Doktorun ofisinden çıktığımda, içimde yeni bir hayatın başladığının farkındaydım.Beni her açıdan zorlayacak fakat her ne olursa olsun bütün kalbimle kabul edeceğim yeni bir başlangıç… Bu beklenmedik keşif, bana yeni sorumluluklar ve kararlar getirmişti. Şimdi, geleceğe ve içinde hayata tutunmaya çalışan varlığa odaklanmam gerekiyordu. Her ne kadar bu yeni keşif beni korkutsa da, içimde bir yerde bu değişikliğin hayatıma katacağı şeyler için heyecan duyuyordum.
Doktorun ofisinden çıktıktan sonra, içimdeki karmaşık duygularla doluydum. Hamile olduğumu öğrenmiştim ve bu haber dünyamı altüst etmişti. Arabama binip hızla şehirden uzaklaşmak istedim, beni boğan bu düşüncelerden kaçmak için. Nereye gideceğimi bilmeden, sadece denizin huzur veren dalga seslerine sığınmak istiyordum.
Motorun homurtusu, kafamdaki karmaşayı bir nebze bastırıyordu, ama düşüncelerimden kaçamıyordum. Sonunda deniz kıyısına vardığımda, arabanın kapısını açtım ve derin bir nefes aldım. Tuzlu deniz havası ciğerlerime dolarken, birkaç adım atıp sahil boyunca yürümeye başladım. Dalga sesleri, bana her zaman huzur veren o ritmik melodi, sanki içimdeki fırtınayı yatıştırmak için çabalıyordu.
Kendimi bir kayaya oturmuş, denizin sonsuzluğuna bakarken buldum. Rüzgar, saçlarımı yüzüme savuruyordu ama bu bile beni o anın gerçekliğinden uzaklaştıramıyordu. İçimde büyüyen bir can vardı. Ama bu gerçeğin ağırlığı, içimdeki korkuları da beraberinde getirmişti.
Aklımda, kendi çocukluğumun hayaletleri dolaşıyordu. Yetimhanede geçen o yalnız ve zor yıllar... Annem ve babamın yokluğu, o boşluk... Bir gün soğuk bir kış günü, yetimhanenin bahçesinde bir yandan eski montuma sıkı sıkıya sarınarak elimdeki kitaptan ileri düzey matematik problemleri çözerken yan tarafta çocukların onları yetimhaneye bırakan ailelerinden konuştuklarını duydum. Biri ailesinin parasının olmadığı için onu bıraktığını, diğeri ise kendisinin kötü bir çocuk olduğu için ailesinin buraya bırakabileceğini söylüyor. Bu konuşmadan sonra anne ve babamın beni neden bırakmış olabileceğine dair daha da meraklanmıştım. Bu konuyla ilgili konuşabileceğim tek kişi ise yetimhanenin müdürü olan Asuman hanımla konuşabilirdim.
Asuman Hanım, yetimhanenin müdürü olarak uzun yıllar boyunca sayısız çocuğun hayatına dokunmuştu. Dışarıdan bakıldığında disiplinli, ciddi ve her zaman işini bilen bir kadın gibi görünürdü. Orta yaşlarının sonlarına gelmiş, saçları sıkıca topuz yapılmış ve her zaman mükemmel şekilde ütülenmiş koyu renkli kıyafetler giyen biriydi. Yüzündeki çizgiler, hem yaşanmışlıkları hem de işinin ağırlığını taşıdığını gösteriyordu.
Asuman Hanım, yetimhaneyi demir bir yumrukla yönetiyordu. Kuralların dışına çıkılmasına asla izin vermezdi. Yetimhanenin düzeni, onun için her şeyden önce gelirdi. Ama bir yandan yetimhanedeki zeki çocuklara ayrı bir ilgi alakası vardı. Benim zekama olan hayranlığını hisseder ve onun eğitim hayatımdaki desteğini hep görürdüm belkide bu 30 yıllık hayatımda anneye en çok yaklaşmış kişi Asuman hanımdı. Ondan diğer çocuklar gibi hiçbir zaman korkmadım.
Asuman hanımın odasına varıp kapıyı çaldım. Odasına girdiğinde beni elimde koca kitapla gördüğüne hiç şaşırmıştı. Yüzünde hiç bir mimik oynamazken aniden "Beni yetimhaneye bıraktıkları günü hatırlıyor musun?" diye sordum.
Asuman hanım şaşırsada bu soruma sonradan hemen kendini toparladı ve gülümsedi, ama bu gülümsemenin arkasında bir hüzün vardı. İlk defa Asuman hanımın yüzünde bu kadar bariz bir duygu görüyordum. "Buraya geldiğin gün tıpkı bugünkü gibi soğuk bir kış günüydü. Sen daha 20 günlük ya vardın ya yoktun. Polisler seni bir parkta bulmuşlar. Bir kundağın içinde üstünde eski bir kaban varmış. Seni hastaneye götürmüşler önce sonrada buraya getirdiler. Kimsesiz olduğunu ve hiçbir aile üyenin bulunamadığını söylediler. Seni buraya getirdiklerinde, gözlerindeki o büyük, derin bakışı hatırlıyorum. Küçük bir bebek olsan da, sanki dünyanın ağırlığını taşıyormuşsun gibiydin."
Sorduğum soru benim ilk ve son sorum oldu. Aldığım cevapsa içimde hep bir sızı olarak kaldı. Hiçbir çocuk, benim hissettiğim yalnızlığı ve kimsesizliği yaşamamalıydı. Usulca çıkmıştım odasından o çocuk halimle o ıssız parkın oraya ölmek için neden bırakıldığımı düşünerek. Şimdiyse içimde bir can taşırken ve annelikle ilgili hiçbirşey bilmezken bu uçsuz bucaksız denize bakıyordum. Ben, annesiz büyümüş bir çocuktum; annelik nedir, nasıl olur bilmiyordum. Ona nasıl iyi bir anne olabileceğimi, ona nasıl bakabileceğimi düşündüm. Kendi annem olmadı, bana sarılan, beni seven bir anne figürüm olmadı. Peki, ben bu çocuğa nasıl sarılacaktım, ona nasıl güven verecektim?
Gözlerim doldu, ama ağlamadım. Bir an acaba aldırsam mı diye düşündüm ama hemen bundan vazgeçtim. Ben bir cana kıyacak kadar cani değildim. İçimdeki bu korkuyla yüzleşmek zorundaydım. Denize bakarken, bu çocuğa nasıl bir aile verebileceğimi düşündüm. Bu konuyu Pars’a nasıl söyleyeceğimi veya söylemem gerekip gerekmediğini… Onun yalnız kalmaması için ne yapmam gerektiğini. Onu nasıl seveceğimi, ona nasıl bir gelecek sunabileceğimi. İçimdeki korku, beni yiyip bitirirken, denizin dalgaları bir ritim tutturmuştu; sanki bana bir şeyler fısıldıyordu.
Bu çocuğun annesi olacaktım. Bunu değiştiremezdim. Ama ona nasıl bir anne olacağıma ben karar verecektim. Derin bir nefes daha aldım, gözlerimi denizin ufkunda gezdirirken, içimdeki korkularla yüzleşmeye karar verdim. Bu, kolay olmayacaktı, ama ben zorluklarla baş etmeyi bilirdim. O anda, deniz kıyısında, dalgaların eşliğinde bir yemin ettim: Bu çocuğa, benim sahip olamadığım her şeyi verecektim. Ona bir anne, eğer Pars kabul etmezse yeri geldiğinde bir baba, bir sığınak olacaktım. Onun için güçlü olacaktım. Çünkü bu kez sadece kendim için değil, birden bire hiç hesapta yokken hayatıma dahil olan minik canım için de savaşacaktım.
Ofisime geri döndüğümde, üzerime çöken bir halsizlik tüm bedenimi sardı. Geniş pencerelerden içeri süzülen güneş ışığı, odamdaki modern mobilyaları ve teknolojik aletleri aydınlatıyordu, ama bu aydınlık bile içimde hissettiğim pusu dağıtamıyordu. Her şey düzenli görünüyordu; masamın üzerindeki her detay, bendeki düzen takıntısının ve işkolikliğin bir yansımasıydı. Ofisim bir patron ofisinden çok son teknoloji bilgisayarlar ve teçhizatlarla dolu olduğu için bir mühendisin ofisi gibi görünüyordu.
Ben çocukluğum boyunca bir şeyleri söküp takmayı oldum olası severdim. İlk önce yetimhanenin radyonun içindeki aksamı söküp takmakla başlamıştım. Üstelik daha altı yaşındaydım bulduğum kabloları pilleri ve bozuk diye atılan her elektronik aleti toplar bir yandan bozar sonra tekrar bir araya getirirdim. Buna müdürün odasındaki bilgisayar dahil. Asuman hanım benden o kadar bıkmıştı ki en sonunda çözümü bana kendisi bozuk birşeyler vererek bulmuştu. Bir süre sonra bilgisayar algoritmalarına merak salmıştım. 2000’li yılların başıydı. İnternet ve dijital dünya henüz emekleme aşamasındaydı ama benim için bilgisayarlar çoktan hayatımın merkezi haline gelmişti. Yetimhanede yalnız bir çocuk olarak, bilgisayarlar benim için dış dünyadan kaçışın ve kendimi ifade etmenin tek yoluydu. Ekranın karşısına geçtiğimde, tüm dünyayı kontrol edebilecekmişim gibi hissediyordum. Kodlar, algoritmalar, dijital dünyada dolaşan bilgiler... Hepsi banaapayrı bir dünyanın kapısını aralıyordu..
Ama sonra hayatım, Murat şerefsizi yüzünden kabusa dönmüştü. Murat, Asuman hanımın tek yeğeniydi ve yetimhanede ne isterse yapabiliyordu. İşe başlayalı bir yıl olmuştu ama yetimhanedeki bütün düzen altüst olmuştu. Herkes müdürden korktuğu için ona bir şey söyleyemiyordu. Hoş söylesede Asuman hanım kimseyi dinlemiyordu. Sanki benim yıllardır tanıdığım o disiplinli kadın gitmiş yerine bambaşka bir kadın gelmişti.
Yaşadığım o kabus gibi geceden sonra kendimi o kadar kirli ve tiksinç bulmuştum ki aynalara küsmüştüm. Yataktan çıkmaz hale gelmiştim. Taki benim gibi olan çocuklar çoğalmaya başlayana kadar. Bu durumu yetimhane Asuman hanıma anlattığımda ise kıymetli yeğenine iftira attığımı ve eğer böyle saçmalamaya devam edersem beni cezalandıracağını söylemişti. Kimse beni ciddiye almamıştı. Sesim duyulmamış, haklılığım görmezden gelinmişti. İlk defa Asuman hanımın bana yardım edeceğine olan güvenim kırılmıştı ve ben hem masumiyetimi hemde anne olarak gördüğüm tek kadını kaybetmiştim. O an içimde büyük bir hayal kırıklığı ve öfke oluşmuştu. Ama sessiz kalmayacaktım, kendi adaletimi kendim sağlamaya karar vermiştim.
Mayıs ayının yıldızlı bir gece yarısıydı. Sanki gecenin karanlığı aydınlatan yıldızlar ilkbaharı müjdeliyordu. Yetimhanenin sessiz bilgisayar odasında tek başıma oturmuş, ekranın loş ışığı altında odaklanmıştım. Odanın içinde sadece bilgisayarın hafif uğultusu ve klavyenin tıklama sesleri yankılanıyordu. Yapacağım şey planladığım gibi ilerliyordu. Asuman hanımın bilgisayarına sızma planını titizlikle yürütüyordum. Bu, benim için adaleti sağlama yolunda attığım ilk adımdı.
Ekranda karmaşık kodlar ve programlar açılmış, gözlerim satır satır bu kodları tarıyordu. Burası sanki benim oyun oynadığım arka bahçemdi ama elimi çabuk tutmalıydım.Bir süre sonra, ekranda Asuman hanımın bilgisayarına başarılı bir şekilde sızdığımı gösteren bir bildirim belirdi. Yüzümde hafif bir gülümseme oluştu; "Başardım," diye mırıldandım kendi kendime. Ama bu daha başlangıçtı. Şimdi sırada, kamera kayıtlarına ulaşmak vardı. Bu bilgileri dikkatlice kopyalayıp, güvenli bir dijital ortama aktardım. İşimi bitirdiğimde, bilgisayarın ekranını kapattım ve derin bir nefes aldım.
Sessizce odadan çıkarken içimde bir zafer duygusu vardı. O gece benim için sadece bir zafer değildi; aynı zamanda kendi gücümü ve adaletin mümkün olduğunu keşfettiğim ilk andı. Fakat buda yetmezdi. Elime geçirdiğim bir radyonun bütün aksamlarını söküp bir dinleme cihazı yapmam gerekiyordu. Sonrasındada o Murat şerefsizinin odasına girip kayıt altına almalıydım. İlk birkaç gece başaramadım ama sonunda odasına girip yerleştirdim cihazı. Ertesi gün aynı acıları yaşamış bir çocuğun kayıtlarını dinlemek canımdan can koparsada artık elimde kanıtım vardı. Odaya sürüklenen çocukların görüntüleri ve sesleri… Artık bu işkenceyi bitirebilirdim.
Nihayet, gerekli tüm kanıtları topladıktan sonra, bilgileri isimsiz bir ihbarla polise ve bir haber kanalına iletmek için hazırladım. Bu kanıtların Murat’ı mahkum edeceğinden emindim ama sadece polise verirsem üstü kapatılabilirdi. Bende yaşanılanların bütün Türkiye tarafından görülmesini istedim ve başardımda. Her yerde bu olay konuşuluyordu. Polis, bu kanıtlar üzerine harekete geçti ve Murat hakkında soruşturma başlattı. Soruşturma sonunda, Murat çeşitli suçlardan yargılandı ve 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Asuman hanım ise meslekten men edildi ve suça yardım ve yataklıktan oda 6 yıl ceza aldı. Adalet tecelli etsede ben ve benim gibi madurların hayatında silinmez izler kalmıştı.
Bu olaylar olurken ben 12 yaşındaydım ve sonra yetimhaneden ayrıldım. Yetimhaneden ayrıldıktan sonra, bilgisayar dünyasında kendi yolumu çizmeye başladım. Deepweb'in derinliklerine inmiş, 'Phantom' takma adıyla tanınan, dünyaca aranan bir bilgisayar korsanı haline gelmiştim. Bu gizli kimlik, bana sadece maddi bağımsızlık değil, aynı zamanda teknolojik bir üstünlük de sağlamıştı. Karanlık dünyada saygı gören ve korkulan bir isim olmuştum.
Phantom olarak, sadece yasa dışı işlerle değil, etik hacking ve siber güvenlik alanlarında da kendimi göstermiştim. Yeteneklerim, kendi şirketimi kurmama olanak tanımıştı. Siber güvenlik ve yazılım geliştirme alanlarında öncü bir rol üstlenmek, hayal ettiğimden bile fazlasını başarmamı sağladı. Şirketim, benim zekam ve emeğimle sıfırdan inşa edilmişti ve bu başarı, belkide benim hayata tutunma sebebimdi.
Yaşadıklarımı unutmak için çok çabaladım ama unutamadın. Kabuslarım benden hiç gitmedi. Bedenimden o dokunuşları hiç silemedim. Hayatıma bir çok erkek girdi. Hiçbiri kalıcı olamadı. Evet onlarla birlikte oldum ama bunların hiçbiri fiziksel ihtiyaçtan öteye gidemedi. Taki Pars’a kadar… Ben ilk defa Pars’a birlikte olduğum gece yaşadığımı hissettim adeta.
Ben bu derin düşüncelere dalmışken masamın üzerinde duran büyük ekranlı bilgisayardan karmaşık kodlar fışkırıyordu, ama zihnim bu verilerle değil, bambaşka düşüncelerle doluydu. Sanki kendime dışarıdan bakan bir ruh gibiydim.
Kapım hafifçe aralandı ve asistanım Duygu içeri girdi. onun gelişiyle aslında uzn bir süredir boş boş ekrana baktığımı anladım. Endişeli bir ses tonuyla, "Mine, iyi misin? Biraz solgun görünüyorsun," dedi. Onun bakışlarından, son zamanlarda tuhaf davranışlarımı fark ettiğini biliyordum. Daha sessiz, daha düşünceli ve içine kapanık bir haldeydim, bunun farkındaydım.
Başımı kaldırıp Duygu’ya baktım. "Sadece biraz yorgunum, Duygu. Sanırım biraz dinlenmeliyim." dedim, yorgun bir tonla. Sesim bile beni ele veriyordu; içimdeki fırtınayla boğuşmaktan o kadar yorulmuştum ki gizleyemiyordum.
Duygu, benim bu halimden üzülmüş gibiydi. "Bir şeyler getireyim mi? Kahve ya da başka bir şey?" diye teklif etti, ama onun nazik çabasına rağmen başımı sallayarak teşekkür ettim. "Hayır, teşekkür ederim. Biraz dinlensem yeter." dedim ve yavaşça koltuğumdan kalktım.
Odanın içinde birkaç adım atarak geniş pencerelerden dışarı baktım. Şehrin uğultusu, camın ötesinden uzak ve boğuk bir şekilde geliyordu. Dışarıdaki hayat ne kadar hareketli görünse de, şu anda benim dünyamda sadece bir boşluk vardı. Pars ile geçirdiğim anlar zihnimde dönüp duruyordu; bu hamilelik haberi duygusal dünyamı altüst etmişti. Şimdi, bu duygularla nasıl başa çıkacağımı ve işime nasıl odaklanacağımı bilemiyordum.
Duygu, benim endişeli halimi izlerken sessizce odadan çıktı. Ben her zaman konu iş olunca duygularımı gizlemeyi başarmış, zayıflık göstermemiş bir kadın olmuştum. Bugünse farklıydım, ve Duygu da bunun farkındaydı.
Kapı kapandığında, yalnız kaldım. Odanın içerisindeki üçlü koltuğa doğru giderek uzandım ve derin bir nefes aldım. Sonrasında da gözlerimi kapatarak arkama yaslandım. Hiçbirşey düşünmeden biraz uyumak istiyordum.