17. BÖLÜM (L)

1662 Words
Ne denilebilirdi? Basireti olan bir adam benim yaptığımı yapmaz, basireti olmayan bir adam ne konuşabilirdi? Ben ikincisiydim ve kendimi bu duruma ben sokmuştum. Gonca da aslında çok konuşmadı. Sadece ben sustum. Yanımdan mutfağa doğru geçip giderken kurduğu cümle ile önce banyoya sonra odaya geçtim hemen. Ece uyanmamıştı. Kahretsin. Yanımda yatan kadınla yattığım için Allah beni de kahretsin.   Benim hatamdı. Suçumu önüne yığacağım bir duvar, beni yakan buydu diyeceğim bir ateş yoktu. Tek suçlu, sahibinin beyni uyuşuk olduğu halde, kendi kafasına göre hareket ederek sarhoş halde bile erekte olmayı becerebilen erkekliğimdi. Erkek olmam değil adam olmam gerekliydi dün gece.   Hırsla Ece daha yatarken çarşafı çektim altından. Aynı hırsla yere attım. Kovmaktan beter etti beni Gonca. Aylar önce beni evine kabul etmeseydi kapısında yatacağım kadın, şimdi bana siktir git demişti terbiyesini bile bozmadan. Hak etmiş olmam gitmek istememi sağlamıyordu. Beni nasıl affederdi, bunu bulmalıydım.   "Levent ne oluyor?" Çarşafı altından çekilen kadınlar uyanıyor beyler.    "Ananın amı oluyor. Ben mi seni siktim, sen mi beni siktin? Hiçbir zaman anlamadım. Karşıma çıktığın tek bir gece, o gece de dün gece. Ben nasıl bir cenabetlik yaptım ki; çölde kutup ayılarına denk geliyorum."   "Hiçbir şey anlamıyorum. Eşyalarını neden topluyorsun?"   "Ne zaman bir şey anladın ki?" Ayağa kalkıp bana doğru geldi, elini belime koymaya çalışırken çantayı yere atıp sertçe tuttum kolundan.   "Beni iyi dinle. Bu sana son iyiliğim. Seni şu an ellerimle boğmuyorsam eğer, Gonca'nın mutfakta olması tek sebep. Şimdi bu evden çıkacağız ve benimle aynı sınıfta olduğunu bile unutacaksın. Anladın mı beni? Giyin şimdi hemen sesini çıkarmadan." Banyodan aldığım kıyafetleri üstüne fırlattım.   Dün geceden kaloriferde kuruyan kıyafetlerini Gonca görmemişti sanırım. Hoş görse ne olur? İhanetimin kesin delili şu an o kıyafetleri giyen kadındı zaten. Islak olmalarını, Ece'yi zatürreden yatağa düşürmelerini istemem çok mu zalimceydi? Bu gece planlanmıştı kesinlikle. -Gonca senin gibi birini hak etmiyor. Bak daha ilk boşluğunda kızın evine çakma Gonca olmuş birini attın.- diye düşünülen, çok yukarılarda bir yerlerde bu planın taslağı masaya yatırılmıştı. Yoksa ne diye eve getireyim? Otel mi bitti Ankara'da? Kurtaracak başkası mı kalmadı?    "Doğruca, bir yere sapmadan dış kapıda bekle, nefes bile alma ses çıkaracaksan." Dişlerimin arasından tısladığımda uyumluydu bu sabah. Akşamdan mı kalmaydı, sabah diye mi henüz ayılmadı bilemesem de hayatında belki de beni bir seferde dinleyip anladığı tek zamandı. Şükür.   Ben mutfak kapısında Gonca beni fark etsin, pişmanlığımı gözlerimden okusun diye beklerken başını kaldırdı nihayet. Haksız müdaafam daha ilk cümlede etkisiz eleman halini almıştı. Gonca dinlemek istemedi bile. Kapının yerini biliyordum da o kapıdan nasıl çıkacağımı bilmiyordum. Daha fazla korkuluk gibi dikilmemek adına kapının dışında bekleyen Ece ile merdivenleri ağır adımlarla inmeye başladım. Dışarı çıktığımda hala evin içindeymişim gibi sıcaktan buhran geçiyordum. Havada kar soğuğu vardı ama benim yüreğimin ateşi çıkmış havale geçirmek üzereydi.   Ece arabasına bakınırken ben elimdeki çarşafı yol kenarındaki konteynıra atıp yürümeye başladım. Anahtarının açma tuşuna bastığında arabası yürüdüğüm yerde öttü. Bana doğru koşmaya başlayan Ece onunla gideceğimi düşünecek kadar umutsuz vaka olmamalıydı.   "Levent, araba burada. Niye hala yürüyorsun?" Gözlerim Gulyabani filmindeki arap bacıdan fazla açıldı eminim.    "A, pardon sana gidiyorduk değil mi?" Başını salladı bir de aşağı yukarı. Benim aksime. Ben sağa sola sallarken.   Yürümeye devam ettim. Dönem de bitti ki, ben nereye gideyim şimdi? İşim olmasa Yozgat'a giderdim. Özledim; ama böyle son anda gidersem döndüğümde bir işim olmayabilirdi. Telefonu çıkarıp Burak'ı aradım. Bu akşam gidecekti memleketine. Telefon çalıyordu; ama sabah erkendi hala. Açmadı.   "Levent, sen benimle dalga mı geçiyorsun? Binsene şu arabaya."   "Ece odada söylediklerim geçerli. Rahat bırak beni. Seninle dün gece yattığım için pişmanım. Kendimden iğreniyorum ve aklında tekrar beraber olacakmışız bir düşünce varsa çok aptalsın demektir."    Burak'ın evine doğru yürümeye başladım. Hala bu soğukta üşüme aşamasına geçememiştim.   "Dün gece beni istediğini inkar mı ediyorsun?" Kaldırımda peşimden gelerek kurduğu cümleyi duyduğumda şok oldum. Bizden başkaları da hayat telaşına düşmüştü ve dönüp bakanlar vardı.   Olduğum yerde durunca arkamı döndüm. İki kolundan da tuttuğum gibi canının acımasını önemsemeden en yakın binanın birinin duvarına yasladım sertçe.   "Seni isteyen ben değildim. Bunda anlaşalım. Seni isteyen sadece bir organımdı ve artık onu kullanacağım kişi de yok hayatımda. Bana geçmişte dönmek istediğin bir an olsa ne zamana dönersin diye sorsalar, seni barda zil zurna sarhoş halde, adamın biri içine girmeye çalışırken gördüğüm ana dönmek isterdim. Niye biliyor musun? Adama -Hadi koçum, sen yaparsın. Aranıyor zaten zilli. Ne kadar zor olabilir ki?- demek için."   Bilseydim ki; Gonca beni yeniden kabul ettiğinde bile, Ece'ye tekrar ayaklarım geri geri gittiği halde döneceğimi, söylediklerimi boşa söylemiş olacağımı, enerjiden tasarruf ederdim belki de, çarpmazdım duvara.   Bilseydim ki; açtığım yarayı hali hazırda dikmeyi başarmışken bu dikişleri aldırma zamanı daha gelmeden o şeffaf ipleri kendi ellerimle koparacağımı, değil dönem sonu finali hayatın sonsuz olacak deseler de gitmezdim o bara.   Bilseydim ki; canımın bir yarısı da Gonca'yla birlikte gidecek, o canın yarısı bütün kalsın diye Ece'ye de dönmezdim geri geri giden ayaklarımla, ne pahasına olursa olsun.   Bilemedim, öngöremedim, anlayamadım, kavramayadım. Çünkü basiretsizdim.   Son kelimemle birlikte daha hızlı yürümeye başladım. Ece tekrar konuşmaya ya da peşimden gelmeye kalkmadı. Burak'ın evine doğru yirmi beş dakikadır yürüyordum. Sonunda geldiğimde zile bastım açana kadar.    "Patlama da, ne bu sabah sabah? Geçerli bir sebebin olsa iyi olur, çaresiz genetik mutant geni taşıyan yaratık saldırısı falan yoksa öldün yani." diyerek kapıyı daha açmadan bir araba dolusu laf etmişti Burak bağırarak. Çok fazla zombi filmi izleyerek, onları koltuğa bağlayıp dişlerini düzeltme hayali kuran başka biri daha var mıdır acaba? Açtı kapıyı.    "Kusura bakma, aradım sen açmayınca geldim."    "Hayırdır ya, girsene. Ne oldu Levent?"   "Sıvalarım döküldü, dökülen yerleri bokla sıvadım." Anladı. Başını sallamasından anladığını anlamak zor değildi.   "Saçı aynı renkti, ne yapsaydım deme, sakın bro."   "Saçta ayıldım da, devamı gelmedi, bayılmışım."   "Gonca nereden anladı? Bursa'ya gitmeyecek miydin sen hem? İtiraf mı ettin? Ece'nin evine mi geldi? Seni aradı da Ece mi açtı? Sen açtın da telefonda mı inledin? Nedir?"   "Ece'nin evine giremedim ki? Onu bizimkine getirdim. Bursa da patladı, sızmışım. Gonca yatakta gördü bizi." Yani Gonca'nın evine. Bizim evimiz yapamadım.   "Sen de hastalık kaptın desene. Sana da bulaştı bozuk gen, ısırdılar. Neden yaptın ki böyle bir şeyi? Ne içtin oğlum sen bizden farklı? Masa altından bir şey mi döktüler bardağına? Kız iki günlüğüne gitti sadece."    "İyi niyetimin ağzı bokla doldu; ama faydası yok artık. Geri alamıyorum."   "İyi niyetine ben de sıça... Tövbe tövbe. Gonca çok sinirlendi değil mi? Kırıp döktü mü her tarafı? Ece'nin takma saçları elinde kaldı mı? Kaldı de be bro."   "Kalmadı bro. Çok sakindi. Sanki benden böyle bir şey bekliyormuş gibiydi. Zaten olacaktı kısmet bugüneymiş der gibi aldığı ödülden bahsetti." Öyleydi değil mi? Ona söz verenlerin hiçbiri sözlerini tutmamıştı. Şimdi ben de onlardan biriydim. Siktir. Ödül almıştı.    "Özür dilemedin mi?" Burak'a baktım. Özür dilemek...   "Hangisi için olacaktı bu özür? Onun uğruna bıraktığım Ece'yle tekrar yattığım için mi? Gonca'yla birlikte yaşadığım evde Gonca'nın yatağında yaptığım için mi? Bursa'dan yarın geleceğim dediği zaman sanki o gelmeden önce halletmiş gibi olduğum için mi?"  "Of! Kötü olmuş ya. Gonca iyi bir kız. Keşke boynuzlanmasaydı ve boynuzlayan sen olmasaydın. Burada kalmak istiyorsun sanırım. Ben gidiyorum akşam. Keyfine bak. Biraz daha uyumam lazım. Rüyamda mutantları iyileştiren serumu bulan ekipteydim. Devam eder belki hemen yatarsam."   "İyi uykular sana. Sağol Burak." Elini önemli değil der gibi kaldırıp odasında gözden kayboldu.   ...   Son dönem gelene kadar ara tatilde de yarı zamanlı çalıştım kafede. Burak ve diğer ev arkadaşları da yarın gelecekti. Bir süre daha idare edebilirdim; ama tüm dönem burada kalmam mümkün değildi. Hepsinin düzeni vardı sonuçta. Bölümleri de farklıydı. Bizim sınıftan olsa hepsi not için bile olsa bana katlanırlardı sevmeseler bile. Daha kalıcı bir çözüm bulmalıydım.   Elim sürekli telefonda Gonca'yı arayıp aramamak ikileminde akşamı ediyordum. Çalışırken kısmen aklımdan çıksa da bana kapıyı temelli kapatmasının ardından o evden de taşınmıştı. Salona daha yakın yerde başka bir yere geçmişti. Gonca'yı resmen yerinden yurdundan etmiştim. Zaten annesi ile buluştuktan sonra evini satmak istemişti; ama ben kesinlikle süreci hızlandırmıştım. Adım gibi emindim bundan. Keşke adımdan da emin olmasaydım.    Ben ikilemdeydim; ama Ece beni sürekli arıyordu. Engellediğimde de kaçışımın geçici olduğunu içten içe biliyordum. Okul başlayacaktı nasılsa. Aynı sınıftan biri ile çıkmak embesillikten başka bir şey değildi. Nitekim dönem başladı ve Ece her fırsatta beni taciz etmekte bir sakınca görmedi. Göz hapsindeydim sürekli. Sert çıkışlarım işe yaramayınca görmezden gelmenin daha gurur kırıcı olduğu kanaatine vardım. Daha mutsuzdu şimdi. Ben de kısmen daha mutlu. Nefes almak için son düğmem açık kalmış gibiydi en azından.    İlk vizeler başladığında bir aydır Burak'larda kalıyordum ve Burak için sorun olmasa da diğer iki arkadaşı ve kız arkadaşları için işin rengi değişmeye başlamıştı. Maddi olarak desteklesem de herkes sürpriz yumurta gibi ortaya çıkanları sevmek zorunda değildi. Burak sorun olmadığını söylese bile sorundu. Onlarla beraber başlamamıştım ki, onlarla beraber bitireyim.   Evden ayrılmak zorunda kaldığımda gidebileceğim tek bir yer vardı. Mutluluk beni her zaman teğet geçiyordu, en mutlu olduğum zamanlarda bile mutluluk ve ben birbirimize paraleldik. Sonsuz boşlukta bile birleşmemiz mümkün değildi. Bunu mümkün kılmak için yapabileceğim yegane şey, beni sevdiğine inandığım, geri çevirmez diye düşündüğüm kadınımın kapısında beklemekti. Ne kadar kırmış, aşağılamış ya da canını yakmış olsam da.   Karar vermişken bile, kapısını çalmaya cesaretim yoktu. Çalıştığım kafede oyalana oyalana saati anca on edebilmiştim. Ankara dışarıda aylak aylak dolaşmak için uygun hava şartlarını sağlamıyordu benim için. Gonca çoktan eve geçmiş, polar pijamalarını giymiş ve kendine çay yapmış içiyordu kesin. -"Karamel macchiato içmeden güne başlayamıyorum!" diye triplere giren kadınlar için çay içerken serçe parmağını havaya kaldıran kadınları üzdük.- sözü benim cacıklık hıyar olmamı anlatmıyorsa eğer kimseyi anlatamazdı.   Yeni taşındığı apartmanın kapısından girdiğimde saat gecenin on biriydi. Üçüncü kata çıkarak kapısının önündeki merdivene oturup beklemeye başladım. Zile basamazdım. Sabah ne zaman evden çıkar, beni görür o zamana kadar sabredecektim.   Kırmaya değil artık, beni istemese de gurur yapmayıp kırılmamaya gelmiştim yine çıktığımdaki gibi sadece sırt çantamla.   Aşağılamaya değil, aşağılasa da hak ettiğimi bilerek susmaya, sesini duymaya gelmiştim, yine aşağılayacağımın farkında olmadan.   Canını yakmaya değil, yanmış canının biraz olsun alevini almaya gelmiştim, beni yıllar sonra o alevlerin içinde hiç acımadan bırakacağını tahmin etmeden.   Sevilmeye değil, çok sevmeye gelmiştim, onu, sağ elini sol yanının üstünde bırakıp giderken bile sevmekten vazgeçmeyeceğime yemin edeceğimi bilmeden.   Bakmaya doyamamaya, dokunmaya kıyamamaya gelmiştim, Gonca'nın gözünü bir saniye bile kırpmadan neye kıymayı düşüneceğini ve yaptığım hatanın Özgür'ün en büyük tutkularının bile ötesinde olduğunu hayal bile edemeden.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD