KEYİFLİ OKUMALAR
YAZARDAN...
Genç kadının başı geriye düşüp kolları iki yanında sallanırken Harun korku ile uzandı ve usulca dokundu şiddetin izlerini taşıyan yanaklara. Ne yapacağını önce bilemedi. Tuna geldi aklına ve son hali zihninde canlandı. Onu da böyle bulmuştu bir park köşesinde. Ölümün kolları sıkıca kardeşini sararken acı feryatları geceye bomba gibi düşmüş, yüreğine ateş düşürmüştü. Şimdi yine bir parkta kardeşi gibi sevdiği kadının bitmiş haline şahitlik ediyor üstelik dizinde huzursuzca uyuyan meleği ile dibi gördüğünü fark ediyordu.
Önce ambulansı aradı. Ardından eşi Sultan'ı arayıp durumu özet geçti. Ona hastaneye geçmesini söylerken siren sesleri uzaklardan geliyordu. Eğilip kızın başının üzerini öptü.
"Kardeşim, iyi olacaksın merak etme."
İyi olacak mıydı bilmiyordu ama ona bunu yapanları süründürecekti. Yarım saat sonra hastane odasından çıkan doktor ile ayaklanan karı koca durumu öğrenmek için sorularını sıralıyorlardı.
"Fiziksel şiddete maruz kalmış. Karnında sırtında yüzünde ve boynunda morluklar mevcud. Daha öncesinden de birkaç iz var ama onlar daha eski ve derin. İç kanama riskine karşın sabaha kadar burada müşahade altında kalmalı. Üstelik kafasına da darbe almış. Gözetim altında kalması en mantıklısı. Uyandığında hastane polisi ifadesini almak için gelecek."
Tek kişilik odada refaketçi koltuğu açılmış Ayşe oraya yatırılmıştı. Sultan, kendi kıyafetlerinden bir çanta hazırlamış uyandığı an Gül'e giydirmek için hazırda bekliyordu. Saat gece üçü geçiyordu ve koridorda ileri geri volta atan Harun deliriyordu. Saatler önce yan yana olduğu ve yaşadıklarını dinlediği kıza ne olmuş olabilirdi ki? Bir tülü mantıklı sonuca varamıyordu. Derken şarja taktıkları Gül'ün telefonu çalmaya başladı. Sultan, küçük kız ve annesi rahatsız olmasın diye hemen alıp odadan çıktığında kocasının gözleri onu buldu.
"Harun, telefon çalıyor ama ben açmak istemedim. Sen bak istersen."
Adam telefona uzandığında kapanmıştı. Ekrana tıkladığı esnada yeniden çalmaya başladı. Yazan isim GÜZELİM AYNUR du. Harun, arayan kişinin kadının kız kardeşi olduğunu anladığında hemen cevapladı. Karşıdan gelen fısıltılı ve ağlamaklı ses "Abla, abla ses ver iyi misin? Abla neredesin nasılsın bir şey söyle." Derken kaşları çatılan adam "Ben Harun Aynur. Eski avukat komşunuz. Ablan şu an hastanede ve ben ona ne olduğunu bilmek istiyorum." Diyerek kızı susturdu.
"Ha-Harun abi? Abi cidden sen misin? Ablam nasıl? Durumu çok mu kötü?"
"Kötü, şu an uyuyor ve iç kanama riski var. Elinde küçücük çocuk yüzü gözü dağılmış halde o parkta ne arıyordu bu kız Aynur. Onu bu hale kim getirdi?"
Aynur sertçe yutkundu. Ablasını dayak yerken kurtaramamış üstüne sözde koca denen şeref yoksununun iftiraları ile babasının delirmesine şahit olmuştu. Duydukları ise lanet etmesine yeter de artardı. Karşısındaki adam avukattı. Belki babasının başı da belaya girecekti ama ablası bunların hiç birini hak etmemişti. Hiç bir kadın hatta insan hak etmezdi. Anlatmaya başaldı.
"Abi ablam parka gitmek için çıktıktan uzunca bir süre sonra babamın telefonu çaldı. Konuşmaya başladığında sinirden yüzü kızarmaya başladı. Başta anlamadık ama sonradan ortalığı dağıtırken arayanın Selim enişte yani ablamın kocası olduğunu söyledi. Meğer o pislik babama ablamın güya onu defalarca aldattığını, eve adam aldığını, savurgan, pis ve pasaklı olduğunu anlatmış. Elinde resimler olduğunu ablamı öldüreceğini namusu için katil olacağını anlatmış. Babama sen nasıl adamsın yetiştirdiğin kız bu mu diye de hakaret edip telefonu kapamış. Akşam üzeri ev savaş alanıyken annem sürekli ablamı aradı ama durumu izah edecek kadar konuşamadı. Ahmet ile bende aramak istedik ama babam telefonlarımıza el koydu. Çok dövdü. Babam ablama acımadı. Ayşe desen çocuk arada kaldı. Babama dinletemedik hiç bir şeyi. O pisliğe inandı, resmen kendi kızını sildi."
Dişleri sıkılmaktan acıyan Harun sinirle büyüyen irislerini göz kapaklarının altına sakladı. Karısı ise kulağını hafiften telefona yaklaştırmış duydukları ile içinden küfreder olmuştu. Şu insanlar ve kırılması imkansız yanlış bilgi duvarları.
"Şimdi sen bana bu kadını ve çocuğu bu halde babanın getirdiğini mi söylüyorsun. Hem de kanı bozuk bir piç yüzünden."
"Doğru abi. Bir türlü doğruları dinlemek istemiyor annemle babam ve ne yapacağımızı şaşırdık. Ablamdan bahsediyoruz ya ablam ablam. Kızı için canını veren namusu şerefi onuru için her daim dikkat eden kadın."
Harun "Ben bile Gül'ü gayet net tanıyor ve babana söylenen şeyleri yapmayacağını biliyorum. Ama bunu baban ve annen bilmiyorsa onların ebeveyinliğini sorgulamak lazım. Ablan artık bizim yanımızda ve güvende ama baban için aynı şeyi söyleyemeyeceğim." Değip telefonu kapadığında elleri yumruk olmuştu. Sultan adamın sinirini bildiğinden "Bahçeye çıkalım" diyerek koluna girdi ve merdivene doğru adımlattı.
Banka geçip oturduklarında adamın elleri hala yumruk halindeydi.
"Ya insan kendi evladına bunu nasıl reva görür Sultan? El kadar çocuğunun ve kadının hali orta da, kaldı ki tüm bunları yapsa bile anne baba olmak ona sahip olmalarını gerektirmez mi? Allah bize çocuk vermedi ama böyle bir şey başıma gelse ben sarar sarmalardım çocuğumu. Bu duruma düşmesine izin vermezdim. Nasıl bir zihniyet nasıl düşünce tarzı bu."
Kadın da adam gibi düşünüyordu. Kaldı ki Gül'ü az çok tanır öyle bir şey yapmayacağını bilirdi. Annesi nasıl olmuştu da kızını tanıyamamıştı.
"Biliyorum canımın içi biliyorum da işte her kafa böylesine mantıklı çalışmıyor. Şimdi bu kız ne yapacak ki. Biz yanındayız ama."
"Var aklımda bir şeyler Sultan. Önce şu aile işini halletmek lazım."
Dakikalar saatlere yerini devrederken sabah oldu. Hastane polisi kontrole gelen doktor ile kapı önünde dururken Harun yorgun olsa da kaşları çatık bir vaziyette içeriden gelecek haberi bekliyordu. Doktor kapıyı açıp "Hastamız kendine geldi. Çok yorulmaması şartıyla ifade verebilir." Dediğinde aslında hayat maratonuna yeni bir yön verilmişti.
GÜL'DEN...
Bedenimde öyle bir ağrı vardı ki göz kapaklarım açılmamak için diretiyordu. Genzime dolan antiseptik kokusu hastanede olduğumun kanıtıydı. Yanıma uzanmış saçlarımla oynayan ise can parçamdı. Zihnim yarım saattir yaşadığım son şeyleri film şeridi gibi oynatıyor her defasında o yıkıntının ardından ağır yaralı kurtuluyordum. İç çekmek istedim. Yine ve yeniden acıyan kaburgalarım ve karnım buna engel oldu. Ayşe'm benim kıpırdanmamdan uyandığımı anlamış olacak ki korkuyla karışık sevinçle "Ayye" diye boynuma sarıldı. Ah gözlerinde cenneti gördüğüm annen kurban olsun seni verene.
Usulca açtığım gözlerimden sonra Sultan abla anne edasıyla gelip saçlarımı okşadı. Ağzımdaki çamur tadı damağımı yaracak kadar ağırdı. Ona cevap veremedim.
"Gül, şükür açtın gözlerini. Nasılsın canım ağrın var mı?"
"..."
Kadın gözlerime baktığımda hemen yan taraftaki komodinin üzerine uzandı. Küçük şişedeki suyu açıp bana içirmeye çalıştığında boğazımdan geçen ılık sıvı biraz olsun iyi hissetmeme yetmişti. Kızım sürekli elimi öpüp moraran yeri severken içeri kapıyı tıklatıp giren doktorla tedirginleşti. Ayşe'm doktorlardan korkardı. İğne yapacaklarını düşünür kaçmak için hırçınlaşırdı. Yine öyle oldu. Yataktan yere atlayıp komodin ile yatak arasına girdiğinde genç adamın kaşları çatılmıştı. Sözleri ise istemsiz küçük bir gülümsemeye neden olmuştu.
"Allah Allah, beni görünce kaçan ilk kız. Hayret. Ufaklık acaba bu sabah yediğim tostun ketçabımı yüzümde kaldı da kaçtın benden acaba."
Sonra bana dönüp gülümsedi. Birkaç şeyi kontrol edip "İfade vermeniz için polis dışarıda bekliyor Gül Hanım iyi olduğunuzu hissediyorsanız onları ve avukatınızı içeri alayım" dediğinde yutkundum. Polise ne diyecektim. Kocam yalan söyledi babam da inanıp dövdü mü? Bunları söylerken utanmazdım çünkü ben utanılacak bir şey yapmamıştım ama ya onlar polisi kapılarında görünce ne yapacaklardı? Ah edip lanet yağdırırlardı kesin. Hiç düşünmeden bana ettikleri zulmü görmez yine dibine kadar suçlu olduğumu söylerlerdi. Hak etmiş olurdum. Zaten onların gözünde her kadın yediği dayağı ve hadi başına geleni dibine kadar hak etmişti. Aksi mümkün olamazdı. Bana cevap ister gibi bakan doktora başımı salladım. Artık kıyamet kopacaksa kopsun çünkü ben kızımla cehennemden kaçmaya çalışıyorum.
İçeri giren iki polis memuruna gözüm sabitlenmek istese de hemen arkalarından içeri giren ve yanı başımda yerini alan Harun abi güven veriyordu. Güven. Kaybettiğim bir duyguydu. Yeniden hissetmek iyi gelmişti. Sultan abla saklanan kızımı çıkarmış sonra da ona bebeğini verip kucağına alarak dışarı çıkmıştı. Daha fazla böylesi bir konuşmaya şahit olmasını istemiyordu. Haklıydı. Kızım yeterince şiddete hakarete ve benim gördüğüm eziyete maruz kalmıştı.
"Gül Hanım bize neler olduğunu anlatır mısınız?"
Memurlardan birinin sorusu üzerinde diğeri hemen bekleme koltuğuna geçmiş kağıt kalemini hazırlamıştı. Omuzuma elini koyan Harun abi ile ne olduysa bir bir anlattım. Biliyordum ki artık doğup büyüdüğüm şehirde bile yaşamama müsaade etmeyeceklerdi ama bir kez olsun hakkımı aramak istedim. Zarar gördüğüm eli itip "HAYIR!" diye bağırarak uzaklaştırmaya çalıştım.
Memur hiç bir ayrıntıyı atlamamak için arada sorular sorarak ifademi aldı. Sonra Harun abi sayesinde şikayetçi oldum. Avukatım olarak her işlemle o ilgilendi. Her şey hızlıydı da bir ben yavaştım sanki. Çok sürmeden hastaneden çıkışımız, ardından karakola çağrılmam, babamın yeniden üzerime saldırması ve polisler tarafından engellenmesi derken üç hafta su gibi akıp gitti. Üç koca hafta da artık koca bile demeye dilimin varmadığı Selim'den defalarca tehdit mesajları aldım. Bazıları sesli basılar yazı yoluyla bana ulaşıyordu ve her defasında bu mesajlar tanımadığım numaralardan geliyordu. Her defasında şikayet ediyorduk ama uzaklaştırma kararı çıktığı için üzerine çok gidilmiyordu. Son günlerde kızımla dışarı çıkmaktan korkar olmuş resmen eve kapanmıştım. Tutuklama kararı çıksa da polis Selim'i bulamıyor o ise öldüreceğini ya da kızıma hasret bırakacağını söyleyip uykularımı kaçırıyordu.
Gece saat ikiyi geçerken kaldığımız odadan çıkıp önce mutfağa girdim. Harun abi ve Sultan abla evimdeymiş gibi hissetmem için bolca çaba sarfetmiş ve fırça atmıştı. O yüzden az da olsa nefes almak iyi geliyordu. Güvende olduğumu bilmek sırtıma doğru süzülen incecik damlanın verdiği o gergin hissi az da olsa alıp götürüyordu.
Kendime ikisi bir arada kahve yapıp kupamı aldığım gibi balkona geçtim. Şehir iki gündür ağır sağanağın etkisindeydi. Toprak kokusu etrafa yaymış mis gibi çevreliyordu her yanımı ve bu iliklerime kadar yaşadığımı hissettiriyordu. Düşen her bir damla da hayatımın alacağı şekli kırkbin defa düşünüyor yine de netleştiremiyordum. Çalışamazdım. En azından Ayşe ile birlikteyken çalışabileceğim bir iş bulmam lazımdı. Ev gerekliydi en öncesinde çünkü şu an İstanbul'a gittiğimde ne tek bir eşyam vardı ne de gidecek kapım. Sınavım büyüktü. Yaradan beni ailem, eşim ve evladım ile sınıyordu. Kul olarak ne kadarına yeterim hangisinden geçerim bilmiyordum ama çabalıyordum. Telefonumun titremesi ile elimdeki kupayı devireceğimi hissettiğimde hemen masaya bıraktım. Her ne olursa olsun yaşadıklarımın ve yaşayacaklarımın bana mirası irkilmeler, hep ardımı kontrol etmeler ve korkmalar kalacaktı. Ekranı kaydırıp bildirime tıkladığımda dudaklarımdan istemsiz bir kıkırtı döküldü. Çocukluk arkadaşım olan Cansu köyde yaşadığı için başıma gelenleri geç öğrenmiş şimdiyse şekilden şekile girdiği resimler atarak keyfimi az da olsa yerine getirmeye çalışıyordu. Galiba dost olmak bunu gerektiriyordu çünkü bana yeni yollar göstermek için çırpınıyordu.
"İyi geceler gece kuşu. Nasılsın bakalım?"
"İyi geceler çatlak arkadaşım. Ben iyi gibiyim sen nasılsın?"
"Ben iyiyim de antenlerim bana senin yine Karadeniz de gemi batırdığını söyledi. Anlat bakalım yine o şeref yoksunu, at boku, deve kinli haysiyetsiz mi canını sıktı. Hayır böyle giderse benim kara davşanımın dayısına bir güzel okşatacağım."
"Bacım az sakin ol. Taktığın sıfatlarla hayatıma çığır açtın. Üstelik polis bulamıyor ki o dayı dediğiniz adam nasıl bulsun ve hayır ondan bir mesaj almadım. Ayşe'nin öğretmeni aradı kurumdan. Eğitim raporu ve girmesi gereken test için kısa sürede dönmemiz gerektiğini haber verdi. Durumdan da haberdar, çocuk ve kendiniz için psikolojik destek almalısınız dedi."
"Oy deme ya. Peki bu test falan burada olmuyor mu?"
"Olur da çocuğun her şeyi orada. Üstelik burada bir düzen kurmama bizimkiler asla izin vermez."
Birkaç dakika Cansu yazdı yazdı sildi. Merakla ne diyeceğini beklerken emoji attı. Elini yüzüne kapatan kadın figürü ile anlık kıkırdadım.
"Ya bak, öyle şeyler demek istedim ki sonra olmaz ya ayıp olur dedim sildim. Kızma bana da baban ve annen yeminle yatacak yer bulamayacak şu koca dünya da. Sana ettikleri ayrı çevrede dönen dedikodulara –ki hepsi için resmen katil olabilirim- destek çıkıyorlar. Aklım almıyor düşmanları olsan bu kadar uzatmazlardı."
Uzatırlardı. Hatta ölmem için dua bile ederlerdi. Aklıma en son anne ve babamla karşı karşıya kaldığım an geldi. Onlara söylediklerim.
GÜNLER ÖNCE NEZARETHANE
Karşımda duran iki varlığın beni dünyaya getiren ve gelmeme sebep olan kişiler olması ruhuma incecik sızılar salıyordu. Gözlerinde sevgi şefkat ya da pişmanlık yoktu. En safından öfke ve nefret vardı. Bunu hak edecek ne yaptım bilmiyordum ama az sonraki sözlerim o nefreti körüklemekten öte gitmeyecekti.
"Anne."
Lafım anında "Bana anne deme edepsiz seni" diye bölündü. Gözlerim bu defa babama döndü. Hep çatık olan kaşları altındaki gözlerine baktım.
"Baba."
"Ben senin baban değilim. Benim namussuz kızım yok olamazda. Üstelik bizi düşürdüğün hallerden sonra ölsen mezarına tükürmek için bile gelmem."
Demirlere yaklaştım.
"Peki baba, ben öz abim tarafından tacize uğrarken anne babamın sessiz kalışlarına ve her defasında görmezden gelmelerine ne demeliyim. Öylesine anne ya da baba denir mi? Yitip giden hayatım için sizi suçlarsam yüküm hafifler mi?"
İri gövdesi ile öne atılan adam bana uzanmaya çalışıyordu.
"Yalan söylüyorsun. Kahpeliğini örtmek için iftira atıyorsun. Yalancı köpek sana kimse inanmaz anladın mı? Utanmaz arlanmaz haysiyetsiz sürtük."
İşte onların belki de gerçek yüzünü görmek için gerçekleri ortaya dökmek gerekiyordu. Yine suçlu bendim gözlerinde ama umurumda değildi. Yüklerim oldukça fazlayken daha fazlasını taşımama gerek yoktu. Hala bağırırlarken arkamı dönüp yürümeye başladım. Bitmişti işte. Acı yükümden sadece birkaç sözle kurtulmuştum ya da en azından paylaşmıştım.
ŞİMDİ...
İç çekip yazmaya devam ettim.
"Boşver bacı. Onlar için artık ben düşmandan halliceyim."
"Ay sıfatlarına şeytan tükürsün ne dim. Ya bacı iyi hoş da sen ne yapacaksın İstanbul da tek başına. Şeref yoksunu yaban domuzu bulunsa az da olsa içim rahat ederdi ama şimdi ne bileyim. Hiç sinmiyor bu halin bana."
Dakikalarca konuştuk. Sonunda o uykuya dalınca ben yanlızlığıma devam ettim. Sabah ezanına bir saat vardı ki kapı tıkırtısı sonrası önce Sultan abla yanıma çıktı. Onu Harun abi takip etti. Yeni uyandıkları için uyku mahmuru halleri üzerlerine yapışsa da kızar bir tonla abim konuşmaya başladı.
"Gül, güzel kardeşim benim. Bak saat daha kaç. Sen ne demeye bu yağmurda balkonda oturmuş kukuman kuşu gibi oturuyorsun. Canına garezin ne kızım senin. Gidip evladınla uyusana."
Gözlerimi kaçırıp yine karanlık kasvetli göğe çevirdim. Farkında değildim ama tırnak diplerimle oynadığım için sızlama kendini belli etmişti.
"Harun abin haklı Gül. Olmaz böyle. Kaç gündür yediğini içtiğini bilmiyorsun. Hak vermiyor değilim sana da yaşadıkların kötü. Hatta korkunç ama olmaz böyle. Kızın var. Sen önce kendin sonra kızın için yaşayacaksın. İyi olacaksın ki o da iyi olacak."
İç çektim günlerdir yaptığım gibi. Bana yardım eden bu insanları da daha fazla zora sokmak istemiyordum. Kıvrana kıvrana döktüm eteğimdeki taşları.
"Nasıl bakayım ki kendime? İstanbul'a dönmemiz lazım ne ev var ne de çalışacak iş. Kaldı ki ben Ayşe ile nasıl işe girip de çalışacağım orası ayrı mesele. Beş kuruş olmadan koca şehir yutar bizi."
Sırtını sandalyeye yaslayan Harun elini ensesine atıp yakalanan yaramaz çocuklar gibi kaşındı.
"Aslında ben sana sormadan bir şey yaptım Gül. Bir tanıdığıma ulaştım ve durumundan bahsettim. Aşçısı geçen hafta işi bıraktı. Diyor ki aşçılığa tamam derse evin yanındaki müştemilatta kızı ile kalabilir. Tabi maaşı ve sigortası da olacak. Güvenlik açısından da sağlam yer sıkıntı yaşamaz. Bende sana sormadan olur dedim ama yine de karar senin. En azından kalacak yer ve iş sorunu çözülmüş olur."
Durdum ve düşündüm. Karşımdaki adamın iyi niyetinden asla şüphe etmezdim ama içimde beliren ufacık filiz sanki korkmam için toprağından baş çıkarıp göğe doğru büyüyordu. Bir yandan da dedikleri mantıklıydı. Hem maaşım olacaktı hem de kalacak yerim. Yemek işi benim için kolaydı. Az çalışmamıştım aşçı olarak. Ama... işte bir ama vardı ki tüm yolları tıkıyordu.
GÜL HASTANEDEYKEN....
Sabah güneşi doğarken Sultan odaya girmiş Harun bahçede oturmaya devam etmişti. Birkaç defa eli telefona gitse de geri çekilmişti. Sonunda da numarayı tuşlayıp uyandığına emin olduğu kişinin açmasını bekledi.
"Vay avukat sabahın bu saatinde seni beni aramaya mecbur eden konu ne acaba?"
"Sana da alo ve Günaydın Sinan."
"Takılıyorum Harun abi, günaydın."
"Nasılsın Sinan hayat nasıl gidiyor?"
"İyi diyelim iyi olsun abi. Bildiğin konular devam ediyor."
"Anladım. Sinan, ben seni yardım için aradım."
"Hayırdır abi. Sen öyle kolay kolay yardım için beni aramazsın? Konu ne?"
Harun iç çekti. Haklıydı. Öyle yardım için cebi ve ensesi kalın kimseden yardım istemezdi ama Gül için tanıdığı ve bildiği adamdan ricacı olabilirdi.
Adam yarım saat kadar olan biteni anlattı. Karşı taraftan hırslı nefesleri duysa da sessizliğini korudu.
"Abi, beni yanlış anlama ama sen bahsettiğin kadından eminsin değil mi? Yaşadıklarımı ve hala yaşamakta olduklarımı biliyorsun. Şüphe etmek benim için nefes almak gibi oldu. Yanlışını görürsem hoş olmaz."
Avukat Harun'un kaşları sertçe çatıldı.
"Sinan seni gelir oraya evire çevire pataklarım. Her kadını kızma ama karın gibi görme. Gül yanında özel çocuğu ile ayakta kalmaya çalışıyor. Uğradığı iftira, yaşadığı şiddet ve kötü hayata rağmen tertemiz kalmış biri. Kardeşim gibi ayrıca ve ona yardım etmek boynumun borcu. Şimdi söyle bakalım bana yanında çalışması için iş ayarlayacak mısın? Bir de kalacak yer."
Sinan'ın sessiz kalışı Harun için cevap gibiydi. Nefesini verirken "Ben en iyisi Timur'a ulaşayım." Demişti ki aldığı cevapla tek kaşı kalktı.
"Abi bırak şu mafya kılıklı ağa bozuntusunu. Hem şu an yurt dışında o. Benim evdeki aşçı haftaya ayrılacak. Çalışmak isterse gönder gelsin. Kalacak yer olarak da müştemilat uygun şu an. Ben eksikleri tamamlatırım. Seni kırmak olmaz."
"Hayırdır Sinan, Timur ile aranız mı açıldı yoksa?"
"Yok be abi. Canımı sıktı biraz o kadar. Yoksa çocukluk arkadaşım ile aramı hiç bir şey bozamaz."
Konuşma sonlanıp telefon kapandığında ezan okunuyordu.