lack Leak Şelaleleri'ne ilerleyen izlerdi. Şelale yakınlarında ise çok daha değerli bir ganimet bulmuşlardı ki o da yaşlı bir kadın cesediydi.
Uzun zamandır ilk defa ölü ya da diri biri ele geçirilmiş oldu. Bu çok önemliydi. Askerler cesede bakıp onu kaleye veya takibat bölgesindeki şifa çadırına götürüp götürmemekte kararsız kaldılar. Cesedin incelenmesi gerekiyordu. Birilerine haber verip geri dönmelerini beklemektense şifa çadırına götürmenin en iyisi olduğuna karar verdiler. Cesede dokunmamaya çalışarak her askere verilen battaniyelerden birine sarıp bir ata yüklediler. Başka bir ceset olmadığına emin olduktan sonra grubun bir kısmı orada iz aramaya devam etti. Diğer kısmı ise kadının naaşını incelenmesi için şifa çadırına götürmek üzere yola çıktı.