LİLİ
"Sana inanamıyorum!"
"Anladım," diye hayıflandı dedem. "Bininci kere söylüyorsun!" Tanrım! Nasıl da zeytinyağı gibi üste çıkıyordu, aklım almıyor. Yaptığı geçiştirilecek bir hata değildi ve dedem hala umursamaz görünüyordu. Konyağından bir yudum daha almasını dehşetle izledim.
"Sana inanamıyorum," diye haykırdım yeniden. Salonda volta atmaya devam ederken bir yandan düşünmeye çalışıyordum fakat düşünmek faydasızdı. Ne kadar düşünürsem düşüneyim bu işin içinden hiçbirimiz çıkamazdık. Kahrolası meclis bile! Yapılan büyüyü ortada yasaklı bir durum yoksa geri alamazdık. Ama yine de...
"Bir yolu olmalı... bir yolu olmalı. Bir yolu..." Lanet olsun düşünemiyordum bile! Beynim durmuş gibiydi.
Gözlerimin önüne kehribar gözler geldi ve kalbim sızladı. Aptal adamı görme isteğine karşı koymaya çalışıyordum. Aklım adama gidip geliyor, gidip geliyordu. Sağduyum paramparçaydı ve ben içimdeki amansız hislerle nasıl baş edeceğimi kahretsin ki bilmiyordum.
"Meclis toplantı istiyor," diyen babam salona girdi. Öfkeli gözleri dedemi buldu. "Kızıma ne yaptığının farkında olmana rağmen, sen hala içiyor musun? Buna inanamıyorum."
"Baba kız aynısınız. Neden aynı şeyi tekrarlıyorsunuz?" Öfke benliğimi ele geçirdi. Elimi kaldırıp masada duran vazoyu dedeme doğru fırlattım. Dedem uçarak vazodan kurtulup şaşkınca bana baktı.
"Üzerime bir şeyler uçurman bu işi düzeltmeyecek. Bu defa meclisin elinden kurtulamayacağım," diye söylendi.
"Tüm derdin gerçekten bu mu? Kovulmak mı? Sürgün edilmek mi? Dede farkında mısın benim hayatım söz konusu!" Şaka yapıyor olmalıydı. Ben deli gibi ne yapacağımı düşünürken dedem neyin derdindeydi? Manyak mıydı? Bence evet. Akıllı olsa oku üçe bölmezdi. Benim hayatım da riske girmemiş olurdu.
Ne babamdan fayda vardı ne de dedemden! Bizim evin erkeklerinin nesi vardı böyle? Melek değil şeytandı bunlar... Annemse başka bir alemdi. Beni anlayan hiç kimse yoktu bu evde. Ne vardı sanki babam, benden önce bir erkek meleğe sahip olsaydı. Bekçilik görevini o yapar, bana da eğlenmek kalırdı. İstediğimle günümü gün eder, o dünya senin bu dünya benim gezerdim. Şimdiyse milletin aşkına bekçilik etmem, sıkıntılarını gidermem yetmiyormuş gibi insanın birine oklanmıştım.
Ben burada o iki insancığın arasındaki üçüncü kişi oluyordum. Hiç istememe rağmen bir anda diğer kadın oluvermiştim. Levent ile Melek taze aşıklar gibi birbirlerini tanımaya karar verirken ben onların içimde yarattığı duygularla boğuşuyordum. Onlar için hava hoştu tabi. Tepelerinde aşk yelleri esiyordu, fırtınası ise bana kalıyordu.
"Hazırlan bir an önce, meclis kuruluna gideceğiz," diyen babama çaresizlik içinde bir bakış fırlattım.
Oradaki melekler benim bu durumuma sevineceklerdi elbette, nasıl giderdim. Bu yenilgi, bu utançla meclise nasıl girerdim. Orada olanların çoğu benden nefret ediyordu. Eminim olanları duyunca zil takmakla kalmayıp çan takmışlardır.
Ah! Ben daha Akis'in gözlerine bakacaktım. Gözlerimiz buluştuğunda aşk kıvılcımları bizim için çakacaktı. Değil teni tenime, gözleri gözlerime değmeden aşkımız hüsrana uğramış, bulut tepesinden aşağı yuvarlana yuvarlana kayıplara karışmıştı. Kalbimi bir insancık doldurmuştu doldurmasına ama ruhum aşka, sevilmeye açtı.

Levent kendi meleğine abayı yakmıştı. Nasıl yakmasındı? Daha dedem oku atmadan gözleri o kadındaydı zaten. Eh ok da üstüne gelince kara sevdaya tutulmadıysa ben de hiçbir şey bilmiyorum.
"Lili!" Babamın sesi beni düşünce havuzumdan kurtardı. Beynimin içi şu an bir havuz gibiydi adeta. Hatta okyanustu okyanus. Dalgalar bir sağ beynime bir sol beynime çarpıp duruyor, ben arada leyla oluyordum.
"Mecliste ikinizden de davacı olacağım," dedim sinirle. Buna hakkım vardı. İkisi bir olmuş resmen hayatımın içine etmişlerdi. "İkiniz kurallara uymuyorsunuz, derdini ben çekiyorum. Senin yüzünden bekçi, dedem yüzünden köle oldum. Herif kızı öperse ne bok olacağını sanıyorsunuz? Adam kızı gözleriyle yiyordu. Ya bu gece gerçekten yemek isterse? Ya dudaklarına yapışırsa? Ya yapıştığı dudaklar hoşuna gider de ayrılmazsa? Hem neden bu iş dudaklarda oluyor. Dudaklar ilk adım oluyor hep. Göğüslerini öpmesine hiç itiraz etmem, hatta isterse tüm vücudunu öpebilir ama dudakları o kadının dudaklarına değerse ben ne yapacağım? Ya dudak manyağıysa? Ya...."
"Liliiiiiii......."
"Tamam, sustum," diye sızlandım. Bana isyan etmek de yasaktı. Herkes her şeyi yapabilir ama ben söylenemezdim bile. Ailemin uyguladığı çifte standart canımı sıkıyordu. Odama çıkıp aynanın karşısına geçtim. Meclise uygun giyinmem belki meclisin yanımda olup bana destek olmasına yarardı. Bugün için ukala tavırlarımı bırakıp uysal meleği oynamalıydım. Hadi ama, gıcık falanlar ama onlara muhtaçtım.
Sırtı tamamen açık, gözlerimle uyumlu mavi, önden diz hizasında, arkası kuyruklu olan bir elbise giydim. Uzun zaman önce sırtı kapalı olan elbiselere veda etmiştim. Kolay kolay giymiyordum. Olan elbiselere oluyordu. Eh evet, medeniyet buraya da uğradı. Artık kolay kolay kimse çıplak gezmiyordu. İstisnalar vardı tabi... Neyse, onları düşünmek istemiyorum.
Sarı, kıvırcık saçlarımı açık bıraktım ve hafif bir ruj sürüp odamdan çıktım. Tenim zaten güzeldi, gereksiz bir ton makyaj malzemesine ihtiyacım yoktu. Onlarla uğraşmaya sabrım da yoktu açıkçası.
Evden çıkmadan önce annem yanıma gelip yanağına bir öpücük kondurdu.
"Biraz uysal olmayı dene meleğim, tamam mı?"
"Biliyorum," diyerek anneme gülümsedim. Kızının ne mal olduğunu biliyordu kadın. Saklayacak değildim de böyle söylenince bir tuhaf oluyordum. O kadar vahim bir durumda mıydım? İstediğimde ben de gayet sevilesi olabiliyordum. Bunu en iyi Sirius bilirdi çünkü şu gökyüzünde en iyi onunla anlaşıyordum. Bir ara sevgili olmayı denemişsek de pek başarılı olamamıştık. Birbirimizi öpmeyi denediğimiz ilk gün ikimizi de bir gülme almıştı niyeyse. O günden beri de kaç kez denemişsek o ilk olay aklımıza geliyor, yeniden gülerken buluyorduk birbirimizi. Daha öpüşmeyi becerememişken yatmayı hiç beceremezdik o yüzden denememiştik bile. Biz de en iyisinin arkadaş olmak olduğuna karar vererek yolumuza gitmiştik.
Akis'den başkası ile olamayacağımı o gün anlamıştım. Ben onsuz olamayacağımı düşünürken egolu meleğin benden haberi bile yoktu.
Meclisin kapısına geldiğimizde içimi tuhaf bir korku sardı. Dedemin okunu yediğimden beri, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordum.
Babam kolunu uzatınca uysal olmaya çalışarak (artık ne kadar olabilirsem!) koluna girdim. Dedem önümüzde babam ile ben arkasında meclis korumalarının açtığı kapıdan içeriye süzüldük. Meclis üyeleri karşımızda duran uzun masada oturuyorlardı.
Meclis Başkanı ise masanın arkasındaki yükseltilmiş platformda oğlu ile beraber oturuyordu. Olaya şahitlik etmek isteyenler sağlı sollu iki taraflı dizilmişlerdi. İlk kez içeride kadınların da olduğunu görüyordum. On yıldır bekçiydim ve buna ilk kez şahit olmuştum. Keşke annem de gelseydi. En azından bu bakışlardan rahatsız olmadan annemin varlığından destek alabilirdim.
Babamın kolunu daha çok sıktım. Sanki ben kanatları yakılacak lanetli bir melektim de onlar izleyiciydi. Hatta ateşe bir kibrit atmaya bile hevesli olurdu çoğu.
Titrek adımlarla meclise yaklaşmaya devam ettik. Babam olmasa asla adım atamazdım. Duyduğum mırıltılarla başımı ayaklarımdan çekip dosdoğru karşıma baktım. Ben utanılacak hiçbir şey yapmamıştım. Başımı kaldırmamla Akis'in gözleriyle karşı karşıya kaldım.
Ne yani! Gözleri gözlerime değmesi için bir insanla oklanmış olmam mı gerekiyordu? Hay ben böyle işin...