8. BÖLÜM (G)

1857 Words
Bir yerde okumuştum. Kakao çekirdeklerine Aztekler ve Mayalar -Tanrıların içeceği- adını vermişler zamanında. Bunun sebebi de afrodizyak etkisi ve iyileştirici yönünün olmasından kaynaklanıyormuş. Kakaodan yapılan çikolata da otomatikman bu etkiyi oluşturdu bende. Pastadan aldığım her çatalla birlikte daha iyi hissetmeye başladım. Levent o kadar meraklı görünüyordu ki; neden ağladığımı neden bu halde olduğumu delicesine merak ettiğini söylemesine gerek yoktu. Benim konuşmamı beklediği için içten içe sevindim. Beni inceliyordu. Saçlarım ne haldeydi kim bilir? Takmadım. Ona söylediğimde kurduğu cümle artık romantikliği anlamada üst seviyede olduğumu gösteriyordu. Bence romantikti. Tekrar anlamaya başlıyordum yavaştan. Salonda Ece'nin bana dediklerini, Serhan'ın beni işten kovduğunu anlattım. Serhan. Ece'den önce ben anlatabilseydim eğer... Ya da geçen gece biraz daha karşı koyup ona direnseydim... Geçmiş çok yakındı; ama değiştiremeyeceğim kadar uzaktı. Biriktirdiğim param için başka hayallerim vardı gerçi, üstüne daha da koyup özgürce dünyayı gezecektim. Şimdi bu para baştan başlamamı sağlayacak sermayem olacaktı benim. İşten kovulduğuma değil asla üzüntüm, Serhan'ın gözlerindeki o iğrenme duygusu bana karşı olmasaydı keşke. Yoksa elimde mesleğim var. Her türlü ekmeğimi çıkarırım. Levent'in koyduğu çayı içerken onu dinliyordum bir yandan da. Bana gelecekle ilgili bir şeyler anlatıyordu. Bebek olmaması için hap aldığımı söylediğimde seneye kadar sabret mi demişti bebek için? Ne seneye ne de önümüzdeki on yıl içinde bebek düşüncem yoktu benim. Hatta yüz yıl da olabilir. Bu konuya daha sonra kafa patlatırdım da, şimdi önceliklerim bambaşkaydı. Beni çok seveceğini, çok mutlu edeceğini söylerken ciddiydi. Bana göre söz veren herkes ciddiydi zaten. On bir yaşımda verilen sözlere inanmaya ve yine aynı yaşta üzerinden çok da geçmeden inanmamaya başlamıştım. Söz verildiği zaman tutulması gerekirdi. Ben verdiğim sözleri özellikle tutmayı, tutamayacaksam eğer özellikle o sözü vermemeyi tercih ederdim. Levent de söz veriyordu. Kocaman gülümsedim. O, inandığımı sansa da ben hayal kırıklığına uğramamak için artık verilen sözlere, tutuldukları müddetçe sevinecek, tutulmadıklarında ise kendimi koruyacak kalkanımı devreye sokacak şekilde üzülmemeye programlamıştım kendimi. Özgür bile tutmamıştı sözünü. Başkası tutmasa ne olurdu ki sanki? ... Levent'e alışmaya başladım. Sabahları işe gitmeden önce beni öpüyor, akşamdan bana da sandviç hazırlıyor, akşam yorgun da gelse masayı toplarken bana yardım ediyordu. Beraber akşam dokuzdan sonra pek vaktimiz kalmıyordu; ama beni ve günümü sorarken kesinlikle ilgili olduğunu, laf konuşmuş olmak için konuşmadığını anlıyordum. Ben de toptancılarla eve alacağım gerekli malzemeler için görüşmelere gidiyordum tüm gün. Serhan'dan müşteri falan çalamazdım. Apartmandan başlamayı, ufak ufak en aşağıdan başlayarak büyümeyi hayal etmekten kendimi alamadım tabii. Her şerde bir hayır olduğunu düşünengillerden olduğum için de bunun için elimden ne gelirse yapmaya hazırdım. Boş kalmaya, çalışmamaya alışkın olmayan bünyem sabahın yedisinde kendinden alarmlı gibi uyanıyordu her seferinde. Levent yanımda uyumuyordu. Salonda kendine yatak yapıyordu ve bunu ben söylemeden yaptığı için kendimi şanslı hissediyordum. İşsiz geçen beş günden sonra, ben kafamda alacaklarımı ve ne kadar tutacağını hesap ederek ertesi gün almaya karar verdim. Eve geçerken cuma pazarına uğrayıp sebze-meyve alışverişi yaptım. Evde yemek yapmayı seviyordum. Yurttan ayrıldığım zamandan beri bu evde kendim için neredeyse her gün yemek yapıyordum. Serhan'ın yemeğe götürmediği her gün. Aklıma çok da az olmayan sıklıkta gelen Serhan içime her ne kadar akrobatların ağızlarına soktukları gibi alevli demirlerden soksa da beni görmek istemiyor oluşu elimi kolumu bağlıyordu. Ellerim poşet dolu akşam saat altıyı geçerken eve girdim ve aldıklarımı yerleştirdim. Güzel bir sebze yemeği ile fırında köfte yaptım. Levent beş gündür yaptığım her şeyi işten gelince yemişti. Yemek seçmiyor gibiydi ya da herhangi bir talebi olmamıştı. Ben de yemedim yine. Beraber yemeye alışmaya başladım. Anahtar sesini duyduğumda saat dokuz buçuğa geliyordu ve ben de salatayı yapmayı yeni bitirmiştim. Doğruca mutfağa geldi. Bana sarılıp yanağımdan öptü. Tam bir şey söyleyecekken ne fark etti ben anlayamadan bir anda buzdolabını açtı. "Alışveriş yapmışsın. Gonca özür dilerim. Aklımdan çıkmış. Sen kaç gündür yemek yapıyorsun ve sormak gibi bir düşünce gelmedi aklıma. Ne aptalım. Hepsini senin karşılamanı istemiyorum. Ne lazımsa bana söyle ya da beraber gidip alalım. Maddi manevi tek başına olma lütfen." "Önemli değil. Tek de olsam bu şekilde alışveriş yapıyorum zaten. Dert etme." "Artık yapma. Ciddiyim. Geç çıkıyorum; ama açık market falan bulup kapanmadan alır gelirim ben. Sen listeyi atarsın gündüzden." "Sonra da alınanların hepsi çöpe gitsin. Nasıl seçeceksin acaba? Daha önce seçtin mi hiç? Ben kendim pazardan alırım, çok seviyorum pazara gitmeyi hem. Eğer istersen para bırakırsın; ama dediğim gibi ben kendime de aynı şekilde yemek yapıyordum. Aynı parayı harcıyordum." "Beni misafir olarak mı görüyorsun? Kalıcı değil miyim sana göre?" "Gidene kadar kalıcısın elbette. Levent kendini daha iyi hissettirecekse pazarı sen karşıla tamam mı?" "Gideceğimi mi düşünüyorsun?" Uzatma Levent. "Gitmeyeceğini umuyorum, dahası gitmemeni istiyorum." "Gitmeyeceğim. Tamam pazar alışverişi bende. Duş alıp geliyorum. Çok güzel kokuyor hepsi. Ağzım sulandı." Tartışmayı uzatmayan tarafını seviyordum. Daha bir hafta bile olmamaıştı; biz hiç tartışmadık; ama her tartışma böyle sonuçlanacaksa onunla tartışmak da güzel olurdu. Yemekte malzemeler için anlaştığımdan bahsettim ve heyecanımı paylaşmasına şahit oldum. Yapmacık değildi. Kullanmadığım küçük odayı beraber temizleyip hazırlayabileceğimizi kendisi teklif etti. Her yeni gün kalbimi daha da pır pır attırıyordu sanki. Benimle birlikte yatmak istememesi daha ne kadar devam ederdi bir fikir edinmem mümkün değildi tabii; ama beni bekleyecek sabırda olduğunu hissettiriyordu. Salona geçtiğimizde zil çaldı ve beraber kapıya geldik. On buçukta kim gelmiş olabilirdi ki?Delikten Levent baktı ve bana döndü. Zil tekrar çaldı. Ben açmaya yeltenince de önüme geçti. "Ne oldu ya? Kim ki?" "Serhan. Sana zarar vermeye gelmiş olabilir mi? Sen salona geç, ben açarım." "Saçmalama Serhan bana zarar vermez. Çekil, açacağım." Bakışlarım bu kez tartışma kabul etmiyordu. Önümden çekilince ellerini omuzlarıma koydu arkamda durup. Benden bir kafa uzundu ve Serhan onu görecekti sanki mümkün değilmiş gibi. Gereksiz bir sahiplenmeydi bana kalırsa. Zaten aynı evdeyiz. Kapıyı açtım. "Gonca." dediği anda içkili olduğunu anladım. Buram buram alkol kokusu burnuma doldu. Kırıştırmak zorunda kaldım. O ise adımı söylerken bile arkamda duran Levent'e bakıyordu. Sonra bana döndüğünde, "Ah o çiller! Yine kırıştırdın burnunu. Konuşalım mı biraz Gonca?" Levent omuzlarımı biraz daha sıktı. "İyi misin Serhan? Çok içmemiş misin sence de? Tekrar kalbimi kırmanı istemiyorum." "Hayır, kalp kırmak yok. Söylemem gereken şeyler var." Ayakta sallanmadan durabiliyordu ve dili sürçmeden konuşabiliyordu. "İçeri gelsene." Ben kapıdan çekildim; ama Levent engeline takılacak gibi duruyordu. Levent'e baktım; ama beni görmüyordu. "Girebilir miyim Levent?" Serhan Levent'ten izin istemişti, gözlerim büyüdü. Aynı anda da sinir oldum. Sanki benim gir demem yeterli değilmiş gibi... Serhan kabullenmişti. Levent sanki sahibimmiş gibi... Müdahale etmem gerekiyordu. "Ben gir dedim Serhan. Lafımın değeri yok mu senin için?" Levent bana döndü anında. Alt dudağını dişliyordu. Kızgın görünmüyordu, şaşkın belki, kesinlikle kabullenmiş. Serhan eve girip de salona doğru ilerlediğinde Levent'e baktım. Başını eğmiş ayaklarına bakıyordu. Yüzünü kaldırıp yüzüme bakmaya zorladım. "Bana güven. Konuşmaya gelmiş. Pişmandır eminim bana söyledikleri için. Yalnız kalmam gerek onunla. Güveniyor musun?" Gözlerinin en içine baktım kendimi görene kadar. Kafasını salladı. Salona geçerken peşimden gelmedi. "Serhan neyin var? Kötü bir şey yok değil mi?" Yanına oturdum. Ellerimi tuttu hemen. "Seni kaybettim daha kötü ne olabilir ki? Özür dilerim Gonca. Hak etmediğin şeyler söyledim. Beni sevmek zorundaymışsın gibi davrandım sana." "Seviyorum zaten. Sadece farklı seviyorum." Anlamış mı artık? "Biliyorum, hep söyledin o güzel sesinle. Aksini savunmadın hiçbir zaman. Ben çok istersem olur zannettim. Seni ikimizin yerine de seversem sen de beni az da olsa seversin diye bekledim. Çok sevdim be Gonca seni. Hala da seviyorum. Üç saattir apartmanın karşısında bekliyorum. Levent'in gelmesini beklerken içtim bu kadar. Yalnızken kendimden emin olamam diye çok korktum." "Bana zarar vermeyi mi düşündün?" Bunu demedin değil mi? "İstesem de zarar veremem sana. Yapıp yapabileceğim salondaki kadardı. Tek yapabildiğim kalbini kırmak oldu. Seni deli gibi istiyorum ve bunun için korktum. Salona geldiğinde çok saçmaladım. O sabah seninle telefonda konuştum geliyor musun diye, sonra Ece pat diye söyleyince... Ne hissettim bilemezsin beni sevmediğin için. Senden duysam farklı mı olurdu bilmiyorum; ama seni o cadıdan duymak, Levent'in seni ona söylemesi, bana seni hiç ama hiç hak etmeyen biriyle birlikteymişsin gibi geliyor aşkım." Hala aşkım demesi... "Ece sana ne anlattı Serhan? Sana önce ben söylemek isterdim tabi, nasıl söylenir bilemesem de." "Boşver. Levent'lesin işte. Gerisinin önemi yok. Gonca geri dön. Çalışmaya devam et. Sana sinirle git dedim, isteyerek değil. Konuşan başka bir tarafımdı." "Bunları söylemen o kadar kıymetli ki benim için. Çok teşekkür ederim. Geri dönemem. Kendimce bir şeylere başlayacağım. Senden müşteri çalmayacağım; ama emin olabilirsin. Malzemeciyle anlaştım." "Ne malzemecisi saçmalama Gonca. Geri dön dedim. İkimiz için açtım orayı ben." "Biliyorum. Olmaz. O şekilde herkes bilirken olmaz. Teklif etmen bile yeterli." "Sen varken gelmem. Günleri bölüşürüz ben gidene kadar." "Nereye gidene kadar?" Askerliğini yaptı ya bu adam berber olarak. "Mersin'e dönüyorum. Evleneceğim iki ay sonra." Ne? Kiminle? "Nasıl ya? Ne ara oldu bunlar? Sevgilin mi vardı senin? Biz sadece beş gün görüşmedik." "Yoktu tabii ki. Sana aşığım Gonca. Başkasını mı gördü gözüm? Anneme dedim. Bulmuş birini." "Dalga mı geçiyorsun sen benimle? Ne demek birini bulmuş? Tanımadığın biri ile mi evleneceksin? Sevmeden?" Ağzıma sinek kaçtı yemin ederim açık kalmaktan. Sanki evladımı alıp götürüyorlardı. "Tanımıyorum demedim. Sevmeye gelince, o beni seviyor. Beni seven biri ile evlenmek belki sana olan ateşimi biraz söndürür." "Ne dediğini bilmiyorsun sen? Sen beni sevdin diye evlendim mi seninle? Ne absürt bir şey bu? Hadi sen beni unutacaksın onun teninde. Kızın ne suçu var? Kendine bunu yakıştırıyor musun?" "Konuştum Gonca onunla. Bile bile lades istedi. Severim belki ben de zamanla, bu kadar mı imkansız seni unutmam?" Gözlerime bu kadar derin bakmasan mı acaba? Tabii ki unut ve sev onu. "Hayır değil. Umarım çok mutlu olursunuz. Seni sevdiğine göre dünyadaki en şanslı kadın kendisi zaten." Ellerimi bıraktı ve beni ensemden tutup içki kokan nefesiyle alnını alnıma yasladı. Dudakları benimkilere çok yakındı. Yakından da yakın tam üstünde. Gözyaşları ondan çok benim yanaklarımdan akıyordu. Ben nasıl sevmedim bu adamı? Nasıl sevemedim? Özgür. Başkasını sevebilme özgürlüğümü aldı benden. Karşılık verdim. Bir daha hiç kimse, hiçbir zaman bu kadar karşılıksız seven, kalbini çıkarsam kendimi göreceğim kadar bana aşkla bakan bu adam gibi öpmeyebilirdi beni. Ben hiç sarhoş olmamıştım. Dahası içki bile içmemiştim. Şimdi dilinden alkol tadı gelen Serhan'ın ıslak dudaklarıyla başım dönüyordu. Midem bulanıyordu. Yine de çekemedim kendimi. Aşk sarhoşu olmak bu olmalıydı. "Salona geliyorsun değil mi?" diye sordu beni zor da olsa bıraktığında. Elleri bu kez yüzümde alnı alnımda. "O kadar param olmayabilir. Çok harcadın içine biliyorum. Tüm paramı versem bile yetmez." "Satmıyorum sana salonu. Para istemiyorum. Ben gidince kapanmasın, sen de bana ne bileyim kardan yollarsın kazandıkça. Değiştirmek istediğin bir şey varsa söyle hallederim gitmeden." "Niye yapıyorsun bunu? Nasıl bir şey bu? Ben neden yaşayamıyorum senin gibi?" Hayatta daha fazla bilmek istediğim hiçbir şey yoktu. "Sen ben değilsin. Ben de sen değilim." Bu cümle en fazla bilmek istediğim şeyin cevabıydı. Yine de yoğunluğunu anlayamayacak kadar sığ olabilir miydim? Özgür. Başkasını mutlu edebilme özgürlüğümü aldı benden. Cevap veremedim. Bencilliğim ayağımdaki elektronik çip gibi mahkum ediyordu beni. Aşka açtım; ama olduğum yerden aşka olan mesafeyi kat edersem eğer beni mahkum eden cihaz ötmeye başlayacaktı. Kaldı ki; benim için kendinden vazgeçen bir adamın sevgisiyle nasıl baş edilir bilmiyordum. Ayağa kalktı ben bir şey demeyince. Yine o konuştu. Yine ben sustum. Sustukça bile sıra bana gelmedi. Lal oldum. "Üzülme Gonca. Pişman değilim. Bir daha dünyaya gelsem sen beni yine istemesen, ben yine senin için alev almaktan vazgeçmezdim. Seni sevmenin ne demek olduğunu bilirken, yanarken sen beni yağmurunla ıslatmasan ne olur? Senin aşkını da götüreceğim kalbimde giderken kusura bakmazsan. Yarın sabah salonda ol. Anlatmam gereken şeyler var işle ilgili." Başka bir şey demeden çıkıp gitti. Daha ne desin ki? Daha ne kadar girsin aşkı kulaklarımdan?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD