?Sibel?

914 Words
Yazın kavurucu güneşi, kavak ağaçlarının arasından süzülüp Sibel'in soluk benizli çehresini aydınlatıyordu. Taze çimlerin üzerinde uzanırken tepesindeki sinekler vızır vızır dönüyordu başının etrafında. Yarı açık olan avucunun içinde bir karıncanın gezindiğini hissediyordu. Sokaktan taşan çocukların gülüşlerini uzun zamandır duymadığı için mi bilmiyordu ama ona bir garip geliyordu. "Fazla güneşte kalma malum alışık değilsin." Sibel uzandığı çimden sertçe doğruldu. Tahta kapının eşiğinde usul boylu, oldukça ince yapılı elleri kalçasındaki yengesine baktı. "Bir şey olmaz." dedi tekrardan uzanırken. Züleyha'nın etli dudakları küstahça kıvrıldı "Dün bayılmıştın ama." dedi acımasız bir alayla. Sibel bezgince nefesini verdi. Tam cevap vermeye hazırlanıyordu ki, sokak kapısının ardında çalan kornanın sesini duyunca birden ayağa fırladı. Taş basamakları çıkarken neredeyse yere serilecekti. Tahta kapının sürgüsünü heyecandan titreyen elleriyle çekti. Alnı hafif seyrelmiş, uzun boylu, sırım gibi adamı görünce yüzü aydınlandı. Kahverengi çipil gözleri büyüdü. "Hadi gel uykucu." dedi Raif su yeşili sepetli motosikletin üstünden elini kardeşine uzatırken. Sibel yazdan daha sıcak bir gülüş sergiledi. "Bu sefer çalmadın değil mi?" dedi başını hafifçe arkaya atarak. Raif hafif sesli kahkahasını atarak elini Sibel'e uzattı. "Sadece ödünç almıştım ." dedi gülmeye devam ederken. Sibel abisinin elini tutup motosikletin basamağına çıkıp yanına oturdu. "Nereye gidiyoruz?" dedi heyecanla. Raif ses etmedi. İnce dudaklarını Sibel'in sıcak avuç içine kondurdu. Uzun geniş yokuştan inmeye başladılar. Sibel meraklı gözlerini yanlarından geçtikleri kutu gibi küçük, beyaz boyalı evlere, tahta kapılı, mavi panjurları çiçekle kuşatılmış pencerelere dikti. Yokuşu indiklerinde Raif motoru durdurdu. Artık bir yerden başlaması gerektiğini biliyordu. Sibel geldiğinden beri toplum içine çıkmaktan hep kaçınmıştı, hatta bundan memnun olduğunu bile dile getirmişti. Raif eğer Sibel'i kendi haline bırakırsa onu ikinci kez bu sefer sonsuza dek kaybedeceğini biliyordu. Onu bir kez bırakmıştı sadece bir kez gözünün önünden ayırmıştı. Ve bunun bedelini her iki kardeş yıllar boyunca ödemişti. "Yürüyelim biraz" dedi Raif motordan inerken. Sibel'in düşünceli gözlerine doğrudan baktı "Bir yerden başlamak gerek" diye ekledi yumuşak sesiyle ellerini güven verircesine uzatırken. Sibel keskin bakan gözlerini Raif'in ellerine indirip "Karanlıkta yürümek gibi bir şey bu." dedi motorun sepetinden isteksizce inerken. "Ayağımı taşa çarpacakmışım gibi hissediyorum." Raif iri ellerini Sibel'in çelimsiz omuzlarına indirip "Ayağın taşa takılsa, değil bu kasabanın şehrin tüm taşlarını tek tek toplarım senin için" dedi. Sibel yorgunca gülümseyerek eliyle yürümelerini işaret etti. Aralarında çim yeşermiş Arnavut kaldırımlı kasaba meydanına geldiler. Karşısındaki geniş basamakları olan fırından taşan ekmek kokusu ciğerlerini doldurdu. Fırının hemen yanındaki bakkalın camının arkasındaki gökkuşağı renkli şekerleri görünce istemsizce sırıttı. İlk hırsızlık vukatını unutmak mümkün değildi. Önünde bir sürü kedilerin beklediği, başında mavi şapkası olan iri yarı genç bir kasabın elindeki kocaman satırı ete indirdiğini görünce gözlerini hızla kapayıp başını çevirdi. Yokuştaki taştan evlerine bakıp hafifçe içini çekerek, "Yoruldum" dedi. "Sonra dinlenirsin" dedi Raif kalın kolunu Sibel'in ince koluna doladı. Sibel belli etmemeye çalışıyordu ama heyecanı yüzüne yansımıştı. Uzun geniş sokaklarda yürüdüler. Sibel sokak kapısının eşiğine oturmuş yaşlı bir kadının küçük kız çoğunun saçlarını taradığını görünce aniden durdu. Kadın esmer elindeki sarı tarağı kına renkli saça geçirdikçe Sibel geçmişe Raif'in yarım yamalak saçını tarayıp bağladığını güne gidiyordu. Kızın yüzü acıyan saç dipleriyle buruşunca, onun da yüzü buruşuyordu. Öyle derin dalmıştı ki sanki elini uzatsa geçmişi tutabilecekmiş gibi geldi ona. "İskelede otururuz." Sibel Raif'in sesini duyunca geçmişten sıyrıldı. Raif'in arkasında kiremit çatılı eve bakınca "Leyleği gördün mü? Çatıya yuva yapmış" diye çığırdı birden "Bacakları kolumdan daha uzun." diye güldü. Raif'in bakışları Sibel'in kısa dudaklarındaki gülüşüne takıldı. Onu eskisi gibi kendi gibi güldüğüne, kısılan gözlerinin içinde bir çift göz bebeğinin gümüş gibi parlamasına şahit olmak dünyanın en güzel manzarasıydı. Raif'in kaşları çatıldı, alnı yüz yaşındaki adamlar gibi kırış kırış oldu birden "Gülüyorsun" diye fısıldadı kendi sesini duyamayarak mutluluğun yarattığı şaşkınlıkla. Sibel dudaklarını içine çekip bıraktı "Yeni bir şey değil ki." dedi omuzlarını kaldırıp indirirken. Raif damağını memnuniyetle şaklattı "Eskiden olduğu gibi kendin gibi gülüyorsun Sibel hanım." dedi kardeşinin dudağının kenarını merhametle okşarken. Sibel başını önüne eğip tekrardan güldü. Tahta iskelenin ucunda oturup çıplak ayaklarını denize soktular. Sibel suyun soğukluğu karşısında ürperdi ama ayaklarını geri çekmedi. Ufak başını Raif'in gergin omzuna dayayıp, suyun içindeki ayaklarını hafifçe salladı. Gökyüzü gibi sonu olmayan denize baktıkça yüreğinden huzur taşıyordu. Raif'in yeni yaktığı sigaranın dumanı burun deliklerinin içini hafiften yaktı. Gözlerini önüne indirince üzeri seyrek kıllarla örtülü olan elde ki sigara iziyle göz göze gelince dişlerinin takırdamasına engel olamadı. Üzerinden yıllar geçse bile izlerin acısı ilk günkü gibi tazeliğini koruyordu. Raif'e sorsan gülüp geçerdi buna hatta belki hatırlamazdı bile. İzler Raif'e acı ise Sibel'e kalmıştı. Zamanın su gibi akıp geçmesi ama izlerin bir milim bile kıpırdamadan hala orada olması tarif edilemez acılarla dolduruyordu Sibel'in yüreğini. Tatlı efil efil rüzgar esti birden Sibel'in açık kahverengi kıvrımlı saçları rüzgara eşlik etti. Sigaranın dumanı yüzüne çarptı. Bir anda ayaklarını sudan çıkarıp kedi gibi kıvrılarak başını Raif'in dizlerine koydu. Başının üzerinde gezinen merhametli ellerin sıcaklığını kucakladı. "Uykumu getiriyorsun" diye mırıldandı Sibel kısa kirpiklerini kapatırken. Raif ses etmeden okşamaya devam etti. Elleri saç çıkmayan yere dikiş izlerine değince kalbine kadar üşüdü. Göğsü patlayacakmış gibi daraldı. Sadece bir anlığına Sibel'in hayatta olmadığını düşünmek bile nefes almasını unutturuyordu. Ameliyat kapısının önünde beklemek aklın insanı terk etmesi demektir. Elin ayağın tuttuğu halde felç geçirmiş gibi hareketsiz kalmak demektir. Hiçbir yere sığamamak, çaresiz kalmak değil çaresizliğin ta kendisi olmak ve boğazına yumruk yemiş gibi yutkunmaktan korkmak demektir... "Abin kurban olsun sana" deyip güneş altında sıcacık olan saçı öpüp okşamaya devam etti Raif. Nasırlı ellerinin arasındaki bir tutam saçın çatallaşmış uçlarına dalıp giderken ciğerlerinde taşıdığı deniz kokusunun huzuruna bıraktı kendini. Kısa bir anlığına olsa bile düşünecek hiçbir şeyin olmaması güzel şeydi. "Bir daha hiç ayrılmayalım abi" diye uykusunda konuştu Sibel yıllar sonra ilk kez huzurlu uyumuştu. Bölüm sonu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD