4 YIL ÖNCE
Genç kız oturduğu banktan kalkıp bir sağa bir sola adımladı. Burası her zaman geldikleri bir parktı. Ama bu sefer gelişi farklıydı. İstediği, sevdiği adama açılacaktı. Bunu yapmasında ki tek amaç korkmuyor olmasıydı. Sevgi ona göre saklanmamalı ya yaşanmalı ya da durmalıydı.
Keşke dememek yerine iyi ki derim diye düşündü. Çünkü keşkelerin acısını herkes anlatıyordu.
En fazla seni sevmiyorum der diye düşünüyor bu her aklına geldiğinde kalbi duracak gibi oluyordu.
Tekrardan sağa döndüğünde onu gördü. Fatih ona doğru yürüyordu. Her zaman ki gibi koyu renk bir kot pantolon giymiş bir elini cebine koymuştu. Üzerindeki gömlek ona boldu. Sultan elini kalbine götürüp soluklanmamak için kendini tuttu.
Yanında geldiğinde;
"Ne yapıyorsun ayakta güzelim?"
Sultan yutkundu. Adam onu kardeşi gibi görüyordu ve kendisinin düşündüğü olaydan utanıyordu.
"Oturalım mı?"
Sesi içine kaçmış gibi kısık ve pürüzlüydü. Ona tuhaf tuhaf bakan Fatih'e gülümsemeye çalıştı. Banka yönelip ondan önce oturdu. Titreyen ellerini üzerindeki okul eteğinin üstüne sildi.
"Sultan bir sıkıntı mı var? Ne oluyor?"
Ona tuhaf bakan adama döndü. Bunu ertelemenin bir anlamı yoktu.
"5 yaşındaydım. Aklım yeni ererken yanımda sen vardın."
Genç kız gülümsediğinde Fatih'inde kendine güldüğünü gördü.
"Miniciktin kızım."
"Sonra ilkokulda, ortaokulda hep benimleydin."
Sultan oturduğu yerde dikleşti. Önce çenesini kaldırdı sonra bakışlarını. O sevdiği gözlere odaklandı.
"İlk kez 7.sınıfta sana aşık olduğumu anladım."
Sultan bakışlarını çekmezken Fatih'in irkildiğini çok net gördü. Tam ağzını açacakken elini kaldırıp susturdu.
"Hayır bugün ben konuşacağım sen dinleyeceksin. O günden bu güne tam 5 yıl geçti ve bir gram eksilmedi o duygularım. Biliyorum seni sevmem için ekstra bir şey yapmadın ama ben yine de sevdim."
Bu sefer bakışlarını titreyen ve terleyen ellerine çevirdi. Bir süre sonra onun sesini duydu.
"Sultan, ne söylüyorsun abim sen?"
Sultan kalbindeki o sızıyı hissetti. Bildiği halde ona kullandığı hitap da irkildi. Titredi.
"Küçücüksün kızım sen ne aşkı?"
Gülümsemesini hissetti. Hissedilmeyecek gibi değildi. Sesli bir şekilde gülüyordu. Dolan gözlerini kırpıştırdı.
"Aşk değildir o. Hayranlıktır sen aşk sanmışsındır."
Sultan bu sefer o sızıyı hissedemedi. Çünkü hissedemeyecek kadar kırılmış, parçalanmıştı. Her şeyi beklemişti ama bu tavrı beklememişti. Ona saygı duyup sevmediğini söylemesini kafasında yüzlerce kez canlandırmıştı. Bu olan neydi?
"Geçer abim. Sen kafanı bunlara yorma!"
Kalktığında yine kafasını kaldırmadı Sultan. Fatih'i duydu bir kez daha;
"Küçüksün hem. Yani ben senin abinim, hayranlıktır o."
Adım seslerini işittiğinde adamın küçüksün ben senin abinim deyişi o kulaklarından silinmiyordu. Bundan sonra ne yapacaktı? Cesaretli davranmış pat diye söylemişti şimdi ne bok yiyecekti?
Çalan telefonu ile olduğu andan sıyrıldı. Gözlerini telefonuna indirdi. En yakın arkadaşı, Fatih'in kardeşi Gökçen arıyordu.
"Efendim?"
"Ne yaptın? Artık yengem misin?"
"Hayır artık hiçbir şeyin olamayacağını anlayan bir hiç kimseyim."
Telefonu kapatıp yürüdü. Evine gidene kadar ağladı. Annesine karnının ağrıdığını, abisine dizinin sonunun kötü bittiğini, babasına iyi hissetmediğini söyleyip ağladı. Ama o günü kimseye anlatamadı. Sevgimi dalgaya aldı diyemedi. Utandı.
Halbuki utanması gereken sevgiyi küçümseyendi.
Aradan geçen haftalarda ilk Fatih'in okumak için şehir dışına gideceğini öğrendi. Yaralı kalbi daha da yaralandı ama kanadığından daha fazla kanayamadı. Çünkü zaten kan kaybından ölüyordu. Daha sonra bir kızın peşinden okumaya gittiğini öğrendi. Tampon yaparak durdurmaya çalıştığı o kan daha da şiddetlendi.
Sultan kaçmayı çare olarak buldu. Daha da sıkı çalıştı ve il dışını kazandı. Giderken o kan kaybından ölen kalbini de bıraktı. Çünkü artık ne kalbi vardı ne içinde birisi.
Giderken bıraktığı o zayıf kızı, dönerken getirdiği o güçlü kızla karşılaştıracak en sonunda kendini yine kendinde bulacaktı.
'Yaralı kalbi ve kırılan özgüveniyle terk etti Sultan şehri. Arkasında hem her şeyini hem hiç kimsesini bırakarak.'