5. BÖLÜM (Ö)

1804 Words
Bundan on iki yıl önce, doğduğum gün ana kucağında, annemin kucağında değil, ismimin yazılı olduğu ve beni çok sevmelerini salık veren bir mektupla bırakıldığım Ankara'daki Çocuk Esirgeme Kurumu'nda on ikinci yaşımı kutluyorum şimdi başka üç çocukla daha birlikte. Beni sen sevmemişsin ki; annem, babam başkası kendi evladı gibi sever mi? Bırakıldığım gün doğduğumu da yazmış beni bırakan kişi sağ olsun. Kimliğim yok belki; ama doğduğum tarih belli. Kimin nesi olduğum belli olmasa da. İyi ki cami avlusuna bırakılmamışım. Nisan ayının tertemiz havasında kuşlar cıvıl cıvıl öterken, bahara uyanan toprak gibi gözlerimi açtığımda sabah gelen ilk görevliyle birlikte hop ben de içerideyim. Temiz iş. Hatırlama yeteneğimin olmasını en çok istediğim başka bir zaman dilimi daha olamazdı. Gözlerimi açınca annem yerine görevli kişiyi gördüğümde ne hissettim, ailemden biri mi sandım? Göğsünden süt emmek istedim mi kucağına alan kişi kadınsa annem zannedip? Bize buradaki abla ve abilerimiz ile öğretmenlerimiz kızım-oğlum diye sesleniyorlardı tabii. Cinsiyet ayrımı yapmak için. Buradaki herkesin kendi kızları ve oğulları vardı evlat olarak. Benim evladı olduğum insanlar tarafından asla duymayacağım şekildeydi tüm oğlumlar. Şimdi de "Özgür, hadi üfle oğlum." diyordu birisi. On iki yıldır buradaydım ve şikayet etme gibi bir lüksüm yoktu. Mumları diğer kardeşlerimle beraber üflerken gözlerimi kapatıp aklımı dimağımı kullanmaya başladığımdan beri dilediğim şeyi diledim yine. Belki çocukça, belki saçma, belki bizim gibiler için uçuk kaçık ve olması imkansız... Dilemekten ne çıkar ki? Ben Özgür. Bir gün kendi ailemi kuracağım ve dünyanın en iyi babası ben olacağım, dünyanın en mükemmel annesinin doğurduğu çocuklara. Diledim gitti işte. Biraz pasta yiyip öğlen saatlerinde yemekten önce top oynamaya çıktık bahçeye. Ben kaleye geçiyordum her zaman. Gol yemediğimi fark ettiklerinden beri çok da seçme şansım yoktu zaten. Ben yine kalede gelen her topu tutarken büyük bir çığlık koptu ön avludan. Çocuklar meraklıdır, büyüklerin aksine merakları daha masumdur. Gidip ne olduğuna bakmak için giriş tarafında toplanacak şekilde yürümeye başladık. Ailesi bırakıp giden başka biri dahadır mutlaka. Kalabalık şekilde ön tarafa giderken bağırmasının bile yumuşaklığı geldi önce işitme duyusu organıma. Görme duyusu organıma giren görüntü ile her yer turuncu oldu bir anda. Saçları kabarmış görevliye karşı gelmekten. On iki yaşındaydım sadece; ama biliyordum. İzlemeye devam ederken kaç yıldır doğum günümde muma üflediğim nefesle beraber içimden geçen dileğin bugün gerçekleştiğini bilecek kadar büyümüştüm. Bu kızdı evlenmek istediğim. Masum merakım ikimizi de, bir yalanın içine hapsedecek olsa da önemli değildi. Büyüyecek ve bu kız ile evlenecektim. Bu kız verecekti bana en iyi baba olacağım evlatlarımı. Görevli seslenirken duydum adını. Gonca. Kaldığı odayı bulabilmek için koridorlarda dolaştım. Hala ağlayan Gonca ve ikna edemeyen Ayten Hanım'ın sesi ile de öğrendim istediğim bilgiyi. Yanına gitmek, merak etme geçecek her şey demek zorunda hissettim kendimi. Çok ağlıyordu. O sırada çocuklar yemeğe çağırdı. Ertesi sabah kahvaltıya kadar görmedim. Tam karşıma oturduğunu fark ettiğimde izledim bir süre. Dünkü hali ile aynıydı. Saçlarının dünden de kabarık olması, yataktan çıktığı gibi geldiğini haykırıyordu. Dün ağlarken uyuya kaldığını anlamak zor değildi. Sonra birden bana baktı o da. Hemen eğdim başımı. Çocuktuk; ama büyüyecektik elbette. Evlenecektik. O zaman doya doya bakardım. Kahvaltımı bitirince haftanın ilk günü telaşı ile derse koşturdum. İlk yıl uyum problemi yaşadığım için bana sınıf tekrarı yaptırdılar. Şimdi ise; beş yıl önce uyumsuz olduğum için kendime uyuz oluyordum, çünkü şimdiki sınıf arkadaşlarımla sınıf arkadaşı olmak için ileride bir aklım vardı. Sıkılıyordum derslerde. Yanımda oturan ve ders boyunca hiç susmayan Ahmet de gelmemişti bugün. Onunla en azından vakit daha çabuk geçiyordu. Çalınan kapı ile dikkatimi o tarafa verdim. Ayten hanım Gonca'yı getirmişti. Demek ki, on bir yaşındaydı o da. Kendime uyuz olmaktan o anda vazgeçtim ve uyumsuzluğuma şükrettim. Uyumsuz olmak gecikmiş ödülünü veriyordu bana. Hak etmediğim halde. İhsan bey -Özgür'ün yanına geç- dediğinde sadece takip edebiliyordum gözlerimle. İtiraz etmeden yanıma oturdu. O an dünyada Gonca'dan sonra en sevdiğim kişi Ahmet oldu. Yüzüne değişik bakmış olmalıyım ki önüne döndü hemen. Suratı asıldı. Olsun! Ben seni görsem yeter şimdilik. Derslerde hiç konuşmuyor, öğretmen onu konuşmaya teşvik etmedikçe kadife sesini duyamıyordum. O gün sonrasında da benimle oturmasını sağlayacak bir hamle yapmam gerektiğini biliyordum, on iki yaşında olmam sebebiyle benim de romantizm anlayışımın bir sınırı vardı. "Merhaba, ben Özgür. Senin adın da Gonca değil mi? Çok güzel adın var." diyebildim. Son ders bitip de sınıftan çıkarken. "Memnun oldum." deyip yürümeye başladı. Başka hiçbir şey demedi. Kapıda onu bekleyen kızların yanına ilerliyordu. "Gonca bundan sonra da beraber oturalım mı?" Kendime hayret ederek bu soruyu sorarken en erken kalp krizi geçiren vaka olmak üzereydim. "Başka yer yok ki zaten. Senin yanın boş sadece." dönüp bana bakıp konuştu, şiş gözleri ve yangın yeri saçlarıyla. Elimi soksam çıkaramazdım eminim. Dahası arı falan girse boğularak ölürdü; ama ileride daha iyi anlayacaktım, bu saçlarda boğulmanın gerçekten hissettirdiklerini. Verdiği cevaba yanımda biri oturuyor diyebilirdim; ama demedim. Benimle oturacaktı. Güldüm. Ahmet başka bir yere geçmek zorunda kalacaktı, memnun olmasa da. Gonca yanımda kalacaktı. "Doğru, tamam o zaman. Ben de memnun oldum. İhtiyacın olduğunda herhangi bir konuda yardımcı olabilirim. Burada doğdum sayılır. Sana etrafı gösterebilirim." "Gerek yok. Annem beni almaya gelecek zaten yakında." Yıkıldım. Geçici mi kalacaktı burada? "Öyle mi? Kim dedi bunu sana?" Buraya gelenler burada kalırdı genelde. Evlat edinilmedikleri sürece. "Annem tabii ki. Söz verdi beni gelip almak için." Annen söz verdi demek. Keşke senin annen sözünü tutacak olsaydı. Sen kendi kanından birinin, sevdiğin, seni doğuran annenin yanına gittiğin için ayrılmış olurduk. "Anladım. Yine de aklında olsun. Senin için her zaman hazır olacağım." ... Aylar geçip yaz tatili zamanı yaklaşırken Gonca'yı annesi almaya gelmemişti henüz. Sınıftaki kızlar örgülü saçlarla derslere girmeye başlamıştı sadece. Kendisi de ilk gördüğüm gün dışında asla kabarık saçlı olmamıştı. Değişiklik getirmişti Gonca. Elinin değdiği her şeyi güzelleştiren nadir insanlardandı. Herkes olduğundan daha güzel, her şey olduğundan daha iyi geliyordu artık gözüme. Gözle görülür mutluluk hormonu salgılamaya başladığımı öğretmenlerim de fark etmişti. Ben de gülüyordum artık. Gonca normal değildi ki, ben anormal tepkiler vermeyeyim. Her yeni günle birlikte, küçücük kalbimi umutla dolduruyordu. Kalbim küçük olduğundan mı, yoksa onun bende meydana getirdiği duygulardan mı bilmiyorum, Gonca kalbimden taşıyordu. Yanımda oturmaya devam etti. Az da olsa konuşmaya, iletişim kurmaya başlamıştık. Bana ilk günkü kadar sert bakmıyor, hatta ara sıra tebessüm ediyordu. Anlamadığı konularda yardım etmeye başladım. "Özgür, burada neden eksi yaptık bunu?" "Kural o şekilde. Eşitliğin diğer tarafına geçen sayılar pozitifse eksi, negatifse artı olarak yer değiştirir." "Birkaç örnek daha yapalım mı?" Zevkle. "Dersten sonra, bahçede yaparız sen öğrenene kadar, olur mu?" Kafasını salladı. Çilleri o kadar güzeldi ki. Herkese yakışmayan çiller onda olmasaydı eğer, çok çirkin bir kız olabilirdi Gonca. Sınıftaki diğer çocuklar da her yeni gelen kızdan daha fazla ilgileniyorlardı Gonca'yla. Başkası da onu benim gözümle görecek diye, onunla evlenmek isteyecek diye aklım çıkıyordu. Uyumlu; ama asiydi de. Kimseyi kırması mümkün olmayan ses tonuyla canını yakan olduğunda kendini savunacak olan kalkanlarının da olduğunu sadece ben görebiliyordum. Kalkanları olmasa bile ben olurdum kalkanı. Umutlu; ama gerçekçiydi de. Bahçede geçirdiğimiz zamanlarda gözü kapıdan girecek annesini beklerken ara ara o tarafa attığı bakışları da fark ediyordum. Gelmeyeceğinin farkında olarak attığı bakışlar ilkbahar bitip mevsim yaza geldiğinde azalırken kimi zaman göz göze geliyorduk. Bana iç çekerek bakıyordu ve onu anladığımı, koşulsuz, şartsız yanında olacağımı biliyordu. Daha iyiydi aramız. Konuşma sürelerimiz, birlikte geçirdiğimiz vakit uzadıkça ben buradaki yıllarımı, o da evdeki zamanlarını anlatmaya başladı. Babasını içeriyordu sohbet konumuz sadece. Onu kadife çiçeğim diye seven babasını. Aynı şekilde sevmeye başladım içimden. Kadife çiçeğim... Annesinden bahsetmiyordu ilk zamanların aksine. Gelip alacak, söz verdi demiyordu. Burada olmaya o da adapte olmaya başlamıştı hepimiz gibi. Nitekim Gonca'nın annesi gelmedi; ama bir çift beni almaya geldi. Evlendiklerinden beri çocuk isteyen, olmayınca da son on yıllarını tedavi olarak geçiren; yine de Allah'ın bir şekilde çocuk nasip etmediği bir aile beni evlat edinmeye karar verdi. Allah vermemiş işte neden zorluyorsunuz ki? Neden beni yakıyorsunuz? Kırklı yaşlarında olmasalardı eğer yeni doğmuş bir bebek de alabilirlerdi; ama bu yaştan sonra hazır büyümüş, akıllı, eli yüzü güzel, sarışın, mavi gözlü erkek çocuğu daha cazip geldi onlara. Benden vazgeçmediler. Buraya geldiğimden beri ilk kez isyan ettim. Burada niye olduğumu bile sorgulamayan ben ilk kez neden beni almaya geldiklerini sorguladım. Görevlilere gitmek istemediğimi defalarca ağlayarak söyledim. Ben buraya aittim ve kendi üstümde söz hakkım yoktu maalesef. Aile çok zengindi, bana her türlü imkanın en iyisini vereceklerdi. Bana ne? Beni Gonca'dan ayıracaklardı. "İstemiyorum sizi. Sevmiyorum. Lütfen başka birini alın buradan." "Neden öyle söylüyorsun Özgür'cüğüm, buradan daha iyi şartlarda yaşamak istemez misin?" dedi annem olacak kişi. "İstemem, seviyorum ben burayı. Bir sürü arkadaşım var benim burada. Onları özlerim." Gonca'yı özlerim. "Düşündüğün şey bu mu? Ne zaman istersen gelir görürsün arkadaşlarını. Getiririz seni buraya." Bu kez de adam konuştu. Baba diyeceğim adam. İkisi de kötü birine benzemiyordu. İyi olmaları da benim gitmek istememi, şimdiye kadar sahip olmayı hayal bile edemeyeceğim imkanlara kucak açmamı sağlamıyordu. Gonca olmayacaktı yeni evimde. Her sabah kahvaltıda saçlarını karıştıramayacak, her gün yanımda otururken ben dakikada kaç nefes aldığını sayamayacak, bana baktığında ileride ona benzeyen turuncu saçlı, çilli çocuklarımızı hayal edemeyecektim. "Gerçekten mi? Ne zaman istersem mi?" Çocuktum. Erken büyümüş de olsak hepimiz çocuktuk. Çocukları ikna etmek için anne-baba diyeceğin büyüklerin bile, yalan söylemekten asla çekinmeyeceğini, o yalanın söylenen çocukta nasıl bir travma oluşturacağını bilmeden söyledikleri yalanın asla gerçekleşmeyeceğini de o gün o odada öğrendim ben. İnandım bana kafasını sallayan ilk kez ebeveyn olacak yeni aileme. Odamdan hiçbir şey almama izin vermediler. Her şeyin yenisi benim için evde hazırmış zaten. Pek bir şeyim olduğundan değil tabii; ama yine de on iki yıl boyunca benimle olan şeyler vardı. Aldırmadılar. Yeni evime giden yolda arabayla ilerlerken nasılsa geri geleceğim diyerek hiç kimseyle, Gonca'yla bile vedalaşmadan uzaklaşmaya başladık. Onu göremedim. Benden neler aldıklarını fark etmediler, bana vereceklerine o kadar odaklanmışlardı ki. Ona veda ederken saçlarını ellerimle sevemedim. Tekrar görüşeceğimizi ve mutlaka evleneceğimizi söyleyemedim. Senden olacak tüm çocuklara tahmin bile edemeyeceğin kadar iyi baba olacağımı ve asla onları ne şartta olursak olalım bırakmayacağımızı belirtemedim. Eve geldiğimizde benim için hazırlanmış odayı gösterdiler. Büyüktü. Her şey vardı içinde. Benim de kendi çocuklarım için istediğim her şey. Karşılıksız olduğunu düşünürsünüz ailenizden geldiğinde. "Senin için her şeyi hazırladık. Sana çok iyi anne baba olmaya çalışacağız Özgür."  Babam konuşmuştu. "Tabii senin de bizi üzmeyeceğini düşünüyoruz. Tek yapman gereken, ders çalışıp ileride çok başarılı biri olmak ve bizi gururlandırmak." Şimdi de annem konuştu. "Eh, elbette bizi gururlandıracaktır Özgür hayatım. O bizim oğlumuz, soyadı Atasoy oldu artık." Bu soyadının bir anlamı vardı demek ki. Benim için şu an bir anlamı yoktu. Öğrenmem uzun sürmeyecekti. "Değil mi Özgür, sen başarılı, akıllı, zeki bir çocuksun. Şimdi farklı okulda, daha iyi şartlarda eğitim gördüğünde en başarılı öğrenci, okul birincisi de sen olacaksın." İkisi de bana bakıyorlardı; ama gördüklerinden şüphe ettim. Bakmakla görmek farklıydı, ben bile biliyordum. Onlar konuşurken benden mi yoksa satın aldıkları son model Japon robotundan mı bahsediyorlardı ayırt etmek güçtü. Benden bir şey bekledikleri için, sırf o yüzden başımı salladım. Neye kafa salladığımı da bana göstereceklerdi. Çocuktum. Erken büyümüş de olsak hepimiz çocuktuk. Ben Özgür, beni bırakan ailemin beni bıraktığını bile unutmuştum; ama turuncu saçlı kız çocuğunu; bu eve, bu evde yaşayan zor ve güç tutkunu Atasoy'lara rağmen asla unutmayacaktım. Ben yalnız seni istedim Gonca.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD