“Hazır mısın bakalım insanları kendimize aşık etmeye?”
Akis’in sorusu beni gafil avlamıştı. İçimi saran kıskançlık hissine aşinaydım elbette. Son beş yıldır Akis’i her dişi yaratıktan kıskanıyordum. Melek dişilerle uğraştığım yetmiyormuş gibi şimdi bir de insan olan Melek ile uğraşacaktım.
Tamam, kabul ediyorum; Levent ile olan büyüden kurtulmak istiyordum ama büyüden kurtulmak için Akis’in o kızla yakınlaşacak olması hoşuma gitmiyordu. Zaten büyüden dolayı Levent’i ondan kıskanırken bir de başıma Akis çıkmıştı.
Bu işten daha temiz şekilde sıyrılmanın bir yolu yok gibiydi ve bu beni yeterince deli ediyordu. Hayatım bir pinpon topu gibi iki erkek arasında savrulup duruyordu.
“Kendine çok dikkat et Lili,” diyen Sirius’un sesiyle ona döndüm ve tebessüm etmeye çalıştım. Sirius, abisine olan hislerimi biliyordu. Ne kadar başarılı oldum bilinmez ama Akis, elime yapışarak bakışlarımın Sirius’dan ayrılmasına neden oldu. Kardeşine ters bir bakış attıktan sonra elini havaya savurdu.
Eğer Akis’in beni bugüne kadar umursamadığını bilmeseydim, kıskanıyor derdim ama tabi ki bu mümkün değildi. Kızların gözdesi olan adam daha bugün benim farkıma varmış gibiydi. O da mecburiyettendi işte. Başkan bu görevi ona vermeseydi eminim bir beş yıl daha gözleri gözlerime değmezdi.
“Sen neden bu kadar çok dalıyorsun?”
Akis’in sesiyle gözlerimi kırpıştırdım ve etrafıma baktım. Sessiz, sakin ve lüks evlerin olduğu bir yerdeydik. Dünyaya hangi ara inmiştik?
Gerçekten de bazen düşüncelerimin içine fazla dalıyordum galiba.
“Neredeyiz?” diye sordum Akis ile baş başa olduğumuzu düşünmemeye çalışarak. Etrafımızdan gelip geçenler vardı, tamamen yalnız sayılmazdık ama yine de meleklerin olmadığı, bize kulaklarını kabartıp dinlemeye çalışanların olmadığı bir yerdeydik.
“Levent denen adamın evi,” diyerek karşımızda kalan evi işaret etti. Bahçeyle çevrelenmiş, duvarlarla etrafı kapatılmış villayı süzdüm. Levent ile oklandıktan sonra onu araştırma şansım olmamıştı.
Normalde çiftleri okladıktan sonra hayatlarını ve yaşamlarını araştırır, gerekli notları alırdık. Bu kez görevlerimi ihmal etmiştim. Geçerli sebeplerim vardı elbette.
“Peki biz böyle dünyaya indik ama ne yapacağız, nerede kalacağız, hiçbir şey ayarlamadık ki!” diye itiraz ettim. Akis yan taraftaki villayı işaret etti.
“Burada kalacağız ama öncelikle evdekileri postalamam lazım. Sen burada bekle,” diyerek ortadan kayboldu.
Ben pek uysal biri değildim ve söylenenleri de pek dinlemezdim. Yine dinlemeyecektim çünkü elimde değildi. Kalbim adeta Levent’i görmek için çırpınıyordu. Nedense Akis yanımdayken Levent’e olan hislerimi geri plana atabiliyordum ama yalnız kaldığım andan beri bu benim için imkansız bir hale gelmişti.
Uçarak duvarı aştım ve villanın bahçesine girdim. Bahçe kapısını saran sarmaşıkların uçlarındaki pembe zarif çiçekler etrafa hoş bir koku yayıyordu. Bahçenin arka cephesinde büyük ve bakımlı havuz insanı içine atlamak için cezbeder güzellikteydi ama ben melektim ve canım şu an suya girmeyi hiç istemiyordu. Levent’i ve hayatını tanımak için merakla etrafı süzmeye devam ettim.
Hemen havuzun arkasında akasya ağaçları vardı. Yazın hamak yapıp gölgesinde dinlenmek için gayet uygun bir yerdi. Bahçe bakımlı ve temizdi. Levent titiz biriydi anlaşılan. Bunu aklımın bir köşesine not ettim.
Havada süzülerek ön tarafa yöneldim. Dış kapıdan evin kapısına kadar olan bölüm taş bloklarla süslenmişti.
Usulca evin içine süzüldüm. Sol tarafımda büyük bir salon vardı. Lüks kadife koltuklar ve bir adet büyük televizyonu içinde barındıran gri ve siyah rengin hakim olduğu bir salondu. Köşedeki duvarı süsleyen kitaplık odaya hoş bir hava katmıştı. Salonu geçip yan tarafa döndüm. Oldukça geniş bir mutfağa adım attım. Bir erkek için ne kadar büyük bir evdi bu böyle. Mutfakta da siyah ve beyaz renk hakimdi. Mutfağın biraz ilerisinde iki kapı bulunuyordu. Hızlıca göz attım. Banyo ve tuvalet olduğunu anlayınca oyalanmadan üst kata çıktım. Levent görünürlerde yoktu. Neredeydi bu adam? Birazdan Akis gelecek ve beni dediği yerde bulamayınca sinirlenecekti.
Yukarıda üç adet yatak odası ve bir adet misafir odası vardı. Odaları hızlıca taradım. Fark ettiğim kadarıyla evde gereksiz eşya yoktu. Her odada çift kişilik bir yatak, gardırop, küçük komodinler ve bir şifonyer vardı. Son odaya girdiğimde yatakta uzanan Levent ile nefesim kesildi. Yine siyah rengin hakim olduğu bir oda karşılamıştı beni. Erkek milletinin bu siyah merakını sanırım hiçbir zaman çözemeyecektim ama çok asil duruyordu be. Hele kırmızı örtülerin arasındaki adam kalbimin hop hop hoplamasına neden olmuştu. Örtü beline kadar sıyrılmış, sırt kaslarını gözlerimin önüne sermişti. Yatağın köşesinde bulunan koltuğa tünedim. Hafifçe açık bırakılmış balkon kapısından yumuşak bir rüzgar içeriye süzülüyordu. Hava mayıs ayına göre fazla sıcaktı.
Ailesi neredeydi? Bu koca evde yalnız olması kalbimin hüzünle dolmasına sebep olmuştu. Koca adamdı ama yine de ne bileyim, her zaman yalnız yaşayan insanlar hüzünlenmeme neden olurdu. Hele bu koca evde yalnız olması…
“Melek denen kızı getirmemiş en azından,” diye söylendim. Levent’ten uzak kalmak kalbimin hoşuna gitmemiş olacak ki ayaklarım benden bağımsız bi şekilde yatağın dibine süzüldü. Usulca yatağın kıyısına oturdum ve Levent’i incelemeye başladım. Bugün ikisini oklamadan önce Levent’i biraz süzme şansım olmuştu ama şimdi özgürce doya doya inceliyordum.
Kumraldı, hafif kirli sakalları yüzünü kaplamıştı. Gözleri kapalı olmasına rağmen bugün gördüğüm kehribar gözler aklımdan çıkmamıştı. Kumral saçları yanlardan kısa, üst kısmı biraz daha uzun bırakılmış ve elle hafifçe arkaya doğru atılarak alnına sarkmayacak şekilde doğal bir şekil verilmişti. Geniş bir alnı, ince ve hafifçe düşük duran kaşları, yayvan bir burnu vardı. Dudakları ise inceydi. Elim istemsizce dudaklarına gitti. Bugün o kızı öpmüştü. Başka bir şey olmuş muydu bilmiyorum ama nefessiz kaldığım zamanları düşününce dudaklarından uzunca bir süre ayrılamamıştı.
“Haberin olsa belki de hayat öpücüğümü o kıza vermezdin,” diye mırıldandım.
Levent itiraf etmem gerekirse yakışıklı bir adamdı. Dünyadaki birçok kadının ilgisini çektiğine hiç kuşkum yoktu ama nedense kalbi boştu. Yani bugüne kadar… Zamanı geri almayı nasıl da isterdim. Eğer bugün gözleri o Melek denen kızda takılı kalmasaydı, kalbi o kıza karşı bir etkileşim duymasaydı, o okun ikisini vurmasına izin vermez ve böylece ben de bu duruma düşmezdim. Sonuçta olan olmuş o ikisi birbirine bağlanırken, ben de araya kaynak olmuştum. Şimdi onları ayıracak olma düşüncesi beni huzursuz ediyordu ama başka şansım yoktu. Bu büyü benim nefeslerim tükenmeden bozulmalıydı.
Elimin hala onun dudaklarında gezindiğini fark edince heyecanlı bir nefes aldım. Kalbim pır pır ediyordu. Aklımın almadığı bir diğer şey Levent ile böyle oklanmışken hala nasıl Akis’i de görünce heyecanlanıyordum. Elbette normal zamanda olduğum kadar yoğun bir his yoktu ama oradaydı işte, hissediyordum. Ne yardan geçerim ne serden hesabı, ne Levent’ten geçebiliyordum ne Akis’ten…
Sanırım ben Melek denen kızdan daha yüzsüz bir şey olup çıkmıştım. Kız en azından sevgili olduğu adamla öpüşmüştü. Ben ise iki adamı da kalbimden atamıyordum. Levent mecburi giriş yapmıştı kalbime ama yine de bu kadar yüzsüz ve arsız olmamam gerekiyordu.
Elimin altındaki dudaklar kıpırdadı, korkarak geri çekildim. Şu an görünmezdim aslında korkmam yanlıştı. Dudaklarını diliyle ıslatıp uykusuna devam etti.
Acaba öpsem ne hissederdim?
Melek'e hediye ettiği nefeslerimi geri almış olur muydum acaba? Bilmiyordum. Bunu birilerine sorup öğrenmem lazım. Eğer öyle bir şey varsa Levent'i her fırsatta öpmeye razıydım.
Küçük bir öpücük alsa mıydım acaba? Azıcık? Ucundan? Tadımlık? Kendi kendimi ikna etme çabalarım olumlu sonuçlandı. Yüzümü usulca Levent'e doğru eğdim. Kalbim deli gibi gümbürdüyordu.
“Sen ne yaptığını sanıyorsun?” diyen sesle yerimden sıçradım.
Tabi. Kaza geliyorum demezdi.