LİLİ
"Şu ikisine atayım mı oku?” diye soran dedemle elimdeki eriği ağzıma atıp işaret ettiği kadınla erkeği göz hapsine aldım.
Dalına tünediğim erik ağacıyla olan aşkımı bölmesine sinirlensem de ses çıkarma gibi bir hakkım yoktu.
Nihayetinde dedemin sağ kolu, aşık ettiği çiftlerin bekçisiydim.
“Fazla zıt görünüyorlar, uğraşamam,” dedim ve ardından başımın üzerinde sallanan dala uzanıp bir erik daha alıp ağzıma attım.
Dedem öfkelense de sesini çıkarmadı.
“Peki şu sarı kız ile karşı tarafta, cam kenarında oturan ve asık suratla kahvesini yudumlayan adama ne dersin?”
Eriğimi büyük bir aşkla kütürdetirken bir taraftan dedemin tarif ettiği ikiliyi bulmaya çalıştım. Gözümün önüne gelen erik dalını kaldırıp gözlerimi karşımızdaki kafeye diktim. Kahrolası her masa doluydu ve dedemin tarifleri bulmak için yeterli olmuyordu. Yıllardır beraber çalışıyorduk ama bir türlü ona tariflerini ayrıntılı vermesi gerektiğini anlatamamıştım. Adam bildiğini okuyordu, her zamanki gibi.
Sonunda bahsettiği kızı ve asık suratlı adamı buldum. Ben tam fikrimi söyleyecekken kızın yanına uzun boylu, esmer bir yakışıklı geldi. Yanağından öpüp hemen karşısına oturdu. Bunlar nasıl birbirini bulmuştu acaba? Çok uyumlu aynı zamanda çok farklı görünüyorlardı. Gülümsedim.
“Sarı kızın senin okuna ihtiyacı yok gibi görünüyor,” dememle dedem sinirlice homurdandı. Cebinde sakladığı konyağından bir yudum alıp “fark ettim,” diye söylendi.
“Bu işi seninle yapmaktan nefret ediyorum.”
Yeni çift arayışına devam ederken bana laf sokmayı ihmal etmedi. Duygular karşılıklıydı. Ben de dedeme meraklı değildim ama elimden bir şey gelmiyordu. Meclis ve saçma sapan kuralları.
Ah size kendimden bahsedeyim. Ben Lili, aşk meleği olan dedemin aşık ettiği çiftlerin aşk bekçisi. Zaman eskisi gibi değildi. Artık aşk meleklerine bekçiler eşlik ediyordu. Aşk melekleri çifti bulur, okunu bir güzel saplar, bütün derdi tasası biz bekçilere kalırdı. Neyse ki ben dedemi birlikte çalışmaya ikna etmiştim de abuk sabuk insanları birbirine hapsetmesine engel olmaya çalışıyordum. İnanın ilk zamanlar işim çok daha zordu. Çünkü dedem önüne geleni okluyor, onun yaptığı seçimlerin ceremesini çekmek bana kalıyordu.
Görevim dedemin aşık ettiği çiftleri izlemekti. Eskisine göre insanlar birbirlerine karşı sabırlı değildi. A derken b ye atlayıp hoopp boşanmaya gidiyorlardı. Elbette her şeye müdahale etmiyorduk. Zaten müdahale etmemiz yasaktı. Yalan, ihanet, şiddet işin içine girdiğinde görevimiz bitiyor, geri çekiliyorduk ve biz geri çekildiğimizde aşk büyüsü kayboluyordu. Ama sudan sebep kavgaların büyümesini engellemek için küçük dokunuşlar yapmamız gerekebiliyordu.
Mesela bir keresinde bir adam çocuğu ağlıyor diye karısını boşamaya kalkıyordu. Adama biraz sakinlik ve anlayış tozunu karıştırıp çayına atmıştım. Ardından bebeğin daha huzurlu olması için her gece kulağına ninni söylemiştim. Bebek hariç beni duyan yoktu elbette.
Bir keresinde de kadının biri sırf kocasının ceketinde saç bulduğu için evi savaş alanına çevirmiş, ardından soluğu arkadaşı olan avukatın yanında almıştı. O saç telinin kendisine ait olduğunu ispat edene kadar göbeğim çatlamıştı da mahkemenin kıyısından dönmüşlerdi.
Neyse ki birleştirdiğimiz çiftleri ilk üç ay göz takibinde tutuyorduk. Ondan sonra aşk küresi sağ olsun, bir sorun olduğunda, müdahale etmek gerektiğinde alarm veriyordu. Aşk küresi ciddi bir kriz olmadığında alarm vermezdi o yüzden ara sıra ilişkisi devam eden her çifte kısa ziyaretler gerçekleştiriyordum. Acaba evlerinde etraflarında dolanan bir melek olduğunu bilseler ne yaparlardı?
Ben işimin en iyisiydim, bunun sebebi bir kadın olmamdı. Bizim bölgemizde tektim. Nedense ezelden beri aşk melekleri erkekti. Sanırım bunun sebebi Eros’un soyundan gelmemizdi. Meclise anlatamıyordum, bizlerde tıpkı erkekler gibi Eros'un soyundandık ve kadınlar bence detaylar konusunda erkeklerden daha iyiydi.
Aşk meleklerine bekçiler de eklenince o görevi de erkeklere vermişlerdi. Ne büyük bir ego!
Babamın erkek çocuğu olmadığı ve kendisi yaptığı hatalardan dolayı görevden men edildiği için meclis kararı ile aşk bekçiliği görevi bana verilmişti. İstediğim bir şey değildi ama başka şansım da yoktu.
Koca mecliste tek kadın bendim. Bunun artıları kadar eksileri de vardı. Meclise girdiğimde tüm bakışlar bana dönüyordu. Kimi ilgiyle, kimi hoşnutsuzca süzüyordu. Çoğunun gözünde ben onların meclisinin lanetiydim. Ah hadi oradan! Birçoğu dünyada kaosa sebep olmuşken mecliste bir kadın olması neden bu kadar önemliydi ki? Bence onlardan daha iyi olmamı kaldıramıyorlardı. Her neyse... Yine çok konuştum.
Dedem bugün verimli bir çift bulamayınca olaya el atmamın zamanının geldiğini hissettim.
“Hala seçemedin mi? Yardım edeyim mi? Yoksa burada akşamlamaya niyetli miyiz? Daha gidip kontrol etmem gereken iki çift var,” diye hayıflandım.
“Bakıyorum, bir zahmet sen de bakıver. İn artık şu eriğin tepesinden. Ne anlıyorsun ekşi ekşi bilmem ki!” Yeni bir eriği ağzıma atarken sırıttım. Ben ekşi olmasını seviyordum zaten.
Gözlerimle etrafı tararken bir yandan Akis’i düşünmeye başladım. Kendisi meclis başkanının oğlu aynı zamanda en kıdemli aşk meleklerinden biriydi. Onu üç gündür görmemiştim. Kim bilir nasıl çılgın çiftleri birbirine bağlıyordu. Diğerlerinin aksine adamda bir espri anlayışı vardı. Grubumuzdaki en çılgın çiftleri birbirine aşık etmeyi ustalıkla başarıyordu. Kardeşi olan bekçisi ise durumdan memnundu. Şu ana kadar hiçbir çiftinde bir kriz patlak vermemişti. Bunu nasıl başardığını gerçekten merak ediyordum. Dedemin facia listesi oldukça kabarıktı hatta babamın görevden men edilmesine bile sebep olmuştu.
Tabi, babamda da suç vardı. Sen hangi akla hizmet aldatan bir adamın karısına, affetsin diye sevgi büyüsü yaparsın ki?
Ben meclise girdiğimde gözlerimi Akis'den ayıramazken o bir kez olsun bana bakmamıştı. Milletin derdine çare bulan ben, kendi derdime çare bulamıyordum. Elbette bir gün gözlerimiz kesişecek umuduyla bekliyor da bekliyordum.
“Şu adam,” diyen dedemin sesiyle kendime geldim. Gözlerimi parkta oturan adama çevirdim. Dedeme sen karışma bakışı atıp erik ağacıyla olan temasımı keserek kanatlarımı açtım ve adamın yanına uçtum. Dedemin bir kez olsun düşünmediği şey gözüne kestirdiği insanların kalbinde biri var mıydı, yok muydu kontrol etmemesiydi. Ve birçok meleğin bence en büyük sorunu buydu. Erkekler... Her şeyi kısa yoldan halletmenin derdindeydiler.
Kumral tenli, kestane rengi saçları olan adama yaklaşarak elimi kalbinin üzerine koydum. Kehribar gözleri ileride bir yere sabitlemişti. Gülümsedim. Kalbi boştu ve şu an birkaç bank ileride oturan ve bir kediyi seven kadını süzüyordu. Dedeme işaret verdim.
“İki bank ileride oturan kız ile okla. Hadi bakalım konuştur büyünü.” Dedem cebindeki konyağı çıkarıp bir yudum aldı. İçmekten hiç vazgeçmeyecekti herhalde. İçkinin küpüne de düşse akıllanmazdı.
“Hadisene,” dedim adamla kadının gitmesinden korkarak. Daha yapılacak bir sürü işim vardı ve ben burada durmuş dedemin keyfini bekliyordum.
“Tamam, tamam...” dedi konyağı iç cebine atarken. “Amma da konuştun.” Eline yayını alıp okunu taktı. Dudaklarından büyüyü söylediğini anlayabilmiştim. Ok yaydan fırlarken havada sert bir rüzgar esti. Kaslarım çatıldı. Rüzgâr sert değil, yumuşak olmalıydı. Tatlı bir meltem esmesi gerekiyordu. Ok bize doğru fırlarken fırtına çıkmıştı. Yerdeki yapraklar bir hortum gibi havalandı. Ok iki yerine üç parçaya bölündüğünde ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Dedem bir küfür savurdu.
“Neler oluyor?” diye bağırdığım sırada üç parçaya bölünen ok hedeflerini bulmuş gibi üç yöne dağıldı. Ve eğer yanlış görmüyorsam oklardan birinin hedefi tam olarak bendim. Kanatlarımı açıp uçmaya çalıştığım anda üstüme gelen ok kalbime saplandı. Dudaklarımdan kopan bir haykırışla şaşkınca yere düştüm. Sersemlemiş bir şekilde ayağa kalktım. Gözlerim okun diğer hedefinde olanları buldu. Adam ile kadın sanki aylardır tanışıyormuş gibi birbirlerinin gözlerinde kaybolmuştu.
Gözlerim adamın gözlerine takıldı. Kehribar gözler kalbimi delip geçiyordu sanki. Bir büyünün içinde olduğumu fark etmemle bir küfür savurdum.
“Seni bunak ihtiyar? Sen bana ne yaptın?”
“Ah Lili,” diye fısıldadı dedem.
“Sanırım büyüyü yanlış söyledim.”
“Sanırım mı? Seni sarhoş herif, beni bir insan oğluna mahkum ettin!”
“Merhaba,” diyen adamın sesiyle bir hülyanın içine daldım. Ne de güzel bir sesi vardı öyle. Tatlı bir melodi gibi...
“Tanışabilir miyiz?” Kedi seven kadının yanına ulaşan adamın görüntüsü sinirleri tepeme çıkardı. Bu hissettiğim kıskançlık mıydı?
“Ben Melek,” diyen utangaç sesi duydum. Ne büyük ironi ama!
“Ben Levent!”
Ah! İsmi Levent’ti. Hissettirdikleri ise bir felaket...