-6-

3004 Words
Gece mi uzundu, yoksa güneş doğmak mı istemezdi, bilmiyordu Battal. Sabahı edene kadar akla karayı seçmişti. Yemeğe gidilmemişti, emindi, ve suçlusu da bizzat kendisiydi. Gerçi, Mahra'yı o halde bırakıp giderler miydi, onu da bilmiyordu. Bir penceresi dahi olmayan karanlık ve bir o kadar da soğuk nezarethanede uzun tahta oturağın üzerine oturmuş, öylece bekliyordu. Merdivenlerin yanında masasının üzerindeki dosyalarla uğraşan polis memurunun hemen ardında kalan duvar saati sabahın dokuzunu göstermekteydi. Daha ne kadar bekleyecekti? Hoş, babasının bağırıp çağırmasındansa burada böylece oturmak en iyisiydi. Merdivenlerden gelen seslerle ayaklandı. Birileri geliyor, daha doğrusu birileri getiriliyordu. Seslere bakılacak olursa getirilen arkadaşın kafa epey güzeldi. Demir parmaklıklardan tutunmuş olan Battal göz hizasına çıkan adamı gördüğünde şarkı söylediğinden emin oldu. Tabii seslendirdiği şarkının yanı sıra dans edip kendisini getiren memuru bir durdurup iki ilerleterek zorluk yaratıyordu. "Yürü hadi." diye komut veren memur ise elinden geldiğince şarhoş olan adamı iteliyordu. Polis memuru getirdiği adamı tam da Battal'ın bulunduğu yere tıkıştırırken Battal seslendi. "Komiserim." Genç polis demir kapıyı yeniden kilitledikten sonra kendisine seslenilmesi üzerine başını kaldırıp Battal'a baktı. "Acaba ben, ne zaman çıkabilirim?" "Onu başkomiserim bilir." diyen polis memuru başka bir kelam etmeden geldiği gibi uzaklaştığında demir kapıya hafif bir tekme atan Battal yerine oturmak üzere arkasına döndü. Tabii artık oturacak bir yeri bile yoktu. Gelen sarhoş herif bulunan tek oturağa boylu boyunca uzanmış, yarısı açıkta kalan göbeğini kaşıyarak bir yandan da uyku arasında şarkı söylemeye devam ediyordu. "Hay Allah'ım ya." diye sitem eden Battal'a da bir sitem eden vardı. "Hay ya Rabbim, hay ya Rabbim, sen bana sabır ver güzel Allah'ım." Konağın koca avlusunda bir ileri bir geri dönüp duran Mahir ağa sinirinden sofraya dahi oturamamıştı. "Adama git hallet şu işi diyoruz, gidiyor, bir daha da gelemiyor. Hayır çarşıyı başına toplaması da cabası." "Otur hele ağam, bir sakin ol." diye seslendi Melike hanım, korkarak ağasını izliyordu. "Ne sakinliği Melike hanım, ne sakinliği. Sakin kalacak hal mi bıraktı eşşeğin sıpası." Sofrada Teslime hanım da dahil kimselerden ses çıkmadı. İstese Teslime hanım birden gürler, Mahir'in sesini keser, torununu da aklardı ya, demiyordu. Bu evin reisi Mahir'di. Her öfkesinde susturmak olmazdı. O sırada yan yana oturan Mustafa ve Kadir sessizce babalarını izlerken karşılarında boynu bükük kalan Mahra'ydı. Yüzündeki morluk ve şişlikler tazeliğini korurken, dizini kırıp evinde oturmayıp bir çuval inciri berbat ettiği için kendisine kızardı. Ne vardı hemen kalkıp gelecek? Gerçi, artık bezmişti. Daha fazla katlanacak ne gücü, ne de sevgisi kalmıştı. Kendisi başını kaldırmadan sessizliğini korurken eline ince belli bardağını almış çayını yudumlayan Kadir'e fısıldadı Mustafa. "Battal'a kızacağım derken, kendini eşek ediyor." Küçük abisinin sözlerinden sonra elindeki bardağı dudaklarının önünde tutan Kadir bir süre şaşkınca Mustafa'ya baktı. "Kahvaltınla ilgilen istersen." diyerek çayından bir yudum alan Kadir bardağı yerine bıraktığı sırada babası kendisine seslendi. "Kadir." Babasının konağın avlusunda şimşek gibi çakan sesini duymasıyla ayaklandı Kadir. "Buyur baba" "Bu gün git, akşamdan evvel o hergeleyi çıkar." "Emrin olur baba." Verdiği emirden sonra masadaki yerine oturmaya yeltenen Mahir ağa gerisin geri ayaklandı. "Söyle ona, bu gün bir geçsin, hesaplaşacağız." "Söylerim baba." Yeniden oturacak gibi olup geri kalkan Mahir ağa bu sefer söyleyecek bir laf bulamamıştı. Ağzını konuşmak isteyerek açıp açıp kapattıktan sonra; "İt oğlu it." deyip yerine oturdu. Bu sefer bittiğini düşünen Melike hanım tam derin bir soluk vereceği sırada yeniden ayaklandı beyi. "Hayır bir de ulu orta yerde yapmış Melike yav." "Tamam ağam sakin olasın." "Nasıl sakin olayım yav." "Otur hele ağam, bak sinirlerine hakim olman gerekir. Bu gün hayırlı iş vardır bilirsin." "Bilirim, bilirim." diyen Mahir ağa yavaştan geri yerine oturdu. "Hem bakarsın, işler iyi giderse nişan gününü de ayarlarız." "Olur mu dersin?" "Olur tabii ağam, niye olmasın. Sen hele bir sakinleş." Sakinleşeceği yoktu ya, önündeki suyu sakinleşmek adına kafasına dikti Mahir ağa. Acem konağında hal bu iken, Avşar konağında yine yeni yeniden bir telaş baş göstermekteydi. Avludaki geniş sedirde oturan Macit ağa elindeki kehribar tesbihini çekerken, bir yandan da fincandaki bol köpüklü osmanlı kahvesini yudumluyordu. Fincanı önündeki sehbanın üzerinde duran tabağa bıraktı. Elini cebine atarak ucunda sesi küçük çıkıp, kendi büyük olan zili bulunan altın sarısı halka küpeyi çıkarttı. Bir süre avucunun içindeki küpeye baktı. O sırada mutfak kapısından çıkan İdal hanım ve Zişan'ı görmesiyle küpeyi alelacele geri cebine iliştirdi. Bir iki laftan sonra merdivenlerden çıkıp odasına giden uzun, geniş koridorda gözden kaybolan Zişan'ın aksine İdal hanım yanına geldi. "Hazırlanmaya mı?" "He ya, anca yetişirim der." "Eksiği gediği var mıdır?" "Yok yok, şimdilik yoktur." Yeleğinin cebindeki gümüş köstekli saatini eline alan Macit ağa; "Ooo, öğlen vakti olmuş ya İdal'ım. Varayım camiye gideyim, oradan da fabrikaya uğrarım." diyerek oturduğu yerden kalktı. Bir kenara bıraktığı ceketini kendisinden önce alan İdal hanıma gülümseyip, tuttuğu ceketi giyen Avşar ağası, kapıdan çıkarken; "İkindiden sonra gelirim." diye ses etti. Öğleden sonra Avşarlar gitmek üzere yavaştan hazırlanmaya başlamış, akşamı bekler olmuşlardı. Acem konağında ise gelen konuklar için bin bir türlü hazırlık vardı. Avşar kızı konaktan içeri ilk adımını atacağı sırada kapıya süreceği bal bile bir kenarda hazır bekletilmekteydi. Aslında bu iş düğün gecesi gelin eve girerken olacak işti ya, Melike hanım yine de istemişti. Acem ağası Mahir ağa konaktan çıkarken "Ağam, tek onların gelmesiyle olmaz, bilirsin değil mi? İstemeden önce Macit ağaya sakal öpmeye gitmek gerekir." diyen Melike hanım dört dönmüştü. Mahir ağa elbette biliyordu, hele şu akşamı kazasız belasız geçirsin, gidecekti. Sakal öpme Şanlıurfa'da erkek evinin kız evine, kızlarını kendilerine verdikleri için ettiği teşekkürdü. Erkek evi ziyarete gider, kız evi peynirli kadayıf ve çiğköftenin yanı sıra meyve, çay, kahve ikram eder, gecenin sonunda nişan tarihi belirlenirdi. Avşarlar hele bu akşam bir gelsinler, Mahir ağa ertesi güne kalmadan sakal öpmeye gidecekti. "Bunları mı sereyim ana?" diye kapıda ağasını gönderen Melike hanımın yanına gelen Mahra, elindeki krem rengi masa örtüsüyle avlunun orta yerinde beklemekteydi. "Mahra, yavrum sen niye uğraşırsın? Kızlar halleder, sen dinlen." "Duvarlar üstüme üstüme geliyor ana, bir şeylerle uğraşmazsam delireceğim." Manevi kızının yanına gelmiş başını okşayan Melike hanım içli içli bakınıyordu. Böyle bakmasa iyiydi ya, yapamıyordu. Elleri kırılır inşallah diye bir kez daha hayıflandı. Nasıl kıymıştı? Nasıl gözünün yaşına bakmadan üzerine gitmişti? Er dediğin koynuna aldığı, hele de yüreğini verdiği hatununa böyle davranır mıydı? Neresi insanlıktı bunun, neresinde vardı erlik? Mahra ne zaman eve bu halde gelse üç oğluna da yemin verdiriyordu. Bir günden bir güne gönüllerini verdikleri kadınlara ne olursa olsun el kaldırırlarsa, ne hakkı vardı helal edecek, ne de yeri vardı döşek serecek. "Sen nasıl istersen öyle olsun kuzum, amma kendini çok yorma, emi?" "Yormam anam, merak eyleme sen." Melike hanım kızının yüzünü avuç içine almış gülümserken, az evvel kapanan kapı yeniden açılmıştı. "Anam kollarım koptu ya kız." diye sitem ederek giren Amine'ydi. Ana kız dönüp ellerindeki poşetleri olduğu yere bırakan Amine'ye baktılar. Ardından Melike hanım gelininden önce kızına seslenip, yeniden gelinine döndü. "Beyazları ser, parlak olsun. Hayırdır gelin ağa, bunlar nedir?" "Ne zamandır üstüme başıma bir şey alamazdım, hazır düğün dernek kurulurken bir iki çaput alayım dedim." Amine kayınvalidesi daha fazla konuşmadan bıraktığı poşetleri geri alıp hızlı adımlarla odasına çıktı. "Bir iki çaputmuş." diye söylenen Melike hanım da ortadan kayboldu. Ev ayağa kaldırılmış bir vaziyette temizleniyor, ocakta yemekler fokurduyor, saat ilerledikçe acele eden konak halkı birbirine karışıyordu. Alt tarafı akşam oturmasıydı, ne diye bu kadar diken üstündelerdi anlamıyordu Amine. Ama yok, o sözü edilince herkesin kulak kesildiği Avşar kızı gelin olacağı konağa ziyarete geliyordu, haklılardı. Mutfağa girince kızların oradan oraya koşturarak kıkırdadıklarını gördü. Azıcık kulak kesildiğinde duyduğu laflar her zaman ki şeylerdi. Avşar kızının güzelliği, Avşar kızının narinliği, Avşarların soyu, Avşarların huyu... Ne vardı bu Avşarlarda? "Bakıyorum da pek bir heyecan yaptınız. Hayır gören de, Kafdağından Anka kuşu geliyor sanacak. Hatırlatayım, o anlata anlata bitiremediğiniz Avşar kızının yatağını dutağını da siz toplayacaksınız." Amine'nin öfke dolu sözlerinden sonra suratları asılan kızlar tek bir laf etmeden işlerinin başına döndüler. Amine sinirle mutfaktan çıkarken kızların yanına gelen Melike hanım; "Hayrola, hepinizin mırığı düşük, ne bu haliniz?" diye sordu. "Bir şey yoktur hanım ağam." "Akşama evde kalmak istiyorsanız, o suratlarınızı düzeltin, vallaha topa tutar Mahir ağa bizi." Melike hanım kızları uyarırken mutfağa evin bir çalışanı daha girdi. Konakta üç şoför, bir kahya dışında beş de kız çalışıyordu. Tabii ağaların emrindeki adamlar da vardı. Mutfağa aceleyle gelen Fatma'nın hala kızı Avşar konağında çalışmaktaydı. Gidip hala kızını aramış, bir kaza bela çıkmasın diye neyi nasıl yapacaklarını sormuştu. "Hah, geldin mi Fatma, ne dedi?" Melike hanımın karşısına geçip konuşmaya başlayan genç kız öğrendiklerini ardı ardına sıralıyordu. "Avşar kızı çok acı yiyemezmiş hanım ağam, kaşıntı tutarmış. Macit ağa'nın karaciğerinde de yağlanma varmış, o da çok yağlı yiyemiyormuş." "Başka?" "Evin büyük oğlu Devran ağa etsiz yemek yemezmiş." Bir anlığına durup düşünen Fatma konaşmasına devam ederken bu sefer yüzü düşen Melike hanımdı. "Ahmet ağa sütlü şeyler yiyip içmez, Baran ağa da yeşil fasulyeyi sevmezmiş. Ha bir de, Avşar kızı cam bardaktan başka bardakla bir şey içemezmiş." Sözlerini bitiren Fatma'nın ardından bir elini beline koyan Melike hanım diğer eliyle de ağzını kapatmış öylece bekliyordu. "Çorba da zehir zemberek görüyor musun?" diye hayıflandı. "O dursun, küçük tencerelerden biriyle acısız yapın. Bir de ortaya et kavurun, sütlaçları da dağıtırken Ahmet ağanızı es geçin." Melike hanım kızlara ne yapacaklarını teker teker anlatıp kollarını sıvayarak yanları sıra işe koyulurken, kapıda laf dinleyen Amine başını aşağı yukarı hafif hafif sallamaktaydı. Demek acıya alerjin vardır diye geçirdi içinden, bakalım tüm vücudu harıl harıl kaşınırken ne edecekti? Ee, Avşarlar'dan kız almak kolay değilse, bu eve gelin girmekte o kadar zordu. Kendisi didinmiş, çabalamış, her bir taşı düzenle dizerek bu yuvayı kurmuştu, onun da öyle damdan düşer gibi kolay girmesi canını sıkardı. Madem bu kadar kolay girecekti bu konağa, azıcık eğlenmekten bir zarar gelmezdi. Nihayet tan yeri ağarmış, güneş yavaş yavaş gözden kaybolmaya başlarken, hava kızılca kararmaya başlamıştı. İki konakta da heyecan ve acele diz boyuydu. Sofralar kurulmak üzere hazırken, yemekler ısıtılmak için ocağın üzerinde bekliyordu. Avşarları ilk önce karşılayacak olan Kadir ve Mustafa soğuyan havaya rağmen kapı önünde durmuş, ısınmak için elleri ceplerinde oldukları yer de bir ileri bir geri hareket etmekteydi. Ağızlarından çıkan sıcak havanın buharı aheste aheste soğuk havaya karışırken konağın dış kapısı açıldı. Yanlarına gelen Yakup kahya, arada bir etrafa bakınıyor, yol üstünde diğer adamlara bir şey soruyordu. Birazdan iki kardeşin yanına gelip; "Battal'ı gördünüz mü? Mahir ağam nerede deyip durur, ben de bulamadım." diye sordu. Yakup'un sözlerinden sonra aceleyle kara gözlerini birbirlerine diken abi kardeş bir süre bakıştılar. Ardından Mustafa'nın söze girmesiyle cebindeki araba anahtarına elini atan Kadir koşarak arabasına ilerledi. "Unuttun değil mi?" Arabaya binerken; "Ya akıl mı bırakıyorlar adamda, onu yap Kadir buraya bak Kadir, her şeye Kadir. Sonra da vay efendim unuttun mu? Unuturum tabii." diye söylenen Kadir gaza basıp karakolun yolunu tuttu. Nasıl çıkmıştı aklından? Babası bir fark ederse... İşte, Mahir ağa arıyordu. Telefon çalıyor, Kadir gaza daha fazla basıyor, araba dar sokaklarda eğile büküle ilerlerken telefon susmuyordu. Ne diyecekti? Unutmuşum mu? Hızla telefonu kulağına götürdüğünde lafları ardı ardına sıraladı. "Baba, hallettik o işi, eve yakınız, beş dakikaya geliyoruz. Mustafa ağabeyim de zaten kapıda, her şey yolunda yani." "İyi, iyi. Battal'ı ver bakayım." "Değil, yanımda değil, şeye gitti." "Neye?" "Bu, şey var ya." "Ney?" Kadir ağa lafı uzatabildiğince uzatıyordu, lakin Mahir ağanın sabrı tükenmekteydi. Ağzını açıp konuşacağı sırada arkadan gelen Melike hanımın sesi telefonu kapatmasını sağlamıştı. Kadir derin bir soluk alıp karakolun karşısındaki caddeye arabasını park ederek, inip koşa koşa karakola girdi. Önce komiserlerden birine durumu izah edip, ardından başkomiseri ziyaret ederek özrünü dilemiş, ve sonunda kardeşini çıkartmıştı. Karakoldan çıkan iki kardeş karşıdaki arabaya doğru ilerlerken Battal üzerindeki yırtık ceketi çıkarıp eline alarak konuştu. "Yalnız bir an hiç gelmeyeceksiniz sandım." "Aklımdan çıkmış." "Aklından mı çıkmış?" Battal'ın durup hayretle sorduğu sorunun ardından bir şey olmamış gibi arabaya binen Kadir seslendi. "Sen yokken bütün işlere ben koşturdum birader, aklımdan çıkmış işte. Haydi bin de gidelim, elleri kulaklarında gelecekler şimdi." Tam da Kadir ağanın söylediği gibi olmuş, Avşarlar evden çıkmak üzere kapıya doğru ilerlemeye başlamışlardı. Şükran'ın ardından odasından çıkan Zişan merdivenlerden inerken tam arkasında olan Devran hızlanıp kolunu kavradı. Şaşkınlıkla dönüp kendisini tutan ağabeyine baktı Zişan. Ne olmuştu? "O kulağının arkasındaki ne senin?" diye tıslarcasına öfkeyle çıkıştı Devran. Zişan giydiği düz siyah elbiseye renk katmak için ardında sade bir şekilde ördüğü uzun saçının boyun hizasına kırmızı bir gül iliştirmişti. Gül biraz fazla büyüktü, kızmakta haklıydı, ama annesi İdal seçmişti. "Çıkar şunu beni deli etme." diye gürleyen Devran'a korkuyla bakan Zişan kıpırdamadan öyle duruyordu. "Sana diyorum, çıkar şunu." diye bir kez daha çıkışan Devran eli tam güle gittiği sırada amcasının sesini duymasıyla durdu. Merdivenlerde öylece bekleyen ikiliye bakan Macit ağa, eli ardında tesbihini çekerek ikisini de yanına çağırdı. "Ne bu gürültü?" "Yersiz yere süslenir amca, Avşar kızına yakışmaz." Devran'ın dudaklarından sinirle dökülen lafların ardından gözleri yerden kalkmayan kızına baktı Macit ağa. Kulak memesinin ardında, boyun hizasına yerleştirdiği büyük kırmızı güle takıldı kara gözleri. Dudağına sürdüğü boyayla aynı renkteydi gül, ama boş, azıcık da gereksiz duruyordu. "Olmamış." deyiverdi usulca. Deniz gözlerini bir anlığına babasına diken Zişan gülü çıkarmak için elini saçına doğru götürdü. Tam alacağı sırada kendisinden önce davranan Macit ağa yeleğinin cebinden çıkardığı, bu sabah uzun uzadıya göz gezdirdiği, ucunda zili olan altın sarısı tek küpeyi kızının kulağına taktı. "Hıh, şimdi oldu." diye gülümseyerek kızına baktı. Bu hareketine tek şaşıran Zişan veya Devran değildi. Kapıdan çıkmak üzere olan konak ahalisi ve evin gelini de hayretle bakıyordu. Evin gelini Baran'ın tahsil gördüğü memlekette gönlünü verdiği Özge'ydi. İdal hanım onunda artık bu aileden olduğunu, ve bu geceye katılması gerektiğini söylemiş, Özge de kayınvalidesinin sözünü ikiletmeyerek ilk uçakla Ankara'dan çıkıp gelmişti. Devran amcasının bu tavrını hazmedemeyerek hızla kapıdan çıktığında kızının yüzünü avuçları arasına alan Macit ağa konuşmaya başladı. Onun sözleri ağzından dökülürken baba kızı yalnız bırakmak isteyen İdal hanım diğerlerini de alıp arabalara doğru ilerledi. "Sen ki, benim gözümün nuru, yüreğimde titreyen kor alevsin. Sana edilen söz, bana edilmiş, sana bakan göz, bana dikilmiş, sana kalkan el, bana inmiştir. Sen ki, Avşarın kızı, Şanlıurfa'nın gülüsün. Bilesin ki, gönlünün yok dediğine, ben kat'a he demem. Şimdi de bana gonca gülüm, bu izdivacı ister misin?" Macit ağa öyle güzel kelam etmişti ki, Zişan gayrı ne kadar istemese de babasının gönlünü hoş tutmak için her şeye göğüs germeye hazırdı. Başını karşısındayken tek yerde tuttuğu kişinin önünde, yine yerde tutarak hafifçe salladı. "Vay benim gözümün nuru." diyerek kızını kendisine çekip sarıldı Macit ağa. Bir süre öyle kalıp ardından el ele koca konaktan çıktılar. Yol boyunca derin derin nefes alıp gideceği yeri merakla gözleyen Avşarlar nihayet gelmişlerdi. Konağın kapısı açılmış, Yakup ve Mustafa'yla adamların yanı sıra Mahir ağa ile konak halkı da gelen misafirlerini kapıda karşılamışlardı. Arabalardan ilk inenler Avşar erkekleri olurken, teker teker önce İdal hanım, Şükran, Baran ağanın nişanlısı Özge ve en sona Avşar kızı inmişti. İndiği arabanın etrafında dolaşıp Zişan'ın yanına varan Devran iri gövdesiyle sanki kuzuyu kurtlardan koruyan bir kangal misali Avşar kızının hemen sağ çaprazında durdu. Kapıda edilen hasbihalden sonra içeri buyur edilen Avşarlar ağır adımlarla konağa girmek üzere yürümeye başladıkları sırada Melike hanım kapı eşiğinde birden herkesi durdurdu. Ardında bekleyen iki kıza seslenip bir kenarda duran bal dolu siyah kaseyi Zişan'a doğru götürdü. Zişan bir süre ballı kaseye ve Melike hanıma baktıktan sonra müstakbel kayınvalidesinin başıyla onaylamasıyla iki parmağını bala daldırdı. Uzanıyordu sürmek için ya, kapı öylesini büyüktü ki anca parmaklarının ucu yetişiyordu. "Baba." diye seslenip Macit ağadan onay alan Fırat, kız kardeşinin yanına gelerek omzuna oturmasını sağladı. Ardından Zişan'ı kaldırarak parmaklarındaki balı kapıya sürmesine yardımcı oldu. Zişan abisinin omzundan indiğinde yanına gelen iki kızdan birisi eline su döküyor, diğeri de elini kurutmak üzere getirdiği havluyla bekliyordu. En nihayetinde içeri girdiler. İşte gerçek selamlaşma şimdi başlamıştı. Kollarını iki yana açarak hısmını kucaklayan Mahir ağanın sevincine diyecek yoktu. Lakin gözler kucaklaşmakta olan Mahir ve Macit ağalardan çok, Avşar kızındaydı. Üzerinde yerlere sürünmekte olan düz siyah bir elbise vardı. Belinden ta aşağıya sarkmakta olan uzun saçları örülmüş, boyun hizasına gelecek şekilde sağ tarafına kırmızı bir gül, tek kulağına da zilli halka bir küpe takılmıştı. Başını eğmemiş, gözlerini kimseye bakmayacak şekilde karşıya sabitleyerek ellerini göğsünün hemen altında birleştirmiş vaziyette bekliyordu. "Çingene!" diye kendi duyacağı şekilde söylendi Amine. Zişan ise babasından gözleriyle müsaade alarak Mahir ağa ile Melike hanımın elini en sona öptü. Amine'nin tam ardında yardımcı kızların koluna girmiş bekleyen Teslime hanım sessizce Fatma'ya fısıldadı. "Fatma, bak bakam, dendiği kadar güzel mi?" "Hem de nasıl Teslime ana." "Gözlere bak," diye söze karıştı bir diğeri. "Gök gibi maşallah." Gök gibi bu gözler şimdi Teslime hanımın yanına götürülürken varacağı eri arardı ya, yoktu. İçerde olmayan er, şimdi konak dışında, kapanmış kapının ardında Kadir ağabeyiyle içeri sessiz sedasız nasıl gireceklerini düşünürdü. Elini beline atmış kara kara düşünen Battal arabaların ardında kalmış, bir kenarda öylece yatırılmış merdiveni Kadir'e gösterdi. Ağabey kardeş merdiveni kucaklayıp konağın arka bahçesinin duvarına doğru götürmeye başladılar. O sırada içerde selamlaşma ve ayak üstü sohbet bitmiş, kadınlar bir salona, erkekler bir salona geçmişlerdi. Gösterilen yere oturmadan önce kızlardan birinin koluna dokunan Zişan banyoyu sordu. Aldığı cevabın kafasını karıştırmasıyla her adımında tekrar ederek yürümeye başladı. "Bu kattakiler odalarda, alt kata in, bahçeye giden dış kapının hemen solunda." Sözlerini tekrar ede ede alt kata inmiş, arka bahçeye açılan dış kapının hemen solundaki kapıyı açmıştı. Zişan doğru geldiğine şükredip içeri girdiğinde Battal ile Kadir merdiveni bahçenin duvarına yaslamış, Kadir alttan tutarken Battal tırmanmaya başlamıştı. Battal'ın temkinli olsa da her attığı adımda biraz daha sallanan merdiven Kadir'in ellerinde yığılıp kalacak gibiydi. "Lan!" diye seslenen Kadir'e baktı Battal. Zaten çıkmak zordu, ne diyordu? "Bu tamir edilecek merdivendi, hay anasını ya." "Yani?" "Yanisi kardeş, bastığın yere basamak deyip geçme, adam akıllı bas." Biri bastığı yere dikkat etmeye çabalarken, diğeri merdiven dağılmasın diye daha sıkı tutmaya çalışıyordu. O anda dikkatlerini dağıtan ses; "Manzara ilgi çekici, ama ne yapmaya çalıştığınızı anlamadım." diye seslendiğinde Battal gelen sesin kime ait olduğunu anlamak için başını çevirdi. Çevirmesiyle duvarın üstündeki dengesini kaybederek sessizce girmek istediği bahçeye gürp diye sırt üstü düşüverdi. "Tüh sana!" diye Ömer'e öfkeli bir bakış attı Kadir. Tabii asıl öfkeli olan Battal'dı. Olduğu yerden; "Ulan bir insan baba evine her geldiğinde başına bir vukuat gelir mi ya?" diye söylenerek kalktığında Zişan banyodan çıkmış, gelen sesi merak ederek bahçeye açılan kapıyı açarak çıkmıştı. Bir kaç adım ilerlediğinde hafif nemli çamurdan çıkıp beton yere basan Battal'la karşılaştı. Şaşkınlık ve korkuyla tiz bir çığlık bastığı an üstü başı çamur olan Battal hızla kendisine doğru bir hamle yapıp elini ağzına koyarak sesini kesti. Birbirlerine öylece bakınan ikili çığlık duyuldu mu bilmiyorlar, merak dahi etmiyorlardı. Aksine Battal'ın bu karşısındaki mavi gözlere bakarken hiçbir şüphesi kalmamıştı. Zişan'ın ise tek merakı, karşısındaki bu yiğidin burada ne işinin olduğuydu. Ne işi vardı burada?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD