18. BÖLÜM (Ö)

1865 Words
"Evleneceğiz." Bir an önce.   "Özgür delirdin galiba, ne evliliği?"   "Hayır aklım gayet başımda. Gitmeden önce benim olmazsan gidemem. Gidemezsem de tam anlamıyla özgürlüğümü elde edecek şartlara sahip olamam."    "Bu böyle iki dakikada alınacak bir karar değil. Az önce evdeydik, şimdi evlenelim diyorsun."    "İki dakika mı? Kalbimin yangını, hangi iki dakikadan bahsediyorsun? Ben yedi yıldır bunun hayali ile yaşadım. Turuncu alevim benim. Çocukluğum ve ergenliğimsin kız sen. "   "Kendin diyorsun. Çocukluk, ergenlik. Değişmedi mi hiçbir şey yani? Ben de istiyorum devam edersek evlenmek tabii; ama çok paylaşamadık ki seninle zamanımızı."   "En masum çağlarımda istedim ben seni. O gün doğum günü hediyemdin. Şimdi her şeyin farkında olarak seninle birlikte olmak, seninle büyümek, seninle evlenip senin bana vereceğin çocuklara baba olmak istiyorum. Yani son söylediğim için üniversiteyi bitirmemi beklesek iyi olabilir. Onun dışında sensiz geçecek bir dakikaya bile tahammülüm yok."   "Sanki şimdi evlensek her anımız birlikte mi geçecek? Sen yine gideceksin. Biz yine üniversiteyi bitirmeni bekleyeceğiz. Belki ben de kazanırım üniversiteyi."    "Fiziksel olarak birlikte olamasak da Gonca Atasoy olduğunu bileceğim. Benim olduğunu, beni beklediğini, seni başkasının alamayacağını bileceğim."   "Özgür, bunları nikah olmadan da yapacağım zaten. Seni bekleyeceğim."  "Yetmez. Evlenelim Gonca. İstemiyor musun, sevmiyor musun beni?" Sesim istemesem de kırgın çıkmıştı. Ya da istemiş miydim?   "Tabii ki seviyorum. Yurttan ayrıldığını duyduğumda belki çocuktum, aşk nedir bilmiyordum; ama üzüldüm. Çok ağladım. Çocukça hislerle belki de beni hiç sevmediğini düşündüm."   "Benim seni sevmediğim öyle bir gezegen yok. Nasıl olsun ki? Yer ve zamandan bağımsızsın benim için. Nisan on yedi. Benim doğum günümdü evet; ama aynı zamanda tam manasıyla nefes aldığımı, yaşadığımı hissettiğim en renkli günümdü. Turuncuydu o gün. Ayten hanımın kollarında çırpınarak annenin arkasından ağlarken tek istediğim sana -Artık ağlama, ben hep yanında olacağım.- demekti. Seninle evlenmeyi o zamandan beri düşünüyordum ben."   " Özgür. Hatırlıyor musun geldiğim ilk günü?"   "Seninle beraber geçen her anımı hatırlıyorum. Gözlerimin sana değdiği her anı. İlk sabah yemekhanede beni gözlerinle öldürmeye çalıştığını, o zaman bile yanacağımı bildiğim alev saçlarının kabarıklığını, yanımda oturmak zorunda kaldığında kalbimin nasıl dakikada en çok atan kalp rekorunu kırdığını, annen yüzünden hiç anne olmak istemediğini rüyalarında bile sayıkladığını, çillerini doğru sayabilmek için saçma sapan bir oyun icat ettiğimde seni sabit tutmak mümkünmüş gibi denemekten vazgeçmediğimi...   Ben... Seni kaybettiğimi zannettiğim en karamsar, en zor geçen zamanlarımda bile,   Yalnız seni istedim Gonca."   "Benim bir ailem yok; ama senin, kendilerince seni seven bir annen, baban var. Onların haberi olmadan böyle bir şey yapmak istediğinden emin misin? Bir şekilde ortaya çıkacak ve bir damla bile üzülmeni istemiyorum. Benden daha iyi tanıyorsun aileni."   "Şimdilik haberleri olmayacak. Sonra gururla tanıştıracağım seni karım diye. Onlara şimdi söylersem yurttan o gün sana haber bile vermeden ayrılan çocuk olurum ki; çocuk değilim Gonca. Seni isteyen bir çocuk değil artık, kocan olmak istiyorum."   "Seni seviyorum Özgür." Gözlerimi kapatıp, sakladım o anı. Kaydettim sesini kalbimin zaten tamamen Gonca'ya ait olduğu gerçeğini yadsımadan. Başkasına yer yoktu. İyi ki saklamışım. Olmadığı tüm zamanlarda azar azar tükettim bu sevgiyi, tadı damağımda kalarak, kana kana doyamadan.   "O zaman evleniyoruz?" Sokak ortasında tek dizimin üzerine çöktüm. Öğrenci romantizmi bu kadardı. Evet de.   "Evleniyoruz." Kalktım.   Gonca ile el ele tutuşup en yakın bulduğum sağlık ocağına doğru yürümeye başladık. Nikah için olduğunu söylediğimizde yüzümüze şaşkınca baksalar da elini tuttuğum Gonca bakışları görmememi sağlıyordu. Üç gün sonra çıkacak dediklerinde o kadar beklemeye tahammülüm olmadığını bilecek kadar kendimi tanıyordum.   Gonca'yla oradan çıkıp tekrar arabaya bindik. Özel bir tıp merkezinde iki saat sonra çıkacak sonuçlar için kan verdik. Beklerken ikametgah işlerini de hallettik. Tıp merkezine döndük.   Bekleme koltuğunda otururken Gonca'nın her şeyin daha iyisini hak ettiğini biliyordum. Eksik olmamalıydı hiçbir şey. Şu an eksikti. Ona sahip olduklarımı verebileceğim zamanlar geldiğinde Gonca daha çok parlamayacaktı kesinlikle, kendi ışığı benim gözlerimi kamaştırıyordu fazlasıyla. Ben o, her şeyin en iyisine sahip olsun, ben de ona sahip olayım istiyordum.   "Kalbimin yangını. Gonca sana yüzük alamadım. Özür dilerim. Birden çıkınca evden, ama söz veriyorum. Nikahta istediğin yüzük parmağında olacak."   Ellerini yüzüme koyup gözlerime baktı. O anı da sakladım. Hepsine birden ihtiyacım olacağını bilmeden. Gıdım gıdım, günlük alınması gereken ilaç gibi, eksik ya da fazla alındığı takdirde bir doktora başvurulması gereken şekilde kullanacaktım zamanı gelince. Bu kadar çabuk olmasaydı sadece. Biraz daha stoklayabilseydim.    "Bana hiçbir şey almana gerek yok. Bak. Ben parmağıma senin sözlerini yüzük yaptım zaten."   Sol elini kaldırıp bana yüzük parmağını gösterdi. Söylediği şey bana söylenen en güzel şeydi on dokuz yıllık ömrüm boyunca. Bunu bir kez daha yapacaktı yıllar sonra. Bu sözden daha güzelini duyacaktı kulaklarım. Sadece ben anlamayacaktım. Onu, onun beni yaktığı şekilden çok farklı bir şekilde yakacaktım.  Sonuçlar çıkınca bir mani olmadığını söyleyip kağıtları imzaladıkları gibi belediyeye döndük. Başvurumuzu yaparken Ankara'dan abisi gelen, evde bayram havası olan çocuklar gibiydik. Memur tarih seçmemizi söyledi. Temmuz ayının başındaydık. Gonca'ya baktım. Ayın sonuna falan istemese bari düşünürken omzunu silkti. Güldüm.   "Yıldırım nikahı falan gibi bir şeyler vardı sanki. Var mı hala?" Filmler öğretirdi.   "En erken dört gün sonra var. Pazar günü, saat 16:00. Masrafı diğerlerinden biraz fazla."   "Sorun değil. En erken oysa eğer o tarihi alalım, değil mi Gonca?" Onay bekledim. Aklında soru işareti kalsın istemiyordum. İçinde uhde kalırsa ya da hayal ettiği gibi olmazsa onun adına ben daha çok üzülürdüm. Kafasını salladı.   08.07.2012.   ...   Sabahtan beri dışarıdaydık ve Gonca hiç şikayet etmemişti. Acıktığını biliyordum. Yorulduğunu da. Ona gelinlik olmasa da beyaz bir elbise ve ayakkabı almak istedim. Ve çiçek. Bir çiçeğe çok da ihtiyacı olduğundan değil. Sadece gelinlerde çiçek olurdu. Gonca da benim gelinim olacaktı. Hepsini hallettik çiçek dışında. Canlı çiçek istedi, nikah günü kendi ayarlayacağını söyledi.   Yemek yiyip eve geçtik. Günün daha erken saatlerinde başlamak üzere olduğum, araya giren reklam sırasında kaynayan bir işim vardı. Şimdi nikah günü de alındığına göre... Odama geçtik Gonca'yla. Annemi aramamı istedi. Görüntülü. Nerede olduklarından kesin olarak emin olmak istiyordu. Eve gelmeyecekleri kesin olmalıydı. Aradım hala Milano'daydı. Alışveriş yapıyordu. Annem Milano'da iken babamın annemden farklı bir mağazada olması bile mümkün değildi.   "Başka ne bahanen var? Karnın tok, sırtın pek. Söyle söyle çekinme. Hık var mı mesela? Mık çıkacak mı dudaklarından? Ya da en sevdiğim bak dur. Bazen yapıyorsun ya hani. Hmm?" Dudaklarının dibine gelmiştim. Yutkunduğunu duydum.   "Dişlerimi fırçalamam lazım." deyince yatağa bıraktım kendimi.    "Goncaaaaaaaaaaaaaa!"   "Şşşt. Ne bağırıyorsun? Komşular gelecek şimdi. Soğanlı soğanlı dürüm yedirmeseydin o zaman."   "Komşuların haberi var zaten. Senin burada olduğunu biliyorlar kalbimin yangını. Biraz daha seninle sevişemezsem ambulansı arayacaklar. Ya da itfaiyeyi. Yangın başladı başlayacak."   "Tamam, banyo şurada zaten. Odanın içinde, bak. Sen de fırçala. Öyle öpüşmem seninle."   "Bak sen. Evlenince de böyle olacak yani? İkimiz de fırçalamasak aynı etki olmaz mı?"   "İğrençsin Özgür. Bu söylediğin için sen üç kere fırçala. Hatta duş falan al."   "Duşu sonra alacağım. Önce bir işi... Ah!" Beni yumruklayıp banyoya koşturdu. Seni kızartmaya bayılıyorum. Yanaklarına dokunsam elim yanar.  Ben de arkasından gittim. Lavaboya eğilmiş benim fırçamla dişlerini fırçalarken yüzüne baktım, kapıya yaslanıp kollarımı birleştirerek.   "Bu dediğimi ciddiye al, hijyen takıntın tüylerimi diken diken ederken, bir yandan da bir damla gözyaşımın yanağıma düşmesine engel olamıyorum." Ağzından köpükler fışkırırken boğulacaktı neredeyse.   "Haklısın. Fırçamı unutmuşum. Sende açılmamış varsa onu kullan, bu benim olsun."   "Ver onu, en sevdiğim fırçam o. Senin ağzına girdi." Yine kızardı. Ben de fırçaladım tabii.   Odaya döndüğümüzde yatakta oturup beklemeye başladık ikimiz de. Gonca da benim kadar tedirgindi; ama bende farklı bir duygu daha boy gösteriyordu. Sabırsızlık. Yine de ilk hamleyi Gonca'dan beklemeye karar verdim. Dudaklarım kapalı, dişlerim içini ısırmaktan canımı yaksa da gülmemek için mecburdum.   Gonca da sabırsız nefesler, ıhhımlar yapmaya başladığında hala bekliyordum. Beklediğime değdi.   "Ne yapıyorsun Özgür?"    "Hiçbir şey. Tamamen silahsızım." Ellerimi havaya kaldırdım.    "Evet, görüyorum. Neden hiçbir şey yapmıyorsun?" O an patladım. Gülmekten karnıma ağrılar girdi. Sakinleştiğimde,   "Tırnaklarımı kesmemi ya da ne bileyim tıraş olmamı falan isteyip istemediğini söylemeni bekliyorum."   "O yüzden mi ısırıp durdun yanaklarının içini?" Kaşlarını çatarak baktı. Fark ettin demek. Niye ilk sen konuştun o zaman? Burnu da kırıştı. Çilleri de belirginleşti. Delirt beni daha da mümkünmüş gibi.   "Yanak içlerim sana kurban olsun kalbimin yangını. Gel buraya." diyerek yatağa uzandım altıma aldığım Gonca'yla.    Dudaklarından öpmeye başladım. Ergenlikte izlediğim saçma salak yetişkin videolarının şu anda bana faydadan çok zararı olacağının bilincinde sadece Gonca'nın canını yakmamaya odaklanmıştım. Gömleğinin düğmelerini açmaya başladım yine. Elim kendi bedenimin altında açma işlemini gerçekleştirirken dudaklarım da açılan her düğmeyle ortaya çıkan beyaz tenine değmek için acele ediyordu.   Düğmeler bitince gömleği çıkardım. Sadece sütyen vardı şimdi. Göğüsleri için izin istedim gözlerimle. Onayladı. Oradan göbeğine, oradan külodunun olduğu bölgeye. Yatınca açılan eteğini karnına topladım. Kasıklarıyla, içine girmem için, benim için hazır bekleyen girişinin birleştiği yere kadar bacaklarının iç kısımlarını öptüm. Kıvranmasıyla eziyet etmemeye karar verdim. İstesem de edemezdim.   Bacaklarını kapatmaya çalışmasıyla yüzüne baktım. Korkuyordu. Ben de öyle. Yanlış yere girmekten değil de, canını yakmaktan. Bir daha beni istememesinden. Nefret etmesinden. Başkası ile denemedim. Başkası ile bundan sonra da denemeyecektim. Nasıl tepki vermesi gerektiğini, hangi tepkide devam edip hangisinde duracağımı kimseye sormamıştım.    Bacaklarının üstüne oturup ben de tişötümü çıkardım. Şortumdaki kemeri açtım. Hala izliyordum. Yapma, dur dese kıyamazdım. Demesin diye gözünün içine baktım. Şimdi sadece boxer vardı üzerimde. O da kalkıp yatakta oturur pozisyona geldi. Ben ne yapmaya çalıştığını anlayana kadar göğsüme öpücükler kondurmaya başladı. O kadar yumuşaktı ki; öptüğü yerler çok başka bir yere telgraf çekti. Acele telgraftı. Yerine ulaşmıştı, Gonca'nın karnına değiyordu.   Göğsümü öpmeyi bırakıp aramızdaki sertliğe baktı. Boxerımın iki yanından baş parmaklarını geçirip aşağı sıyırdıktan sonra çıplak halde de görmek istedi. Elini değdireceğini anladığımda ani bir refleksle tuttum.   "Gonca, hareketlerine dikkat et. Ellediğin an hala bakire kalacaksın demektir. Bakire kalmak mı istiyorsun?" Başını -hayır- olarak salladı. Güzel.  Omuzlarından yatağa bastırdım. Elimi bacak arasına götürdüm. Bunu yapmanın gerekliliği tüm videolarda açıktı bana göre. Kendimce yorumladım. Gemimi karadan da yürütebilecek miydim? Bunu anlamam gerekliydi. Parmaklarım küloduna rağmen ıslandığında telgrafıma cevap olumlu gelmişti. Ben de Gonca'nın pembe külodunu çıkardım.   Saçlarına eğildim. Üzerinden kalkıp bacaklarını araladım. Soluk alıp vermesi hızlanmıştı. Göğsü inip kalkıyordu. İki elimi sırtındaki kopçayı açmak için kullandım. Tenini tamamen aynı renk görmeliydim. Sütyene gerek yoktu. Dişlerimin arasına alıp emdim birinin ucunu. Eskisine nazaran daha belirgindi şimdi. Diğerine haksızlık yapmak bana yakışmazdı. Tadını da ağzımda sakladım. Bu tadın yanına yaklaşabilecek herhangi bir şey geçmedi boğazımdan. Tükettim geçen yıllar boyunca onu da.   Turuncu saçlarını öptüm, kokladım uzun uzun. Saklamayı unutmadım. Kokusu en çok ihtiyaç duyacağım ve en çabuk tüketeceğim şey olacaktı. Yerini hiçbir kokunun dolduramaycağı kadar Gonca'ydı bu koku.   "Seni seviyorum. Şimdi bana izin vermesen de seni seveceğim. Evleneceğiz. Dört gün sonra karım olacaksın. O günü beklemek ister misin kalbimin yangını?"    "Şartlar aynı olgunlukta ve ben aynı çocuklukta olmayacağım Özgür. Ya şimdi ya hiç." derken girdim içine yavaşça.   Bağırmadı. Gözlerini kapatmadı. Ben onun canını yakmamak için tüm yavaşlığımı ve tüm yumuşaklığımı kullanırken beni yenen o oldu. Biliyordu ki, biraz bile sesini duysaydım devam edemezdim. İzin vermedi acı çekmeme. Gönlü razı olmadı. Aynı yavaşlıkla çıktım, girdim tekrardan. Çıkardığı sesler çıkmam için değildi. Devam etmem gerekliydi. Uzun sürmedi. Dokunduğunda bile pes edecek haldeyken bu kadarını yaptığıma şükrettim.   Bir kadının saflığının kanıtının kırmızı renkli olması dünyanın adaletsizliğinin de kanıtıydı. O an bilmiyor olsam da; Gonca bambaşka şartlarda da benim için dünyanın en saf kadını olacaktı. İkimize de bulaşan kanı temizlemeden ters döndürdüm Gonca'yı. Üzerime aldıktan sonra başı göğsümde yattık bir süre daha.   "Benimsin." dedim.   "Benimsin." dedi.   Baktık birbirimize. Gülmeye çalıştı, utangaçlığının elverdiği kadar. Ellerini saçımda gezdirdi, yanaklarımı okşadı. Beni kendi için taratırken ben de onun o güzel yüzü için aynısını yaptım. Sakladım öylece.   Aklımda hep on sekizini dört ay önce doldurmuş, dört temmuz çarşamba günü benim kadınım olmuş, bana gülerek bakan, kalbimi yangın yerine çeviren Gonca olarak kaldı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD