Güneş ışıkları, başımın ağrısı ve kasıklarımdaki sızıya inat, birkaç dakika daha uyumak için resmen savaşıyordum. Ne olmuştu ki bu kadar baş ağrısı yaratacak diye içimden düşünüyordum ki ensemde hissettiğim nefes ile irkildim. Kahretsin! Dün akşam neredeydim ben? Bu düşünce birkaç saniye duraksamamı sağladı ve aklıma gelen yer ile koca bir lanet okudum. ‘Kahretsin! Kahretsin! Bora ile aynı yatakta yatıyor olamayız değil mi? Yani bu yatakta yatıyorsak, Hayır! Hayır! Yapmış olamam’ diye kendi içimde gözlerimi açmadan, feryat ediyordum ki çalan bir telefon sesi ile nefesimi tuttum. Onun telefonuydu ve telefona bakmak için sanki beni uyandırmamak adına yavaşça yataktan kalktı. Sadece 2 saniye sonrasında açılan telefona kısık bir ses ile
“Efendim Can? ” diye sordu. Can, bu gurubun ikinci zengin ve üzerinde tehlikelidir kuru kafa işaretini taşıyan dallaması idi. Birkaç dakikalık dinlemeden sonra “Evet, abi burada” dediğinde açılmakta zorlanan gözlerimi hıza açtım. Anında yatakta oturur pozisyona gelerek, ‘Benden mi bahsediyor bunlar?’ diye içimden geçirdim ve içimdeki mahalle kızı çemkirmek için ellerini beline yerleştirerek, hazır ola geçti. Ben tam bir şey söyleyeceğim sırada Bora, telefondaki kişiye
“Hayır, abi iddiayı falan kazanmadım. Unut, böyle bir şey yok. Azra’nın hiçbir şeyden haberi olmayacak Can. Anladın mı?” diye sorduğunda gözlerim doldu. Nefesim kesildi, içimdeki mahalle kızı ellerini belinden indirdi ve iki yanına salarak, gözlerini yaşla doldurdu. Ben, hayatımın en özel gecesini bir iddia yüzünden mi? geçirdim. Beni sevmeyen, bana aşık bile olmayan bir adama hayatımın en değerli gecesini mi? Verdim. Lanet olsun! Lanet olsun! Diye içimden bağırsam da gözlerimden firar eden yaşlarım, yanaklarımdan süzülmeye başladı. Ne ara telefonunu kapattığını anlamadığım Bora ile göz göze geldik. O, buz maviliğinde ki gözleri hüzünle bakıyordu bana, ne yani pişman mı? Hayatımın en özel gecesini benden aldığı için bu halime acımış mıydı? Ne büyük bir ironi değil mi? Acaba, tüm okul biliyor muydu? Bu salaklığımı, Ya da neyine iddiaya girilmişti acaba? Diye içimden acı ile düşünmeye ara verip, yavaşça yataktan kalktım. Ortalığa saçılmış olan kıyafetlerimi teker teker durdukları yerlerden alıp, üzerime giydim. Tamamen giyindiğimde bir anlığına Bora ile göz göze geldik. Gözleri gözlerimde iken fısıldadı acı çeker bir ses tonunda
“Üzgünüm” diye ve tekrar konuşmaya başlayacağı sırada elimi susması için kaldırdım. Daha fazlasını duymayı istemiyordum, ne düşündüğü umurumda değildi. Susması gerekiyordu. Onu burada öldürmemem için susması gerekiyordu. Aynı onun gibi fısıldayarak çıkarttığım ses tonum ile
“Ben de “ dedim. Gözlerimi gözlerinden çektim. Arkamı dönüp, bu hayran kaldığım evden, 2 yıldır aşık olduğum bu pislik herifin yanından hızla çıktım. Sonra ise apartmandan tamamen çıktığımda dönüp, dün akşam heyecan ile girdiğim apartmana yaşlı gözler ile baktım. Camda oda bana bakıyordu. Bir anda Tüm bedenim nefret ile doldu. Bu binada masumluğumu bırakmıştım, bu binada gülüşümü, ilk gecemin heyecanını bırakmıştım. Hem de bunların hepsini benden Aşık olduğum adam almıştı.
'Seni ve bu günü hayatımın sonuna kadar unutmayacağım Bora Yılmaz' diye içimden geçirdikten sonra hızla Bahar ile kaldığım eve doğru yürüdüm. Tüm okul biliyordur şimdi benim içimi parçalayan bu olayı. Herkes dalga konusu yapacak, her an suratıma vuracaklar. Bu düşünce ile daha da hıçkırdım ve hızla koşmaya başladım. Kaçar gibi, her saniye daha da hızlandı bacaklarım, daha da hızlandı. Daha hızlı, daha hızlı koştum. Ciğerlerim havasızlıktan acıyana kadar koştum. Nefessiz kalana kadar...
Eve geldiğimde Bahar evde değildi. Muhtemelen okula gitmişti. Saate baktığımda saatin, çoktan 13.30 olduğunu gördüm ve hızla duşa girdim. Suyun altına girdiğimde başımdan aşağıya akan suyun, bütün o dokunuşları bedenimden silmesini, dün geceye ait ne var ise zihnimden, benliğimden silinmesini diledim. O pislik herif, hayatımdaki en özel ilklerimi almıştı. İlk aşkımı, ilk öpücüğümü, ilk gecemi ve saçma sapan bir iddia uğruna lanet olsun! Diye hıçkırdım ve hızla tüm bedenimi köpükleyip, derimi yırtarcasına yıkamaya başladım. Uzun bir süre duşta kaldım. Sonrasında ise çıkıtım ve kurulanıp salona geçtim. Kendime kahve yapmıştım ve tam koltuğa oturuyordum ki hızla açılan kapı ile bahar hızla içeriye girdi. Tabi ki okul çalkanıyordu ve Bahar da duymuş, yanımda olmak için hızla eve gelmişti. Bahar, şaşkınlık ile
“Azra?“ diye seslendiğinde gözlerim anında dolmuştu. Hızla yanıma gelen Bahar anında o dostça sıcaklığı ile sardı beni ve “Ağlama güzelim. Dim dik dur. Boş ver demeyeceğim ama yıkılma ben her zaman yanındayım “ dedi ve ben arkadaşımın o şefkatli kollarında hıçkırıklara boğuldum…
O iğrenç sabahın ardından 2 gün geçmişti ve anca cesaretimi toplayıp, okula geliyordum. Tam 1 yılımı verip kazandığım okulun, devasa kapısının önünde duruyordum. Biliyorum, içeriye girdiğimde çoğu kişinin alay eden gözleri, iğrenç lafları ile karşılaşacaktım. Bundan korkmuyor değildim ama yanımda dimdik duran Bahar,
“Dik dur! Sen, bu sürtüklerin ve şerefsizlerin iğrençliklerini hak edecek bir şey yapmadın. Kaldır kafanı. Bu yaptığından utanması gereken tek kişi var oda o şerefsiz unutma ” dediğinde, yanağımdan süzülen yaşı elimin tersi ile sildim, omuzlarımı dikleştirerek ana kapıdan girdim. Kampüs binasına doğru yürürken okulun bir numaralı, patentli sürtüğü Hande karşımda belirdi ve sinsi bakışları, o iğrenç alaycı ses tonu ile
“ooo kimleri görüyorum neydi senin adın ufaklık?” dediğinde içimden hıçkırarak ağlamak gelse de gayet sert çıkan sesim ile
“Azra! ” diyerek karşılık verdim. Tabi ki maksadı benim ile tanışmak değil, dalga gekmekti. Bu şovuna başladığını belli eden iğrenç kahkahasını atarak,
“Duyduğuma göre sevgilim ile bir gece geçirmiş ve sevgilime bir iddia kazandırmışsın. Şahsen teşekkür etmek istedim” dediğinde saçını başını yolmak istedim. Burada, bu midesiz pisliğin saçını başını yolmak, onu yerden yere vurmak istedim. Bu düşünceleri beynimden silip, derin bir nefes aldım. Ona bir adım yaklaştım ve burun buruna gelerek,
“Sevgili kelimesinin anlamını biliyor musun?” diye sordum. Hande, suratıma şaşkın gözler ile bakarken konuşmasına izin vermeden, “ Anlaşılan bilmiyorsun. Öğren bence “ dedim ve hızla devam ettim.
“Sevgilin, 2 gece önce bir iddia uğruna seni aldattı ve sen kazandığı iddia için bana teşekkür ediyorsun öyle mi? “ diye sorduğumda Hande, “Beni seviyor ve ben her gece yanındayım” dediğinde derin bir nefes aldım. Bir insan nasıl oluyorda bu kadar basit olabiliryor ki? Ben yaşadığımdan dolayı ölmek isterken, bu seviyesiz aldatılmayı bir onur gibi nasıl göğüslenebiliyordu ki ? Yani gerizekalı sevgilin seni aldattı. Azıcık üzül değil mi? Diye içimden geçirirken ağzıma gelen kelimeleri yutmaktansa kusmayı tercih ederek,
“Ben sadece tek bir gece beni sevmeyen, bana âşık olmayan bir adam tarafından sahroş olmamdan faydalanan bir aşağılık ile birlikte olmuş bir kızım. Ya sen?” diye sordum. Hande afallamış bir yüz ifadesi ile gözlerime bakarken, tekrar derin bir nefes aldım ve gözlerine daha da sert bakarak
“Sen, seni hiç sevmeyen ve aşık olmayan bir adam ile her gece birlikte oluyorsun, üstelik bana sürtük muamelesi yapıyorsun öyle mi? ” Diye sorduktan sonra duraksadım ve suratıma alaycı, hatta küçümseyici bir gülümseme yerleştirerek,
“Şaşırtıcı” dedim ve yanından hızla geçmek için adım attım ki göz göze geldiğim kişi ile duraksadım. Saçı başı dağılmış, yüzü soğun, gözleri bu iki günün onun içinde iyi geçmediğini belli ediyordu. Gözlerim gözlerinden ayrılmazken, bir an dudağını fark ettim.‘Dudağımı patlamış onun?’ diye içimden merakla sorarken, içimdeki mahalle kızı ‘kafası patlasaymış keşke” diye çemkirdi. Bora karşımda, bana üzgün bakışlar ile bakıyordu. Ben de masumluğumu iğrenç bir iddia uğruna alan bu pisliğe tüm öfkem ile bakıyordum. Bıraksam saatlerce öfke dolu bakışlarımı ona dikerdim. O gözlerindeki vicdan azabını onu öldürene kadar kullanırdım. Ama buna daha fazla dayanamayıp, gözyaşlarına boğulmadan hızla yanından geçtim. Asıl beni bekleyen cehennem koğuşuna, sınıfıma gittim. Orada daha çok ihtiyacım olacaktı bu güçlü duruşa….
Gün boyu gerek sınıfta, gerek kantinde, gerek kampüs bahçesinde tüm alaycı bakışlara, ara ara gördüğüm Bora ile tüm sinirlerimin zıplamasına rağmen, ağlamamış, sinirden birine dalmamış, dim dik durmayı başarmıştım. Şu pislik , sadece egodan yaratılma adama 2 yıldır platonik olarak âşık olduğuma inanamıyor, kendime sürüsüne lanet okuyordum. Neyse ki 3 ay kalmış ve okulu bitiyordu. Bu iğrenç grubun tamamı mezun oluyordu. Ben bu konuşmalar ile içimde boğulurken yanıma gelen Tarık ile duraksadım. Tarık,
“Azra bu akşam iktisat dersi için bana yardımcı olabilir misin?” diye sorduğunda sadece iğrenerek gözlerine baktım ve içimdenki mahalle kızı ‘Tamam, bu iğrençlikleri bekliyorduk sakin ol.’ Diye beni teselli ederken ben, yüzüme tüm iğrenmemi yerleştirerek,
“Senin beynin iktisatı kaldırmaz onun için boşuna uğraşmayalım. “ dedim ve tam yanından gidecekken Tarık daha da alaycı çıkan sesi ile,
“Neden? Bora ile çalıştığından farklı bir şey olmayacak. Ona nasıl anlattıysan bana da anlatırsın “ dediğinde gözlerim doldu. Şu anda bu adamı parçalayabilecek gücüm bile yoktu. Ona söyleyebileceğim tek kelime. Hatta yüzüne tükürebilecek tükürüğüm bile ağzımda kurumuştu. Onun için hızla oradan uzaklaşıp okula gimek için merdivenlere yöneldim.Tam merdivenlerden çıkarken karşılaştığım kişi ile duraksadım. Bora, tüm ihtişamı ile merdivenlerin başında duruyordu. Gözleri bana değil Tarık’a dikilmişti. Bir eli yumruk olmuş, parmakları kırılacakmış gibi sıkılmaktan bembeyaz olmuştu. Cenesi kaskatı hızla inip kalkan göğsünden nefesinin sinirden sıklaştığını anlayabiliyordum. Bora’nın bakışları avını gözüne kestirmiş aslanın, parçalayıcı bakışlarından farkı yoktu. Bakışları birazdan hiçte iyi şeylerin olmayacağına işaretti. Her ne olursa olsun onun yapacağı hiçbir şeyi umursamadan hızla yanından geçerek okula giriyordum ki, oda benim yanımdan hızla bir ok gibi geçti ve Tarık’ın olduğu tarafa gitti. Ne olduğuna bakmak için arkamı döndüğümde Bora’nın hızla koşarak, Tarık’ın suratına sıkı bir yumruk geçirdiğini ve sadece bir yumruk ile kalmadığını gördüm. etraftaki kişiler girdikleri anlık şoktan anında çıkıp Bora’yı Tarık’tan zor bela ayırdığında, Bora’nın Tarık’a karşı bir çok tehtid savurduğunu ne söylediğini duymasamda anlayabiliyordum. Bunu neden yaptığını anlamasamda içimden bir ses bunu bana acıdığı için yaptığını, kanmamam gerektiğini söylüyordu. Bende öyle yapacaktım. Ona kanmayacaktım. Her ne yaparsa yapsın, bu durum onun eseriydi ve bu tip vicdan şovlarına gerek yoktu. Ben bu düşünceler ile kaybolurken Bora, benden yana baktı ve göz göze geldik. Bakışında ne vardı bilmiyorum. Pişmanlık, üzüntü, özür umurumda değildi. Benim sadece öfke saçan bakışlarım vardı. Ve o bakışlarda da anladığını ümit ettiğim tek bir cümle vardı. Dudaklarına engel olmadığım ve fsıltı şeklinde ağzımdan yükselen tek bir cümle
“Senden nefret ediyorum” Tüm kalbimle, tüm duygularım ile senden nefret ediyorum.
3 ay sonra
Sonunda bu iğrenç okul dönemi bitmiş ve okulun tüm iğrenç öğrencilerinin mezun olması ile bay pislik ve onu aratmayan pislik tayfasından hayatımın sonuna kadar kurtuluyorumdum. Okulun son haftasıydı ve henüz çömez olduğumuz için hocalar tarafından birçok görev almıştık. Bir çok iğrenç yorucu iş vardı ama şeytanın benim ile işi bitmemiş gibi an berbat olanı bana verilmişti. Cübbe alacak olan kişilerin isimlerini yazıp, cübbelerini teslim etmek. Pis pis sırıtan, iğrenç imalarda bulunan, beyninin yerinde bir saman kazanı taşıyan bu öğrencilerin isimlerini alırken resmen midem bulanıyordu. Hele birde
“Numaramı da vereyim mi? okul bitti ama çalıştıracağın şeyler olursa performansım iyidir” diyen geri zekâlıya kafamı kaldırıp baktığımda, kusmamak için kendimi zor tutmuş ve kafamı olumsuz anlamda sallayıp içimden ‘sadece 1 hafta Azra sabır. Sadece sabır. Hepsini unutacak, hatta hatırlamayacaksın ‘ diye geçirdiğimde çenesi bir türlü kapanmayan iç sesim ‘Bir kişi hariç’ diye haykırıyordu ve bu acı verici düşüncelerimden sıyrılmamı sağlayan, hiç duymak istemeyeceğim,
“Bora Yılmaz “ diyen Bora’nın sesi oldu. Kalem elimde donup kalırken, bedenimi saran ateş ve öfkeye içimdeki mahalle kızı ‘hayır, hayır sakın donup kalma. Adını yazıp cübbesini ver ve def et Azra anladın mı? ‘ diye içimde tepinirken tüm gücümü kullanıp ismini yazdım. Cübbe ve kepini alıp, ona uzattığımda göz göze geldik. Gözlerinde derin bir bakış vardı. Gözlerindeki üzüntü her türlü duyguyu barındırıyordu ama kesin buda bir oyundu. Çünkü bu adamın bir kalbi olabileceğine inancım kalmamıştı. Bu bakışmayı
“Teşekkür ederim” diyerek bozan yine Bora oldu. Tüm cesaretimi toplayıp, gözlerinden gözlerimi ayırmadan net bir sesle, “Bende “ diyerek karşılık verdiğimde yutkunduğunu gördüm. Onun bu tavırlarını önemsememek için hızla gözlerimi çektim ve işime devam ettim. Birkaç saniye tepemde durmaya devam etse de sonrasında gitmişti. Ve bende sıranın geri kalan, ukala ve sürtük öğrencilerin imalı lafları, iğren kahkaha ve gereksiz konuşmaları ile tamamlamış tüm işlerim bittiğinde yorgunluk içinde okuldan çıktım. Eve geldiğimde Bahar ve erkek arkadaşı salonda kurulmuş, film izliyorlardı. Onlara gülümseyerek yanlarına geçip kendimi yorgun bir şekilde kanepeye attığımda Bahar,
“Yorucu geçmişe benziyor” diye günün nasıl geçtiğini öğrenmek adına sorduğunda ona gülümseyerek,
“Bol miktarda beyin hücreleri sadece bacak arasında işlem gören geri zekalıları düşünürsek, evet yorucu geçti” karşılığını verdiğimde Bahar’ın erkek arkadaşı Adem
“Sıkma canını gidiyor beyinsizler, rahat edersin sende” diye teselli ettiğinde ona gülümseyerek karşılık verdim. Adem’i 1. Sınıftan beridir tanırdım. Olayı duyduğunda Bora’nın ağzını yüzünü kırmak istesede buna izin vermemiş, sakin kalmasını söylemiştim. Okulda benim ile dalga geçmeye kalkanlara ağzının payını elinden geldiği kadar veriyordu. Hatta bir gün Hande’ye ‘çok kıskanmakta haklısın üstüne iddiaya girilecek kadar bile zorluğun yok. O kadar sürtüksün işte düşün” karşılığını vermişti.
……………
Günün ilk ışıkları göz kapaklarımı zorladığında, istemeye istemeye gözlerimi açtım ve yine istemsiz bir şekilde yataktan kalktım. Üzerimi giyip kahvaltımı ayaküstü yaptıktan sonra okulun yolunu tuttum. Hava sıcaktı ve bu gün son gündü. Yani mezuniyet günü. Tüm bu iğrençliğin bittiği gün. Yolda yürürken duyduğum ses ile duraksadım. Kulaklarıma gelen sese doğru döndüğümde ise gelenin Can olduğunu gördüm. Bu pisliğin, konuşmasının iddia gecesi olacağından adım gibi emindim. Ona nefret ile bakarken, Can hızla yanıma geldi ve o tiksindiren sesi ile
“Merhaba “ dedi. Ben sadece gözlerine bakıyordum ve bir şey söylemeyeceğimi anlamış olacak ki konuşmasına devam etti.
“Şey.. ben… şey yani özür dilemek için “ diye kendi söylediklerine bile inanamayacak tarzda gevelediğinde, ne söyleyeceğini anlamış sert bir tonda çıkan sesim ile
“Ne söyleyeceğini biliyorum ve umurumda değil.” Dedim ve onun konuşmasına izin vermeden arkamı dönüp, tam gidiyordum ki Can kolumu tutarak beni engelledi ve
“Bilmiyordum. Ben, onu reddersin diye düşünmüştüm. Ve Bora’nın senden etkilenebileceğini ve sana içki verebileceğini tahmin edemedim üzgünüm” dediğinde, söyledikleri afallamamı sağlamıştı. Bu afallama sadece 2 saniye sürmüştü ve kendime gelmemle daha da sert çıkan sesim ile “Yeter! Kimin neyden etkilendiğini, ne hissettiğini, vicdanını istemiyorum. Lanet olsun! Uzak durun benden” diye haykırdım ve hızla oradan uzaklaştım…
Sonraki 1 saat benim kendimi toparlamam ile geçerken mezuniyet için herkes toplanmaya başlamıştı. Açılış için İstiklal Marşı okundu, rektör konuşması, yürüyüş falan derken mezunlar keplerini hep birden attıklarında, bulunduğum yerden nasıl olduğunu anlamasam da Bora ile göz göze geldim. Ön taraflardaydı ve bende tam kürsünün orada görevliydim. Bakışları ne anlam ifade ediyor bilmiyordum ama o bakışları bir daha görmeyeceğimi adım gibi biliyordum. Bu okulda, bu bahçede, bu kantinde belki de bu şehirde onu bir daha göremeyecektim. Gözlerimin karşısında bir kez daha dolmasını ve onun bunu bir kez daha görmesini istemiyordum. Onun için bulunduğum yerden hızla uzaklaşıp, okul binasına girdim. Koridorda hızla lavaboya gidiyordum ki kolumdan bir anda çekildim. Beni kimin çektiğini görebilmek için arkama baktığımda, bir daha görmeyeceğimi söylediğim bakışlar ile karşı karşıya kaldım. 2 saniyelik bakışmanın ardından kolumu çekmek istesem de Bora daha sıkı sıktı kolumu ve sinirli çıkan sesi ile
“Dinle, lütfen.” Dedi. Bu isteğine karşılık vermeden sadece gözlerine baktım ve bakışlarını benden çekerek etrafa bakındı. Sonra hızla boş sınıflardan birine beni sürüklemeye başladığında kendime gelerek,
“Bora bırak!” diye bağırdım. Ama bu haykırmamı emimin ki duymuyordu. Sınıfa girdiğimizde kapıyı kapadı ve sırtını kapanan kapıya dayayarak
“Beni dinlemeden buradan çıkmak yok” dedi. Sesi daha çok ‘sıkıyorsa çık’ der gibiydi. Onunla hiç debelenmeye başlayamazdım. Kaybedeceğim kesindi ve hiç sesimi çıkarmadan gözlerine baktım. Bora bu sessiz halimi fırsat bulup konuşmaya başladığında, sesi daha önce hiç dumadığım kadar acı yüklü gibiydi ve bu beni biraz şoka uğratmıştı. Bora,
“Bak, üzgünüm. Böyle olsun istemezdim inan “ dediğinde sadece suratına bakmakla kaldım. Bakışlarımda herhangi bir duygu olmadığına emindim. Ve Bora sert ama bir o kadar da yalvarır gibi çıkan sesi ile
“Bakma bana öyle” dediğinde bakışlarım zerre yumuşamadı. Buna karşılık Bora,
“Bak çok kızgınsın, nasıl geliştiğini anlamadım bile. İnan istedim. O gece, seni gerçekten istedim. Öyle her hangi biri ile birlikte olmak gibi değildi.” Dediğinde içim öfke ile doldu. Onu önemsediğimi sanıyordu. Evet, öyleydi ama bunu bilmesine ve hissetmesine gerek yoktu. Beni güçsüz görmesine gerek yoktu ve onun için içime dolan öfke daha da artı. Sert ve bir o kadar da net çıkan sesim ile
“Benim için öyleydi. Sıradan bir geceydi. Herkes ile olduğu gibiydi. Sorun değil. Yani kendini suçlu hissetmene gerek yok. Yaşandı bitti ve sende gidiyorsun. “ dediğimde gözlerindeki alayı fark edebiliyordum. Tamam, benim ilkimdi ama o kafayla bunu hatırlıyor olamazdı değil mi? yani ona mecbur değilim. Bunu öyle hissetmesi belki olmayan vicdanını rahatlatır bir daha karşıma çıkmazdı. Ben bu düşüncelerde savaşırken Bora, kapıdan sırtını çekmiş ve bana doğru yürümeye başlamıştı. Sadece 2-3 adımda yanıma, hatta dibime kadar gelmişti. Gözleri gözlerimde kilitli bir şekilde ve daha da çok gülümseyen bir surat ile
“İlkin olduğumu anlayabilecek kadar ayıktım bebeğim” kelimeleri dudaklarından dökülürken gözlerim kocaman olmuştu ve kesin komple kızarmıştım. Utançtan yerin dibine girebilirdim. Hatta ölebilirdim. Şu anda burada ölebilirdim. Bora’nın sinsi sırıtmasına karşılık, gözlerimi kaçırdım ve titrek çıkan sesim ile
“Ta-tamam ama bu, sana mecbur olduğum anlamına gelmiyor. Seni bir daha görmek istemiyorum. Okulunda bitti, yaşananlarda bitti.” Dedim ve hızlı bir şekilde kapının oraya gidip, kapıyı açtığımda tam çıkacaktım ki Bora’nın kelimeleri ile duraksadım.
“O gece sevdiğini hissetmiştim. Sevmiyor muydun?” diye sorduğunda başımı döndürdüm ve göz göze geldik. Onun o keskin ama bir o kadarda çaresiz görünen bakışlarına sadece baktım. Sonrasında ise başımı hızla çevirerek çıkacağım sırada tekrar yükseldi Sesi,
“Sen benimsin bebeğim. Şimdi kızgınsın ve anlamıyorsun ama ne olursa olsun bir gün yine benim olacaksın” dediğinde gözlerim kocaman olmuştu. Bu pislik nasıl oluyorda benimsin diyebiliyordu. Böyle bir cümleyi nasıl kurabiliyordu. Bu düşüncelerim ile hızla ona geri dönerek
“Asla! Asla senin ile bir daha olmayacağım ve senin değilim!” dedikten sonra aynı hızla çıktım sınıftan… O, bu gün gidecekti, bu gün bu konuşma ile bitmişti. Evet… Bitmişti… Gidiyordu… Artık yoktu… Ve bir daha asla olmayacaktı…
5 yıl sonra
Yılmaz Holding yönetim kurulu başkanı Hasan Yılmaz’ın, 3 yıldır özel asistanıyım. Okulum bitmiş ve iş hayatına başarılı bir giriş yapmıştım. Yılmaz Holding bünyesinde çalışmak gerçekten zordur. Fakat, ben bu zoru başarmış ve burada 3 yıl işimi yapmıştım. Halada yapmaya devam ediyorum. Okuldaki Son iki yılım önceki yıllara oranla daha güzel geçmişti. Çünkü okulun üst sınıfları mezun olmuş, geriye kalan kısmı ise unutmuştu. Mezuniyet gününde söylediklerinden sonra Bora’yı hiç ama hiç görmemiştim. Zaten söylediklerinin yalan olduğunu aslında umurunda bile olmadığımı biliyordum. O zamanlar acımıştı pislik. Onun için öyle konuşmuştu ve her ne kadar o zamanlar kendimden nefret etsemde şimdilerde iyiydim. 3. sınıfta iken annem ile babamı bir trafik kazasında kaybetmiştim. Ve babama verdiğim söz ile dim dik ayakta durmuş, okulumu bitirmiştim. İzmir’de bir amcam var ve onun benden, benim ondan başka kimsemiz yoktu. Onu her ne kadar İstanbul’a getirmek istesemde kabul etmemiş, İzmir de kalmıştı. Onu çok fazla özlüyordum. Çünkü babama çok benziyor. Üstelik onun şefkatine sahipti. Hiç evlenmemiş ve oda beni kızı gibi görüyordu.
Bu hafta şirkette yoğun bir süreç vardı. Hasan Yılmaz yani patronumun Amerika’da yüksek lisans okuyan oğlu geliyordu. Aslında Amerika’da bir şirketi de vardı bu veliahttın ama artık geri dönüyordu. Bütün şirket onun ünü ile çalkalanıyordu. Bütün kızlar o geliyor diye resmen bakıma girmişti. Ben adamın adını bile hatırlamıyorum. Çünkü hiç muhatap olmamış, bir kere bile görmemiştim. Artı zengin, şımarık züppenin teki olduğunu ve bizlere tepeden bakacağına adım gibi emindim. Gerekli tüm evrakları hazırlamış ve masasına bırakmıştım. Her ne kadar onun ukala biri olduğunu hissetsemde babası gibi bir iş prensibine sahip olmasını diliyordum. Ben bu düşüncelerimde kaybolurken danışmadan gelen telefon ile yerimde sıçrayarak düşlerimden sıyrıldım. Telefonu hızla
“Efendim” diyerek cevapladığımda, şirketimizin bir numaralı ayaklı gazatesi Şule “Azra Hanım, Hasan Bey oğlu ile birlikte şirkete geldiler. Giriş yaptıklarında haber vermemi istemiştiniz” diye konuştuğunda ona
“Tamam teşekkür ederim” karşılığını verip, kendimi bu sıkıcı karşılamaya hazırladım. Haber geleli 15 Dk. Olmuştu. Ortalıkta ne Hasan Bey, nede Oğlu bulunuyordu. Buda katları geziyor anlamına geliyordu. Haftalar öncesinden bakıma giren şirket kızlarının eline geçen fırsatı değerlendirdiklerine yenim bile edebilirdim. Kesin en son buraya gelecekti. Hasan Bey bana, artık oğlunun asistanı olmamı söylemişti. Tüm işlere hâkimdim. Benim gibi asistana her zaman ihtiyacı vardı. Bu düşünceler ile arkamdaki dolaba yeni projeleri almak için uzandım ve dosyayı almaya kalktığımda odama giren iki adamla gözlerim kocaman oldu. Tüm bedenim alev alırken, nefesimin ciğerlerime yetmediğini hissettim. Kalbim sanki 100 km bir koşuda bir anda atağa kalkmışçasına hızlanırken, elimdeki dosyayı düşürmemek adına ayağa kalktım. Odama giren adamlardan biri Hasan Bey’di ama ‘Bu pisliğin burada ne işi vardı. Lanet olsun!’ Diye içimden geçirirken onun ile göz göze geldik. O gözler hiç ama, hiç değişmemişti. Hala küçümseyen bakışları, Kendinden emin fiyakalı durusu, o insanın aklını başından alan ilahi gülümsemesi. Onu ilk defa görüyor olsam ve bana o kadar şeyi yaşatmamış olsa şu anda ona aşık bile olabilirdim. Gençlik vücudu gitmiş ve yerini bolca kasa bırakmıştı. Şu anda ceketin altındaki o kasları hayal edebiliyorum. Bu ahlaksız düşüncelerime ellerini beline koyarak ‘Oldu olacak bir kez daha yat Azra!’ diye çemkiren içimdeki mahalle kızı ile kendime geldim ve onun ne kadar pislik bir herif olduğunu hatırladım. Hasan Bey,
“Azra hanım, oğlum Bora “ dediğinde koca bir lanet okudum. Nasıl ya 3 yıldır çalıştığım şirket sahibinin, yani bu mütevazi adamın oğlu, bu şerefsiz olamaz ya. Yani olamazdı, olmamalıydı, ama oldu. Bu düşünceler içimde karman çorman bir savaşa girmişken kendimi toparlayarak, “Merhaba Bora Bey” dedim ve elimi uzattığımda Bora gayet ciddi bir ses tonunda
“Merhaba Azra Hanım” dedi. Gözlerimiz bir kez bile birbirinden ayrılmamıştı. Bir çok şey vardı o gözlerde ama ben hiç birini anlayamıyordum. Uzayıp giden bakışmayı Hasan Bey’in
“Bora, Azra çok iyi bir asistandır. Sana her konuda yardımcı olacaktır. Tüm projelere hâkim ne istesen sorabilirsin” diyen sesi bozduğunda Bora, hiçte garipsemediğim alaycı bir tavırla,
“Gerek olacağını sanmıyorum işini yapsın yeter” dediğinde gözlerim yerinden çıkacak gibi açıldı. Bu pislik şimdide beni küçük düşürmeye çalıyordu. Bu duruma karşılık sert çıkan sesim ile
“Bütün projeler masanızda. Detay bilmek istediğiniz bir yer olursa sorarsınız Bora Bey” dediğimde Bora gözlerime bir kaç saniye baktıktan sonra
“Sanmıyorum ama aklımda olsun belki çalışacağımız yerler olur ” dedi ve vereceğim karşılığı beklemeden, babası ile birlikte odasına girdi. Bende arkasından öylece baka kaldım. Yani beni tanımamış olamaz değil mi? Yani unutmamıştır diye içimden geçirirken içimdeki mahalle kızı
“Neden unutmasın bir senle mi yattı “ dediğinde ona hak verdim ve işime koyuldum…
Hala eskisi gibi formundaydı. Oldukça yakışıklı, uzun boylu, ukala, kendini beğenmiş pisliğin tekiydi. Şirketteki tüm kadınlar, şimdiden onunla bir akşamda olsa yatma hayali kurmaya başlamışlardır bile. Bu pisliğin en azından iş yerinde gayet seviyeli olmasını umuyordum. Ama şirket dışında yaptığı çapkınlıkları dedikodu malzemesi olarak duymaktan kaçamayacaktım. Bazen bir kadının, bir adam ile yatması için sadece para ve dış görünüş yeterli olur mu? Diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Üstelik ben bu adam ile üniversiteden beridir tanışıyordum. Üstelik mesai arkadaşım falan değil direk benim patronumdu. Beni hatırlamayan, benden aldıklarını hatırlamayan pisliğin tekiydi. Ama fazlaca yakışıklı bir pislikti. Yakışıklı ve seksi…
Günün geri kalanı yoğun tempoda geçmiştim. Mailler, forumlar, gelen tebrik çiçekleri, tebrik aramaları derken gün sonu gelmişti. Eşyalarımı toparlayıp, çıkacağım esnada Bora Bey kapıda göründü. Duraksadım ve onun bir şey isteyip istemediğini öğrenmek için bekledim. Bora Bey benim ile göz göze geldiğinde
“İşin bitti ise çıkabilirisin” diye emrettiğinde, üzerine atlayıp onun o yakışıklı ama bir o kadar da sinir bozucu olan suratını tekmelemek istedim. Bu şiddet yüklü düşüncelerimi şimdilik aklımın gerilerine kilitleyerek kendimi toparladım ve
“Peki, iyi akşamalar “ dediğimde hiçbir şey söylemeden odasına geri girmişti. Haddinden fazla pislik gibi davranmak için özel bir ders alıp almadığı sormam gerekiyordu sanırım. Şu anda tam bir kendini eğenmiş, ukala gibi davranıyordu. Onunla daha fazla muhatap olmadan ve daha fazla sinirimi bozup bana geçmişi hatırlatmasına izin vermeden, çantamı kaptığım gibi hızla asansöre doğru gitmek için kapıya yöneldim. Kapıdan çıkmama sadece iki adımın kalmıştı ki hemen arkamdan yükselen ses ile duraksadım.
“Azra Hanım?” diye seslendiğinde olduğum yerde kalmıştım. Bilerek yapıyordu. Bugün ondan ve bana yaşattıklarından uzaklaşmak istediğimin farkındaydı. Lanet olasıca pislik beni hatırlıyordu. Evet, beni hatırlıyordu ve elinden geldiği kadar da benim ile uğraşacaktı. Tırnaklarımı avucuma geçirecek şekilde yumruk yaptım. Şu anda geriye dönüp bu yumruğu onca senenin verdiği öfke ile o seksi suratına geçirmeyi her ne kadar istesem de, dişlerimi kırarcasına sıkarak ona döndüm. Seksi pislik sırıtması ile bana bakıyordu. Gözleri o lanet olasıca gözleri oldukça sinsi vebaştan çıkarıcıydı. Ve yine aynı seksi sırıtma ile.
“Sabah saat 08.45’te masanda ol ve bil diye söylüyorum, geç kalmaları affetmem” dediğinde, bırakın suratına yumruk atmayı, onu resmen öldürmek istedim. Birkaç saniye suratına anlamsız baktıktan sonra, derin bir nefes aldım ve kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Sonrasında ise aynı sakinlikte çıkan sesim ile
“İş prensiplerine çok önemli bir gerekçe olmadığı sürece uyarım ve her sabah 15 Dk. öncesinden masamda olurum. Söyleyecek başka bir şeyiniz var mı?” diye sorduğumda Bora sadece iki saniye gözlerime şaşkın şaşkın baktı ve kendini toplayarak
“Söylediklerime veya talimatlarıma sadece tamam demen yeterli” dediğinde ise sırıtma sırası bendeydi. Ve suratıma en sinsi sırıtmamı yerleştirerek,
“Bilin diye söylüyorum, ben robot değilim ve şahsıma söyleyeceğiz her söze bir cevabım mutlaka vardır. Ve tekrar bilin diye söylüyorum. Bu şirket genelde sizden bir adım önde giderim. Her hareketinizden bir adım önde olurum. Herşeyi sizden önce haber alır ve ona göre hazırlık yaparım. Bunun için burada sizin iş yükünüzü minimuma indirmek ile görevliyim. Her sabah 08.45 ‘ de masamda olurum. Siz geldiğinizde rapor ve günlük iş listesi hazır bir şekilde masanızda bırakırım. Her gün Hasan Bey’in kahvesini masasına geldiğinde hiç sormadan bırakırdım. Sizin de bu tarz bir isteğiniz varsa, söyleyin yaparım ve çıkış saatim, işimin bittiği saattir. Genelde Hasan Bey, saat 18.00’da çıkardı ve benimde işim biterdi. Sizin bu günden sonraki mesai saatlerimi söylemeniz yeterli” dedim ve ona bir adım daha yaklaşıp, ellerimi göğsümde birleştirdim ve gözlerinin içine olanca ciddiyetim ile bakarak,
“Sizin eklemek istediğiniz bir şey?” Diye sordum. Bora, sadece gözlerime garip bir ifade ile bakıyordu. Bakışları şaşkınlık yüklüydü, hayret ve sanırım biraz da sinir. Bu sessiz bakışını fırsat bilip, göğsümde birleştirdiğim ellerimi çözdüm ve gözlerinin içine baktım. Ona elimi uzattım ve
“Merhaba Bora Bey, ben asistanınız Azra Çakmak” dedim. Gözlerime gayet ciddi bakan Bora’da kendinden emin bir ses tonunda
“Merhaba Azra Hanım, ben yeni patronunuz Bora Yılmaz” dedi ve ona uzattığım elimi o, kocaman elinin içine alarak gözlerini gözlerimden ayırmadan sıktı. İçimdeki mahalle kızı uyarır bir şekilde
‘Hazır ol kızım Azra, cehennem günler seni bekliyor’ dedi ve ben içimdeki sese korkak gözler ile sadece bakmak ile yetindim. Her halinden beni tanıdığı belli oluyordu. Ve bu hatırlama bana cehennemi tekrar tekrar yaşatacaktı emindim…