19. BÖLÜM (G)

2110 Words
Ne çok yoruldum yine. Salondaki kızlar ve Zeliş'ler yardım etmese asla taşınamazdım. Gören de tripleks evden taşınıyorum zanneder. Alt tarafı doksan metrekare iki artı bir ev. Ne çok eşya, ıvır zıvır çıktı. Uzun süredir hiç ellemediğim yerlerden çıkanların çoğunu ya birilerine verdim ya da attım. Zaruri ihtiyaçlarım, mutfak malzemelerim, mobilyalarım, giyilebilecek kıyafetlerim dışında her şeyden kurtuldum. Annem bildiğim kadın ben buraya taşınmadan önce zaten bir genel temizlik yapmış; ama bana da atacak bir şeyler çıktı illa ki. Kirli sepetinde yıkanmadan duran Levent'in kıyafetleri mesela. Onları almamış. Artık alamaz. Yatak odasını değiştirmeyi çok kısa süreliğine düşünsem de vazgeçtim. Ayıbı yatak yapmamıştı sonuçta. Görevi yatırmaktı. Kim ne amaçla yatıyor yatak ne bilsin. En çok da giysi dolabında yazlık kıyafetlerimin arkasından çıkan günlük ve fotoğraf albümü kutusu beni oyaladı. İlk geldiğim gün bile cesaret edip bakamamıştım. O zaman yaşayan bir annem var diye biliyordum. Bütün evi bir günde topladıysam eğer, bu 50×50×20 hacmindeki kutu beni en az üç gün oyaladı namussuz. Çocukken tuttuğum günlükleri tek tek okudum, bu evde kaldığım kısacık sürede oluşan albüm fotoğraflarına baktım saatlerce. Dokuz yaşından yurda gidene kadar iki yıldan az yazmışım; ama okurken ağladıklarımı hesaba katarsak en az iki yıl temiz ağlamam. En çok buna seviniyorum. Ben annemin beni sevdiğini, saçımı ördüğünü ve bana öğrettiğini hayal ettiğim sahte mutlu bir dünya kurmuşum kendime meğer. Ya günlük yalancı ya da benim hafızam beni yanıltıyor. Aralarda okuduğum kısımlar, çocukça da olsa yazdığım günlüğün acı gerçeklerini vurdu yüzüme. "Annem bugün yine kolumu sıktı. Hem de hiç suçum yokken. Sadece ekler almıştım Hatice ablalara gittiğimizde masadan. Babam gördü. Ne olduğunu sordu; ama söylemedim. Belki o da kızar diye." Zaten yensin diye konmuştur masaya eminim. "Babam yine hasta, yatıyor. Çok öksürüyor. Annem yanında olmama izin vermiyor. Ben gizli gizli giriyorum, ama. Kadife çiçeğim diyor yine bana." Nur içinde yat babacığım. Keşke kendi annemi de söyleyebilseydin gitmeden. Aslında gerek de yok. "Yarın on yaşına gireceğim. Okuldaki arkadaşlarımı çağırmak istedim. Babam olur dese de annem izin vermedi. Sadece Zeliha geldi. Onu da çok seviyorum, ama Saadet de gelebilirdi. Pastayı seçmeme de kesmeme de izin vermedi annem." Bu sayfada bir de olay gününe ait delil var. Somurtkan çıktığım onuncu yaş hatıra fotoğrafı. Annem kolumu birçok kez çimdiklemişti hatırlıyorum. Çok uzun yazmamışım hiçbirini. Güzel şeylere denk gelmek istedim. Mutlu olduğum anılar az da olsa yalnızlığıma derman olur umuduyla çevirdim durdum sayfaları. Yurda bırakıldığımda beni hiç sevmediğini fark etmediğim, annem olmayan annem için ağlamamın tek bir sebebi olabilirdi. Kötü anne, hiç anne olmamasından yeğdir. "Babam öldü. Ben çok ağladım. Şimdi yazarken bile annem diğer odada ağlıyor hala. Bana sarıldı bugün. Çok sarıldı. Saçlarımı örmemişti; ama yine de okşadı. Hiç sevmez normalde kabarık saçlarımı." Kapattım tüm defterleri. Ağlamaktan sıkıldım kaç günden beri. Levent için ağlamadım ya hep o yüzden bunlar. Bahane gerekiyordu bulmuş oldum. Şimdi bana ait olduğunu daha çok hissettiğim yeni evimde, yepyeni anılar biriktirebileceğim, arkama bakmadan kendi yolumda ilerleyebileceğim Gonca zamanlarım başlamıştı. İki haftadır Serhan sayesinde yeni evimdeydim. Eskisinde ben istemeden biriken kötü anılara burada geçiş izni yoktu. Olmaz artık. İzin vermeyeceğim. Ne kadar kısıtlama yasaklama emri varsa hepsi, beni aşağı çekmek isteyen herkese geçerli şu saatten sonra. Polar pijamalarımı giyerken ocaktaki çayın demlendiğini burnuma dolan kokusundan anladım. Buraya kadar gelmişti bergamut aroması. En sevdiğim. Şimdi dışarıdaki soğuğa ve hüzne inat, sıcak çay içme ve "Mutluluk Zamanı" izleme vaktiydi. Koca kupama doldurduğum çay ve mis gibi kokan hastalık savar, kendim yaptığım zencefilli, tarçınlı kurabiye tabağımla dvd başına geçtim. Yalnızdım; ama en azından kendimi aldatmam mümkün değildi ve ben yalnızlığıma şükredecek şeyler yaşamıştım. On gün sonra doğum günümdü. Mart'ın on altısı. Yeni yaş, yeni kararlar, yani anılar. Mutlu olacak bu kez hepsi. Film bittiğinde yüzümde tebessümle geçtim yatak odasına. Yarın tatildi. Salon kapalı olacaktı. Aynur ve Ceyda'ya beşer bin lira vermiştim aldığım ödülden. Onların sevinçleri de beni tebessüm ettirdi şimdi hatırlayınca. Mutlu olmak için paraya sahip olmana gerek yoktu. Parayı başkasıyla paylaştığında da mutlu olabiliyordu insan. Sabah geç kalkmaya bir türlü alışamadım. Gece yatarken yarın öğlene kadar uyuyacağım desem de beynim uyandı yine. Gözlerimi açmasam ne olur? Uyuyor taklidi yapmamın bir anlamı olmadı tabii. Bacaklarımla hızlı hızlı itekledim yorganı. Bir güzel gerindim. Boyum uzadı sanki. Banyoya geçince saçlarım doğan her yeni günle kendi rekorunu kırıyordu kabarma kategorisinde. Saçlarımın genetiğini inceleseler hamur kabartma tozuna ilham olabilirdi bence. Ve artık tüm kadınlar hamarat olurdu. Hemen topuz yaptım başımda. Mutfağa geçip yeni günün çayını koydum hemen. Kahvaltılıkları çıkarınca tek eksik sıcacık, mis gibi kokan, güzel Anadolu'muzun buğdaylarından yapılan tam tahıllı ekmekti. Ekmek yemeden zayıflayabileceğini sanan insanlara hayret ettim bir kez daha. Yeni evim daha merkeziydi. Fırın hemen evin karşısındaydı. Üstüme montumu geçirip kapıyı açtım. Merdivenlerde oturan birini görmeyi hiç beklemiyordum. Ürktüm, korktum. Damağımı kaldırdım hemen. Botlarımı giyerken baktım yüzüne. Sakalları uzamış, zayıflamış, saçları da uzamış. Çok belli benden sonra kesen olmadığı. Başını merdivenin korkuluğuna yaslamış, iki elini de bacak arasına sıkıştırmıştı. Ne zamandır burada bu şekilde uyuyordu? Üşüdüğü o kadar belliydi ki! Üzüldüm mü ben yine? Kısıtlama, yasaklamalara ne oldu? Neyse eve girmedi üzüntü. Ben kapının önündeydim neticede. Kapıyı usulca kapatırken gözlerini açtı. Kırpıştırıp bakma öyle. Nerede olduğunu anlar anlamaz ayağa kalktı; ama titriyordu. Gerçekten çok üşümüştü. Merdivende otururken mermer götünü de dondurmuştur eminim. Hiç konuşmadan yanından geçerek merdivenden bir basamak inmeden sesini duydum. Kolumu tutsaydı, ağzına bile sıçardım; tutmadı. "Gonca?" Adımı ondan duymak etkiledi beni. Canımı sıktı. Gonca demeyi hak etmiyordu dudakları. Evimi bulmak için beni takip etmesi de ayrıca canımı sıktı. Al işte canım sıkkındı artık, daha on dakika önce boyu uzayan Gonca gitmişti. "Ne işin var burada?" Ne ve işin arasında tuvalette yaptığımız büyük abdestimiz var; ama kullanmadım dikkat ettiysen Levent. "Yalvarmaya geldim sana." Hala üşüyordu. Kahretsin. O üşürken benim buzlarım çözülüyordu. "Burası yalvarmaya gelebileceğin bir yer değil." "Senden başka kimsem yok Gonca." "Hmm. Bir buçuk aydır vardı, şimdi mi yok?" "O zaman da yoktu. Yüzüm de yoktu. Yine yok." Başını eğdi ve öksürmeye başladı. Hah işte. Hasta olmuş bir de ara yerde. "İçeri gir, ısın biraz. Geçici bir süre." "Nereye gidiyorsun? Saat erken daha." "Ekmek almaya." "Ben gideyim." "Levent, biz birlikte değiliz. Aklına umutlu bir şeyler getirme. Şu anda benim için dışarıda kalıp tir tir titreyen kediden köpekten farkın yok. Hakaret değil söylediklerim. Yanlış anlama sakın. Onları da böyle kapımda görsem acıyıp eve alırdım." Kafasını salladı. Açtım kapıyı ve fırına yollandım. Ekmeği alıp döndüğümde salonda oturuyordu. Çok farklı görünüyordu. Daha çökmüş. Ekmeği mutfağa koyup salona geçtim ben de. Montunu çıkarmamıştı. Hala üşüyordu, sıtma tutmuştu. Elimi alnına koydum. Yanıyordu. "Ne zaman geldin sen? Ne zamandır oturuyorsun merdivende?" "Gece yarısından beri." Yuh! Sekiz saattir. Apartmanın içi de olsa kat araları buz gibiydi. "Montunu çıkar. Daha çok hasta olacaksın böyle." İtiraz etmedi. "Ece iyi bakamadı mı sana?" "Beni eve almasan daha iyiydi Gonca. Kapında tir tir titremeye razıydım. Onunla kaldığımı mı düşündün?" "Onunla yattığını görünce, onunla kaldığını düşünmek çok da anlamsız değil bana göre." "Kendimi müdaafa edecek sözlerim yok. Ece'yi sadece sınıfta görmek zorunda kalıyorum. Bunca zamandır Burak'taydım." "Şimdi neden geldin?" Cevap veremeden öksürmeye başladı tekrar. Mutfağa gelmesini söyledim. Pek bir şey yemedi. Halsizdi ve günlerdir doğru dürüst uyumadığı belli oluyordu. Belki de bir buçuk aydır. Kahvaltı bitince masayı toplamaya yardım etmeye başladı. Eski günlerdeki gibi. Bu anlamsızdı. Hakkı yoktu buna. "Bırak Levent. Sen salona geç." Sesim istediğimden daha sert çıkmıştı. İşe yaradı tabii. İşim bitince salona döndüğümde Levent başını yan şekilde kanepenin arkasına yaslamış, uyumuştu. Rahatsız bir pozisyondu bana göre. Okul vardı mutlaka, salı günü. Gidecek hali yoktu orası ayrı. Burak'ı aradım. "Gonca, sen misin gerçekten?" "Naber Burak? Okulda mısın?" "Evet okuldayım. Levent yok eğer onu soracaksan. Nerede bilmiyorum." Levent'e baktım, ben biliyorum. "Levent burada. Hasta. Okula gelemeyecek, haber vereyim dedim." "Gonca özür dilerim. Ben kalmasını isterdim; ama tek başıma kalmıyorum evde. Diğerleri sorun etmeye başlamıştı. Kal dedim; ama işte, gitmek zorunda kaldı. Sana geleceğini bilmiyordum. Anlattı her şeyi. Keşke olmasaydı." Yalan söylememiş demek ki. Bir önemi olduğundan değil tabii. "Neyse Burak. Haber verdim. Görüşürüz." İzledim biraz daha. Yaptığı şeyi Özgür'ün yaptığıyla kıyaslamam o an ne kadar doğruydu? Dönüp dolaşıp bana gelmişti. Onları gördüğüm sabah da anlaşılıyordu pişmanlığı. Beni aldatmış olduğu gerçeğini değiştirmese de çok pişmandı. Affedebilir miydim? Yatak odasından bir örtü alıp üstüne bırakırken -Gonca- diyerek gözlerini açtı. "Özür dilerim, uyuya mı kalmışım?" Konuşurken bile yüzüme bakamıyordu. "Uzan hadi, dinlen biraz." Dediğimi yaptı. Başını koyar koymaz uyumaya başladı tekrar. Mutfağa geçip mis gibi tarhana çorbası ve zencefil, limon, tarçınlı çay yaptım. Uyandığında içerdi. Kendini daha iyi hissedeceğinden emindim. Yeni evimdeki ilk misafirim Levent'ti. -Hayat size limon sunuyorsa limonata yapın.- Niye bu dönüp duruyordu beynimin içinde hortum gibi ve ben neden sırıtıyordum tarhanayı karıştırdığım tüm o zaman boyunca? Levent benim limonumdu, çok ekşiydi; ama ben ona şeker mi katmalıydım? Kahkaha atmaya başladım. Elimi ağzıma kapatmasam eğer karşı komşum bile evde uyuyorsa uyanırdı. Buraya gelmesinin de, hasta olmasının da sempati duymamda etkisi vardı elbette. Empati? İşte onu kurabilir miydim? Serhan bile benimle empati kurmuştu. Onu aldatmamıştım, ama aldatmaktan beter etmiştim. Portakal şekerim ve Havuçlu kurabiyem de öyle demişti. Serhan'ı fişi takıp işi bitirecekken vazgeçirmiştim bir şekilde. Akşam olup hava karardığında Levent hala uyuyordu. Uyandırmaya kıyamadım. Işığı açmamak için de mutfakta oturup çay içmeye başladım. Saat dokuza gelirken artık kaldırmak istedim. En son sabah kahvaltı yapmıştı. Yanına gittiğimde çok terlediğini fark ettim. Ateşi düşmüştü. Nasıl yatmışsa öyle uyumaya devam ediyordu. Sırt çantasından temiz ve kuru atlet ve sweat çıkarıp dürttüm Levent'i. Anında gözlerini açtı, oturdu. "Ateşin düşmüş, ama çok terlemişsin. Duşa girip üstünü değiştir istersen." Doğru duyup duymadığını ölçüyordu kafasında. "Çıktığında da çorba ve çay yaptım, içersin." "Teşekkürler, Gonca. Banyo nerede?" Yerini gösterip havlu bıraktım. Ben ne yapıyordum o an hiçbir fikrim yoktu. Serhan'la daha sonra uzun uzun annem hakkında konuştuğumda bile Levent'in beni aldattığını söyleyememiştim. Belki utandım, belki kendime yakıştıramadım ya da Serhan'ın bana acımasını istemedim. Bilmiyorum sebep neydi? Şimdi Levent buradaydı ve ben eğer Ece ile yatmış olmasaydı buraya birlikte taşınıp şimdi hasta olsaydı yine ona aynı şekilde bakıp çay, çorba yapacağımı biliyordum. Hiçbir şey değişmemiş gibiydi ve ben bu durumdan şikayetçi olmak bir yana huzurlu hissediyordum kendimi banyomda Levent duş alırken. Çıktığında giyinmişti. Saçları ıslak olunca kesmek istemem benim acı çekmeyi seven sado-mazo bir şeyler olduğumun beni korkutmaya başlayan belirtileri miydi acaba? Mutfağa geçtiğimizde çorbayı çok beğenerek içtiğini varsaymak istedim. Çok aç olduğu için değil. Çayına bal ekleyip ona uzattım. Onu da içti. Hala bana doğru dürüst bakmamıştı. Bu durum bir şekilde hoşuma gitti. Arsızca suratıma baksa çoktan siktir git diyebilirdim, az çok kendimi tanıyorsam. "Bu gece kalabilirsin." O an başını kaldırdı bir saniyeliğine. Tekrar eğdi. "Teşekkürler Gonca." derken burnunu çekiyordu. Salonda yatak yapıp bir gece beklemeye karar verdim. Sadece bir gece düşünecektim. Bunu Levent için değil, kendim için yapacaktım. Yatak odasına geçtiğimde uyuyamadım bir süre. Ben Levent'le ne yapacaktım? Kaldığım yerden devam edebilecek miydim? Affedip başkası ile olduğu gerçeğini unutabilecek ve onunla olmaya katlanabilecek miydim? Yatakta dönüp dururken kapıya sırtımı dönecek şekilde yatmaya başladım. Bir işaret bekledim. Bana karar vermemde yardımcı olabilecek bir ışık ya da gök gürültüsü ya da tsunami... Ankara'da. Beklediğim işaret kapının sessizce aralanmasıyla geldi. Doğa olayı yoktu belki; ama benim için gök taşı düşmüştü kalbime sanki. Usulca yorganın altına girip bana arkadan sarıldı Levent. Saçlarımı koklarken hıçkırdığını anlamak zor değildi. "Özür dilerim. Seni hak etmediğimi biliyorum. Onunla birlikteliğim seninle olduğum gibi değildi. Aşk yoktu Gonca yemin ederim. Bu gece sarılayım sana. Öyle uyuyayım. Kokunla. Bu gece oksijenim ol. Yanarken seni de yaktım. Ben bile kendimi affetmiyorum, senden isteyemem. Sadece bu gece seveyim seni. Yarın giderim." Saçlarımı çekip boynumu açığa çıkardı. Sevişmek için değil sevmek için. Başını açtığı yere koyunca ağladığının kanıtı olan sıvılar boynumu ıslattı. Seni seviyorum diye ettiği tekrarlar beni ona doğru döndürdü. Bana bakamadı yine. "Neden yaptın? Yüzüme bak Levent?" Zorla kaldırdı kafasını. "Neden olduğuna bir cevabım yok ki! Neden olmadığını biliyorum ama. Aşktan, sevgiden, ihtiyaçtan değildi." "Neden eve getirdin?" En çok da bunu merak ediyordum. "Boş bulundum. Biz Burak'larla oturuyorduk aynı mekanda. Sarhoş olduğunu ve birinin ona kötü davrandığını gördüm. Kıskançlık değildi kesinlikle. Bir kadına yapılan saygısızlıktan dolayı yardım etmek istedim. Evine götürdüm; ama anahtarı yoktu. Ben de içmiştim. Aklıma sadece ev geldi." "Yardım etmen, eve getirmen bile sorun değil. Ben gelmeyeceğim dediğim için birlikte oldunuz ama." "Olduk, ne diyebilirim ki? Sen yarışma ertelendi deyince izlemek için gelecektim. Sabaha karşı otobüs bileti almıştım. Gelemedim. Sen geldin. Sen olmadığın için değildi." "Pişman mısın?" Bu kez doğruca gözümün içine baktı. Hiç bakmadığı gibi. "Pişmanlık az Gonca. Perişanım." Her cümlesi bir öncekinden daha kısık sesle çıkıyordu ağzından. Ah! Levent. "Tamam. Affediyorum seni." "Ne?" İnanamadı. "Bir daha mı söyleyeyim?" "Bir daha söyle desem çok mu şey istemiş olurum." "Evet." Gözlerini kapatıp alnını alnıma yasladı. Hafifçe gülümsedi. "Seni çok seviyorum. Teşekkür ederim." "Haftaya cuma doğum günüm. Yalnız geçirmeyeceğim galiba ne dersin?" "Benim sana hediye vermem gerekiyordu. Sen bana verdin." Erken konuştun sevgilim. Sen bana hediyelerin en büyüğünü vereceksin haftaya. Beklediğim işareti yanlış anlamama sebep olacak çok büyük bir hediye hem de. Erken mi konuştun yine yoksa Gonca iki yıl ağlamam derken?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD