Zaman hayatın en değerli olgusudur. Ne geçen anı geri alma şansı vardır ne de verilen kararları hayata geçirince sonuçlarından kaçmanın.
Gül, hayatında verdiği en kötü kararın Selim ile evlenmek olduğunu biliyordu. Karanlıktan kaçmak isterken başka bir dipsiz kuyunun içine düşmek onun bu hayattaki en büyük sınavıydı.
Görüyordu. Oradaydı. Daha on yaşında bir çocukken yaşadığı şeyleri bir kez daha yaşıyordu ama bu defa ruhu ikiye bölünmüştü. Hem on yaşındaydı hem de otuz iki. Sanki önünde bir cam vardı ve çocukluğuna yetişemiyordu. Anne babası gitmişti. Kardeşleri Aynur ve Ahmet uyuyordu. Evde en büyük düşmeni ile yine yanlızdı. Başına yorganı çekip gözlerini kapadı. Içinden saymaya başladı. Yüz olduğunda anne babası gelecek kötülük ona el uzatamayacaktı. Lakin olmadı. Daha yirmiye gelmemişti ki odanın kapısı uğursuz bir gıcırtı ile açıldı ve adım sesleri odada cehennemde yürüyen zebaninin ayak tıkırtısı gibi yankılandı. Titredi. Cenin pozisyonu alıp kulaklarını kapadı. Istemiyordu. Yanlış olduğunu biliyordu ve bu yanlışı yaşamak küçük bedenine zihnine ve ruhuna ağır geliyordu.
Avuçlarında sıktığı yorganın usulca çekildiğini hissederken izin vermemek adına daha da sıktı.
"Bırak şunu."
Onun için canavar olan kişi dişleri arasından hırlarcasına emir verdi. Uymak, boyun eğmek istemedi ama daha sert tutulan yorganın bir anda üzerinden sökülüp alınması ile ağzından kaçan incecik hıçkırığa engel olamadı.
"Canını yakmayacağım ama bunu birine söylersen boynunu keserim."
Gözleri akan yaşlardan görmez bir hal alırken irileşti. Yutkunmak istedi ama boğazına takılan şey buna engel oluyordu. Titremeye başladı. Arkasına uzanan ve onun bedenine yaslanan bedenden yayılan ter kokusu midesini bulandırdı. Giysileri üzerinde olsa bile leş gibi olduğunu hissetti. Kirleniyordu. Balçık çukuruna düşmüş debeleniyor ama kurtulamıyordu. Kolunun üzerinden ona dolanan kol bedenini kendine daha çok bastırırken hızlanan nefesler onun nefesini kesiyordu.
Gül çocukluğunu kurtarmak istedi. Gidip aynı kandan olanı belki de öldürmek ama ne olursa olsun dibe batmasına izin vermemek istedi. Cam buna engel oluyordu. Yumruklarına acıyana kadar vurdu.
"Yapma. Uzak dur yapma. Hayır istemiyorum bırak beni, bırak onu. Bırak bırak bırak."
Faydası olmadı. Büyük Gül küçük Gül'ün öz abisi tarafından tacize uğramasına, bedeninin bedenine sürterek boşalmasını engellemeye gücü yetmedi. Kulağına fısıldanan tehdit sözlerini ona yutturamadı.
Kalkan ruhsuz canavar odadan çıktı ve küçük Gül titremeye devam etti. Bulanan midesine rağmen boğazına kadar tırmanan safrayı geri yuttu. Her defasında olduğu gibi kıpırdamadan, tek bir ses çıkarmadan gözleri yarı açık duvarı izledi.
Gül göz yaşları içinde yüreği acı içinde kıvranırken yattığı yerden sıçradı ve elini ağzına kapatarak ağlamaya devam etti. Avuç içleri acıyordu. Rüyasında kendini öyle bir sıkmıştı ki kısa bile olsa tırnakları derisinde iz yapmıştı. Ne kadar ağladı emin değildi ama okunan sabah ezanı ile ağrıyan bedenine rağmen kalktı ve lavaboya gitti. Işini hallettikten hemen sonra duşa girip hızlıca yıkandı ve abdest aldı. Giyinip kızını kontrol ettikten sonra seccadesini serip namaza durdu.
Içindeki sıkıntı az da olsa azalırken dua etmeye başladı. Yaşadığı ne varsa ve ona yaşatılan hepsini Yaradan'a havale etti. Ondan yardım dilendi. Tek sığınağı oydu. Duası bittikten sonra kalktı ve seccadesini toplayıp dolaba koydu. Hemen mutfağa geçip kahvaltı hazırladı. Kızının yanına gidip yanaklarını hafifçe öptü. Saçlarını okşarken gördüğü rüyanın ruhunu esir almasına izin vermek istemiyordu.
"Kızım, fıstığım benim uyan hadi. Kahvaltı edelim."
"Ayye."
Boğukça konuşan kız ile gülümsedi. Alnını öpüp "Söyle bakayım annesi canına kurban." değince yatağında oturur hale gelen kız yüzüne gelen saçları çekti ve annesinin yanağını okşadı.
"Ayye, da da" derken kıkırdıyordu.
Gül önce duraksadı. Sonra da gözlerinin irileşmesi ile başını iki yana salladı. Akşam ki sahne zihninde dolanmaya başladı. Adamın kucağındaki kızının sözleri balyoz gibi beynine vurdu.
"Ayye mama. Da da mama ımmmm."
"Hayır fıstığım da da yok. O adam da da değil. Tamam mı güzel yüzlüm. Hadi elini yüzünü yıkayalım."
Kucağına aldığı kızını lavaboya götürürken kalbindeki korku büyüyordu. Ayşe Timur dene adama baba diyordu. Da da onun baba deme şekliydi. Bir yandan da içi acıdı. Kızı baba özlemi çekiyordu. Demek ki öz babasından görmediği sevgi ağır basıyordu. O adam da ilgi göstermiş iyi davranmıştı ki kızı baba diyerek bağlanıyordu.
Yutkunamadı. Hem anne hem baba olmak zor olacaktı ama imkansız değildi. Sadece kızına bu durumu düzgünce anlatmalıydı.
Anne kız kahvaltı yaptı. Gül düşünceliydi. Ayşe ise bebeğine kendi ile birlikte bir şeyler yedirmeye çalışıyor ara ara onun kulağına "Da da" diye fısıldıyordu. Sonunda müştemilattan çıkıp eve geçtiklerinde çay suyunu koyan Mualla abla ikiliyi görünce gülümsedi.
"Hay maşallah size. Anne kız ne de güzel olmuşsunuz."
"Günaydın abla. Teşekkür ederiz. Ayşe hanım özellikle seçti bu giysiyi."
"Günaydın kızım. Çok da iyi etmiş bak annesinin minyatürü olmuş resmen Allah nazarlardan korusun."
Anne kız krem renk üzerine puantiyeli elbise giymişti. Genç kadın başına puantiyenin renklerinde bir şal bağlamıştı ve ikisi de iyi görünüyordu.
"Neyse ablam ben hemen masayı hazırlayayım."
Gül işine dönerken Ayşe sandalyeye oturmuş bebeği ile oynuyordu. Sinan ise uyanmış evin etrafındaki ormanda koşuya çıkmıştı. Bir yandan da gece gelen tehdit mesajını düşünüyordu. Girdiği bir ihale vardı ve çekilmesi için alenen tehdit edilmişti. Sürekli olmasa da ara ara bu tür olaylar yaşar ama dikkate almazdı. Şimdi de aynı şeyi düşünüyordu.
Eve geldiğinde kapıyı ona açan Gül ile anlık duraksadı. Kadının yüzü bir an sadece tek bir an güzel göründü. Içindeki güvensiz takıntılı canavarın uyuduğu kısacık bir an onu normal bir kadın gibi gördü. Geri çekilen kadının bakışlarını kaçırıp "Günaydın efendim" sözleri ile irislerindeki ışıltı yerini karanlığa teslim etti.
Buz gibi bir tonla "Günaydın" dedi ve hemen odasına çıktı. Banyoya girip üzerini çıkarak duşa girdiğinde başını fayansa yasladı. Kızının kıkırtılarını duyan kulakları bu defa naif ama mesafeli bir sesin günaydın değişi ile çınladı. Göz kapaklarına yerleşen görüntü güzel bir yüz ela irislerdi. Dişlerini sıktı. Onun aklında sadece kızı olmalıydı. Herkese mavi boncuk dağıtan bir kadın değil. Üstelik kadın onun statüsüne uygun değildi. Kocası bu denli sorun çıkarıyorsa büyük ihtimalle kadında sorun vardı. Evet, tam da böyle düşünürse zihnine sızamazdı.
Suyu biraz daha soğuğa ayarlayıp duşunu bitirdi ve çıktı. Giyinirken akşamki olan sıkıntı için yeniden Timur'u aradı.
Birkaç çalış sonrası soğuk bir tonla "Alo" diyen adama "Günaydın" diye karşılık verdi.
"Timur, akşam için kusura bakma. Biliyorsun bu aralar biraz gerginim, istemeden sorun çıkardım. Hadi gel de kahvaltı yapalım. Bunlar bizim aramıza giremez değil mi?"
"Sinan, bak seni çocukluğumuzdan beri tanır bilirim ama davranışların hoşuma gitmiyor. Kendine çeki düzen ver kardeşim. Kırk yaşına gelmiş adama akıl verdirme bana."
Ayna karşısına geçip kendine bakan Sinan göz devirirken "Tamam anladık işte. Gel sen hem sana bir şeylerden bahsetmem lazım. Gece bir mesaj geldi. Ihale için tehdit ediyorlar." diyerek konuyu değiştirmeye çalıştı.
"Kim olduğu belli mi?"
"Belli belli ama diğerleri gibi boş çıkacak."
"O kadar emin olma. Gelince konuşalım şu konuyu. Bazen önlem almak iyidir."
"Tamam bekliyorum kardeşim."
Işi bittiğinde aşağıya inip mutfağın kapısından "Timur gelecek kahvaltı iki kişilik olacak. Ayrıca Mıhlama da yapın Timur seviyor." dedi ve salona geçti. Televizyonu açıp ekonomi haberlerine bakarken Gül elini çabuk tutmaya çalışıyordu. Mıhlamayı hem çok sever hem de güzel yapardı. Diğerlerine de ikram etmek için bolca yapan kadın tabakları masaya götürürken içine bolca nefes çekti. Sinan'a gözü değmeden masaya koyup geri mutfağa dönerken sırtındaki gözleri hissedebiliyor ama umursamıyordu. Ne kadar umursamaz ve sessiz olursa o kadar kafası rahat olurdu.
Mıhlamadan küçük tabaklara koyup bahçeye çıktı. Rasim ve Çetin diğerlerine görev yerlerini söylüyordu. Genç kadın alçak bir tonla "Günaydın abi size mıhlama getirdim" değince geri dönüp baktılar. Çetin irileşen gözleriyle "Allah be kesin Timur abi geliyor. Sayesinde midemiz bayram edecek. Eline sağlık abla yani bacım aman her neyse." değince onun böğrünü dirsekleyen Rasim "Boş boğazlık aç gözlülük ve ergenlik yapmayı bırak be adam. Kadın diyecek bunlar deli. Allah Allah." dedi ve tepsiye uzandı.
"Günaydın abla. Çok teşekkür ederiz eline sağlık."
"Afiyet olsun. Bitince getirin de bulaşığı erkenden halledeyim"
"Tamamdır bacım ben getiririm." diyen Çetin diğerlerine dönüp "Vallahi mis gibi kokuyor yahu hadi gelin soğutmayalım" dedi ve hızlı adımlarla güvenlik kulübesine doğru yürümeye başladı.
Geri mutfağa giren genç kadın kızının önüne doğradığı elmalardan koyup mıhlama yiyen Mualla ablanın çayını tazeledi. Çalan kapı ile çaydanlığı ocağa bırakıp mutfaktan çıktı. Kapıyı açtığı an yüzüne vuran ince bir rüzgar ile gelen koku dumura uğramasına neden oldu. Garip şekilde ferahlık doluydu. Sanki ormanda dolaşıyor yağmur sonrası toprak kokusu genzine doluyordu. Elaleri bir çift yeşile değince tüylerinin titreştiğini hissetti. Dili damağı kurumuş nefes almayı unutmuştu. Saniyeler geçerken ne yaptığını fark etti ve kendine içten içe kızarak kenara çekilip adamın girmesi için yolu açtı. Hemen başını hafifçe eğmiş gözlerini kaçırmıştı. Teninin kızarmaması için dua ederken dudaklarının iç kısmını kemirmekten kendini alamıyordu.
Timur geceki olay sonrası evine geçmiş bir süre balkonundan İstanbul manzarasını izlemişti. Aklında korkudan rengi kaçan kadın ve onun masum meleği vardı. Küçük kızın ondan tavuk isteyişini ve kıkırdayan halini düşündükçe yüzünde gülümseme beliriyordu. Boncuk boncuk bakan gözleri, zayıf bedeni ve durumu ne irislerinden ne de hafızasından kaybolmuyordu. Sabaha karşı uyumuş yine tam saatinde uyanmıştı. Önce annesi ile konuştu. Sonra da arayan arkadaşı Sinan ile üzerini giyinip evden ayrıldı. Yolda adamları arayıp her şeyin temizlendiğini öğrendi. Bahçeye girdiklerinde arabasından inip anahtarı korumalardan birine verdi. Kapıyı çaldığında kolundaki saate bakıyordu. Kapı açıldı ve karşısında gördüğü kadın ile kulaklarında büyük bir uğuldama oluşmaya başladı. Sanki yeşilleri büyük bir ormandı da bir çift ela gözlü ceylanı o ormanda yaşatmak istemişti. Yüzü, taktığı şalı ve elbisesi ile öylesine güzeldi ki. Boyalı sahte yüzlerden bin kat parlaktı. Göğsünde atan yüreğinin sıkıştığını hissetti. Bir elin onu sıkmasına engel olamıyordu. Midesi de bir garipti. Kımıl kımıl bir şeyler dönüp duruyordu.
Genzine tatlı bir koku sızdı. Başta anlayamadı. Gözlerini kaçırıp kapı ağzından çekilen kadın ile içeri adımlarken ciğerlerini şişirecek şekilde nefes aldı. Koku tüm bedeninde dolandı. Sonra geri bırakması gerekti ama yine kokunun ne olduğunu anlayamadı. Salona geçip arkadaşı ile selamlaşırken bile aklını kurcalayan şey kokunun adıydı.
Kahvaltı masasına oturduklarında Sinan sohbet etmeye çalışsa da aklı karışık olan adam odaklanamıyor, içtiği çayın dahi tadını alamıyordu. Mıhlamayı yerken aldığı ilk lokma ile öksürmeye başladı. Şaşkınlıkla Sinan'a bakarken damağındaki tadın güzelliği karşısında ne diyeceğini bilemedi.
"Bu, bunu kim yaptı?"
"Yeni aşçı yaptı. Kötü mü olmuş? Biliyorsun ben sevmediğim için tatmadım ama kötüyse söyleyeyim hemen kaldırsın."
"Yok, kötü olmamış aksine otuz dokuz yaşındayım ben böyle bir lezzette mıhlama yemedim. Şahane olmuş."
"Ya öyle mi? Afiyet olsun o zaman kardeşim."
Sinan adamın çatal çatal yediği şeye yüzünü hafif buruşturarak baksa da içten içe de merak ediyordu. Gözlerini kısıp önündeki tabaktan çatalın ucu ile aldı ve ağzına götürdü. Damağına değen yemekle bekledi. Dili o tadı aldı ve gözleri inanamıyormuş gibi irileşti. Bir çatal daha aldı. Bu defa büyük bir lokmaydı ve ağzı tamamen dolmuştu neredeyse ve gayet güzeldi. Oldukça beğense de aklına duşta düşündükleri gelince çatalı yerine bıraktı ve suyundan birkaç yudum aldı. Kaşları çatılmış içi sertleşmişti.
Timur arada aldığı gül reçelini ekmeğine sürüp ağzına attığında aldığı tatla zihninde kocaman bir ışık yandı. Gül, evet aldığı koku gül kokusuydu. Sanki biraz değişikti ama mis gibi gül koku solumuştu kadının yanından geçerken. Adı gibi kokusu da güzeldi. Bir yanı hemen atıldı olaya.
'O hala evli bir kadın'
Yutkundu. Gözleri bu farkındalık ile çay bardağına sağlanıp kaldı. Doğruydu ve bunu kendine daha çok hatırlatacağını biliyordu. Evladı olan bir anneye, ne kadar kötü de olsa kocası olan bir kadına bu gözle bakamazdı. Yaşından ötürü tecrübesi olan bir adamdı. Kapıda karşısında gördüğünde beğendiğini hatta içindeki kıpırtıyı inkar edemezdi. Elinin lezzeti, duruşundaki asalet ve naiflik, evladına olan düşkünlüğü, boğuştuğu dertler hepsi koruma dürtüsünü açığa çıkarmak için savaşsa da hala başkasının nikahında olan biriydi. Küçük bir öksürük ile son yudum çayını içti ve peçete ile ağzını sildi.
Ikili kahvaltı sonra çalışma odasına çıktıklarında konuları tehdit mesajı ve bunu gönderen kişiydi. Gül ise masayı toplamış temizliğe girişen Mualla'ya yardım etmek için kolları sıvamıştı. Ayşe yanlarında oturuyor açtıkları çizgi filme bakıyordu. Hava kararmış yağmur bulutları kendini fazlasıyla belli etmişti. Küçük damlalar düşmeye başlarken cama yaklaşan Ayşe'nin yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Toz alan annesine bakıp aralık bahçe kapısından dışarı fırladı. Elinde bebeği dağınık saçları ile düşen damlaları tutmak için zıplıyor kendi etrafında dönüyordu. Rasim ve Çetin küçük kızı görmüş yüzlerinde babacan bir ifade ile izlemeye koyulmuşlardı.
Attığı neşeli kahkahalarla annesinin de kulübedeki küçük yavru köpeklerin de dikaktini çekmişti.
Gül kızını bahçede görünce hemen koşup kapı ağzından "Gel fıstığım ıslanıyorsun" diye seslendi.
"Ayye geh. Ayye geh!"
Ayşe annesini de çağırıyor onunla oyun oynamak istiyordu. Sesi yüksek çıkınca Gül telaşa kapıldı. Sinan Bey duyup kızabilirdi. Kızına bağırılmasını ya da kaş çatılmasını istemiyordu. Elindeki bezi bırakıp bahçeye çıktı ve kızına koştu. Yağmur birazcık daha hızlanmıştı ve ona doğru koşan annesi ile küçük kız çığlık atıp kaçmaya başladı. Bahçe de yağmur altında anne kızın koşturması devam ederken kız "Ayye" diye bağırıyor neşe ile çığlık atıyordu. Rasim hemen diğer korumalara işaret etti. Herkes onlara sırtını dönerken ıslanan ikili hala koşuyordu. Araya karışan ve havlayan köpek yavruları ile seyirlik bir manzaraydı.
Sinan ve Timur sesleri duyunca odanın küçük balkonuna çıkmış bahçedeki manzarayı izlemeye başlamıştı. Gül onları izleyenlerden habersiz artık gülmeye başlamış kızının mutluluğu yüreğini sıcacık yapmıştı. Sonunda yakaladığı kızının göğsüne kolunu sarıp etrafında döndürürken gözlerini kapamış başını yukarı kaldırmış ıslanmanın güzelliğini hissetmeye çalışıyordu. Gülüşü yanağındaki ufacık gamzeyi ortaya çıkarmış şen sesleri ölü eve can getirmişti.
Sinan kaşlarını çatsa da Timur gördüğü görüntü karşısında sol tarafındaki depremin sızısı ile savaşıyordu. Gözleri ikilinin gülüşlerinde ve kadının belli belirsiz gamzesinde, kulakları melodi gibi gelen kahkahalarında, yüreği yangınların ucundaydı. Bir an keşke demekten kendini alamadı. Böyle bir ailenin babası keşke ben olsaydım dedi. Yıllardır içindeki eksikliğin tıpkı musluk altında damlalarla dolan bir bardak gibi dolduğuna şahit oldu.
Bir kadın evladı ile yaralarına rağmen ayakta kalmak için çaba gösterirken küçük yağmur tanelerinin tüm acı anılarını alıp götürmesini diledi. Yüzündeki nadiren beliren gülüş iki adamın da yüreğine gül tohumları ekti. Bu tohumların biri zayi olacaktı diğeri kocaman bir bahçe. Dikenler ise yine en çok kadını yaralayacaktı.